Fecr Suresi Mekke’de, muhtemelen risaletin 4. yılında inmiştir. Ana teması, hayata ve dünyaya yanlış bakarak tevhid ve ahireti sözle ya da pratikte inkâr etmenin dünyevi ve uhrevi neticelerinin toplumsal boyutta fesadın temel etkeni olduğudur.
1- Yemin olsun üzerine; şahitlik etsin, günün ağarma vakti.
Fecr, örtülü, altta, içte olan bir şeyin, üstündeki örten şeyi yarıp/yırtıp fışkırması manasına gelir. Gecenin sonunda, güneş ışınlarının doğu ufkunda yatay boyutta bir çizgi gibi belirmesi ile güneşin üst tarafının doğu ufkunda belirmesi arasındaki zamana denmekte olup, bu süre sabah namazının kılınacağı vakittir. Gündüzün başlangıç vakti olan ve bir buçuk – iki saat arasında gerçekleşen bu süreç, düz arazilerde ve şehir ışığından uzak yerlerde baştan sona çıplak gözle izlenebilir.
2- Yine yemin olsun üzerine; şahitlik etsin, on gece.
Kameri aylar, gökteki ayın (kamer) kameri bir takvim ayının son günü, batı ufkunda çok ince ve yarı hilal şeklinde görünmesiyle başlayıp, ayın on dördüne kadar büyümesi ve ardından tekrar küçülmeye başlamasıyla devam edip, son günü ya da bir öncesi gün sabah vakti doğu ufkunda hilal şeklinde görülmesiyle biter.
Bu durumda ayın görünümü ilk on gün hilalden yuvarlağa, aradaki on gün yuvarlağa yakın, son dokuz ya da on gün ise yuvarlaktan hilale doğru bir seyir takip etmektedir. Ayın bu onar günlük süreçleri çıplak gözle çok rahat takip edilebilir ve kameri ayın kaçıncı gününde olduğu anlaşılabilir. Ayette ayın bu aylık periyoduna ve onar gecelik 3 periyoduna dikkat çekilmektedir.
3- Yine yemin olsun üzerine; şahitlik etsin, artıp eklenen ve azalıp noksanlaşan.”
Önceki ayetin açıklamasında anlattığımız, ayın ilk günden itibaren on dördüne kadar artması (şef’i) ile bundan sonra azalıp noksanlaşması (vetri) kastedilmekte olup, düzenli takip eden bir kişi bu artış ve azalışı fark edebilir.
4- Yine yemin olsun üzerine; şahitlik etsin, geçip gitmeye başladığı zaman gece.
Gecenin de bölümleri vardır. Birinci bölümü, güneşin batmasından yıldızların görünmeye başlamasına kadar olan şafak vakti ki, akşam namazının kılındığı vakittir. İkinci bölümü, birinci bölümün bitmesi ile başlayan gecenin iyice çöküp bürüdüğü yatsı namazı vaktidir. Üçüncü bölüm, gecenin iyice çökmesinin ardından durgunlaştığı vakit ki, gece–teheccüd vaktidir.
Gecenin son bölümü olan dördüncü bölüm ise bu ayette belirtilen, karanlığın yürüyüp gitmeye yüz tuttuğu vakittir ki, birinci ayette açıklanan (gündüze ait olan) fecrin doğuşuna kadar süren vakittir. Kişi, yapay ışıkların olmadığı bir ortamda gecenin bu dört bölümünü ve gündüzün fecr vaktini çıplak gözle algılayabilir.
5- Bu üzerine yemin edilen; şahitlik etmesi istenilen şeylerde yok mudur (tevhid ve ahirete dair) çok sağlam deliller/işaretler, taş gibi sertleşmiş kalplere sahip olan inkârcılar için bile?
Afaki Ayetler, Taş Gibi Kalpleri Bile Yumuşatabilir
Yukarıda üzerine yemin edilen tabiat olayları, onları gözlemleyen kişi için, velev ki inkârcılıkta kalbi taş gibi sertleşmiş bile olsa, hakkın (tevhid ve ahiretin) işaretlerini ve delillerini o kişinin kalbine sokacak afaki ayetlerdir.
Bizler de yukarıda sayılan tabiat olaylarını düzenli olarak gözlemleyip tefekkür ettiğimiz takdirde, kalplerimizdeki imanın kökleşmesi ve yakinimizin artması söz konusu olacaktır.
Yine Hadid Suresi 15’ten 18’e kadar olan ayetlerde işaret edilen, kalbimizde zamanla oluşabilecek sertleşmelerin yumuşatılması da (cihad ve infak gibi) tüm kulluk görevlerimizi ifa etmeyle beraber bu yolla mümkün olacaktır ancak.
