Ne yazık ki İslâm âlemi bir yandan dış güçlerin saldırılarına maruz kalırken bir yandan da içindeki fitnelerin açtığı yaraların acılarıyla uğraşıyor. Sanıyoruz bunların her iki türüne de en fazla maruz kalan Filistin’dir. Mübarek Ramazan’ı karşılarken, Gazze’nin Mısır sınırındaki Rafah’ta yaşanan olaylar yüzünden, kapanması kolay olmayacak yeni bir yara açıldı. Biz de bu konuda okuyucularımızı bilgilendirmeyi zorunlu gördük.
Gazze ve Selefilik
Selefilik olarak bilinen akımın Gazze’ye girmesi 1980’lerden sonra muhtelif Arap ülkelerindeki üniversitelerde okuyan öğrencilerle oldu. Rafah’ta yaşanan son olaylarla gündeme gelen ve Mısır İskenderiye Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu Abdullatif Musa da bunlardan biriydi. Fakat bu gençler başlangıçta düşüncelerini toplumda yaymak için çalışmakla birlikte müstakil cemaat oluşturmaya kalkışmadı ve Hamas’ın direnişini desteklediler. 1990’lardan sonra kurumsal çalışmalar başlattı, hayır faaliyetleri ve görüşlerini yayma çabaları için kurumlar kurdu ama yine ayrı cemaat oluşturmadılar. Cemaatleşmeleri 2005’tedir. 2006’da Hamas’ın Filistin seçimlerine girmesi üzerine ona tepki göstererek bu faaliyetlerine hız verdiler. Hamas mensubu gençlerden bazılarının seçime girilmesine tepki göstererek onların cemaatlerine katılmasıyla etkileri arttı. Fetih örgütü gençlerinden İslâmî duyarlılık kazananların kendi örgütlerinin uzlaşmacı tutumuna tepki gösterip bu cemaatlere ilgi duymaları da mensuplarının artmasını sağladı. İslâmî Cihad’dan da onlara katılanlar oldu.
Küçük Selefi Gruplar
Fakat cemaatleşme sürecinde kendi içlerinde küçük gruplara ayrıldılar. Önce ilmî - cihadî selefiler diye düşünce temelinde bir ayrışma oldu. Sonra cihadî selefiler Ceyşu’l-Umme, Ceyşu’l-İslam, et-Tevhid ve’l-Cihad, Ceyşullah, Cundu Ensarillah vs. gibi küçük gruplara ayrıldılar.
Bu gruplar Hamas’ın seçimlere katılmakla cihadı terk ettiğini ileri sürüyor, ayrıca Gazze’de hâkimiyeti ele geçirmesine rağmen İslâm şeriatını uygulamadığı için meşruiyetini kaybettiğini söylüyorlardı. İran’la ilişkileri başta olmak üzere muhtelif konulardaki tutumlarına da tepki gösteriyorlardı.
Gazze İçinde Eylemler
Bu arada BBC muhabiri Alan Johnson’un kaçırılması başta olmak üzere muhtelif eylemler gerçekleştirdiler. Ancak Hamas’a bağlı güvenlik güçlerinin Johnson’u kurtarma operasyonunda eylemi gerçekleştiren Ceyşu’l-İslam mensuplarından bazı kişilerin öldürülmesi bazılarının da tutuklanması üzerine örgüt büyük ölçüde dağıldı. Bu sonuç söz konusu örgütlerin küçük çaplılığını ortaya koyuyordu. Çünkü Ceyşu’l-İslâm, bu grupların eylemleriyle en çok adını duyuranıydı.
Gazze’de Şubat 2008’de Hıristiyan Gençler Derneği Kütüphanesi’nin bombalanması, Mayıs 2008’de Tellu’l-Heva’da rahibelerin yönettiği bir okula saldırı, 21 Temmuz 2009’da Muhammed Dahlan’ın bir akrabasının düğününe saldırı gibi ses getiren eylemlerin arkasında bu örgütlerin olduğu biliniyordu. Ayrıca bazı internet kafelerin, video kulüplerinin ve eğlence yerlerinin bombalanmasının da onların işi olduğu tahmin ediliyordu. Polis yaptığı soruşturma sonucu bombalamalarla ilişkileri tespit edilen ve Cundu Ensarillah mensubu bazı kişileri tutukladı.
