Arif Ay’ın (2006:396) “Semboller bilgesi; çizgisiyle düşünür, çizgisiyle yazar. Cismiyle bu yüzyılda; aklı ve kalbiyle Asr-ı Saadet’te. Şeytanı ve onun tuzağına düşmüş zalimleri taşlar sürekli.” diye tarif ettiği Hasan Aycın’ın sanatçılığının iki boyutunun olduğu bilinir: İlki çizgiye yaslanan, çizgi ile yaşanmış olayların üzerine örtülenleri aralayarak mesajını çizgiler üzerinden iletmeyi önceleyen çizerlik yanı. Bu yönü aynı zamanda sanatçının bilmek ve şahit olmakla yükümlü olduğunun da kanıtıdır. Çünkü ona göre şahitlik yoksa, gözlem yoksa çizgi olmaz.1 (Aycın; 2007) İkincisi ise yazıya ve yeniden yazmaya ilişkin anlatıcılık boyutu. Onun yazarlığının ve sanatçılığının bir boyutunu da çocuklar için ortaya koyduğu çalışmalar oluşturur. Çocuk konularında; özellikle masal konusu başat bir anlatım türü olarak karşımıza çıkar onda.2 Onun masallara çocukları da gözeterek eğildiğini ilk kez Al Pembecik Gül Pembecik’te görmüştük.3 Çizgilerinin çocuklara dönük yüzü ise önce çocuklar için yayımlanan dergilerde sonrasında ise çizgilerini ve görsel tasarımını üstlendiği çalışmalarda karşımıza çıkmıştı. Bu noktadaki başlangıç ürünleri ilk olarak Gül Çocuk dergisinde yer almıştır.
Çocukluğunda hayli masal, menkıbe ve göç hikâyeleri yanında hacıların uzun uzun hatıralarını dinleyen Aycın, Bursa’yı, Konya’yı, Urfa’yı, Tarsus’u, Bağdat’ı, Basra’yı, Necef’i, Şam’ı, Kudüs’ü, Medine’yi, Mekke’yi daha çok hacıların anlattıklarından öğrenmiştir. Yıllar sonra bunların da etkisiyle hikâyesini çocuklarıyla beraber kurarak Gül Çocuk dergisine “Gül Kardeşler” isimli bir çizgi roman hazırlar. (Aycın; 2007:88)“Gül Kardeşler” başlıklı çalışma Gül Çocuk dergisinin çıkışıyla başlar ve kapanıncaya kadar “Vasiyet” ve “Gül Kardeşler Ormanda” bölümleri ile sürer. Aycın, her sayıda yer alacak kısmı evde önce çocuklarla tartışıp, sonra çizer. Sürseydi, üçüncü bölüm “Küçük Ev” olacak biçimde tasarlanmıştır. “Gül Kardeşler” içinde sadece bir kitap, birkaç tohum bulacakları o eve yerleşecekler ve serüvenleri sonuna kadar ormanın derinliklerinde devam edecektir. Mavi Kuş dergisinin altı yedi sayısında “Gül Kardeşler”i elden geçiren Aycın’ın bu çalışması yarım kalmıştır.