Gecenin ve Gece Namazlarının Özelliği
Zaten günlük kıldığımız 5 vakit namazın 3 vakti (sabah, akşam ve yatsı) ile fazladan (nafileten) kılacağımız gece–teheccüd namazı, bu sayılan vakitlerde kılınmaktadır. Yani fecr vakti sabah namazı, gecenin ilk bölümünde akşam, ikinci bölümünde yatsı namazı ve üçüncü bölümünde teheccüd namazı kılınmaktadır.
Lakin bu vakitler ile ayın hareketlerini hissedebilmemiz için, namaz esnasında mümkün olduğunca yapay ışık kullanmamalı; bu namazları, gecenin ayın büyüklük durumuyla orantılı olarak değişen karanlık mavi ışığında kılmaya gayret etmeliyiz. Namazların öncesi ve sonrasında evimizden dışarı ya da evin balkonuna çıkıp bir müddet tefekkür etmek suretiyle, gecenin bu süreçlerini hissetmeye çalışmalıyız.
Gece istirahat ve Allah’a yöneliş vaktidir. Ancak zaruri işler ya da Allah yolunda faaliyetler için bu fonksiyonundan taviz verilebilir. Mubah konular bile olsa, televizyon başında ya da komşularla dedikodu yapılarak heba edilecek vakitler değildir gece vakitleri.
6- Görmedin mi; haberdar değil misin, Rabbinin Ad kavmine ne yaptığından; onu nasıl helak ettiğinden?
7- Ad kavminin kum tepeleri arasındaki ovalarda bükülmüş sütunlar üzere sağlamca inşa ettikleri İrem şehrini nasıl helak ettiğinden?
8- O şehir ki, zamanındaki hiçbir memlekette bir benzeri inşa edilmemişti.
Allah’ın Ayetlerinden İbret Almayanların Akıbeti
Ad kavmi, Nuh (as) kavminden sonra yaşayan ve kendilerine Hud (as)’ın peygamber olarak gönderildiği bir kavim olup, kendi zamanlarının bölgesel bir süper gücü konumunda idi. Arabistan yarımadasının güneyinde, denize paralel, kum tepeleri (ahkaf) arasındaki düzlük ovalarda sağlam binalar kurmuşlardı. Lakin bu binalar onları helak olmaktan kurtaramadı.
9- Ve helak edilen Ad kavminden kurtulanların soyundan gelen, vadide kayaları oyarak sağlam binalar yapmış olan Semud kavmine ne yaptığını, o sağlam kaya evlerinde onları nasıl helak ettiğini de biliyorsun.
Ad kavminin helakinden kurtarılan Hud (as)’a uyan mü’minlerin soyundan gelen Semud kavmi zamanla yoldan çıktı. Düz ovada sağlam olmayan zeminde yerleşen atalarının hatalarından kendilerince güya ders alarak Arabistan yarımadasının kuzeyinde kayalık vadilerde, kayaları oyarak sağlam binalar ve sulama depoları kurdular.
Suyu, kayalardan oydukları kuyularda biriken yağmur sularından elde ettiklerinden dolayı suları kıt idi ve bu nedenle Salih (as)’ın sözünü dinlemeyip dişi deveye vermek istemediler. Lakin o sağlam kayaları oyarak yaptıkları evler de onları helakten kurtaramadı.
10- Ve yine iktidarını adeta sarsılmaz sağlamlıkta maddi, sosyal, siyasi dayanaklar üzerine kurmuş olan firavuna ne yaptığını, onu ve ordusunu nasıl boğduğunu da biliyorsun.
Firavun, iktidarını, Mısır’ın asıl halkı olan Kıptileri İsrailoğulları üzerinde hâkim kılmak, İsrailoğullarını köle olarak kullanmak, din adamları, devlet adamları, zenginler tabakası ve ordu gibi maddi ve soyut sağlam (!) dayanaklar/direkler üzerine kurmuştu.
Günümüzdeki Amerika gibi kendi zamanının küresel bir süper gücü idi. Lakin Allah’ın helak emri geldiğinde kendisi ve ordusu boğulmaktan, memleketi parçalanmaktan kurtulamadı.
11- Helak edilen tüm bu kavimler, gerek kendi memleketlerinde ve gerekse kendi zamanlarında ellerinin değdiği tüm memleketlerde hak ve adalet sınırlarını aşmışlar ve insanlara büyük haksızlıklar etmişlerdi.
