Hayatın içinden "Son Büyülü Günler"

Ahmet Örs

Cihan Aktaş'ın "Son Büyülü Günler" adıyla kitaplaştırdığı hikayelerinde ileri bir hikayecilik örneği sergilenmiş. Müslüman bir şahsiyet olarak hayatın içinden müslüman insana bakabilmeyi, onu gözlemleyebilmeyi amaçlamış yazar. Bizim insanımızın kendi içindeki gelişimini, özlem ve heyecanlarının dış dünya ile olan münasebetten sonra oluşan şekillerini ele alan yazar, umut edilen ile olanın mukayesesini yapıyor.

Daha ziyade kadın bakış açısının ve teminin hakim olduğu hikayelerde müslüman kadını işleyen yazar önemli ipuçlarına götürüyor okuyucusunu. Kadın erkek ilişkilerinden evlilik sorunlarına; ev yaşamındaki ince ayrıntılardan toplumsal ilişkilere varan geniş bir yelpazede kadının konumunu hikayeleştiren yazar, kahramanlarının iç dünyasını kendinden de çok şeyler katarak oldukça zenginleştirmiş ve önemli bir seviye yakalamış.

Hikayelerdeki güncelliği fazlaca önemseme, kalıcılık bakımından olumlu bir özellik olarak görülmeyebilir. Siyasi partilerin isimleri, terör örgütü, iç politikadaki gereksiz ayrıntılar eleştirilebilecek unsurlar.

Müslüman insanı kendi özel yaşamı, duygu ve düşünceleriyle de tahlil etmek, tanımak oldukça önemli. İnsan tarafımızın ihmal edilmemesi, bireysel olarak yaşadığımız sorunlar, özlemler de işlenebilmeli, bu yöndeki çalışmalar önemsenmeli.

Edebiyatın güzel olan tarafı da bunların işlenmesi değil mi?

Küçük bir kızın öğretmen okuluna gitmek için, yaşadığı Anadolu kasabasından ayrılışını anlatan Son Büyülü Günler isimli hikaye, daha ziyade yaşamla gelen güzelliklerin bozulmaya yüz tutmasını işliyor. Henüz geleneksel dokusundan fazlaca uzaklaşmamış kasaba ve kasaba halkının yaşam tarzından kesitler verilerek, bugün gelinen son durumla karşılaştırma yapılmış. Masal anlatan nineler, aile içi ilişkiler, destansı, efsanevi hava gibi ileride kaybolacak güzellikleri veren yazar, kasaba hayatını "sinemadan önce, sinemadan sonra" diye ikiye ayırıyor.

İleride bulamayacağı güzellikleri özlemle yadeden yazar, duygularını şu cümlelerle ifadelendiriyor: "Son büyülü günler, hesapsız mutluluklar, uzaklara özlemler kasabada kaldı. Kasabanın son günleri, tükendiği söylenen masal devriyle çakıştığı için mi?" (s. 16)

Toplumdaki değişmeyle beraber insanlar arası ilişkiler değişmiş, gelinen son noktada bu ilişkiler kasabanın fiziki dokusunu bile etkilemiştir.

"Son Büyülü Günler" hikayesinin bir önemli vurgusu da kız çocuklarının okumaya olan istek ve arzuları. Artık Anadolu'da da kızlar okumaya karşı ilgi duymaya başlamışlar, özellikle de öğretmen okullarına gitmeye başlamışlardır. "İşte on beş kızımız daha gidiyor ama elimizden ne gelir, olan oldu, zamana uymak lazım, kızların okuma isteğine karşı çıkmamak lazım,..." {s. 18)

Uzun Cümle:

İki gencin, hayatın zorlukları de geçen hikayeleri, hayat yolculuğunda geç kalmış bir adamla, düşünce ufkunu genişletmeye çalışan, hemcinslerinden farklı bir genç kız arasındaki ilişkiler farklı açılardan aktarılmaya çalışılmış okuyucuya. Mutlu bir yuva kurmaya çalışan adamın karşısında "uzun cümle" ve "kaybolmuş ışığı" aramaya çalışan bir genç bayan vardır. Belirli bir derinliğe sahip olan kız, adamın kendisini anlayamamasından, adam da kızın bu durumunun hiç de iyi olmadığından şikayet etmektedir. "Cami avlusunda o ışığı görüp görmediğimi sormadı bile" diye düşünüyordu kız." (s. 29) "Gördüğüm şu, hayatını garip uzun cümleler yazma tutkusuna adayacak biri olmayacak kimse böyle bir şeyi kabul etmez, mutsuz olacaksın." (s. 31)

Hikayede müslüman erkeklerin kadınlara bakışını da üstü kapalı olarak eleştiren Cihan Aktaş, okuyan, araştıran, geleneksel kadın kimliğinin dışına çıkabilmiş müslüman kadınların, müslüman erkekler tarafından pek tasvip edilmediklerim şu cümlelerle ifade ediyor: "Bir cümle uğruna yasaklayabilir bana iç dünyasını; erkenden yaşlanabilir... Gide gide yüzünde cinsiyetsiz bir ifade olan o kupkuru ifadeli bilim ve sanat kadınlarına benzeyecektir... Doğrusu kadında sevmediği bir duruştu o." (s. 25-26)