Hamas’ın Hedefe Yerleştirilmesi
Rafah Brezilya Mahallesi’nde bulunan İbnu Teymiyye Camii Cundu Ensarillah (Allah yardımcılarının askerleri) grubunun merkezi olmuştu. Bu camide Cuma namazlarını kıldıran ve vaazlar veren örgüt lideri Abdullatif Musa son dönemde hutbelerinde hedefe Hamas’ı yerleştirdi. Bu hareketin, İsmail Heniyye başta olmak üzere tüm liderlerinin sapık olduğunu, Rafızîler ve Hariciler gibi sapık bir inanç üzere olduklarını ileri sürdü. 7 Ağustos tarihli hutbede de “Gelecek haftanın hutbesinde Hamas’ın ve Heniyye hükümetinin gerçek yönünü açıklayacağım.” dedi. Bu yüzden 14 Ağustos’ta, polisler ve Kassam Birlikleri, İbnu Teymiyye Camii’ne giden yolları kontrol altına aldı ve giden araçları aradılar. Cami içinde otomatik silah ve patlayıcı olduğuna dair haberler alınmıştı. Her şeye rağmen cemaat mensupları sabah erken saatten itibaren camiye toplandılar. Çevresine ve çatısına da silahlı gözlemciler yerleştirdiler.
Ebu’n-Nur el-Makdisi lakabıyla anılan Abdüllatif Musa, 14 Ağustos hutbesinde Hamas hükümetinin laik olduğunu, AK Parti hükümetine benzediğini ve meşruiyetini kaybettiğini iddia etti. Camiye toplananların çoğunluğunu da 17-25 yaş arası gençler oluşturuyordu.
İslam Emirliği İlanı
Aşağıdaki bilgiler herhangi bir tarafın iddiası veya ajansların yaydığı haberlerden derlenmiş değil Mizan İnsan Hakları Örgütü’nün bizzat olaylara şahit olanlara ve olay yeri araştırmalarına dayanarak hazırladığı rapordan alınmış bilgilerdir. Bu örgüt tarafsızlığını ispat etmiş ve insan hakları alanındaki çabalara ağırlık veren, herhangi bir siyasi oluşumla ilgisi olmayan örgüttür. Örgütün web sitesinden (mezan.org) rapor incelenebilir.
Abdullatif Musa 14 Ağustos Cuma günü “Kudüs Çevresi İslâm Emirliği” adında yeni bir yönetimin kuruluşunu ilan etti. İlanın yapıldığı caminin etrafına ve çatısına maskeli korumalar yerleştirilmişti. Dıştan da Hamas hükümetine bağlı polisler ve destek güç olarak İzzettin Kassam Birlikleri tarafından kuşatmaya alınmıştı.
Gençleri İkna Çabaları ve Çatışma
Saat 17.00’ye kadar herhangi bir gerginlik yaşanmadı. Cemaatin lideri ikindi namazını kıldırıp 17.00’de evine gitti. Polisler de toplanan gençlerden teslim olmalarını istediler. Gençler kabul etmeyince güvenlik güçleri anne ve babalarını getirip ikna etmelerini istediler. Bazıları ikna olup anne ve babalarıyla birlikte gittiler. Ama bazıları camide kalıp eylemi sürdürdü. Bu arada polise ateş ettiler. Halktan da büyük bir kalabalık olay yerine toplanmış gelişmeleri izliyordu. Atılan mermilere polislerle birlikte toplanan kalabalık da hedef oldu ve bazıları yaralandı.
Saat 19.30’da İzzettin Kassam Birlikleri komutanlarından Muhammed Şimali olayları yatıştırmak ve gençleri vazgeçmeleri için ikna etmek amacıyla camiye girdi. Gençler ikna olmadıkları gibi çıkışta Şimali’yi karnından vurdular. Şimali hemen hayatını kaybetti. Büyük gerginlik de bu olayla başladı.