Çocuklar için çizme düşüncesi ile ilgili olarak şunları ifade eder: “Gülçocuk dergisi önceleri İslam dergisinin ilavesi olarak çıkıyordu ve ben İslam dergisinin çizeriydim. Bağımsız dergi olunca Başına Ferman Karaçam geçti. Ferman’ın talebi üzerine çizdim ‘Gülçocuk’ta. ‘Mavi Kuş’ta da Erol Erdoğan’ın talebi üzerine çizdim. Birdirbir de öyle başladı. Yalnız orada farklı bir şey oldu; Alpaslan Durmuş, her sayıda seçecekleri bir hadis-i şerifin ışığında çizmemi istedi. Yayın kurulundaki arkadaşlarının ortak talebi öyleymiş. Sonrası malum; ‘Kırk Hadis Kırk Çizgi’ albümü çıktı ortaya. Devamında da ‘Esmaü’l-Hüsna’ çalışmaları geldi. İnşallah o da albüm olarak çıkacak.” On iki sayı boyunca Birdirbir’de yayımlanan, daha sonra da kırk çizgiye tamamlanıp albüm yapılan Kırk Hadis Kırk Çizgi (2008) ile ilgili olarak şunları söyler: “O çizgilerde, hadisleri çizgiyle anlattığımı iddia edemem. O çizgiler, hadislerin benim muhayyilemde ‘o an’ oluşan imgeleri. Yoksa aynı hadisten yola koyularak farklı farklı başkalarını da çizebilirim, çizilebilirler. ‘Hadisleri böyle anlatmak ne kadar hoş!’ diye sorarken, sanki bir hoşnutsuzluk seziyorum. Buradaki problem biraz da sorunun yanlış kurulmasında gibi geliyor bana. Ben her zaman Kur’an ve hadislerin ortaya koyduğu ilkeleri gözettim; kesinlikle çizgilerimin onlarla çelişmesini düşünmedim, düşünemem de. Belki problem gibi görünen çizgilerin birebir hadislerle eşlenmesi olmuştur. Bu eşlenme ve eşitlenme sadece çocuklara yönelikti; onların mütekabiliyet kurmalarını kolaylaştırmak içindi. Biraz önce ifade ettiğim gibi Esmaü’l-Hüsna’yı da çalıştım. Şimdi diyebilirsiniz ki o Güzel İsimler’i böyle anlatmak hoş mu? Ama geriye doğru baktığınızda bu Güzel İsimler’in birçok defa değişik hattatlarca çizildiğini görebilirsiniz.”
Öte yandan Hasan Aycın bilinen anlamıyla tipik bir çocuk yazarı ya da çizeri değildir. Ona göre çocuk; safiyetin temsilcisi, insanın geleceği ve insana emanet edilmiştir. Fıtri temizlik bakımından çocukluğun insanda daima var olduğunu; “İnsan ne kadar büyürse büyüsün, onun içindeki çocuk onunla yaşamaya devam eder, ölünceye kadar. Hatta yaşlandıkça içindeki çocuk daha bir gürbüzleşir.” (Aycın; 2007:78) şeklinde ifade eder.
Bağımsız bir çocuk edebiyatının olup olmadığı eskiden beri tartışılır durur. Yaşamın bize dayattığı şu: Çocuklar var ve onların tat alarak okudukları edebiyatları da var. Bu edebiyat, o büyük edebiyatın bir parçası. Kıyısında duran bir parçası değil, odağında duran, bir anlamda o büyük edebiyata yol gösteren bir parça bu. Çocuk edebiyatı yazarlığı hep küçümsendi. Çocuk edebiyatı daha çok ikinci sınıf, amatör yazarların ellerinde kaldı.Yazınsal ürünlerin hayatı yorumlamakta ve değiştirmekte hâlâ olağanüstü gücü var. Usta yazarlar edebiyatın binbir anlatım yöntemini, inceliklerini arayıp bularak herkesten daha etkili biçimde başarırlar bunu.