Günümüzün Ad, Semud ve Firavunları
Bu kavimlerin helakinin temel sebebi şirk ve ahireti inkâr değil, bu inkârın getirdiği toplumsal bozulma, ekini ve nesli helak, yani tuğyan idi. Lakin şirk ve ahireti inkârın toplumsal bozulmaya, zulme ve adaletsizliklere, ekini ve nesli helake, tabiatı bozmaya sebep olmaması da imkânsızdır. Bu nedenle, bir kavmin şirk ve ahireti (sözle ya da pratikte) inkârı, o kavmin kendisi ve başka kavimler için kaçınılmaz olarak dünyevi zararlar görmesine sebep olur.
Nitekim günümüzde de aynı durum söz konusudur. Bir şirk ve ahireti inkâr abidesi olan Batı medeniyeti sözde her yönde ilerlemiş, insancıllık ve adalet havarisi iddiasında iken, küresel bazda ekini ve nesli helak etmekte, insanlığa korkunç acılar tattırmakta, kendisi de soyut ve somut bazlarda bu fesattan nasibini almaktadır.
12- Kendi beldeleri dâhil ellerinin ulaştığı tüm beldelerde insanlar arası ve insanlarla tabiat arasındaki ilişkileri aşırı şekilde bozmuşlar; bozulmayı iyice artırmışlardı.
Sebep oldukları bozulma/fesad, hem memleketleri içindeki yozlaşma ve sınıflar arası adaletsizlik, hem “geri kalmış” ülkeleri sömürme ve katliamlar yapma hem de tabiatı bozma şeklinde gerçekleşmekte idi ve bu bozulmada hak ve adalet sınırlarını iyice aşmışlardı. Tıpkı günümüzde olduğu gibi.
13- Bu bozulma son sınırına ulaştığında, Rabbin azap kamçısını vurup helak ediverdi onları.
O görkemli medeniyetler, o yıkılmaz denen sistemler ve yapılar bir anda darmadağın oluverdi. Günümüzde Batı medeniyeti için de aynı durum her an söz konusu olabilir.
14- Zaten Rabbin onların yaptıklarından gafil değildi. Onları her daim gözetliyor, düzelebilmeleri için onlara zaman ve imkân tanıyor, bu nedenle hemen helak etmiyordu.
Rabbin onları ihmal değil, imhal ediyor; onlara düzelmeleri ve helak edildiklerinde itiraz sebepleri kalmasın diye mühlet ve imkân veriyordu. Tabi günümüzün Ad, Semud ve firavunlarını da gözetlemekte, müdahale etmesi gereken zamanı beklemektedir.
Allah’ın Ayetlerini Görememe ve Dünyevi İmkânları Doğru Okuyamamanın Neticeleri
Müteakip ayetlerde, surenin başında dikkat çekilen afaki ayetleri göremeyen ve bunun neticesi dünyevi imkânları doğru okuyamayarak zalimleşme sonucu helak edilen kavimlere mensup insanların dünyevi imkânlara olan çarpık bakışları ve bu çarpık bakış neticesi hakka aykırı uygulamaları hakkında hatırlatmalarda bulunularak, akıllarını başlarına almaları isteniyor.
15- Genel olarak insanlar, Rabbinin imtihan etmek için ona dünyevi makamlar ve mevkiler vermesini ve çeşitli dünyevi nimetlerle nimetlendirmesini yanlış yorumlayarak, “Rabbim beni onurlandırdı; bana kıymet veriyor.” diye düşünür.
16- Ama aynı insanlar Rabbinin onu dünyevi nimetleri sınırlı vererek imtihan etmesini de yanlış yorumlayarak, “Rabbim beni önemsemedi; bana kıymet vermiyor.” diye düşünür.
Allah İndinde Kıymet Kıstası Sadece Takvadır
Kur’an dünya hayatının ve dünyevi her türlü nimet ve sıkıntının sadece birer imtihan vesilesi olduğunu sayısız ayette ortaya koymuş, Hucurat Suresi 13. ayette de Allah katında onur ve kıymetin (ekrem) ancak kişinin takvasıyla doğru orantılı olduğunu net olarak ifade etmiştir.
Lakin insanlar genelde bunu bilmemekte, bilmek istememekte, onur ve kıymeti dünyevi maddi ve manevi imkânlarda aramaktadırlar. Oysa bu imkânların varlığı ve yokluğu değil, bu varlık ve yokluğa kişinin tepkisi yani takva Allah katında değer/kıymet ifade etmektedir.
Bu nedenle Allah katında kıymeti olup olmadığını anlamak isteyen kişi, iman ve ameli ile verilen ya da verilmeyen nimetlere karşı olan tavırlarına bakmalıdır. Şirk koşmadan yakini bir imana ve hayatının her an ve alanını kuşatmış salih bir amele sahip olan bir mü’min, verilenlerle şımarmıyor ve verilmeyenlere karşı ihtiyacından fazla bir meşru istek duymuyorsa; bu mü’min Allah katında kıymetlidir.