Bu olaydan sonra gençlerle güvenlik güçleri arasında çatışmalar başladı. Güvenlik güçleri camiyi kontrol altına almak için birkaç girişimde bulundu ama başarılı olamadılar. Çünkü içeriden yoğun ateş ediliyordu. Ebu Abdillah Suri lakaplı Halid Suri de polislerin kendisini tutuklamak istemeleri üzerine üstündeki bombayı patlattı ve kendisiyle birlikte bazı polislerin ölümüne sebep oldu.
Gece saat 23.00’te Abdullatif Musa’nın ailesinin tümünün evi terk etmesinden sonra güvenlik güçleri evi bombaladı. Bu olayda Musa ve koruma görevlileri öldü. (Burada biz bir not ekleyelim. Türkiye’de bazı yorumlarda dile getirilen ve A. Musa’nın 11 yaşında kız çocuğunun evinin bombalanmasında öldürüldüğü bilgisi doğru değildir. Çünkü Mizan raporunda evin, tüm aile fertlerinin evi terk etmesinden sonra bombalandığı belirtilmektedir. Ayrıca raporda ölenlerin tümünün isimleri ve kimlikleri var, böyle biri geçmiyor. Ölenlerin en küçük yaşlısı A. Musa’nın cemaatinden 16 yaşındaki Ahmed Yusuf Hasan Veşşah’tır. Haber kaynaklarında da böyle birinin ölümünden söz edilmiyor.)
Çatışmalar gece de sürdü. Sabah 06.00 civarında güvenlik güçleri kontrolü sağladı. Olaylarda 26 kişi ölmüş, 100 kişi yaralanmıştı. Ölenlerden 7’si güvenlik görevlisi (3’ü polis, 4’ü Kassam mensubu), 4’ü sivil vatandaş -ki onlar da cami içinden kalabalığa ateş edilmesi sonucu isabet alanlardandır- 15’i de Cundu Ensarillah mensubudur. 90 kişi de tutuklandı.
Hamas’ın Bazı Hataları
Sebep ne olursa olsun ortaya çıkan sonuç üzücüdür. Hamas’ın da beşeri bir oluşum olması sebebiyle hata edebileceğini, her karar ve adımında isabetli olamayacağını kabul etmemiz gerekir. Biz Rafah’ta yaşanan olaylarla ilgili olarak şunları yanlış görüyoruz:
Birinci olarak: Gençleri ikna için bir güvenlik elemanını göndermesi stratejik hatadır. Onun yerine yine selefi çizgideki ilim adamlarını gönderebilirdi ve tahmin ediyoruz bunu kabullenecek şahıslar bulabilirdi. Birinci adımında gençlerin anne ve babalarını götürerek yerinde bir hareket yapmış ve iyi sonuç almıştır. İkinci adımda gençlerin saygı duyacağı ilim adamlarını devreye sokması belki olumlu sonuç verebilirdi.
İkinci olarak: A. Musa’nın evini bombalaması ciddi hatadır. Bunun yerine ilim ve düşünce erbabı vasıtasıyla irtibata geçmeye çalışarak onu ikna çabalarında biraz daha ısrarlı olabilirdi.
Üçüncü olarak: Olaylardan sonra kendini haklı çıkarmak için karşıtları hakkında tutarsız veya isabetsiz ithamlarda bulunması da doğru değildir. Örneğin “tekfirciler” suçlamasını çok öne çıkarması doğru değildi. Çünkü tekfirci olsalar da ortaya çıkan sonuca gerekçe oluşturmaz. Akıl hastaları oldukları iddiası da öyledir. Yıllardan beri camide vaizlik yapan bir doktor ve taraftarları için bu iddia tutarsız olduğu gibi öyle olmaları durumunda kendilerine karşı güç kullanılması gerekçesini kaybeder. Dahlan’dan ve Ramallah rejiminden besleniyorlardı, iddiası da biraz hızlı bir şekilde ortaya atılmıştır. Üstelik bu iddia Dahlan’ın akrabasının düğününü hedef alan ve kırk kişinin yaralandığı bombalamayı yaptıkları iddiasıyla çelişir. Dışarıdan yardım aldıkları iddiası da tutarsızdır, çünkü Gazze’de bu ayıp değildir ve büyük çoğunluk buna mecburdur. Bütün bu suçlamalar yerine saatler süren ikna çabalarını kaydedip onu kamuoyuna lanse etseydi daha isabetli olurdu.
