Hayalin Tenhasından Gerçeğin Karmaşasına Özgürlük

Mustafa Yılmaz

İnsan gerçekten özgür olmak istiyorsa bunu bir kez daha düşünmelidir. Bu düşünce ile onu tekrar yeni baştan kurmaya yönelebilir. İnsan gerçekten özgür olmayı başarabilmek için adalet ve kesin bir iyilik duygusuna ihtiyaç duyar.

Modern “özgürlük” eninde sonunda ötekinin kötülüğü formüle edilerek kurgulanır. Özgürlüğün ölüm manifestosu da zaten böyle yazılır her zaman. Özgürlük türküleri söyleyen, özgürlüğü kısıtlayanın çoğu kez kendisi olduğunu unutur. O gerçekten iyilik isteyen biriyse, özgürlüğü ihlal ettiğinde kendine karşı olmayı da göze almalıdır. Yoksa o utanmaz bir yalancı olmaktan kurtulamayacaktır.

Kaybolan özgürlüğü yeniden kazanmamızın yolu “Aden, Arabistan” kitabının yazarı Paul Nizan’a göre dönüp asla geriye bakmamaktır. Sahici ihtiyaçları keşfetmek kaygısı ile bile olsa insan dönüp geriye bakmamalı der, Nizan! Bunu yeniden gözden geçirmek gerekir. İnsan özgürlüğü için ileri bakmalıdır ve düne takılıp kalmamalıdır, bu doğru! Ancak insan kendi tarihinin, kendi toplumunun ürünüdür ve o ürünün yetiştiği vasat tekrar tekrar gözden geçirilmelidir bana göre. Kendini “devrimci” yok sayıcılık olarak tanımlayan irade an içerisinde değerden yoksun bir öfke ile geçmişi sürekli yok sayar. Bu durum özneye sürekli dinamizm kazandırsa da sonuçta adalet, ahlak, vefa, doğruluk ve iyilik duygularını toprağa gömer. İnsanlıktan çıkmak da başka bir şekilde düşünülemez zaten! Ancak Nizan’a katılmamızı gerektirecek nedenler de yok değildir. Özgürlük son kertede bakışlarını geleceğe kilitleyenlerin hakkıdır.

Özgürlüğü hak etmiş cesur yüreklerin hiçbir afyona ihtiyacı yoktur. Her türlü “ideolojik” düzmece formlardan arınmış olmak, değişmeyen öze, o fıtrat cevherine yönelmek yeter de artar bile! Tanrı’dan boşaltılan alanları insan fetişiyle doldurmaya kakmanın hakikati işaret eden barışçı özgürlükle hiçbir ilişkisi yoktur. Bu sadece yıkılan tanrısal otoritenin koltuğuna oturtulacak estetik ve geveze bir put aramaktır.

Özgürlük şarkıları yaşadığımız çağda, kökenbilimden üretilmiş olağanüstü “uygar” bir canavar adına söylenir. Bu canavarın adı “insan”, niteliği “hümanist”tir. Fakat kendini yaratmak olarak ifade edilen bu çaba dini feshetmeye yeltenirken başka bir “ilahi”liğe yönelmiş ve aslında dini duygunun önünde diz çökmüş sentetik bir yeniden inşadan başka bir şey değil!

Terry Eagleton’un tabiriyle Nietzsche’ye göre mitoloji aklın protezidir. Mitolojiden beslenmek protez bir akıl takınmak demek. Ölümcül bir şefkate dailik yapan modern özgürlük düşüncesi tam bir protez akıl kullanmaktadır. Tek tip bir ideolojik sürü psikolojisi içerisinde üretilmiş özgürlükle, ötekinin kötülüğü üzerine ben bilinci inşa etmekten başka bir şey değildir aslında yapılmak istenen.

Ruhları hadım edilmiş hakir birer haremağası kimliği ile özgürlük adına ses veren, söylev çeken, silah tutan saldırganlık, bireylerden öte insan türünün bütününü vaftiz etmeye dönük bir metafizik inşa etmeye yönelmiştir. Ancak adı özgürlük kavgasıdır. Kibir, konfor, miskinlik, yozluk, erdemsizlik bir incelik olarak azınlık ideolojilerinin vazgeçilmez süsüdür. Oysa bunlar çoğunluk için ıstıraptan başka nedir ki!