Yani Allah katında değerimizin olup olmadığını, kendi hayatımıza bakarak değerlendirmeliyiz. Bunun için Allahtan bir ilham–vahiy, bir işaret gelmesine gerek olmadığı gibi, böyle şeyler mümkün de değildir.
Allah’ın Bize Verdikleri Değil, Bizim Bunlara Bakışımız Önemlidir
İnsanlar başlarına gelen olumlu ya da olumsuz şeyleri genelde Allah katında değerli olup olmadıklarına yormaya meyyaldirler. Mesela başına bir kaza ya da bela gelen kişi hakkında, kendisi ve onu tanıyanlar, genelde Allah’ın cezası olarak düşünürler. Yine kişinin başına ummadığı bir nimet gelince, işleri yolunda ve tıkırında gidince de onun Allah katından mükâfatlandırıldığını düşünürler.
Oysa yukarıdaki ayetler çerçevesinde düşündüğümüzde, tüm bunlar ceza ya da mükâfat olmayıp, imtihan için verilen şeylerdir. Bu nedenle, kişi başına gelen olumlu ya da olumsuz şeylere değil, kişinin iman ve ameli ile başına gelenlere karşı olan tavırlarına bakmalıdır. İmanı sahih, ameli düzgün, başına gelen hoşuna giden şeylerden şımarmıyor, hoşuna gitmeyen şeylerden dolayı isyan etmiyorsa; durumu iyidir.
Zaten Bakara Suresi 216. ayette, kuvvetle muhtemel olarak sevdiğimiz şeylerin bizim için şer/olumsuz olabileceği, hoşlanmadığımız şeylerin ise hayır/olumlu olabileceği açıklanmıştır.
Asıl Tehlike Yoklukla Değil, Varlıkla İmtihandadır
Nitekim peygamberlerin ve salih insanların her iki yönden de imtihandan geçirildiği Kur’an’da açıklanmıştır. Mesela Eyyub (as)’ın hastalık ve çeşitli yoksunluklarla imtihanı; Yakub (as) ve oğlu Yusuf (as)’ın yıllar süren ayrılık ve yoksunluk imtihanları en bariz misallerdir. Yine Peygamberimizin Hatice Annemizle evlendiği 25 yaşına kadar öksüzlük ve yetimlik ile maddi imkânsızlıklarla imtihan edildiği de malumdur.
Buna karşılık Davud (as) ve Süleyman (as)’ın daha ziyade dünyevi imkânlar ve iktidarla imtihan edildikleri de Kur’an’da net olarak ortaya konmuştur.
Varlık ya da yoklukla imtihan edilme kıyaslandığında, aslında varlıkla imtihan edilmenin daha tehlikeli olduğu söylenebilir. Çünkü genelde yoklukla imtihan, kişiyi Allah’a doğru yaklaşmaya sevk ederken, varlıkla imtihan ise O’ndan uzaklaşma sevk etmektedir. Bu nedenle, varlıkla imtihan, yoklukla imtihandan daha tehlikelidir denilebilir.
Oysa ayetlerde vurgulandığı gibi insanlar, varlığın tehlikesini görmemekte, yokluktan ürkmekte ve dehşete düşmektedirler. Oysa gerçek bunun tam zıddıdır.
17- Yo, asla sizin düşündüğünüz gibi değil, bilakis hakikat sizin iddialarınızın tam aksine. Sizler aslında Allah katında kıymet kazanmanıza vesile olacak şeylerin tam tersini yapıyor, mesela yetimi onurlandırmıyorsunuz.
18- Karnını doyurmaktan bile aciz hale gelmiş olanları doyurmuyor ve doyurmaya birbirinizi teşvik etmiyorsunuz.
19- Elinize geçtiği zaman miras ya da benzeri emeksiz nimetleri, başkalarını eleştirdiğiniz gibi yapıyor, kimseye zırnık koklatmadan yiyorsunuz.
20- Malı da adeta taparcasına sınırsız seviyorsunuz.
Dünya İmkânlarını Ahiret İçin Araç Edinenlerin Durumu
Bu ayetlerde, önceki ayetlerdeki dünya ve hayata çarpık bakışın günlük hayata çarpık yansımaları anlatılıyor. Dünya hayatının ve dünyevi nimetlerin ve de sıkıntı ve yoksunlukların birer imtihan vesilesi olduğunu anlayan bir insan, hayata ve ahirete doğru bakar. Bunun neticesi de amelleri ve hayatı düzelir, ıslah olur. Lakin bunlara yanlış bakan birisinin, hayata ve ahirete bakışı da yanlış olur. Bunun neticesi de amelleri ve hayatı da bozulur, fesada uğrar.
