Haydi Küresel intifadayı Yükseltmeye!

Haksöz

Gelişmeler bize zalimlerin hesabı varsa. Alemlerin Rabbi olan Allah'ın da bir hesabı olduğu hakikatini bir kere daha öğretiyor. Her şeyi en ince ayrıntısına kadar planlayıp belirlediklerini, dolayısıyla karşılarına hiçbir engel çıkamayacağını sanan uluslararası istikbar güçleri gelişmeler karşısında fena halde yanıldıklarını görüyorlar. İmparatorluk hülyaları içinde dünyaya şok ve dehşet yaşatmaya kalkanlar şoku bizzat kendileri yaşıyorlar.

ABD'nin tüm yeryüzünü kendi hedefleri ve çıkarları doğrultusunda yeniden dizayn etmeye yönelik girişimleri şimdiden ağır sarsıntılar geçirmeye başladı. Küresel bir saldırganlık boyutları kazanan operasyonlar giderek daha fazla tepki ve karşı koyuş ile karşılaşmakta. 11 Eylül eylemleri üzerine basın mensuplarının karşısına çıkıp televizyonlarda aptalca bir yüz ifadesiyle "Müslüman toplumların bizden niye nefret ettiklerini anlayamıyorum" diye şaşkınlığını ifade eden Bush, ardı ardına yaptıkları ile bugün tüm dünyayı ABD'den nefret eder hale getirmeyi başarmış görünüyor. Neredeyse bütün dünya halkları "önleyici savaş" ve "terörist rejimlerle mücadele" adı altında sergilenen hukuksuzluk, adaletsizlik ve ikiyüzlülük nedeniyle ABD'nin hesaplarının tepe-taklak olmasından derin bir memnuniyet duymakta.

Ne Irak'a karşı savaş başlatırken, ne de savaş sonrasına ilişkin düzenlemeler söz konusu olduğunda kimseye müdahanede bulunmayan, burnunun doğrultusunda hareket etmeyi bir ayrıcalık belleyen Amerikalı şahinlerin yelkenleri yavaş yavaş suya inmeye başladı. Düne kadar kimseye ihtiyacı olmadığını haykıran, hatta savaş konusunda bir ara tereddüt yaşayan İngiltere'yi bile "gelmezsen gelme, ben gidiyorum" şantajıyla sıkıştıran ABD bugün akla gelebilecek her ülkeden ısrarla asker talep ediyor. Yine BM'yi adeta şamar oğlanına çeviren ABD şimdi BM'yi Irak'ta devreye sokmanın yolunu aramakta. Ama bunu her zamanki açgözlülüğüyle bütünüyle kendi çıkarlarına hizmet edecek bir biçimde yapmaktan da vazgeçmiyor ve BM'yi kendi politikalarına araç kılmaya çabalıyor.

Ortadoğu Direniyor, Bütün Dünya Direnecek!

Önce Afganistan'da, ardından Irak'ta ilan ettiği erken zafere rağmen bu bölgelerin Amerikan askerleri için bir türlü güvenli kılınamaması ve direnişin bastırılamaması en genelde emperyalist saldırganlığın haklılık zemininin bulunmayışı ile irtibatlı. Güdümlü füzeler, binlerce metre öteden bomba yağdıran uçaklar, kullanımı uluslar arası hukuka göre suç olan seyreltilmiş uranyum içeren silahlarla ülkeleri işgal etmek çok zor olmuyor belki ama işgal edilen topraklarda kalıcı bir otorite tesis etmenin şartları farklı. Ülkeleri vahşice bombalanan, işgal edilen insanlar güdümlü füzelere karşı aciz kalsalar da topraklarında devriye gezen işgalcilere karşı öfkelerini boşaltmanın bir yolunu buluyorlar. Sonuçta kendi ülkesini ve onurunu savunan insanlar, ellerindeki her türlü imkana rağmen işgalci güç onursuzluğunu taşıyan emperyalist saldırganlara şok ve dehşetin ne olduğunu öğretiyor.

Yanlış hesabın Bağdat'tan dönmesi şüphesiz tüm yeryüzünün hayrına. Afganistan'dan sonra Irak'ın da ABD açısından batağa dönüşmesi kısmen de olsa yeni saldırganlıkların önüne geçecek ve aynı zamanda da direniş güçlerine moral ve cesaret aşılayacaktır. Bu noktada Irak'ta sürdürülen direnişi desteklemek, direnen Irak halkıyla dayanışma içinde olmak Yeni Amerikan Yüzyılı projesiyle dünyaya asırlık bir kabus yaşatmaya kararlı saldırganların dizginlenmesi açısından önemli bir adım teşkil edecektir.

