Psikolojik savaş çok boyutlu olarak devam ediyor. Umut operasyonundan sonra ismi bir türlü konulamayan bir operasyonla Eylül ayının son günlerinde "Malatyalılar" olarak adlandırılan 309 müslüman daha gözaltına alındı. 30'u aşkın ilde yürütülen ve ilkin amacı ve adı net bir şekilde ortaya konulamayan bu operasyon hakkında sonunda İçişleri Bakanı Sadettin Tantan açıklama yaptı. Ve operasyonun adını "Hedef" olarak belirledi. Hedefe konulan ise "Malatyalılar Grubu" denilen İslami bir çevre idi. "Malatyalılar Grubu" da dense bu operasyon birçok ilde Değişim Dergisi ile irtibatlı yazar, dağıtıcı, kitapçı ve okuyucu çevresine karşı yapıldığı apaçıktı. Bu çerçevede farklı kitabevi, vakıf ve derneklerle irtibatı olan ve İslami camianın yakından tanıdığı birçok kişi de operasyon kapsamı içine alındı.
Gözaltına alınan kişiler genellikle İslami camia içinde İslami kimlikleri ile bilinen, inanç ve düşünceleri doğrultusunda açık bir tutum içinde olan, Türkiye'de ve dünyada olup bitenlere duyarlı insanlar. Kimisi yazar ve araştırmacı, kimisi kitapçı, kimisi işadamı, kimisi esnaf, kimisi öğrenci. Bu insanlar sosyo-ekonomik ve politik konulara duyarlı bir bilinçlilik hali gösteren, Türkiye'de özgürlüklerden yana resmi ideolojiye ve hukuk dışı uygulamalara muhalif olan ve açık İslami kimlik taşıyan kültürlü, geniş bir arkadaş çevresi. Bu kişilerin her insan gibi Türkiye'nin ve halkın geleceği üzerine düşünceleri ve talepleri var. Bazısı bu amaçlar doğrultusunda bir dernek veya vakıf çatısı altında toplanmış; bazısı dergi çıkartmış; bazısı ise daha bağımsız bir tavrın taşıyıcısı. Ama gözaltına alınanların büyük çoğunluğunun Değişim Dergisinin yazarı, dağıtımcısı veya arkadaş çevresi olduğu biliniyor.
Değişim Dergisi ise çıktığı andan son sayısına kadar Türkiye'de yaşanan haksızlık, yolsuzluk, insan hakları ihlalleri ve dayatmalara karşı halkı uyarmanın ve daha sağlıklı bir toplumsal yapıya ulaşmanın yol ve yöntemini sürekli olarak tartışıp muhasebe ederek bir ekol olmaya çalıştı. Bu tartışmalar kendi içinde de İslami camiada da farklı tartışmalara ve değerlendirmelere neden oldu. Biz de bu tartışmalarda bazı açılımları olumlarken, bazı yaklaşımları yanlış bulduk ve görüşlerimizi hem Değişim dergisinde yazılı olarak hem de sözlü olarak muhataplarımıza ilettik. Ama olumlu olan, düşünülen ve tartışılan konuların üstü örtülmeden ve tevillere sapılmadan ortaya konulabilmesiydi.
Bütün bunlarla birlikte Değişim, hiç bir zaman resmi ideolojinin İslam karşıtı tavrına ve ceberrut devlet anlayışına sessiz kalmadı. Türkiye'deki sorunları önceledi, hukuk ihlallerine karşı, düşünce ve inanç özgürlüğünü kısıtlayan uygulamalara karşı tevhid, adalet ve özgürlük taleplerini gündeme taşıdı. Susturulan ülkenin dili, inanç ve düşünceleri tahkir edilen insanların sözcüsü olmaya çalıştı. Açık bir kimlikten yana oldu.
Peki mahzurlu olan veya tehlikeli olan neydi? Özgür ve muhalif düşünce sahibi olmak mı? Cunta politikalarını benimsememek mi? Ülke insanını dejenerasyondan, düşkünlükten, sömürüden kurtarmak için kafa yormak mı, doğru bilinen bakış açısını yaygınlaştırmak için çaba sarfetmek mi?
Operasyonla ilgili ajansların muhtelif iddiaları olduğu gibi Tantan'ın da suçlamaları oldu. Teokratik devlet düzeni kurmak, 'türban' eylemlerini desteklemek, 'ilim' Grubu ile irtibat kurmak, silah bulundurmak.