Dünyaya imtihan olarak bakan bir insan, dünyaya ancak bir vasıta olarak değer verip, o vasıtayı da gerçek amaç olan ahiret hayatını kazanmak amaçlı kullanmaya gayret eder. Bunun neticesi malı taparcasına değil, bir vasıta olarak sınırlı sever. Verilince şımarmaz, elinden alınınca da kahretmez. Yani ne varlığa sevinir, ne yokluğa yerinir.
Böyle bir kişi, eline geçen malların önce meşru olarak mı geçtiğine bakar, meşru değilse o maldan uzak durmaya gayret eder. Meşru malı da hevasına göre ve çarçur ederek değil, Allah’ın rızasını kazanma amaçlı, yerinde ve dengeli olarak harcar ve ihtiyacından fazlasını Allah yolunda infak eder.
Yetim ve miskin duruma düşerse halinden şikâyet etmediği gibi, eğer imkânı varsa yetimleri ve miskinleri koruyup kollamaya gayret eder. Onları asla hor ve hakir görmez. Çünkü insanlara dünyevi mal ve mevkilerine göre değil, takvasına göre kıymet verir.
Yoksulları hem kendi imkânlarıyla koruyup kollamaya gayret eder hem de diğer imkân sahiplerini bu konuda teşvik eder ve aracı (şefaatçi) olur. Yetimlere karşı şefkat ve merhamet ve sorumluluk duyar. Onlara karşı elinden geldiğince koruyucu ve yardımcı olmaya çalışır.
Dünya İmkânlarını Amaç Edinenlerin Durumu
Dünya hayatını amaç edinen kişi ise saydıklarımızın tam aksini, yani ayetlerde açıklanan şeyleri yapar. Dünyevi imkânlar verilerek imtihan edilirse, şımarıp böbürlenir, bu konularda kendisinden aşağıda olanları küçük görüp horlar, yukarıda olanları büyük görüp kıskanır.
Bu kişi dünyevi imkânları, mal ve mevkileri hayatının amacı haline getirip, tapınırcasına sever. Bunlar olmayınca kendisini hiç ve önemsiz gördüğü gibi, bunlara sahip olmayanları da hiç ve önemsiz görür.
Bu imkanlara sahip olmak için haram helal demeden her yolu mubah görüp, eline meşru ya da gayri meşru yollardan geçen imkanları da, nefsinin hevasını tatmin için ve çarçur ederek harcar. Allah yolunda ise en ufak bir harcama yapmaktan kaçınır.
Değil ihtiyaç sahiplerini, açları doyurmak ve kollamak ve diğer insanları buna teşvik etmek, tam aksine; kendisi doyurmayıp kollamadığı gibi, diğer insanları da bunlar için harcama yapmaktan soğutmaya, kaçındırmaya çalışır. Allah dileseydi bunları doyururdu, demek ki hak etmişler ki bu haldeler ya da memlekette yoksul mu var, bunlar duygu sömürüsü yapıyorlar gibi bahaneler uydurarak hem vicdanını rahatlatmaya çalışır hem de insanları yardımdan alıkoyarak, kendisi suçlu duruma düşmekten kurtulmaya çalışır.
Yetime şefkat ve merhamet duyup onları korumaya çalışmak bir yana, elinden gelirse yetimin hakkını yemeye, cinselliğini kullanmaya çalışır. Yukarıda bahsedilen helak edilen kavimlerin ve günümüzde Batılıların, kendileri dışındaki toplumlar üzerindeki tasarrufları genelde böyledir.
Bu tipler maalesef toplumumuzda da çok yaygın olarak bulunmakta olup, bizler de kendimizi bu özellikler yönünden kontrol/muhasebe etmeliyiz. Eğer bu kötü özelliklerden bir kısmı varsa üzerimizde, mutlaka bunlardan temizlenmeye gayret etmeliyiz. Aksi halde takvaya erişip Allah katında değer kazanmamız ve ahiret kurtuluşumuz asla söz konusu olamaz.
Zalimlerin Yaptıkları Zulümler Kesinlikle Yanlarına Kâr Kalmayacak
Buraya kadar olan ayetlerde açıklandığı üzere, hâlâ kendilerini düzeltmeyen ve üstüne üstlük ahiret olursa orada da biz iyi durumda olacağız diyen sözel ya da fiilî kâfirler, din günü hatırlatılarak tehdit ediliyorlar.