Emperyalist hesapların bir türlü tutturulamadığı coğrafyalardan biri de Filistin. Ortadoğu'nun kalbine saplanmış hançer İsrail'in uzun vadede güvenliğini ve dolayısıyla da bölge üzerindeki tahakkümünü sağlamaya yönelik çabaları sürekli boşa çıkmakta. ABD'nin bölgede istikrarı sağlamak adına başlattığı ve on yıldan uzun bir zamandır kesintilerle devam edegelen "barış süreci" bir kere daha tıkanmış halde. En son olarak tarafların önüne konulan "Yol Haritası" da sorunun çözümü noktasında herhangi bir yol göstericilik yapamadan miadını doldurdu. Harita bir yana, ortada yoldan da eser bırakmayan gelişmeler sahte çözüm arayışlarının anlamsızlığını da gözler önüne sermekte. Yol Haritası planının bu şekilde tökezlemesi aynı zamanda Filistinli mültecilerin geri dönüş hakkı ve Kudüs'ün statüsü gibi en temel sorunları atlayarak Filistin sorununda mesafe almaya kalkmanın anlamsızlığını da ortaya koydu.

Siyonistlerin tavrı gayet açık olmasına rağmen, Filistinli direniş gruplarının üzerlerindeki baskıyı azaltmak ve düşmanın gerçek niyetini teşhir etmek amacıyla bundan kısa bir süre önce kabul etmek zorunda kaldıkları ateşkes de aynı tutumlar neticesinde anlamsızlaştı ve eridi. Ateşkese rağmen Siyonistlerin direniş gruplarının önde gelen mensuplarına karşı giriştiği vahşice saldırılarda onlarca şehid verildi. Ve nihayet direniş örgütleri zaten mevcut olmayan ateşkesi artık tanımadıklarını ilan ettiler.

İşgalci İsrail sözde ateşkes süresi boyunca çok açık biçimde Filistin halkı ile direniş örgütlerini ayrıştırmaya çalıştı. "Terörist" olarak adlandırdığı direniş gruplarına karşı operasyonlarını sürdürerek Filistin direnişinin temsilcilerine "yabancı unsurlar", "çerçeve dışı oluşumlar" muamelesi yapmaya çalıştı. Oysa bu örgütler halkın tam İçinden çıkmışlardı ve kirli iş ve ilişkilere bulaşmaksızın görevlerini sürdürmekteydiler. Nitekim İsrail'in ayrıştırma politikası Filistin halkının direnişe ve direnişin örgütleyicilerine sonuna kadar sahip çıkmasıyla boşa çıkartıldı. Gerek şehidlerin cenazelerinde ortaya konulan kitlesel katılım ki, İsmail Ebu Şeneb'in cenaze töreni bu açıdan çarpıcı bir gösterge sayılabilir, gerekse de Siyonist saldırganlığa karşılık olarak gerçekleştirilen istişhadi eylemleri bedeli ne olursa olsun sahiplenme tavrıyla Filistin halkı hem bilinç düzeyinde hem de örgütsel bazda direnişle özdeşleşmiş olduğunu ortaya koydu.

Gerçekten de izzetli ve yüz ağartıcı bir tavırdı bu. Elbette ağır bir bedeldi söz konusu olan. İnsanlar bu dünyada sahip oldukları en değerli varlıkları olan evlatlarını hüzünle ama aynı zamanda da vakur bir tavırla bir biri ardına toprağa veriyorlardı. Zaten yoksulluk, açlık pençesinde olduklarına bakmaksızın sahip oldukları mallardan vazgeçiyorlar, başlarını sokabilecek evlerinin yıkılmasını göze alabiliyorlardı. Siyonistlerin tüm bu sömürgeci, zalim uygulamalarla hem direnişi bastırmak hem de ödenen bedellerden dolayı halkın tepkilerinin direniş güçlerine yönelmesini sağlamak şeklindeki ikili politikası sonuçsuz kalmıştı. Sonuçsuz kalmaya da mahkumdu, çünkü Filistin halkı gerçekten de kıskanılmayı hak eden bir basiret ve bilinçle intifada ruhunu yaşatmaya kararlıydı.