2007 Haziran’ında çıkan olaylarda tamamen haklı olmasına rağmen ortaya çıkan manzaraların aleyhine işlediğini tecrübe etmiş Hamas’ın Cundu Ensarillah karşısında daha dikkatli ve ihtiyatlı davranması, kendisi şiddete maruz kalsa bile karşıt şiddet kullanmayı en sona bırakması gerekirdi.
Gemiyi Delenler Haklı mıydı?
Yorumcu İbrahim el-Medhun’un dediği gibi Hamas’tan gemiyi delenlere müsaade etmesi beklenemezdi. Ama çözüm gemiyi delenleri ikna çabalarını yoğunlaştırmak veya ellerini bağlamak için bir yol bulmak olmalıydı. Kendi içtihat ve yorumlarını mutlak hüküm olarak gösterip de gemiyi delmeye kalkışanların doğru yaptıklarını ileri sürenler yanılgı içindedirler.
Her şeyden önce Hamas’ın cihad ve direniş çizgisini bıraktığını iddia edenler haksız bir ithamda bulunuyorlar. Filistin’de işgale karşı sürdürülen direnişin başını çeken, bu mücadelede en etkili konumda olan, en büyük fedakârlığı gösteren hâlâ Hamas’tır. Bu hareketin cihadı bıraktığı iftirasında bulunmak yerine onu sürdürdüğü cihad ve mücadelede desteklemek gerekir. Bu mücadelede safları bölmek değil güçleri birleştirmektir vacip olan. Yüce Allah da bunu emrediyor: “Hep birlikte Allah’ın ipine sarılın ve ayrılığa düşmeyin.” (Ali İmran, 103) “Allah’a ve Peygamber’ine itaat edin ve çekişmeye girmeyin. Yoksa gücünüz, devletiniz gider. Sabredin. Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 46)
“Hamas, yıllardır hâkimiyete sahip olduğu halde şeriatı uygulamıyor!” iddiasıyla Gazze’deki yönetime başkaldırmayı, silah çekmeyi haklı gösterenler Hamas’ın burada sadece 2007 Haziran’ından bu yana dâhili kontrolü ele aldığını, ama uygulanan ambargo sebebiyle durumunun Resûlullah (s) ile ashabının Mekke’de Ebu Talib Vadisi’ne kapatıldığı sıradaki durumundan farksız olmadığını nasıl görmezden geliyorlar? Buna rağmen toplumda yoğun bir İslâmîleşme çalışmasının yürütüldüğünü, İslâm’ın yasak kıldıklarının hayatın dışına atılması için her türlü çabanın sarf edildiğini, Allah’ın hükümlerinin öncelikle gönüllerde sonra toplumda hâkim kılınması için eğitimden hukuka her alanda çalışma yapıldığını, bunun bir merhale olduğunu, hadlerin (ceza yasalarının) önünde bölgesel şartların, ambargonun ve fiili zaafın birer engel olarak durduğunu niçin dikkate almıyorlar? Bu konuda ihtilaf, itizar ve acziyet ile ilgili hükümlerde ilim adamlarının -ki bunların içinde çok sayıda selefi hareket önderi de var- izahları ve ortaya koydukları şer’i deliller varken, birilerinin farklı görüşte olması onların başkaldırmalarını ve silah çekmelerini haklı kılar mı? Bütün bu izahlara ve ortaya konan delillere rağmen yine de hatalı olduklarına inanıyorsanız yapmanız gereken her taraftan kuşatmaya alınmış ve toplam 365 km2’lik bir toprak parçasının küçük bir köşesinde emirlik ilan edip, işgalci düşmana karşı kullanmanız gereken silahı Müslümanlara çevirmeniz midir yoksa yanlışlarından dönmeleri için onlara öğüt vermeniz, emri bi’l-maruf nehyi ani’l-münker görevini yerine getirmeniz mi?