21- Yo, sizin umduğunuz gibi değil, bu yaptıklarınız yanınıza kalmayacak asla. Kıyamet gerçekleşmeye başlayıp da yeryüzü parça parça parçalanıp un ufak edildiği zaman göreceksiniz gününüzü.
Bu ayette, kıyametin ilk safhası olan dünya ve bütün kâinatın parçalanıp un ufak edilmesi, muhtemelen atomlara kadar ayrılması anlatılmaktadır. Bilahare bu atomlardan ahiret dünyası ve seması inşa edilecek, cennet ve cehennemin de üzerinde bulunduğu ahiret dünyasından insanlar birer bitki gibi bitirilip, cansız birer beden olarak bitirilen tüm insanlara hep beraber yeniden ruh/hayat üflenecek, böylece öldüğü andaki bilinciyle yeniden dirilen insanlar dirildikleri yerden hesap/mahşer alanına doğru hızla yürümeye koyulacaklardır.
22- Bilahare hesap için diriltilip, meleklerin saflar halinde çeşitli görevlerde bulundukları hesap yerinde Rabbinizin huzuruna getirildiğiniz zaman çok iyi anlayacaksınız yaptıklarınızın yanına kâr kalmayacağını.
Hesap yerinde tek hâkim Allah olacak, melekler hesap yerinde görevli olarak bulunacaklardır. Bu durum, dünyadaki mahkemelere benzetilebilir. Dünya mahkemelerinde hâkim tek hüküm verici iken, savcı, avukat, şahitler, yazıcılar, mübaşirler de bulunmaktadır. Ahiret mahkemesinde tek hüküm verici hâkim Allah, şahitler peygamberler, savcılar kişinin vicdan ve dürtüleri, yazıcı ve mübaşirler melekler olarak düşünülebilir.
23- Cehennem ta hesap yerinden görülür, o hesap günü yaptıklarının yanına kâr kalmayacağını anlar cehennemlik olan her bir insan, lakin son pişmanlık en ufak bir fayda vermez.
Cehennem hesap yerinden uzaktadır. Lakin uğultu ve görüntüsü ta hesap yerinden görünmekte, cennetliklere kurtulmuş olmalarından dolayı sevinç, cehennemliklere birazdan içine düşecek olmalarından dolayı korku ve dehşet vermektedir.
24- Der ki kendi kendine pişmanlıkla: Keşke bu gerçek hayatım için geçici dünya hayatında hazırlık yapsaymışım.
Önceki ayetlerde anlatılan dünyayı amaç edinen ve bu nedenle cehenneme düşecek olan insanlar, o esnada korkunç yanılgılarını bir kez daha derinden idrak etmekte ve dehşetli bir pişmanlık duymaktadırlar. Lakin son pişmanlık en ufak bir fayda vermemektedir.
25- (Fakat çok geç, son pişmanlık fayda vermeyecek o gün. Öyle korkunç ve dehşetli olacak ki o cehennem azabı, cehennemdeki insan anlayacak) o gün Allah’ın azap ettiği gibi hiç kimsenin azap edemeyeceğini.
Evet, hiç kimse Allah’ın azap ettiği gibi azap edemez. Bu bir şaka ya da blöf değil, Kur’an’da sayısız ayette tekrarlanan ve mutlaka gerçekleşecek olan bir tehdittir.
Bu ayette, Yüce Allah’ın sevgi ve rahmet ilahı olduğunu, o nedenle ahirette kimseye azap etmeyeceğini, etse bile günahı kadar edip eninde sonunda cennete koyacağını iddia edenlere açık bir cevap vardır.
Evet, Allah’ın sevgi ve rahmeti vardır, lakin gazabı ve adaleti de vardır. Üstelik bu sevgi ve rahmetin bir gereği de hak edenlerin hak ettikleri azaba uğratılmasıdır. Aksi halde cenneti hak edenlere adaletsizlik olmakla kalmaz, sevgisizlik ve rahmetsizlik yapılmış olur.
26- (Ve yine anlayacak o gün) Allah’ın sonsuza kadar azapta tutması gibi hiç kimsenin tutamayacağını. (Cehennemden çıkmak ya da ölüp gitmek suretiyle bu sonsuz azaptan kurtulmasının imkânsız olduğunu.)
Cehennemden Çıkış ve Kurtuluş Asla Söz Konusu Değil
Allah kimseyi kolay kolay tutmaz, lakin bir tuttu mu da en iyi tutar. Peygamber gönderilen bazı kavimleri bu dünyada tutup helak ettiği gibi. Ahirette ise dünyanın peşinde koşan her kulu iyi tutacak ve attığı cehennemden bir daha salmayacaktır.
