İnsan, zaman ve ölüm. Üç anahtar sözcük. Yaşamın temeli, varoluş gerçeği bu üç unsur etrafında kümelenmiştir.
İnsan, yaratılmıştır. Akıl ile şereflendirilmiş iki amaca yöneltilmiştir. Enerji verilmiştir insana çabalaması için, sarp yokuşa sürülmüştür çünkü o. İnsan varoluş gerçeğini açıklarken, zaman ve ölüm onun yapışık kardeşliğini yaparlar. Öylesine bütünlerler birbirlerini, Yaşam böylesine güzel, böylesine çekiciyken, herkes biraz daha fazla yaşamak için elindeki her şeyini verebilecekken bu sarp yokuş tanımlanması da nereden çıkıyor.
İnsanın arzuları bitmez tükenmez ama imkanları sınırlıdır. Dünya ya da öte'ye ayarlanan mekanizmanın dünya yüzü daha zorludur. Dünyanın çekicilikleri, bataklığın kumları gibi çeker. Heva ve hevesin isteği, daima en iyi, en büyük, en güzel, en akıllı, en kahraman, en zengin vb. olmaktır. Gözü daima bir numara büyük ayakkabı arar. Vitrinlerin çekiciliği, çamaşır makinasının yüz programlısı, otomobilin en güzeli, evin en moderni düşlenir. İnsanın kendi doğrulan, ilkeleri vardır. Ya da yoktur, başkalarının doğruları, istekleri emirleri ile yaşar. Böylesi de fena değildir aslında. Düşünmeden yaşamak, başkalarının olmamızı istediği gibi kalıp içerisine girmek en tasasızıdır. Bu konuda gösterdiğin başarı oranında ödüller alman işten bile değildir. Böylece en az başkalarının standardında bir ömür tüketebilirsin. Ortalamaya uyarak ve daima bir yukarısını düşleyerek. En güzel şükür dualarını ezberlersin. Kandillerde peksimetler kokutursun. Çocuğun sünnetine yetiştireceğin dantelleri tutuşturursun birilerinin eline.
Bu yaşamın bir yüzüdür. İnsanın bir boyutudur. İstek ve tutkuları onu kocaman bir boğuşmanın içinde tüketirken zamanı sorunsuzca harcadığının farkında değildir. Korkularına yakalanma korkusu o korkulara yakalanmaktan alıkoymacaktır kendisini. Yitirecektir yakınlarını, sevdiklerini, sağlığını, parasını, onur, akıl, kişilik vb. Bunlar soyut, karın doyurmayan, kariyer vadetmeyen şeylerdir. Ama "Boş vermelisin onları, yaşamaya bakmalısın". Yaşamak, emekliliğin ardında, düşlenen evin ötesinde, umut edilen yeni arabadadır belki.
Ya ölüm. O nerededir ve o nereden gelecektir? Bilinmez.
Yalnızca dünyayı yaşayan insanın tükenişindedir ölüm, kendini sorumsuzca harcayan insan ölümün o soğuk nefesini de bir gece ansızın, ya da koşarken evine, hissedecektir, hiç beklemediği bir demde.
Ölüm belki de hiç beklemeyecek olan tek misafirdir. İnsana Allah'ı hatırlatır. Bunun içindir dinden en uzak insanların bile zor anlarında Allah'ı yad etmeleri. Emeklilik arkasına bırakılan namazlar biraz da ölüme karşı hazırlıktır yavaştan yavaştan. Mistik bir yandır, acınır, ölenlere açınılır. Çünkü insan kendisinin en uzak en geç, en rahat öleceğini hatta hiç ölmeyeceğini sanır. Henüz gençtir. Daha oğlunu evlendirecek, ev alacak, okulunu bitirecek, şef olacaktır. Ölmek için vakit vardır daha. "Hem bu ölüm lafları da nereden çıkıyor"dur. "Boşverin bunları, yaşamaya bakın"dır.
Peki yaşam nedir?
