Yapımcılığını ve yönetmenliğini Salih Diriklik'in yaptığı "Müslümanın 24 Saati" adlı video filmi piyasaya sürüldüğünde, ilk fırsatta bu video filmini seyretmek için zaman ayırmayı planlamıştım. Filmi seyrettiğimde ilk tepkimi şu ifadelerimle dile getirdim: "Keşke böyle bir film piyasaya sürülmeseydi." Bu bir üzüntünün ifadesiydi. Üstelik oynayan arkadaşlar adına da üzüldüm. Keşke bu duruma araç olmasalardı.
Genel gidişata baktığımızda İslam adına yazılan hurafe ve İsrailiyat dolu kitaplardan sonra ortaya çıkan benzer muhtevalı teyp kasetleri de, böylesine İslamla bağdaşmayan video filmlerin de piyasaya sürülebileceğinin işaretlerini veriyordu.
Bu tür eserleri piyasaya sürenler, tebliğ görevlerini ifa ettiklerini ileri sürüyorlar. Ancak bu eserlerin piyasaya sürülmesinde ticari kazanç değil de tebliğ görevi ön planda tutuluyorsa, şu bilinmeli ki tebliğ için doğru bilgi ve doğru şahitlik gereklidir. Ve bunun için de sağlıklı bir eğitim ve istişare. Bu tip eserleri hazırlayanlar hatalarını ikili konuşmalarla görme ve düzeltme imkanına sahiptirler. Ama yeterli hazırlığı olmadan ve ehliyle istişare etmeden günübirlik heyecanlarla topluma söz söyleyenler, hatalarını nasıl düzelteceklerdir? Üstelik durum itikadi bir yanlışı taşıyorsa!.. İletişim araçlarını kullananların önce bu sorumluluğu duyması gerekir. Yanlış bilgi sahibi olabiliriz. Ancak tebliğ amaçlı, kitlelere yönelik, yaygın ve kalıcı işler yaparken bilgilerimizi Kur'an denetiminden geçirmemiz gerekmez mi? Bilenlere danışmamız ve onlarla gereğince istişare etmemiz gerekmez mi?
Senelerdir insanları ilahi kültürün temel kaynağı olan Kur'an çizgisine çekmek için gayret gösteriliyor. Fakat buna rağmen Kur'an gerçeğine ve dünyadaki İslami hareketlere kulağını tam vermeyen birtakım insanlar, kendi bulundukları grup veya yanlış geleneksel anlayışların şekilci ve önyargılı çizgisinden bir türlü kurtulamamaktadırlar.
"Müslümanın 24 Saati" adlı video filmi, bizde Kur'an ruhuna ve maksatlarına aykırı düşen sözde dini kitapların olumsuzluğunu çağrıştırıyor. Filmde görülen hatalar, daha çok Kur'an çizgisini yeterince tanımamaktan ileri gelmektedir. Buradaki hataların çoğunun "Sünnet" kavramını yanlış değerlendirilmesiyle de alakası var. Peygamberimiz Kur'an'ı yaşamıştır. Kur'an dışında bir ilke getirmemiştir.,Yani Allah'ın koyduğu sünnet üzerine hareket etmiştir. Rasulullah'ın bize ameli ve kesin bilgi ile ulaşan davranışları dışındaki sünnetini şekil olarak değil, içerik olarak algılamalıyız. Aksi takdirde peygamberimizin "Çocuklarınıza ata bindirmeyi öğretiniz." sözü nasıl değerlendirilecektir? Şimdi, tank var, otomobil var. Bunları kullanmayı öğrenmemiz, sünneti şekil değil, ilke olarak almamız demektir.
Filmin Sanatsal Yönü
Filmin sanatsal yönü hakkında yeterlilik ifade edecek olumlu sözler kullanmak mümkün değil. Zaten öteden beri ilahi kültürün çizgisinde sinemaya sanat anlayışı getirilememiştir. Müslüman sinemacıların fikirde geleneksel anlayışları, sanatta deneyimsizlikleri veya yetersizlikleri ve yaşadıkları dünyayı realistçe algılama zayıflıklıları sinema gibi etkili bir iletişim aracının randımanlı bir şekilde kullanılmasını engellemiştir. Maalesef bu filmin, bu çizgiyi aşması şöyle dursun, üstelik mevcut düzeyi de geriye çekmiştir.