“Özgürlük” mücadelesinin meyveleri kendisini besleyen barbarlık ırmağının bulanık suyuyla yetişmişse, bunun meşruluğu yada gayr-i meşruluğuaçık uçlu olmaktan öte suçluluğa işaret eder. İdeolojik bir kimliğe bürünmüş kültürel ganimet hiçbir onurlu insan için ağza alınmaya, elle tutulmaya değer bir kıymet taşımaz. Kitlelerin sefaletini büyüterek motivasyon alanları oluşturan retoriklerin tamamı insana karşıdır. Bu motivasyonların en önde gelenlerinden birisi de etnik kimlikler adına büyütülen “özgürlük” söylemleridir. Bu söylem özünde faşist imgelerle inşa edilmiş düşünsel bir sefalet karmaşasından ibarettir.

Tanrı’nın ölümünü ilan edişle özgürlük tasarlayan insan kendi sonsuzluğuna vurgu yapan bir sorumsuzluğu ilan etmektedir. Özgürlüğü seküler tarzda yeniden inşa etmeye yönelmiş bütün Batı menşeli düşünce sistemleri dinin yerine kendi ideolojisini ikame etme derdindedir. Dinî inanç boşluğunu seküler kavramlarla yeniden tanımlamanın adı da özgürlük olur.

Özgürlüğü varsayımsal olarak tanımlayamayız. Tanımlarımız aklımızla inşa edilir. Akıl varsayımlara mahkûm olmaya başlayınca da hakikatten uzaklaşır. Varsayımları hayatla yüzleştire yüzleştire hakikate muttali oluruz. Akıl tanrıdan uzaklaştıkça akıldışı ve keyfi bir tanrı inşa eder. Bu tam bir kaostur. Bağlılıktan ve inançtan yoksun bir akılcılık madalyonunun diğer yüzü yine bir inanca işaret eder; akılcılığa inanç! Bu varsayımlar kurgusal özgürlük inşasının temellerini oluşturur. Beşerin kumdan kalesi işte budur. Bununla ancak teskin edici yalanlar söylenir ve siyasi çıkarları gözeten uydurmalar beslenebilir.

Modern özgürlük düşüncesinin en uç temsil noktası ateizmdir. Onun için Montesquieu tanrıya inanmıyor ancak başkalarının inanmasının isabetli olabileceğini düşünüyordu. Yine Diderot öfkeyle ağzını bozarak “Eğer İsa, Cana’daki nedimelerin göğsünü okşamış olsaydı Hristiyanlığın kasvet kefeni yerine haz ruhu yayıyor olabilirdi!” diye küstahça özgürlük havariliği yapıyordu. Özgürlük düşüncesini var eden Aydınlanma da nihayetinde sadece kibar sosyete sosyolojisi içerisinde üretilmedi, tüm toplumsal katmanlara sirayet eden bütünsel bir kültürel yapı olarak gelişti.

Modern özgürlük mitolojisinin en büyük sorunlarından birisi de özgürlük adına mücadele edilen özneyi taklide yönelerek, özgürlüğü yok ettiğini var saydığı karşıtın çoğu zaman faşist imgelerle örülü muhayyilesinde eriyerek kendisini yeniden kurmasıdır. Frankfurt Okulu’nun kurucularından Herbert Marcus 1969 yılının sosyalist hareketleri açısından canlı ortamında, özgürlük, adalet, paylaşım diye haykıran kitlelere kararlılıkla bunu ifade etmiştir. Çünkü kapitalizme karşı sosyalizm bayrağı açan kitleler gerçekte ideal bir sosyalist toplum kurmaya değil aksine kapitalistin yerine oturmaya, kapitalist düzeni kendisine göre yeniden inşaya yöneliyordu Marcus’a göre. “Özgürlük Üzerine Söylev”in bu belirlemesini düşünce dünyamıza önemli bir katkı olarak sunan Marcus teşekkürü hak ediyor.