Çözüm İman Temelli
Gelişmelere ve sonuca baktığımızda iki tarafın da hatalı olduğu görülüyor. Bundan dolayı sonuçtan hiç kimse kârlı çıkmamış, her iki taraf da zararlı çıkmıştır. Kin, karalama ve düşmanlığın sürdürülmesi sadece bu zararın büyümesine sebep olacaktır. Dolayısıyla yapılması gereken yanlışta ısrar edilmesi değil dönülmesi, hak çizgide buluşulmasıdır. Hamas, tekfirci, işbirlikçi suçlamalarını bırakmalı, olaylar hakkında soruşturma açıp rapor hazırlamalı ve zarar görenlerle olumlu bağ kurmaya çalışmalı, karşı karşıya olduğu durumdan kaynaklanan mazeretlerini de ilmî ve şer’î delillerle anlatarak özellikle aleyhindeki propaganda faaliyetlerinden etkilenmiş gençleri tatmin etmeye çalışmalıdır. Diğer taraf da silahını sadece işgalci düşmana çevirip, Müslümanları hedefleyen şiddetten ve intikam tehditlerinden, sabit delillere değil tamamen görüş farklılıklarına dayanan sapıklık suçlamalarından ve tekfire varan aşırılıklardan vazgeçmeli, yanlışların düzeltilmesi çabalarını silaha başvurarak değil emri bi’l-ma’ruf nehyi ani’l-münker yoluyla yürütmelidir.
Eleştiri de Yerine Göre Bir Destektir
Fakat şunu söylemek gerekir ki biz, işgale karşı haklı ve meşru mücadele veren hareketleri işgalci düşmana karşı kendi kalelerimiz olarak görüyoruz. Yerine göre makul çerçevede eleştirsek bile bu kalelerin, onları himaye edenlerin yanlışlarından dolayı herhangi bir zarar görmemesini arzulamamız sebebiyledir. Samimi ve dostanedir. Aynı doğrultuda başka eleştirilere de makul bakar ve ıslah amaçlı olduğunu düşünürüz.
Ama birilerinin bu kaleleri içerden yıkmak için tekfire varan, ağır ithamlar içeren, bu hareketlerin arkasındaki İslâmî desteği tümüyle yok etmeyi amaçlayan saldırılarına bigâne kalamayız. Çünkü bu konuda sorumluluk yüklenmiş birinin bu kalelerin içten yıkılmasını hedefleyen saldırılara bigâne kalması büyük vebaldir. Tepkiye ve eleştiriye hedef olmayı göze alma pahasına da olsa bu vebali yüklenmemesi gerekir.
Aslında bu sadece yazar kesim için değil bu direniş hareketlerinin sürdürdüğü mücadeleye destek veren herkes için geçerlidir. Son dönemde internet ortamında, forumlarda, blog sitelerde Filistin İslâmî Direniş Hareketi’ni hedef alan aşağılayıcı yazılar ve haberlere yazılan benzer nitelikteki okuyucu yorumları karşısında bu mücadelelere destek için meydanları dolduranların ortalıktan kaybolmasını da hayretle karşıladığımı ifade etmek istiyorum.
Özellikle internet ortamında söz konusu olayları bahane ederek Filistin İslâmî Direniş Hareketi’ni tekfir eden birçok yorum ve mesaja rastladım. Bunların tamamı aynı kafa yapısının ürünleri gibiydi, çünkü aynı üslûbu kullanıyorlardı. Türkçe ve Arapça birçok web sitesini, forumları ve blog siteleri dolaşarak muhtelif yorumları okudum. Hamas’ın zaten İslâmî bir hareket olmadığını, bölgesel kavmiyetçi bir hareket olduğunu, Hamas’ın İhvan’ın bir parçası İhvan’ın da İslâmî hareket değil iktidar heveslisi ve demokrasi dinine inanmış bir parti olduğunu iddia eden ve buna benzer son derece tutarsız, haksız ithamları içeren yorumlarla karşılaştım.
Öncelikle şunu ifade edelim ki Hamas gibi bir direniş hareketinin düşman ilan edilmesi onu sevenlerin, destekleyenlerin de düşman ilan edilmesidir. Bu yolla kendilerinin “İslâmî mücadele” içinde oldukları mesajı vereceklerini, mesajlarını ulaştıracakları kesimin dairesini genişleteceklerini zannedenler büyük bir yanılgı içindedirler.