Filmde göze batan sanatsal ve teknik kusurlar hakkında bir kaç noktaya dikkat çekip geçmek istiyoruz.
- Kamera ve ışık kullanımındaki hatalar yüzünden renkler belirgin çıkmamış.
- Geçişler yanıltıcı ve hatalı.
- Sesler ağızlara oturmamış.
- Mizansenler yapay.
- Dramatik yapı yok.
- Evin kadını için bir açıklık getirilememesi eksikliği daha da artırıyor.
- Diyalog sıralanışı insanı güldürmekte, söylenenin önemi de zayıflamaktadır.
Filmin İçeriği
Filmin senaryosu baştan sona duanın önemi üzerine kurulmuş. Ne 'yazık ki duaya verilen bu öneme rağmen, dua kavramı katledilmiş. Örneğin bacağından rahatsız bir adama günde yüz defa falan duayı, kırk defa başka bir duayı, sık sık da filan duayı söylemesi tavsiye edilmektedir. Sabah olunca, evden çıkarken, arabaya binerken, yürürken, ceket giyerken, birinin yanından ayrılırken; kısacası her hareketin duası var bu filmde. Önce Kur'an'daki dua kavramını anlamak gerekir. Ben kısaca bir alimin Kur'an'dan anladığı dua kavramını belirteyim: Dua, düşünsel bir mücadeledir. Dua, hak arayan bir eylemdir. Dua, adalet isteyen bir fiildir. (Daha geniş bilgi için Ali Şeriati'nin Dua isimli kitabına bakınız.)
Duayı mistik anlayışla anlayıp, Müslümanın 24 saatini bu mistik yaklaşımla kuşatarak filme konu etmek, en azından Kur'an'ın gösterdiği çizgiyi anlamamaktır.
Kur'an'da insanın "kulluk" yapması için yaratıldığı bildirilmektedir. Kur'an'da Allah (c) insanı Allah'ın halifesi olarak dünyaya gönderdiğini bildirmektedir. Birçok ayette de inanıp iyi iş yapanlar olarak geçmesi yaratılışımızdaki maksadı ve görevi açıklamaktadır. O halde önce inanacağız, sonra da salih amel yapacağız. Yani fiili faaliyet yapmadan bu görev yerine gelmiyor. Allah'ın halifesi, Allah yolunda gayret sarfetmek zorundadır. Kulluk görevinin sağlıklı yapılabilmesi için de insanın nefsini ve iradesini güçlendirecek direkt zikirler farz kılınmıştır. (Namaz ve Oruç gibi.) Bu ibadet şekilleri, kulluk görevi için talim ve terbiye olarak ortaya çıkmaktadır. Kur'an'da namaz ve oruç gibi, ibadetlerin maksatları hemen arkasından açıklanmaktadır. Ayrıca Kur'an'da dünya üzerinde bu faaliyetlerin yapılabilmesi için siyasi, ekonomik, hukuki ve sosyal farzlar emredilmektedir. Müslüman bunların yerine gelmesi için mücadele vermek zorundadır. Kur'an'ın maksadı ve hedeflerini Kur'an bize anlatmaktadır. Çorabını giyerken dua etmekle Kur'an'ın maksadı hasıl olmuyor. Dolayısıyla bu filmde ne siyasi, ne hukuki, ne sosyal, ne ekonomik bir tablo görünmüyor. Sadece dua et! Yani Müslüman uyumaya devam et! Mevcut sistemin de istediği bu olunca mesele kalmıyor.
Günümüzde birçok grup kendine göre bir ibadet şekli üretiyor. Oysa Kur'an'da belirtilen zikir çeşitleri bellidir. Zaten normal namazların arkasına bir takım bidatler eklemekle kalınmamış, daha birçok zikir çeşitleri de üretilmiştir. Bu filmde de akşam namazından sonra 6 rekat namaz ekleniyor.
Filmde abdestteki dualar o kadar yoğunlaştırılmış ki, abdestin farzları kaybolmuş.