İntifada: Küresel Saldırganlığa Karşı Direnişin Sembolü

Her türlü olumsuzluğa, imkansızlığa ve zorluğa rağmen direnişi azimle, kararlılıkla sürdürmek şeklinde özetlenebilecek intifada ruhu bugün yeryüzünün bütününde küresel korsanlığa karşı koymanın zemini olarak belirmektedir. Bu açıdan Filistin zulme ve işgale karşı direnişin simgeleştiği ve kuşatıcı bir örneğe dönüştüğü bir simge, bir aynadır. Bu aynaya yeryüzünün bütün güçleri bir biçimde yansımaktadır: Zalimler, işbirlikçiler, nemelazımcılar ve de direnişçiler. Her birinin bu aynada izdüşümlerini izlemek mümkündür. Bu yüzdendir ki, Latin Amerika'dan, Asya'ya, Avrupa'dan Afrika'ya kadar çok farklı coğrafyalarda emperyalist sömürüye karşı tepkilerini haykıranlar Filistin İntifadası ile dayanışma içinde olduklarını sergileme zorunluluğu hissetmektedirler. Emperyalistler ile Siyonistler arasındaki doğrudan ve tamamlayıcı ilişki ve irtibatın tam karşıtı olarak küresel istikbar ve zulüm güçlerine karşı ayağa kalkan farklı inanç, etnik köken ve sosyal tabandan kitleler dayanışma bilincini yükseltmektedirler.

2. İntifada diye de adlandırılan Aksa İntifadası'nın yıldönümü bu olguyu yeryüzü geneline taşımak için önemli bir fırsattır. Gerçekten de küresel çapta sürmekte olan bütün işgallere ve adaletsizliklere karşı hep bir ağızdan haykırmak için sembolik önemi yüksek bir tarihtir 27-28 Eylül. Geniş kitlelerin adalet arayışının en somut tezahürlerinden biri olarak öne çıkan İntifada ile dayanışma olgusu şu anda Ortadoğu'da yaşanmakta olan Amerikan işgalini de içerecek şekilde küresel zulüm ve sömürü düzenine karşı 27-28 Eylül'de net bir mesaj vermeye hazırlanmaktadır.

Mesaj net, açık ve tutarlı olmalıdır. Sadece işgal ve sömürüye karşı çıkmakla yetinilmemeli direniş güçleriyle dayanışma sorumluluğunu da en açık biçimde yerine getirilmelidir. Muhtemeldir ki, işgal ve katliamlar konusunda net bir tavra sahip olmakla birlikte, direniş güçlerinin yöntemleri hususunda belirgin bir mutabakat söz konusu olmayabilir. Bu noktada direniş güçlerinin seçtikleri yöntemler, hareket tarzları ya da eylem biçimleri üzerine uzun uzadıya tartışmalar, egzersizler yerine temel sorun yani işgal üzerinde odaklanılmalıdır. Biliyoruz ki, emperyalist-siyonist propaganda mekanizması sürekli olarak dünya kamuoyunu istediği başlıklar ve gündemler üzerine bir tartışmaya yöneltmekte, sebepleri bir kenara bırakıp sonuçlar üzerinden yargıda bulunmaya zorlamaktadır.

Mesela "intihar saldırısı" şeklinde tanımlanan, karalanan eylemler düşünüldüğünde egemen medyada bu eylemlerin ne kadar vahşice, ne kadar kabul edilmez olduklarına dair pek çok şey duyarız. Ama bu eylemlerin arka planına değinildiğini hiç görmeyiz. On yıllardır işgal altında tutuldukları yetmezmiş gibi hem karadan hem denizden kuşatılarak bir tür açık hava hapishanesine dönüştürülen Gazze'de ya da zaten tam 170 kontrol noktası ile bir tür mayın tarlasını andıran ve şimdi de ortasından bir duvar geçirilerek paramparça edilen Batı Şeria'da yaşayan bir gencin duygularının "uluslararası kamuoyu" nezdinde bir anlamı var mıdır? Öyle ya, genç bir insan birkaç işgalci ya da işbirlikçiyi öldürme uğruna niçin paramparça olarak ölmeyi tercih etsin? İnsanları bu zor tercihe iten saikler nelerdir acaba? İşte asıl yoğunlaşılması gereken konu bu olmalıdır. Halbuki konu asıl düzleminden koparıldığında ortada demagojik bir tartışma malzemesinden başka bir şey kalmaz. Savaş uçakları, tankları, Apaçi helikopterleri olmayan insanların bedenlerini bombaya dönüştürmekten başka ne seçenekleri kalmıştır ki?