Eleştiri ve düşman ilan etme aynı değildir. Şu hareket yanlıştır, diyebilirsin ama orada ümmet adına sürdürülen ve desteklenmesi vacip yani şer’î açıdan zorunlu olan bir cihad var. Bu konuda birçok muteber fakihin, ilim adamının fetvası var. “Şeriat istedikleri” iddiasıyla, desteklenmesi vacip olan bir cihadın mücahitlerine savaş açanlar kendileri şeriatı uyguladıklarını mı sanıyorlar?
Peki, o cihadı dıştan saldırılarla hedef alanlara karşı duranlar, içeriden yıpratılması için savaş açanlar karşısında neden suskunlar? O vücûbun içten yürütülen savaş karşısında zail olduğunu sanıyorlarsa bu kanaatlerini düzeltmeleri gerekir.
Olayları Yerli Yerinde Tahlil Etmeliyiz
Sonuç ne olursa olsun elbette üzücüdür ve biz isterdik ki keşke yangın böyle bir zayiat olmadan söndürülebilseydi. Ama durum değerlendirmesi açısından sonucun da tahlil edilmesini yararlı görüyoruz. Hamas’ı bu olaylar sebebiyle tekfir edenler, sürekli camide katliam yaptığı, sığındıkları camiyi insanların üstüne yıktığı, namaz kılanlara saldırdığı iddialarını tekrar ediyorlar.
Burada birkaç noktaya dikkat çekelim:
Birinci olarak: Ölenler ve yaralananlar arasında etraftaki sivillerden kurşunlara hedef olanlar da var. Bunun sebebi içerden ve minarelerden kalabalığa rastgele ateş edilmesidir. Oysa o kalabalığın içinde çocuklarını ikna amacıyla yahut olaylar yüzünden endişeye kapılan ve çocuklarının o alevlerin arasından ne zaman çıkacağını merak eden anne ve babalar da var.
İkinci olarak: Ölenlerin 12’si yani (% 46’sı) emirlik ilan edenlerin attığı kurşunlarla veya patlattığı bombalarla hayatını kaybetmiştir. Ortada bir katliam varsa buna % 46 oranında da eylem düzenleyenler ortaktır. Yangını çıkarma suçu da cabası.
Üçüncü olarak: Örgüt mensuplarından öldürülenlerin hepsi caminin kuşatma altına alınması esnasında süren çatışmalarda değil, bazıları da örgüt lideri Abdullatif Musa’nın evinin bombalanması esnasında hayatını kaybetmiştir. Biz bu bombalamayı hata olarak gördüğümüzü dile getirmiştik. Ama bu evin silahlı başkaldırıda bir komuta merkezi olarak kullanıldığı gerçeğini de bir kenara koymak zorundayız. Söz konusu evin bombalanması esnasında ölenleri ayrı tuttuğumuzda camideki çatışmada eylemciler tarafından öldürülenlerin sayısının onların öldürdüklerinin sayısından az olduğu görülecektir. Eğer iddia edildiği gibi katliam yapılsaydı, camiye karşı ağır silahlar, roketler, toplar kullanılmış olsaydı acaba sonuç böyle mi olurdu yoksa Nijerya’daki Boko Haram ayaklanmasının bastırılmasında ortaya çıkan sonuç gibi mi?
Kimse Hamas’ın Filistin Direnişindeki Rolünü İnkâr Edemez!
Filistin’de işgale karşı yürütülen mücadelenin yeniden İslâmî kimlik kazanması Hamas’ladır. Hamas’ın ümmet bütünlüğüne olan inancı ve bu konuda yürüttüğü çaba ortadadır. Bugün Filistin’de bu derece güçlü bir İslâmî hareketin olması Hamas’ın disiplinli, düzenli ve bilinçli bir şekilde yürüttüğü çalışmanın ürünüdür. Selefi hareketin pek çok ileri geleninin Hamas’a övgülerle dolu yazılar ve şiirler yazdığı biliniyor. Selefi hareketin tanınmış edip ve şairlerinin Şeyh Ahmed Yasin ve Dr. Nizar Reyyan’a övgüler içeren mersiyeleri biliniyor. Rafah’ta yaşanan olaylarda yangın çıkaranları masum gösterip de bu yangının söndürülmesinde başvurulan uygulamalardan yola çıkarak Hamas’ı tekfir edenler, bu hareketin zaten İslâmî olmadığı iddiasında bulunanlar ciddi ifrata varmaktadırlar. Eleştiriler ve tepkiler makul ve mazur görülebilir. Ama tekfir, bu hareketin zaten İslâmî olmadığı iddiası ve onun gönüllerden silinmesi çabaları aşırılıktır; işgalci Siyonistin işine yaramaktadır.