Yazdıklarını özellikle çocuklar okusun diye yazmadığının altını ısrarla çizen Hasan Aycın’ın bu konudaki yaklaşımı 1980’li yıllara kadar tartışılan çocuklar için edebiyatın varlığı yokluğu tartışmalarını hatırlatıyor. Öte yandan onun bu yaklaşımı günümüz koşullarında çocukla yetişkin arasındaki farkın iyiden iyiye azaldığına dair tespitler çerçevesinde değerlendirildiğinde, kendisini çocuklar için edebiyatın sınırında bir yazar olarak nitelendirmek mümkün olabilir.Aycın,çocuklar kadar büyüklerin de severek okuduğu masallarla alakalı olarak şunları söyler: “Bunları özellikle çocuklar okusun diye de yazmadım. Büyükler mi okur, çocuklar mı okur, büyükler çocuklara mı okur, onu bilmem. Yoksa hiç kimse okumaz mı, onu da bilmem. Bunlar yazıldı. Ben de yeryüzünde çocukluk dönemi geçirdim, bütün insanlar gibi benim de bir çocukluk evrem oldu. Çocukluğumuzda şifahi kültürle yetişirken, hiç kimse bize: Siz çocuksunuz size şöyle şeyler anlatacağız, filan demiyordu. Bize özel şeyler anlatılmazdı, anlatılan şeyler herkese anlatılırdı, herkes kendi nasibini alırdı. Dolayısıyla ben ‘çocuklara özel’ şeyler yapabilecek durumda değilim. Çizgi roman yapmaya çalıştığımda, onun da büyüklere dönük bir tarafı vardı. Çok bana ait de değildi. Çünkü kurguyu çocuklarımla birlikte yapıyorduk. Baba şöyle olsun, şöyle olsun, gibi müdahaleleri oluyor. Kurguyu onlar sürüklüyordu, ben notlar alıp çiziyordum.” (Aycın; 2007:77)
Hasan Aycın’ın yeniden ve farklı bir bilinçle kaleme aldığı masallar, çocukluğunun geçtiği köyünde ailedeki yaşlılardan, köyün kocamış kadınlarının ağızlarından dinlediği masallardır. Anadolu, yıllar yılı radyodan, sinemadan ve televizyondan yoksun kalmıştır. Uzun kış gecelerinde en büyük vakit geçirme aracı, en el üstünde tutulan eğlenti biçimi masal söylemek ve masal dinlemekti. Anadolu’da, Anadolu’nun hemen her yöresinde çok güzel masal anlatılır. Bir masal geleneği kurulmuştur. Asıl anlatıcıları da daha çok kadınlardır. Çünkü, erkekler ancak yaşını başını aldıktan sonra gerçeklerden yavaş yavaş kopup uzaklaşır ve “masal atası” olurlar. Oysa, genç yaşında “masal anası” olan nice kadınlar vardır. “Masal anası” olmak için kadınlar arasında yaş ayırımı pek yoktur ve folklorda, türlü toplumsal dalgalanmalarda etki alanıyla nirengi noktası genelde kadınlardır: Bu nedenle masal da kadın çevresinde gelişir, serpilir, güç kazanır. Aycın’ın masallarındaki kadınlar hem karakter bakımından hem de çizgiye yansıyışı bakımından İslami duyarlılığı yansıtır. Bu masalların kaynaklarından çok içeriğinin İslami duyarlıkla yoğrulmuş olması daha önemlidir.
Masalın tevhidî çizgideki eğitici, öğretici unsurunun unutuluşu noktasında ise şunları ifade eder Aycın: “Masalın tevhidî çizgideki rolünü tartışacak durumda değilim. Kıssanın ve menkıbenin rolü konusunda az çok bir şey söylerim de masalın rolü konusunda bir şey söyleyemem. Çünkü masal hakkında bütün mülâhazam; çocukluğumda dinlediğim masallara dayanır. O masallar; anlatanın ruh imbiğinden süzülür, dinleyenin ruhunda demlenir, demlendikçe de bereketlenirdi. Ben ancak onların tevhidî çizgideki eğitici ve öğretici rolünden söz edebilirim.” (Aycın; 107) “İnsanlar imani ve İslami kimliklerine ters düşecek nesiller yetiştirmek istemeyecekleri için ürettikleri masalları ve masallardaki tipleri de öyle olacaktır. Ben Keloğlan masallarını kitaplardan okumadım, yaşlılardan dinledim ve onlar böyle anlatıyorlardı.” (Aycın; 2007:128)