Bir kere bu iddiaların çoğu kasıtlı. Ülke çapında gerçekleştirilen operasyonda ele geçirildiği iddia edilen on-onbeş tabanca ve av tüfeğinin hemen tamamı ruhsatlı. Daha sonradan ruhsatlı olmadığı söylenen bazı silahlar ne hikmetse sadece Malatya'da ortaya çıkarıldı. Bu iddia ise bir komplo ile karşı karşıya kalındığını güçlendiriyor. Zira devlet mantığının komplolarla iç politikayı belirlediğine artık alıştık. Uğur Mumcu'nun ilan edilen birçok katiline ilave olarak Umut Operasyonu'nda da peş peşe iki farklı olay ve tatbikatla iki farklı fail bulunması da bu komplocu mantığın tutarsızlığını hemen hatırlatıyor. Hele Malatya'da ki başörtüsü gösterileri sırasında şiir okuyan Malatyalı çocukların dahi DGM'de nasıl idamla yargılanmak istendiğini hep birlikte takip etmiştik. Ayrıca tutuklanan bazı müslüman bayanlara da nasıl işkence yapıldığını öğrenmiştik. Bu zulüm neyin göstergesi? Yargının hukuka bağlılığının mı yoksa siyasal gücün ve komploların güdümünde olduğunun mu? "Hedef Operasyonu"nda gözaltına alınan kişiler de şu anda bir komployla karşı karşıyalar. Bu kişiler silahla irtibatlandırılarak yasadışı silahlı bir terör örgütü kapsamına sokulmak suretiyle hem sindirilmek ve hem de kamuoyunda "öcü" olarak gösterilmek istenmektedir. Oysa yaşadığımız şartlar içinde bu çevrenin, silahlı mücadelenin mahzurları hakkında açık tavır sahibi olduğu herkes tarafından biliniyor.
Yine bu çevrede yıllarca 'teokratik' anlayışın saltan atçılıktan beslendiğini, saltanatın da İslama aykırı olduğu sürekli olarak konuşulmuş ve yazılmıştır. Teokratik devlet özlemciliği suçlaması mevcut devlet yapısını temize çıkartmanın bir aracı olarak kullanılmaktadır. Oysa her vatandaşın devlet düzenini ve resmi ideolojiyi beğenmeme hakkı vardır. Bu hak hem insanidir; hem de hukukidir.
Yine birtakım insanların temas kurmak zorunda kaldıkları kişi ve çevrelerin daha sonraları devlet tarafından "terörist" ilan edilmesiyle suçlu konumuna düşürülmesi saçmadır. Operasyonun daha sonra bu saçma kurgu üzerine derinleştirildiği anlaşılmaktadır, "Malatya Grubu" diye suçlanan bu çevre "Hizbullah" adı verilen "İlim Grubu" ile irtibatlandırılmaya çalışılarak adeta terörist bir yapılanma şeklinde gösterilip, suçlanmaya çalışılmaktadır. Oysa devlet, bölge şartları içinde müslüman kesimlerin çatışmak yerine selamlaşmalarından doğan ilişkileri irdeleyip abartacağına terörist olarak ilan ettiği, bölgesel güçleri kullanmaya yönelik kendi tutumunu ve ilişkilerini sorgulamaya çalışmalıdır.
Başörtüsü eylemlerinin örgütlenmesi ise dışarıdan örgütlenmeye gerek duyulmayacak kadar tabiidir, okullarından atılan ve uzaklaştırılan onbinlerce öğrencinin öncülüğünde gündemleştirilmiştir. İnanç, eğitim ve düşünce özgürlüğünün ihlali demek olan başörtüsü yasağına karşı çıkmak her erdemli insanın ve bilinçli müslümanın görevidir ve ülkede yaşanan bu hak ihlaline karşı meşru bir düzlemde destek vermek suç değildir,
Peki o halde bu operasyon niçin gerçekleştirilmiştir. Bu insanlar mavzerlerle dağa mı çıkmıştır? Devlet bankalarının içini mi boşaltmışlardır? Organize suç çeteleri mi kurmuşlardır? Başka devletlere istihbaratçılık mı yapmışlardır? Sorun nedir? Yoksa sorun, uzun yıllardan bu yana birbirini tanıyan insanların sahip oldukları İslami kimlikleri midir? Veya yürürlükteki sisteme muhalif bakış açıları mı suç ittihaz edilmiştir? Yoksa artık bu ülkede İslam'a inanmak, müslümanca yaşamaya çalışmak, muhalif bir söylem taşımak ve cuntaya karşı çıkmak da mı terör suçu kapsamı içine girecektir? O halde 309 kişi yetmez. Bu sayının arkasına yüz hanelik, bin hanelik sıfırlar daha koymak gerekecektir. Daha fazla komikliğe ve komik operasyon senaryolarına gerek olacaktır. Ama ülke insanını ve ülkenin geleceğini karartan, düşünceyi suç sayan, İslami değerleri tezyif eden ve onurlu insanları kamuoyunda karalamaya çalışan bir sistem hiç bir zaman meşru ve hukuki olarak değerlendirilmeyecektir.
Operasyon sonucunda "Malatyalılar Grubu"nun Şafak, Talebe ve Değişim başlıklarıyla üç ana birimden oluşmuş bir örgüt gibi sunulduğuna şahit olduk. Demek ki resmi ideolojinin ve Kemalizmin onayı dışında etkin bir yayınevi, kitabevi veya dergi yayını oluşturduğunuzda; yahut ta bir dernek veya vakıf, bu isim altında örgüt kurma suçlamasıyla operasyon yiyebilirsiniz. Bu ise inanç ve düşünce özgürlüğüne saldırının başka bir biçimidir. Ama bilinmelidir ki zulüm ve hukuksuzlukla muhalif kesimler arasında yayılmak istenen korkuya rağmen yaşanan hak ihlalleri bu ülkede özgürlük mücadelesini ateşlemekten başka sonuç vermeyecektir.