Afganistan’da ABD ve NATO işgaline karşı Taliban direnişi, Çeçenistan’da Rus işgaline karşı mücahit gruplarının mücadelesi nasıl birer kale ise Hizbullah ve Hamas’ın Siyonist işgale karşı yürüttükleri direniş de birer kaledir. Bu kaleleri içten veya dıştan yıkmaya kalkışanlar sadece ve sadece Siyonist işgalcinin çıkarlarına, planlarına ve hesaplarına hizmet etmiş olurlar.
Hizbullah ve Hamas’ın işgale karşı güçlü birer kale olduğu, bu kaleleri ayakta tutanların büyük fedakârlıklarla, Siyonist düşmanın ilerlemesini engelledikleri işgalcinin Temmuz 2006’da Lübnan’a, 2008 sonunda da Gazze’ye yönelik saldırısı karşısında kazanılan zaferlerle ortaya kondu. Bu kalelerin yıkılması durumunda, Gazze’nin Rafah kasabasının Brezilya mahallesinde 150-200 kişiyle kurulacak bir emirlikle Siyonist düşmanın durdurulacağını zannedenler yanılıyorlar.
Eleştiri ve Tepkinin Yolu Silahlı Başkaldırı Değildir!
Filistin’de mevcut İslâmî oluşumların çizgilerini benimsemedikleri için alternatif bir İslâmî faaliyet yürütmek isteyenlerin de silahlarını işgalci düşmana çevirmeleri gerekir. Meşru yönetime tepki ve eleştirileri olabilir. Ama bunun yolu silahlı başkaldırı olmamalıdır. Özellikle de Siyonist düşmanın her an pusuda beklediği ve kalede bir gedik oluştuğunu gördüğü an saldırıya geçtiği Filistin gibi bir yerde.
Mevcut yönetimin şeriat uygulamadığı iddiası, 150-200 kişinin bir camiye toplanıp da emirlik veya devlet ilan etmesine gerekçe oluşturuyorsa, bu çıkışı destekleyenler yaşadıkları ülkelerde benzerini yapmak için neden bekliyorlar? Bu çıkışı haklı bulanlar bazı ülkelerde belki daha fazlasını bir araya getirebilirler. Allah’ın hükümlerinin hayata geçirilmesi için zaten tedrici bir faaliyet sürecinin yürütüldüğü Gazze’de böyle bir çıkış haklı olurken Allah’ın hükümlerinin tümüyle rafa kaldırıldığı hatta bu hükümleri ferdi hayatta uygulamanın bile suç sayıldığı ülkelerde ihmal edilmesinin mazereti ne oluyor? Zamanın ve şartların müsait olmaması mı? Öyleyse Gazze’deki Müslümanların hükümleri hayata geçirmede bir süreç gözetmeye mecbur kalmalarında zamanın ve şartların müsait olmaması neden mazeret olmuyor da onlara silah çekme hakkı doğuyor?
Hamas Cihad ve Direnişi Terk Etmedi!
Hamas, 2006’da seçimlere katılınca el-Kaide’nin ikinci adamı olarak bilinen Eymen Zevahiri, Hamas’ın bir cihad hareketi olarak artık öldüğü iddiasında bulunmuştu. Kendilerini cihatçı selefi ilan edenlerin Hamas’ı hedefe yerleştirmeleri de bu açıklamadan sonra başladı. Gerçi Zevahiri’nin sözleri tekfir anlamı taşımıyordu. 2006 seçimlerine katılmasına tepki göstermesi ve eleştiride bulunması da normaldi. Ama Filistin’de işgale karşı önemli bir kale niteliği taşıyan Hamas hakkında “Bizim nazarımızda bir cihat hareketi olarak ölmüştür!” ifadesini kullanması tahrikçi bir etki yaptı.