Al Pembecik Gül Pembecik (2004) masalları çarpıcı bir kurguya sahip. Yazar bu kurguyu deyim yerindeyse bir kuyumcu titizliğiyle işlemiş. Masal anlatımına uygun son derece yalın ve akıcı bir dil kullanmış. Keloğlan, Aycın’a göre “Müslüman muhayyilesinin ürünü bir tiptir; şu zamanda, şu zeminde yaşamış biri değil. Keloğlan bizim tipimizdir; yani biziz”dir. Aradan geçen yıllar içinde bu tip tahrif edilmiştir: “Sanki Keloğlan masalları, bu bizim okuyup yazdığımız yazıya geçirilirken araya bir kast-ı mahsusa girmiş gibi geldi bana. Yani benim dinlediğim Keloğlan masallarını anlatanlar kayda geçseydi, hiç de yabancısı olmadığım bir tip olacaktı. Annesini kaynar kazanda kaynatmayan, su başlarında çamaşır yıkayan kızlara ağzının suyu akmayan, kaygısız olmayan, hinlikler ve cinlikler peşinde koşmayan bir Keloğlan olacaktı. Kayda geçmeyen eskiden anlatılan Keloğlan masallarının, bu masallar olmadığını düşünüyorum.”4 (Aycın; 2007:130) Hiç masal yazmamışken, masal yazmayı düşünmezken, düşünemeyecekken bir arkadaşının yönlendirmesiyle gerçekleşir Aycın’ın masallara yönelişi. Al Pembecik Gül Pembecik’te yer alan masallar genel olarak şunları anlatır:
İlk masal Billur Sürahi, bizim gözümüzde dünya hayatının masalı gibidir. Dünya hayatının dibiyle doruğu arasında insanın sınanmasını anlatır. İkinci masal İncili Çerçeve, insanın hakikatle sınanmasının masalıdır. Yazılma hikayesi de Meclis’te yaşanan Merve Kavakçı olayı ile yakından alakalıdır. Masala baktığınızda böyle bir şey farkedilmiyor tabii. Üçüncü masal Ayna, insanın kendisiyle sınanmasının masalıdır. Dördüncü masal Al Pembecik Gül Pembecik, insanın sapma ile sınanmasını konu edinen bir masaldır. Bu masalın da yazılma hikâyesi oldukça önemlidir. Bunu şöyle anlatır Aycın: “Bir gün bir grup arkadaş gelmişti, öğretim üyesi var, ressam var. Ressam, abi şu evrim teorisi ile ilgili bir şeyler yazsan, demişti. Hayrola! Dedim. Kitap fuarından geliyorlarmış. Yeğenleri için kitaplar almışlar. Çıktıktan sonra, öğretim üyesi olan hayretle, aldığı kitabın satır aralarında evrim teorisinin dayatıldığını görmüş. Diğer kitapların satır aralarında da aynı şeye tanık olmuşlar. Geri dönüp standları tek tek dolaşıp gerekçelerini söylemişler ve kitapları iade edip paralarını geri almışlar. Dördüncü masalın kıvılcımı da bu olay oldu işte.” (Aycın; 2007:76) Beşinci masal Elmas Yüzük, insanın cennet ve cehennem ikilemi ile sınanmasını anlatır. Yeryüzünde yaşayıp giderken melekle şeytan arasında kalışımızı; cennet ve cehennemle sınanıyor oluşumuzu işlemeye çalışır.
Hasan Aycın, yepyeni bir anlatı biçimi olarak ortaya koymuştur. Bu işlem, derlemecilikten, belgecilikten temelde farklıdır. Derlemelerin, derlenmiş “malzeme”lerin İslami duyarlıklı bir edebiyatçı eliyle anlatıcılarının anlatım özelliklerine bağlı kalmaya da çalışılarak yeni bir “üslup” ile yeni baştan yazılıp düzenlenmesidir. Keloğlan, onun nazarında farklı bir biçimde işlenir. Keloğlan onun dünyasında, insanın korkusuz, idealist yanını temsil eder. Aycın, masallarını özenle kurgular ve kahramanlarını mutlu sona ulaştırır. Mutlu sonla birlikte masal da biter ve yaşam gerçeğine dönülür: “Onlar ermiş muradına...” ile biter bütün masalları. Böylelikle Hasan Aycın, çocuklar için, sanatın sınırında bir sanatçı olarak hem masal bakımından hem de çizgi bakımından farklı bir dünya oluşturabilmiştir.