Burada kavramların manipüle edilerek kullanılmasına dikkat etme zorunluluğu ortaya çıkmaktadır. Terör, terörist ya da terör eylemi gibi kavramlar emperyalist medya gücüyle bütünüyle saptırılmış ve haksızlığa, zulme ve sömürüye karşı çıkışları bastırmak için kullanılan birer silaha dönüştürülmüştür. Buna göre örneğin Filistin'de İsrail askerlerinin ya da Irak'ta Amerikan ordusunun bütünüyle hukukdışı, zalimce varlıkları atlanıp, bu bölgelerde işledikleri suçlar çoğu kez "operasyon" kavramıyla taltif edilirken, ülkelerini işgal eden saldırganlara karşı direniş güçlerinin gerçekleştirdikleri eylemler "terörist saldırı" şeklinde tanımlanabilmektedir.

Dünyanın mazlum halklarının ve bir bütün olarak insanlığın sadece ateşli silahlarla değil, emperyalist propaganda silahlarıyla da saldın altında olduğu açıktır. Bu noktada Filistin halkının sahip olduğu kararlılık ve kavrayış netliği örnek olmalıdır. Şeyh Ahmed Yasin'e karşı girişilen suikast girişimine karşı verilen karşılık da, Yasir Arafat'ın sürgüne zorlanması için kuşatılması üzerine ortaya konulan tepki de kararlı bir duruşun ve aynı zamanda da berrak bir kavrayışın işaretleridir.

Dayanışma Sorumluluğumuz Ülkemiz Egemenlerine Karşı Tavır Almayı Gerektirir!

Dünyayı yangın yerine çeviren emperyalist-siyonist saldırganlıkla mücadele bir inanç işidir; kararlılık ve tutarlılık gerektirir. Ve mutlaka bütüncül bir kavrayışla düşmanı ve düşmanın hareket tarzını netleştirmeyi zorunlu kılar. ABD'nin Afganistan ve Irak, Siyonistlerin Filistin işgallerine karşı tutarlı ve adil bir tavır bu işgalci güçlerle ülkemiz egemenleri arasındaki işbirliği ve ittifaka da bütün gücümüzle karşı çıkmayı gerektirir. Bu sorumluluğu yerine getirme konusunda yeterli bir bilinç ve kararlılık göstermemek emperyalist-siyonist saldırganlığa karşıtlığı içi boş ve gerçekliği olmayan bir slogana dönüştürecektir.

İşgalci ve zalimlerin içimizdeki uzantılarına, yerli işbirlikçilerine tavır almaksızın ABD-İsrail karşıtlığı siyaseten tutarsız, ahlaki açıdan da ayıplanmayı gerektiren bir tutumdur. Biliyoruz ki, ne zalimler arasında ne de onların farklı coğrafyalarda uygulamaya çalıştıkları politikalar arasında yoğunluk noktasında bir fark olsa da nitelik açısından bir fark bulunmamaktadır. Ve yine biliyoruz ki, emperyalist-siyonist işgal ve sömürü ancak işbirlikçi güçlerin desteğiyle, katkısıyla bugünlere gelebilmiştir. Bu yüzdendir ki, gerek Irak'ta, gerek Filistin'de sömürgeci zalim güçlere karşı canlarıyla, mallarıyla mücadele eden kardeşlerimizle dayanışma sorumluluğumuzu çok boyutlu bir tarzda sergilemek ve mutlaka ülkemizde egemen olan işbirlikçi iktidara karşı muhalif tavrımızı yükseltmek zorundayız.

Unutmayalım ki, Afganistan'da, Irak'ta ya da Filistin'de direnenlerin eylemleri sadece kendi yaşadıkları toprakları kurtarmaya yönelik bir eylem değil, küresel saldırganlığın daha fazla yaygınlaşıp, yerleşmesine karşı çekilmiş birer settir. Emperyalist-siyonist saldırganlık bu topraklarda dizginlenip püskürtülemezse yeni saldırılara, yeni işgal, katliam ve sömürülere girişecektir. Bu yönüyle bu kardeşlerimiz sadece kendi hakları ve halkları için değil, bizler için de savaşmaktadırlar. Daha adil bir dünya ve büyük insanlık ailesinin geleceği için mücadele etmektedirler. Öyleyse bizler de bu mücadelede yerimizi almalı ve bir yandan kardeşlerimizle dayanışmamızı artırırken, diğer yandan da zulüm ve sömürü şebekesinin işbirlikçilik ayağına karşı tavır almalıyız.