Yaşam, "düşünceleri, halkı uğruna, dağlara çıkıp savaşmaktır." Eşini, işini, çocuğunu, umudunu düşlerinin önüne katarak çıkmıştır doruklara. Ölümü savunur kendini oluşturan değerleri. Çelişkilerini fark etmeden yaşar ötekiler gibi. Ama kendince onuru ve direnişi kuşanarak. Başkalarının şaşkın şaşkın bakışları arasında, "henüz çok gençsin, bırak bunları, ne kurtaracaksın" deyişleri arasında bir kuş gibi atlar uçurumlardan. Ölüme merhabalarla koşar. Gencecik delikanlı, gencecik kızlardır, yaşamı seven. Direnerek ölürler. Ama, "haketmiştir onlar, yaramazlık yapana oh olsun"dur ölüm.
Ne acı, ölüm bu kez gencecik insanları, gencecik ve herkesin çok sevdiği başarılı genç gazeteci kızlarımızı, başarılı genç gazeteci delikanlımızı almıştır aramızdan. Akıllı, uslu davranmışlar hiç muhalefet bile yapmamışlardır, Daha yaşanacak çok güzellikleri vardır. Patron olacaklar, ak saçlı ihtiyarlar olarak en son törenle verilecektir toprağa...
Ah ölüm! Nereden çıkarsın sen? Ölmeşini toplumca zevkle izlediğimiz gençler neyse de, başkalarına böylesi niye dokunursun. Ah ölüm! Biz yaşamı çok severiz. Aklımızı da kurban ederiz, erdemlerimizi de. Her koşulda severiz biz yaşamı. Bir seni sevmeyiz.
Yaşam yalnızca bu kadar değildir.
İman'dır. Sonra salih ameller kuşanarak onurlu sabırlara yatmaktır. İman dünya ve ahiret mutluluğunun kapısıdır. İnsanı mesud eder. Yitiğinin buluş, düşünce anaforundan kurtuluştur. Düş ülkesinin insanlarına dokunuştur iman. Ölümün, tükeniş olan ölümün tersine diriliştir. Sonsuzluğun elbisesini kuşanır. İnsanın gözlerini açar. Kendini farkeder, sevgiliyi keşfeder. İnsanı mecnun eder. Bundandır meczup demeleri. Dil sürçmesi değil, doğru bir söyleyiştir. İman eden bir meczupdur. Körler ülkesinde görmenin aydınlığına yakalanmıştır çünkü.
Ama imanı bir sözcüklerinde yaşarsan... İtiraf etmek gerekirse böylesi daha hesaplıdır, Kolaydır. Bunları bilirsin sen. Şöylece etrafında vızır vızır çalışan insanların yanında, kendiyle mücadele eden insanların yanında görürsün tümünü birden. İyisi mi bunları ben hatırlatmayayım.
İman, sarp yokuşa tırmanmaya, koştukça koşuşturmaya, yoruldukça yorulmaya, çabaladıkça çabalamaya evet demenin adıdır. Tükenmeye hayır demenin adıdır. Ölümlerde bile tükeniş ve yitiriş yoktur. Gülümseme, mutluluk, rıza sahipleridir onlar. Acıların altında gülümsemeyi başarırlarken, dirence karşı koyarlar yaşamın zorbalıklarına. Ölüm, bitiş değil, Rabbe teslim oluştur. O halde, korku değildir. Çarşıya gitmek gibi, memlekete gitmek gibi bir gitme eylemidir. Sevdiklerinin üzülmesine rıza göstermez o, Bazen öylesine yakın çıkartır ki müminlere yapılanların acısını, bazen öylesine şiddetli indirir ki felaketlerini, yağmurlarını, fırtınalarını.
Onları, sevdalıları anlatmak ise başlı başına bir dünyadır. Bir kitapta kuruludur onların hayatı bir de yüreklerinde. Birbirlerinin gözlerinde kardeşliğin erincini yaşarlar. Direnişler, hasretler, güzellikler sunarlar. İsterler ki dünyanın tüm okyanustan olsunlar, tüm nehirleri olsunlar, susuzluklarını gidersinler birbirlerinin. Acıları, yoklukları paylaşmak düşer. Ama mutludurlar yine. Hayırlı sonuç onlar içindir çünkü. Yarınlar, umutlar onlar içindir. Umudun insanlarını düşler dünyasından yüreklerine taşımışlardır, onlar. Acılar doluşudurlar, zindanlar doluşudurlar, güneşler doluşudurlar. Aydınlıkların ak güvercinleri olarak gideceklerdir yarınlarına, alınlarında bir kutlu öpüş ile.