Geçim zorluklarını kaygı edinen adamın yanında niteliği temsil eden genç kız da mevcut durumu ile mutluluk arasında bir bağ kurmaya çalışmakta ve gerçek mutluluğun karşılığını aramaktadır, "Böyle bir ev havası oluşturacak, eşyalara ruhumdan katacak, sofralar donatacak gücüm kalmamış herhalde; o da bunu anladı." (s. 33) "O gecikmiş ışık, o yitik kelimeler, sıcak bir yuvanın dokularına işlenmiş olabilir miydi? " (s. 37)

Müslüman kız ve erkeklerin hayata bakışta yaşadıkları paradoksal durum açısından ilginç bir hikaye.

Bal Festivali:

Hayata atılan müslüman kadının yaşadığı /yaşayabileceği sorunları işleyen bu hikaye, ayrıldığı kasabaya uzun bir aradan sonra bir festival münasebetiyle dönen Zehra'nın iç dünyasını ve çevresiyle olan münasebetini işliyor.


Zehra başörtülü olduğu için baskılara maruz kalmış, öğretmenlikten ayrılmış, ayrıca eşinden boşanmış bir kadındır. Gençlik yıllarındaki İslami heyecanı hayat karşısındaki zorluklarla, beklenmedik olaylarla farklı bir mecraya girmiştir. Evlilikten umduğunu bulamamış, üstüne de toplumun kendisine bir "dul" gözüyle bakma sıkıntısını yaşamaya başlamıştır. Oysa önceleri her şey daha bir başka, daha bir yaşanasıydı: "Öğretmen okulunda nasıl da önemserdik kendimizi. Gelecek bizdik, cehle karşı savaş açmıştık,... şiirlerin, hayallerin, romanların dünyasında yaşıyorduk. Okuldan sonra da herkes mesleğinde ilerlerken, para kazanırken, evlenip yuva kurarken biz hikayelerin, fıkra yazarlarının, fıkıh kurallarının peşindeydik. Bir kitapla, yeni bir dergiyle, öğrenilen yeni bir ayetle hayatımız değişiyordu. Bir makaleyle, bir cümleyle, birkaç mısrayla. Kasabalılara acaba hayatın bir ayetle, bir hadisle değiştiğini anlatabilir miyim?" (s. 51)

Müslüman kadının hayatla birebir karşı karşıya kaldığında maruz kalabileceği sıkıntıları yaşayan Zehra, sahip olunması gereken düşünceyi şöyle dile getiriyor yazarın kaleminden: "Yitirilmemesi gereken umuttu." (s. 59)

Virginia Woolf Mutsuzluğu:

Okuyan, çevresinden farklı konularla ilgilenen, tahsil görmüş Anadolu kadınının çevresiyle olan ilişkilerindeki zorlukların anlatıldığı bu hikaye Anadolu gerçekliğini kadınlar açısından ilginç bir yaklaşımla gözler önüne seriyor. Kadın bakış açısının hakim olduğu kitap boyunca "Virginia Woolf Mutsuzluğu" hikayesinde Cihan Aktaş, kadın soru nuna farklı bir açıdan yaklaşmış. Önemli bir hikaye.

Tamara Rtzayeva:

Komünist Sovyetler'in dağılmasıyla birlikte bağımsızlık ilan edip komünist sistemi terk eden Azerbaycan'da, komünizm döneminin önde gelen yazarlarından Samed Kerimov'un eşi Tamara Rızayeva'nın yaşadığı iç hesaplaşma, geçmişi sorgulama işleniyor bu hikayede. Uğruna büyük uğraşılar verilen, onca emek sarfedilen komünizmin yıkılışı Tamara Rızayeva'yı sarsmış, yaşanan değişiklikler karşısında oldukça yıpranmıştır. Bir zamanların cennet ülkesi Azerbaycan şimdi vurguncuların elindedir. Önceden vatan haini sayılanlar şimdi kahraman olmuş, buna mukabil kahramanlar ise hain sayılmaya başlanmıştır. Dul olarak yalnız yaşayan Tamara, yaşlılıkla beraber yalnızlıkla da mücadele etmek zorunda kalmış, akrabaları tarafından adeta terk edilmiştir.

Komünist dönemin ürünleri olan kitaplar, ansiklopediler, eşi Samed'in yazıları şimdi tüm değerlerini kaybetmişler, bir kenara atılmışlardır. "Ölenler boşa ölmüşlerdi, devrimi kutlama törenleri boşa yapılmıştı, heykeller, abideler boşa dikilmişti, dökülen onca göz nuru da boşa gitmişti, öyle mi?" (s. 99)

Dünyadaki bu önemli değişmeyi güzel bir üslup ve malzemeyle vermeye çalışan Cihan Aktaş, başarılı bir hikayecilik örneği sergilemiş.

