Fecr yayınlarından çıkan "Vahiy Gerçeği" adlı kitapta daha çok vahyin inzal oluş biçimi, çeşitleri, vahyin inzal oluşu esnasında Hz. Muhammed'in ruh hali, sünnetin vahiy olup olmadığı ve gayr-i metluv vahiy gibi mevzuların üzerinde durulmuştur.
Yazar sünnetin ne vahiy, ne de vahiy çerçevesi dışında olduğunu, ancak sünnetin vahyin onayını almış hikmetler olarak değerlendirilmesinin uygun olacağını söylemektedir. Çünkü Hz. Peygamber bir beşerdir, zaman zaman o da birtakım hatalar yapmıştır. Ancak o hata yaptığı zaman Allah tarafından vahiy yoluyla ikaz edilmiştir. Dolayısıyla onun sünneti daima vahyin denetimi altında olmuş, onun onayını almıştır.
Gayr-i metluv vahyin, ilham şeklinde Hz. Peygamberin kalbine doğrudan indirilen bilgiler olduğunu ileri süren yazar, bu şekilde evliya denilen insanlara da vahyedildiğini, ancak buna evliyayı peygamberlerden ayırmak için "ilham" denildiğini, peygamberlere indirilen bu tür vahye ise "gayr-i metluv vahiy" denildiğini ifade etmektedir.
Gerek sünnet konusunda, gerek gayr-i metluv vahiy konusunda, yazar, ifrat boyutuna varan geleneksel anlayışlara nazaran daha mutedil ve daha olumlu görüşler ileri sürmektedir. Ancak bu konudaki yaklaşımları tartışmalara yeni boyutlar katmakla beraber, meseleleri aydınlatmaktan uzak kalmaktadır. Sünnetin -eğer vahiyden bağımsız değilse- sadece vahiy olup olmadığını söylemek yeterli değildir. Bugün sünnet hakkında tartışılması gereken, sahih sünnete, hangi yöntemleri kullanarak ulaşabileceğimiz sorusu olmalıdır. Belki bu doğrudan vahyi konu alan bir kitap için uzun bir tartışma olarak görülebilir. Ancak sünnetin tamamen vahiyden ayrı olmadığını, vahyin denetiminde olduğunu söylemek kısa da olsa bu konulara değinmeyi gerektirmiştir. Çünkü bizim için Önemli olan sünnetin bağlayıcılığı konusudur.
Gayr-i metluv vahiy konusuna da Kur'an'dan deliller getiren yazar, bu tür vahyin peygamberin kalbine vasıtasız olarak ilham edilen bilgiler olduğunu ileri sürmektedir. Verilen bu deliller belki de Hz. Peygamber'e Kur'an'ın dışında bazı bilgilerin ilham yoluyla bildirildiğini kanıtlıyor olabilir. Ancak vahyi bağlayıcılık açısından ele alırsak, bu tür bilgilere gayr-ı metluv vahiy demek pek doğru olmaz. Çünkü Hz. Peygamber'e ilham yoluyla bildirilmiş bir takım bilgiler olsa bile bunlar Kur'an'da yer almadıkları için mutlak bağlayıcı değildirler.
Belki ilham da bir vahiy türüdür. Ancak ilham mutlak anlamda vahiy değildir. Kur'an'da Allah'ın arıya vahyettiğini bildirmesine rağmen biz hiçbir zaman bu tür vahye, gayr-ı metluv vahiy dememekteyiz. Çünkü vahyi "mutlak" anlamda kullanmaktayız.
Yazar "evliya" diye tabir edilen birtakım insanların da ilham yoluyla Allah'tan bilgiler aldıklarını, takat bu insanların ilham alma şeklinin peygamberlerinkinden farklı olduğunu dile getirmektedir. Burada "veli" kavramının hangi anlamda, kimler için kullanıldığının açıklanmaması, zihinleri bulanık bırakan önemli noktalardan birisidir. Çünkü bu kavramın Kur'an'daki anlamıyla tasavvufta kazandığı anlam birbirinden tamamen farklıdır.
Kitaptaki eksik yönlerden birisi de, vahyin sadece soyut bir kavram olarak ele alınması ve Hz. Peygamber'e indirilmiş olan ilahi bilgiler olarak tanımlanmasıyla yetinilmesidir. "Vahiy gerçeği" adı verilen bir kitapta, vahyin insan hayatına yönelik ekonomik, sosyal, ahlaki ve hukuki açılardan yüklediği yükümlülük veya sorumluluk dile getirilmeliydi. Vahiy; yeryüzündeki fuhuş, ifsad, ahlaksızlık ve zulme karşı mücadele etme yöntem ve biçimini bize öğreten bir ilahi bilgi olarak ele alınmalı ve bu bakış açısıyla vahiyden yararlanma usulünün nasıl olması gerektiği dile getirilmeliydi.
Son olarak kitapta peygamberlerin masumiyeti üzerinde durulmakta; peygamberlerin aşırı yüceltilip efsaneleştirilmelerinin onları ilahlaştırma noktasına getireceği, bu sebeple onların beşer olduklarının unutulmaması ve masumiyetlerinin abartılmaması gerektiği vurgulanmaktadır.