Peygamberimizden zikredilen hadislerin büyük bir çoğunluğu ahad hadistir. Ahad hadisler, kesinlik taşımaz. Bunun için de ahad hadisle amel edilmesi içtihada veya tercihe kalmıştır. Filmde bu hadisleri tercih etmemenin hükmü, imansızlıkla vasıflandırılıyor, itikadi esaslar Kur'an'da belirtilmiştir. Ahad hadisle iman oluşmaz veya imandan çıkılmaz. Eğer aksine düşünecek olursak, seçtikleri farklı hadisleri uygulayan mezhep ve ekollerin bu tercihlerinden ötürü tercih etmedikleri hadisler dolayısıyla imandan çıkmaları gerekirdi. Bu sözü söyleyenin dinin usulünü yeniden öğrenmesi gerekir.
Filmdeki namaz kılan adamın ve çocuğun başındaki takkenin sahih bir dayanağı olmadığı gibi, sünneti şekilciliğe mahkum eden bir anlayışı da sergiliyor.
Filmin bir sahnesinde "misvak" reklamı yapılmaktadır. "Diş fırçasıyla dişlerini fırçalayanların misfak sevabı alamayacağı" söylenmektedir. Misvak demenin ne olduğunu önce öğrenmek gerekir. Misvak diye ismini söylediğimiz ağacın ismi, "Arak" ağacıdır. Misvakın anlamı ise diş fırçasıdır. Arapça svak kökünden (fırçalama) gelmektedir. Peygamberimiz dişlerinizi fırçalayın demektedir. Yoksa "dişinize Arak ağacından başka bir şey sürmeyin" dememiştir. Dişlerin iyi bir şekilde temizlenmesi önem taşımaktadır, işte yukarıda anlatmaya çalıştığımız sünnet anlayışına, ilke yerine şekil olarak bakmanın getirdiği yanlışlıklar, günümüzde bütün İslam aleminde bilinçsizce yayılmaktadır.
Filmdeki bir diğer olumsuzluk da, tiplemesi yapılan kişilerin refah içinde olması ve bu refahın, sorgulama dışı tutulmasıdır. Filmdeki Müslümanların karnı tok olduğu, arabalarından, evlerinden, elbiselerinden anlaşılıyor. Bolca duada bulunmalarının nedeni de dertsiz, tasasız oluşlarından mı yoksa boş zamanlarının fazla oluşundan mı bilemiyoruz. Kasas Suresi 5. ayette "Biz de istiyorduk ki o yerde zayıflatanlara lütfedelim. Onları önderler yapalım. Onları mirasçı kılalım." Allah (c) Müslümanların eliyle İslam Adaletinin sağlanmasını murad etmektedir, İslam'ın olmadığı yerde gerçek adalet olamaz. Bu nedenle bütün Müslümanlar özellikle günümüzde kapitalistler egemen küfür sistemi ve zalim idareciler tarafından ezilmektedirler. Müslümanlar, üzerlerindeki baskı ve zulmü dualarını pratikleştirerek ve fiili mücadeleye katılarak giderebilirler. Bu mücadele çok yönlü bir çabayı gerektirir. Bu mücadele malla, canla, her türlü fedakarlıkla olur. Zekatı verdikten sonra arta kalan mal varlığını keyfince harcayan, karnı tok ve sırtı pek olanlar mesuliyetten kurtulamazlar. Zekat % 2,5 eder. Oysa zekat dışında bir çok ayette "Allah yolunda mallarınızı harcayın", "verdiğiniz rızıklardan nafaka verin", "paranızı stok etmeyin" denmektedir. Yoksulların zenginlerin üzerinde hakkı olduğu belirtilmektedir. Bunlar farz olan emirlerdir.
Sonuç
Sonuç olarak bu karnı tok, sırtı pek ve dua üstüne dua eden tevhidi gerçekleri ve küfür sistemi içinde yaşamanın çelişkilerini ve topyekün mücadele sorumluluğumuzu gizleyen bu anlayışla "Müslümanın 24 Saati" doğru olarak kavranamaz. Kur'an bir dua kitabı değildir. O, itikadi, siyasi, ekonomik, hukuki ve sosyal bir hayat nizamı önerir. Bu nizama da dua ile değil, vahyi bilgi, iman ve cihad yolu ile ulaşılır. İşte Müslümanın 24 saati ancak bu yolun gereklerine uyarak yaşanır.
İslami kişiliği ve şairliğiyle ünlü Mehmed Akif, 70 sene önce "Hele şunu hakkıyla bilin, Kur'an inmemiştir ne muska yazmak, ne mezarlıkta okunmak için" demektedir. 70 sene sonra aynı yerden yeniden başlamak çok üzücü.