Dipnotlar:
1-Atasoy Müftüoğlu’nun Hasan Aycın’ın çizgi dünyası ile ilgili olarak ifade ettikleri Aycın’ın çizgi dünyasını özetler: “Hasan Aycın; insanlık dışı tezahürleriyle somutlaşan bir dünyada, insani varoluşun/duyarlılığın/yaklaşımın, sesini/soluğunu/sevincini/öfkesini yansıtan çizgiler çiziyor.Hasan Aycın'ın çizgileri yeni bir bilinç biçimini temsil ediyor. Bu çizgiler; bizleri üzerinde düşünmeye, tefekküre zorlayan çizgiler. Bu çizgilerde biz, ahlaki duyarlığın/direnişin dimdik ayakta durduğunu görebiliyoruz. Bu çizgilerin gücünü bizi her durumda tefekküre yönlendirmesinden anlıyoruz. Hasan Aycın bizlere, çizgilerin sesini duymayı öğretiyor. Çizgisel ileti ile ilişki kurmanın, iletişim ve etkileşim sağlamanın ne denli önemli olabildiğini Hasan Aycın'ın çizgilerinden öğreniyoruz. Hasan Aycın'ın çizgileri hemen bakıp geçmediğimiz, üzerinde uzun süre değerlendirme/yorum yapma ihtiyacı duyduğumuz çizgiler. Söylemeye güç yetiremediğimiz pekçok şeyin bu çizgilerde ifadesini bulduğunu gördüğümüzde, sevindiğimiz, heyecanlandığımız çizgiler çiziyor Hasan Aycın. Ortak hassasiyetlerimizi/kaygılarımızı dile getiriyor.” (Hasan Aycın Soruşturması, Umran, Sayı: 175, 2009)
2-Onun masal ilgisi Esrârname’de de karşımıza çıkar. Bu kitap özelinde yazdığı bir yazıda Ömer Lekesiz hem masal türüne hem de Aycın’ın masal yazarlığı üzerine şunları ifade eder: “Doğu'da ve Batı'da masal, kutsaldan bir koku, cennetten bir nişan, hikmetlerden bir renk taşırdı. Her masal "bir varmış, bir yokmuş" paradoksuyla insan-oğullarına, insan-kızlarına ve onların emrine amade kılınan nesnelere tanınan "mühlet"e bir gönderme sayılırdı. Olağanüstülükler, "mutlak" gücün kudretinden bir örnek olarak anlaşılır, anlık değişmeler, anlık hayatî geçişler "kaderin cilveleri"nden bilinir ve her masal eğlenerek öğrenmenin, öğrenerek eğlenmenin bir vasıtası olmakla yediden yetmişe fıtratların, ruhların, hayallerin müşterek ve zorunlu bir talebi olarak söylenir ve dinlenirdi. Önce Batı'da kırıldı masalın evrensel büyüsü. Pozitivizm adına kutsalla irtibatı olan masallara önce profan bir içerik yüklendi, sonra eğiticilik, öğreticilik vasıflarından soyuldu masallar. Doğu masalındaki kırılma süreci ise daha yavaş işledi. Çünkü, sembolik anlatımı aslî bir yöntem olarak benimseyen Doğu'da, nesirler masallarla nerdeyse iç içeydi. Ancak hem laikleşme uygulamaları hem de Batı edebiyatının baskın etkisiyle Doğu masalları da Batı masalları gibi profan bir içeriğe mahkûm edildi. Binbir Gece Masalları erotik nitelikleriyle öne çıkarılırken, Keloğlan aptal bir şaşkına, Sinbad macera düşkünü bir serkeşe, Yedi Vezir yedi muhterise dönüştürüldü. Oysa ki masal fıtri bir ihtiyaç ve vazgeçilemez bir eğitim aracıydı. Bu nedenle Batı yıllar sonra Rambo, Canon