Sayısız ayette cehennemin kesintisiz ve sonsuz olduğu (halidin) defalarca ve üzerine basa basa vurgulanmaktadır. Yine Yüce Allah’ın cennet vaadinden ve cehennem tehdidinden asla caymayacağı, hak edeni hak ettiği yere kesinlikle koyacağı, cennet ve cehenneme girenlerin sonsuza kadar bir an bile oradan çıkamayacakları sayısız ayette vurgulanmaktadır.
Tüm bu ayetlere rağmen, bazıları hâlâ bu tehdidi hafife almakta, Allah’ın affetmesine, şefaate, birilerine yakın ve dost olmaya güvenmektedirler. Bazıları da cennetin daimi, cehennemin ise geçici olduğunu düşünmekte ve birtakım ayetleri yanlış yorumlamaktadırlar.
Bu tür anlayışlar, Allah’ı ve ahireti değil, dünyayı arzulayan; lakin eğer olursa ahiretten de mahrum olmak istemeyen dünyalık Müslümanların (!) kendilerini kandırmalarından başka bir şey değildir.
Ey Dünyayı Amaç Edinenler, Vazgeçin Bu Hatadan ve Rabbinize Yönelin
Buraya kadar olan ayetlerde uyarılan kâfirler, kendilerine gelmeleri ve doğruyu bulmaları için son kez uyarılıyorlar. Dünyevi imkânlarla şımarıkça sevinmelerinin sonu olmadığı, bunların geçici olduğu, asıl nimetin Allah’a yönelmekte ve ahirette olduğu son kez hatırlatılarak hakka davet ediliyorlar.
27- (Ey kendisine verilen dünyevi nimetlerin imtihan için olduğunu unutup, bunlarla kendisine kıymet verildiği yanılgısıyla) içi rahat, kalbi mutmain bir şekilde dünyaya yönelmiş kişi.
Dünyada Gerçek ve Daimi Mutmainlik Mümkün Değildir
Ayetteki mutmain olmuş nefis genelde Allah’ın zikri ile gönlü yatışmış kişi olarak anlaşılmakta olup, bu yorum hatalıdır. Tasavvufta nefsi’l mutmainne, nefsi radiye ve merdiyye mertebeleri bu ayetle delillendirilen yanlış anlayışlardır.
Çünkü gerçek bir mü’minin dünyada devamlı bir kalbî mutmainlik, razı ve hoşnutluk içinde olması mümkün değildir. Dünyada verilen nimetler dolayısıyla kısmi rıza (hoşnutluk) ile Allah’ın zikri (ahiret kurtuluşunun hatırlanması) ile geçici mutmainlik/huzur söz konusu iken, ahirette devamlı rıza söz konusudur.
Nitekim Bakara Suresi 214. ayette mü’minlerin (savaş gibi) hoşlanmadıkları şeylerde kuvvetle muhtemel hayır olabileceği, sevdikleri şeylerde kuvvetle muhtemel şer olabileceği bildirilmektedir.
Kalpleri Dünyevi Nimetlerle Değil Allah’ın Zikri İle Mutmain Olanlar
Mutmainlik, insanın iç dünyasındaki huzursuzluğun kaybolması anlamına gelir. Aslında kalplerin Allah’ın zikri ile mutmain olması devamlı değil, geçici bir durumdur. Çünkü dünya imtihan ve sıkıntı yurdu, sabır yurdudur. Devamlı sıkıntılar olacak, insan huzursuzluklar içinde yaşayacaktır.
Bu huzursuzluklar içinde iken, Allah’ı ve ahireti, dünyanın geçici imtihan yurdu olduğunu, asıl yurdun ahirette cennet olduğunu hatırlayabilenler, bu huzursuzluklarından geçici bir süre kurtulup huzuru yakalayabilirler. Sonra tekrar huzursuzluk ve zikir şeklinde devam eder bu dünya hayatı.
Mutmain Nefisler Kimler?
Bu nedenle, mutmain olmuş nefis dünyada bir Müslüman için asla söz konusu olamaz. Ahirette zaten huzursuzluk olmayacağından, ahirette de söz konusu olamaz. Bunun için, mutmain olmuş nefis ifadesi, gerçek Müslümanlar için değil, 17’den 20’ye kadar olan ayetlerde vasıfları açıklanan, dünya hayatında kendisine imtihan amaçlı verilen nimetlerle kendisine sahte bir huzur bulan cehennem adayı dünyalık Müslümanlar (!) için kullanılmaktadır.
Hac Suresi 11. ayette de ifade edildiği gibi, insanların gönülleri dünya ile de mutmain olabilir. Dünya ile mutmainlik, kişinin hoşuna giden şartlar devam ettiği sürece, Allah’ın zikri ile mutmainlikten daha uzun süreli bir durumdur. Çünkü bu durumdaki bir insan, kendini yalancı bir cennette vehmetmekte, sahte bir huzuru yaşamaktadır.