Özgürlük çoğu zaman adaletsiz adalet savaşı seviciliğinde hayat bulur. Kadim suçlular ordusu sınıf yalanlarıyla ortalığı doldurur. İşçiler, burjuvalar, köylüler, organik aydınlar kutsal vatan imgesinin bayrağı altında toplanırlar. Korumasız mezarlara gece karanlığında saldırmak için hazır kıta hale gelirler. Kötülüğün bu sessiz tohumu kin ve nefretle büyütülür. Kendisine itaatten büyük haz duyan bu psikopatik ruh hali gerçekte bir bilinç olmaktan çok bir haz hedonizmidir. Lütufkâr küstahlığın bu denli “ya ölürsün ya öldürürsün” naraları, az görülen bir akıl dışılığa işaret eder. Çünkü ruhunu başkalarının ölümünden yeniden doğuran bu “erdemler” tiyatrosu mutlak güçsüzlüğün ifadesidir. Burjuva usulü bir ölüm tutkusundan kaynaklanan bu endemik hastalık tedavisi zor bir kronikliktir.

Özgürlük adına sıkıntılar yaşamış insan en çok da başkalarının özgürlüğüne saygı duymalıdır, onuru varsa! Yoksa küstah bir kibirle kasıla kasıla insanların gözleri önünde vandalizme asker olmaya kalkışmak bir özgürlük çağrısı değildir. Yalnızca büyük bir istismarın ahlaksızca icra edilmesidir. Ölülerin parçalanmış cesetlerini halka satmaya kalkışan bu kasap ideolojisi aylak bir bıkkınlıktır. Rüyalarında azizler gören şairlerin Meryem Ana’nın azizleri olmaya kalkışması kadar trajik bir ruh halini yansıtan bu spiritüalist dinginliğin insana vereceği hiçbir erdemi yoktur. Çünkü “erdem ancak erdemlilerden öğrenilir” aforizmamız dimdik ayaktadır.

Özgürlük insanların yüreklerine korku ve hüzün ektikçe asla gerçek bir özgürlük olarak bilinçaltında yer tutamayacaktır. Yürekler saklayabileceği bütün yanlışların ve saçmalıkların yuvası haline gelirse o topluluklarda artık hayat bir cehenneme dönüşmüştür.

Özgürlüğün en çok para eden mesleği soytarılık ve bezirgânlıkla büyütülmüş bir entelektüelliktir. Kafeslerde tıka basa doyurularak büyütülen asalak entelektüel, hızlı ritimlerinin pahalıya patlamaması için de özel bir gayret sarf eder. Kanunların insan için hayatı kemiren korkunç bir zincir olduğu tekerlemesini umarsızca söyler durur. Delilik güzellik maskesi giyinmiş olarak sokak başlarında, ekranlarda ve gazete manşetlerinde sevimli bir yüzle arzı endam eder. Mallarmé’nin ses bibloları dediği içi boş sözler sarf etmek modern özgürlük entellerinin en büyük marifetidir. Bunların çalılıklardan yükselen bu kasvetli seslerini kesmek için çalılıklara bir kibritin düşmesi yeterlidir. Çalılar tutuşunca bunların o çok ehemmiyetli, çok süslü dilbilimsel sahaları da kül olup gider. İplikleri pazara çıkar. Artık mezat zamanıdır.

Tarihe ebelik etmekten, devrimden, insandan söz ederek gelecek muştulayan modern özgürlük totolojisi insanın selametinden, emniyetinden, erdeminden, ahlakından bahsetmektense meçhulü simgesel bir dille kurgulayarak militanca bir yaşamı kutsuyor.

Modern özgürlük karşısında Allah’ın, fıtratın ve vahyin dostluğuna yönelenler yaşamın hakikatinin, zorbalık karşısında korkuyu duyumsamış olsalar bile, yoluna devam edenlerin tarafında gizli olduğuna inanırlar. Çünkü onlar yalnız değildir. Onlar nereden gelip nereye gittiklerini bilirler. Rezilce hayretlerin ağzı açık müşterileri değildirler. Hakikat bekçisi olan bu kimseler burjuvaziye insanlar adına “ihanet” ettiklerinde, evet “hain” olduklarını itiraf etmekten çekinmezler. Özgürlük masalının elma şekeri dağıtan cadı masalından farklı olmadığını duyumsarlar.

Özgürlük adına katliamların bayraklaştırıldığı bir çağda yaşıyoruz. Gerçek özgürlük savaşçılarının yok edilmesini değil hiç yaşamamış olmasını özleyen bir çağdayız. Gerçekten sevmemizin engellendiği, hayatın hakikatine inanmanın imkânsızlaştırıldığı, insanların doğmadan öldürüldüğü korkunç yabancılaşmaların çağıdır bu çağ. Çünkü özgürlük düşüncesinin arkasına gizlenmektedir.