vb. tipler aracılığıyla profan masallarını yedinci sanatın bir ürünü olarak tedavüle koymak, Yüzüklerin Efendisi'ni, Harry Potter'i kutsamak zorunda kaldı. Ancak bunların içeriklerinin dünyeviliğini, sadece din dışı unsurlarla yüklü olmasını da yine ihmal etmedi. Şimdi görülen odur ki masal, yine öz vatanından ve yine düştüğü son yerden ayağa kalkacaktır. İşte, çizgi Ustası Hasan Aycın'ın ‘Esrarnâme’ adı altında bir araya getirdiği on bir masal bunun tipik bir habercisidir. Hasan Aycın'ın, Esrarnâme'sindeki masallar bir dizi Keloğlan masallarıdır; derleme, alıntı değil tümüyle te'lif masallardır. Hasan Aycın, çocukluğundan bugüne onun Müslüman zihnini oluşturan, Nebevî perspektifini kuran anlatıları Keloğlan'ın şahsında masal kurgu ve söylemiyle bugüne taşımıştır. Esrarnâme'de, bir "çelik" oyununda somutlaştırılan hayat serüveninin, dünya malına, tutkusuna karşılık düşen "kayıp sopa"nın izinde kutsala göre terbiye edilişi, bu hayatın ötesindeki hayatın hakikati ve anlamı, yaşama eyleminin Allah'a göre ve Allah için yeniden kuruluşu asıl tema olarak seçilmiştir.” (www.40ikindi.com)
3-BuradaBirdirbir dergisinden Alpaslan Durmuş’un şu yargılarını akılda tutmakta fayda vardır: “Hasan Aycın’ın eserleri söz konusu edildiğinde ‘türler arası’lık ve ‘türler üstü’lük dikkatten kaçırılmamalıdır. Örneğin Al Pembecik Gül Pembecik’teki masallar, bir masalda arayacağınız olay, örgü, tekerleme, tekrir (‘tekrar’ değil), armonik dil gibi özelliklere sahip olmasına rağmen salt masal değildir. Biri bir kuşağın tarihidir, diğeri meseldir, bir diğeri reddiyedir. Dolayısıyla Al Pembecik Gül Pembecik’i bir masal derlemesinden ibaret bir eser olarak okuyabileceğiniz gibi, tarihe, felsefeye, tasavvufa uzanan bir çeşitlilikte de okuyabilirsiniz.” (Hasan Aycın Soruşturması, Umran, Sayı: 175, 2009)
4-Onun yazıp çizdiği Keloğlan masallarının farklılığı noktasında Serdar Akgün, Arkadaşım dergisinde yazdığı “Keloğlan’ı Sevgiyle ve Sabırla Yorumlayan Çizer: Hasan Aycın” başlıklı yazısında şunları ifade eder: “Onun bizim için yıllardır yazıp çizdiği Keloğlan masalları, bildiğimiz Keloğlan tipine benzemez. Hasan Aycın’ın çocukluğunda peygamber kıssalarını dinleyerek büyüdüğünü, masalların en güzelini ağzı dualı, gönlü zengin insanlardan dinlediğini düşünürsek; Keloğlan’ın da padişahı kötüleyen, eşkıyalığı seven bir açıkgöz değil, yola besmeleyle koyulup dertlilerin derdine derman arayan masum bir kahraman olduğunu anlarız.” (Arkadaşım, Sayı: 109, 2005)
Kaynakça
AY Arif (2006) Güne Doğan Koşu, Hece Yayınları, Ankara.
AYCIN, Hasan (2007) Güneşin Altında, İz Yayıncılık, İstanbul.
AYCIN, Hasan (2004) Al Pembecik Gül Pembecik, Timaş Yay., İstanbul.
AYCIN, Hasan (2008) Kırk Hadis Kırk Çizgi, Birdirbir Kitaplığı, İstanbul.