Megatron:

Entellektüel müslüman kadının annelik tarafına geçişinin hikayesi. Hamilelik döneminde yaşadığı fiziki rahatsızlıklar, bu arada hayata önceki kazanımlarıyla beraber farklı bir bakış. Körfez savaşına denk düşen bu dönemde toplumu ve yakın aileyi değişik yönlerden tahlil ediş. Hayatın gayrı ciddi tarafı ile savaşın soğuk yüzü.

Aktaş'ın bu hikayesi anneliğe atılan adım süresince bir kadının yaşadığı duygulanmaları ve hassasiyetleri veriyor, bizleri hayatın içine, birebir insan olarak yaşadığımız sorunlara götürüyor. İdeoloji ve düşüncelerimiz karşısında hayatın tekdüze süreğenliği arasındaki gidiş gelişler ve sorgulamalar açısından ilginç ve güzel bir hikaye. "Babam 'Kalbin Sesi' dizisini izlemeye başladı bile. Kerime Nadir uyarlamasıymış. Birdenbire çok gülünç geldi bana her şey. Babamın böyle bir dizi izleyişi.. Bir yandan diziyi izliyor, bir yandan da savaşa iliş­kin ciddi yorumlar yapıyor." (s. 105)

Seçilen:

Müslüman gençlerin evlilik hakkındaki anlayışlarını sorgulayan bu hikaye, kadın tarafının gözüyle anlatılıyor. Evlenecekleri kızlarda geleneksel değerleri önemseyen, ideoloji, düşünce, nitelik gibi değerleri göz önünde bulundurmayan müslüman erkekleri eleştiriyor yazar.

Cihan Aktaş'ın hikayelerinde mücadele içindeki müslümanların hayatlarını çerçeveleyen unsurlarla olan münasebetlerini, iç dünyalarını anlatışı gerçekten mükemmel diyebileceğimiz bir seviyede. Bu hikaye, müslümanların önemli sorunlarından biri olan evliliği de bu bakış açısıyla işlemiş. Evlilik anlarındaki telakkiler, inanç ve ideolojiye ne kadar uygunluk arz ediyor? "Ne yapalım kızım, erkekler iddialı kızlardan çekiniyorlar." "Evlilik sloganla yürümez." "Müslüman erkekler evliliklerinde iyi aile terbiyesi görmüş ev kızlarını yeğliyorlar... geleneklere karşı çıksalar da, özellikle evlenirken geleneksel değerlere ve ölçülere başvurmayı daha güvenli sayıyorlar." (s. 126-127)

Okunması gereken bir hikaye.

İlk ve Son Fotoğrafın:

Daktilosunun yerine kocasının isteğiyle bilgisayar kullanmaya başlayan müslüman bir kadın yazarın düşünceleri. Daktilo ve bilgisayar mazmunlarıyla anlatılmaya çalışılan moderniteye yönelişin hazin öyküsü. Önceden tasarlanan şeyler yavaş yavaş değişmeye başlamış, evin düzeni ve eşyalar farklılaşmıştır.

Eşyaya farklı bir anlam yüklenmiş, israftan ve modern aletlerden kaçınmayı kendisine ilke edinmiş bir insan: "Peki eşyanın bir ruhu var mı? Öyleyse bu daktilo..." (s. 134) "Bilgisayar çöplükleriyle avunacağız." (s. 136)

Eşyanın anlamı, müslümanca bir yaşam hayallerinden sonra gerçeğe uzanmaya başlayınca nasıl değişiyor: "Hatırlıyordu, evlenirken çeyizi Hz. Fatıma'nın çeyizinden fazla olmayacak diye tutturmuştu." (s. 148) "Yere dayalı ve tüketimin en aza indirgendiği bir hayat kurmak istemişti... sonra... o bulaşık makinesi geldi. Bulaşıkla vakit kaybetmesin diye hoş gördü onu. Anne olduktan sonra da otomatik çamaşır makinesine hayır diyemedi." (s. 143)

Bir bütün olarak hayatımızı Çevreleyen varlıkların, eşyanın bizde oluşan anlamı, yaşamın ilerleyen adımlarında birer birer nasıl bozuluyor, nasıl beğenmediğimiz istikamete doğru gidiyor? Bu arada bizim duygu ve düşüncelerimizdeki değişimlere ne demeli, nasıl izah etmeli? Cevabı yazarın bu hikayesinde.

Su Değirmeninin Şarkısı:

Romantik bir şairin ummadığı bir gelecekle karşılaşmasını, bu süreçte onda meydana gelen çöküntü ve karamsarlığı işliyor bu hikaye. Hayata sadece şiirle bakmak yetmiyor veya biraz daha gerçekçi olmak gerekiyor.

Hikaye de bunu anlatıyor.