Yaşamın bir diğer yüzüdür bu;
-İNNA LİLLAHİ VE İNNA İLEYHİ RACİUN-
Öteki yüzünde, kimsenin çok fazla bilmediği, biraz küçümsediği, biraz acıdığı kader mahkumları vardır. Hep merak edilirler. Demir parmaklıkların ardına "düşen insanın" suçu, sonra nasıl yaşadığı, sonra umutları, ayrıdır...
Hapis bir cezadır, içindeki insanı öldürmeye yönelik. Sevgiliye götürülen bir tek kırmızı gülü yasaklıyorsa, "içinde değişik duygular uyanmasın için"dir. Güzel olan, kaliteli olan, şık olan lükstür mahkuma. Standart mahkum tipi; pasaklıdır, yıkanması istenir. Yoksuldur, kundura onun için gardiyanların sembolüdür. Maaşlı bir iş, hele bir de devlet işiyse erişilmez nimettir. Mahkumlar farklıdır. "Alışverişini ucuz ister, ziyaretini uzun ister, doktorunu hemen ister."
"İstekleri sonsuzdur, Mahkumluğunu unutmamalıdır."
"Ve yüksek sesle anlatmak hapishaneyi herkese ve kendine".
Hapishane hala düşlerine girer, uyanırsın sıçrayarak, Yakanı bırakmaz alışkanlıklarıyla yasakları hapishane yıllarının. Kapatmazsın mektup zarflarını. Karavana vakitlerini beklersin, ve akşamlar kararınca kapının dışarıdan kilitlenmesini, yanmasını ampullerin kendiliğinden..
N. Hikmet'in dizelerini farkında olmadan en okuma, yazmasız mahkum yineler, hapishane sonrası yaşadıklarını anlatırken.
İşte insan; nankör, azgın, az şükreden, kendini beğenen ve müstağni sayan. Kibirli, zalim unutkan.
İşte insan; aydınlık yüzleriyle tanınan. Zaman; sermaye bunun için acıdır. Güzel anlar hemencecik, bir düş gibi, istenmeyenler kabus gibi geçer. Ama geçer. Kötü olan da, iyi olan da budur.
Ölüm; öğrencilerin karne almaları gibi gereklidir. Ama çok az öğüt alınır. Her halükarda ölümlüyü düşünürüm.
Geçmiş yaşamımı düşünürüm sonra. Dinlediğim bir müzikte yaptığım reçellerin kokusunu duyarım. Hep deterjan kokularını duyarım. Hep pırıl pırıl yaptığım odaları, kusursuz hazırlamaya çalıştığım sofralarımı anımsarım. Bulaşıklarımı, çocuğuma yedi yaşında bırakacağım korkulan takılır bazen.
Daha gerilere giderim sonra.
Severim yaşadıklarımı, enfes tatlar bulurum.
Ama geçmiştir hepsi. Sınav korkularım, arkadaş özlemlerim, aile hasretlerim, ölümcül korkularım, sevdalarım, tutkularım, sevinçlerim, evhamlarım yitip gitmiştir hepsi.
Oğlum arkadaşımdır, can yoldaşımdır.
Annemi arar bulurum. Eski bir mahzende hatıra sandıklarını arasından bulup çıkarır gibi çıkarırım bir yerlerden. Sıkı sıkıya sarıldığımı, yitirmekten korktuğum annem, şimdi evladım gibidir. Böylesine ters-yüz olan, böylesine yitip giden şey nedir hayatımızda? Güzellikleri tekrar yaşamamızın ikinci bir imkanı yok mudur? Hayat nedir? Yaşanılan nerededir? Gözünü, kulağını, yüreğini aç arkadaşım.
Yaşam güzel, tatlı bir düştür, uyanıkken görülür. Gözünü aç arkadaşım.