Zaten surenin bütünlüğü ile 17’den 26’ya adar olan ayetlerde de cehennem adayı olan insanlardan bahsedilmekte, cennetliklere değinilmemektedir. Tüm bunlar dikkate alındığında, 27’den 30’a kadar olan ayetlerde, dünyada imtihan olduğunu unutarak kendisine verilen dünyevi nimetlerden razı ve hoşnut olarak sahte bir huzur bulan insanlara seslenilmektedir.
28- (Vazgeç bu hatadan da bu nimetlerin imtihan için verildiğinin bilinciyle) Rabbine dönüp, mutmainliği Rabbinin zikrinde ara. Böylece dünyada ve ahirette Rabbinin sana vereceklerinden hoşnut olmuş ve böylece Rabbini hoşnut etmiş olursun.
Rabbine Dönmesi İstenenler Kimler?
Dünyaya bir amaç olarak yönelmiş ve kendine verilen dünyevi nimetlerle mutmain olmuş her bir insana seslenilerek, bu dehşetli yanlıştan vazgeçmesi ve hakikate geri dönmesi, yani dünyaya yönelişten vazgeçerek Allah’a ve ahirete yönelmesi istenmektedir.
Beyyine Suresi 8. ayette, Allah’a karşı haşyet (saygı ve korku) duyan ve bunun neticesi iman edip salih amel işleyen kullardan Allah’ın razı olduğu ve o kulların da Allah’tan razı olduğu bildirilmektedir. Bu ayette de aynı hususa değinilmiş, Rabbini razı/hoşnut eden kulların aynı zamanda Rablerinden razı/hoşnut olduğu bildiriliyor.
Bu karşılıklı rızanın neticesi dünyada belalara karşı yakınmadan sabır ve Allah’ın zikri ile (kısmi) mutmainlik, ahirette cennet olacaktır. Yani gerçekten Rabbine dönen/yönelen bir mü’min, dünyada bolluk ve darlık zamanında oluşan iç huzursuzluklarda, kalbi Allah’ı ve dolayısıyla ahireti hatırlayarak mutmain olacak, huzursuzluğu kaybolacaktır.
Dolayısıyla, dünya nimetleriyle hoşnut olan kullar sadece genişlik ve bolluk zamanlarında mutmain olabilirken, Allah’a ve ahirete yönelen kullar ise en sıkıntılı zamanlarda dahi mutmain olabilirler.
Olabiliyorsan Rabbinin Verdiklerinden Razı, Bil ki Rabbin de Senden Razı
Bir mü’minin, Allah’ın kendisinden razı olduğunu anlayabilmesi için, kendisinin bollukta ve darlıkta Allah’tan razı olup olmadığına bakması gerekir. Eğer bollukta Allah’tan razı iken, darlıkta razı olamıyorsa, kendisinin Allah’a ve ahirete yönelişinde sorun ve eksiklik var demektir.
Bu durumdaki mü’min, bollukta ve darlıkta Allah’ı anmakla kalbi mutmain olan kullardan değil, dünya nimetleriyle kalbi mutmain olan kullardandır. Bu kulların özellikleri, Hac Suresi 11. ayette ifade edilmiş olup, her an cehenneme kaymaya müsait çok tehlikeli bir konumdur.
29- (Bunun neticesi denir ki sana dünyada) gir Allah’tan razı olan ve razı eden gerçek/has kullarımın arasına.
Burada haktan uzak olanların hakka Allah’a yönelerek arasına girmeleri istenen kullar, Allah’a ve ahirete hakkınca yönelen, bollukta ve darlıkta her daim Allah’tan razı olabilen kullar olup, Furkan Suresi 63’ten 77’ye kadar olan ayetlerde temel hususiyetleri açıklanmıştır.
Rahman’ın has kullarından olmak, darlıkta ve bollukta kalbi Allah’ı hatırlama ve O’na yönelme ile mutmain olmak demektir. Buradaki rıza, darlıktan yakınmama ve güzelce sabretme, bolluktan şımarmama ve gereğince infak etmek demektir. Dünyada cennetliklerin ahlakı kazanmak demektir.
30- (Dünyada gerçek kullarımın arasına girmenin neticesi olarak da ahirette) gir cennetime.
Rahman’ın has kulları arasına girenlerin ölümden sonraki tek durağı vardır, cennet. Furkan Suresi 75 ve 76. ayetlerde açıklandığı üzere, cennete ancak onlar girebilecek ve orada devamlı kalacaklardır.