Oysa Hamas seçimlere girmekle cihad çizgisini bırakmamış, işgal devletiyle imzalanan anlaşmaları onaylamamış, Filistin’in kurtuluşu için tek geçerli yolun direniş olduğunu vurgulamaya devam etmiştir. Bundan dolayıdır ki Fetih grubu koalisyon için Hamas’a sürekli askeri kanadını dağıtmasını şart koştuğu halde bunu kabul etmemiştir. Maslahat gereği zaman zaman ateşkesi kabul etse de silahlı mücadelesini durdurmamıştır. Düşmanla ateşkesin Resûlullah (s)’ın hayatında da pek çok örneğini görüyoruz. Filistin’de ateşkes düşmandan çok direnişin işine yaramış, direniş ateşkes dönemlerini hem bir dinlenme hem de hazırlıklarını artırma amacıyla değerlendirmiştir. Zaten Filistin’de ateşkesin her zaman Siyonist düşmanın mecbur kalması sonucu gerçekleştiği bilinmektedir. Çünkü Siyonist düşman ateşkesin direnişin işine geldiğini bildiği için kendini güçlü hissettiği, ateşkese mecbur kalmadığı zaman kesinlikle kabul etmemiştir.
Seçimlere katılmak Hamas’ın zaten karşı çıkmadığı bir şeydi. Bu konuda Hamas’ın siyasi çizgisi Müslüman Kardeşler’in çizgisidir. Dolayısıyla 2006 seçimlerinin öncesiyle sonrası arasında Hamas’ın siyasi çizgisinde ve seçim konusundaki tutumunda herhangi bir fark yoktur. 1996 seçimlerine o dönemin şartları ve imzalanan anlaşmaların onaylanması zorunluluğu sebebiyle katılmamıştı. Bu zorunluluk 2006 seçimlerinde yoktu ve Hamas da zaten seçimlere katılırken anlaşmaların tümünü reddetme konusundaki tutumunu değiştirmeyeceğini açıklamıştır.
Seçimlere iştirak ise bir ihtilaf mevzuudur. Bazıları kendi açılarından onaylamayabilirler. Ama kimse kendi görüşünü vahiy ve mutlak hüküm olarak gösteremez. Nitekim selefilerin en güçlü olduğu ülkelerden biri olan Kuveyt’te bu hareket siyasi bir akım halinde seçimlere katıldı. Kuveyt’te Allah’ın hükümleri mi uygulanıyor? Kendilerini cihadî selefiler olarak niteleyenler “Biz onların seçimlere katılmasını da onaylamıyoruz!” diyebilirler. Ama burada karşımıza çıkan bir gerçek var: Bu konuda bir icma ve ittifak değil, ihtilaf olduğu. Vahyin tamamlanmasından sonra ortaya çıkmış bir mevzuda Müslüman âlimler arasında icma derecesinde bir ittifak oluşmaz, ihtilaf vuku bulursa farklı içtihatlar sabit hüküm değil zanni hüküm sayılır. Zanni bir hükme dayanarak da kimse kimseyi tekfir edemez. Hüküm sayılabilmesi için de mevsukun bih bir müçtehit âlimin içtihadı olması gerekir. Aksi takdirde sadece görüş derecesindedir. Herkesin görüşü kendini bağlar. Kaldı ki itikadî sabitelerle bağlantısı olmayan bir hususta icma vuku bulsa bile reddinden dolayı tekfir caiz olmaz.
Allah’ın Hükümlerinin Uygulanmasında Bir Merhale Başlatılmıştır
Burada öncelikle şunu ifade edelim ki Gazze’de, vatandaşlarının bütün haklarını himaye etme garantisi verebilecek bir devlet kurulmuş değildir. Müslüman toplumun maslahatının gözetilmesi ve bu toplumda düzenin sağlanması için bir yönetim oluşturulmuştur. Üstelik bu yönetim Filistin’deki bütünün bir parçasıdır; hem o bütüne birçok yönden bağımlıdır hem de o bütünle birleşmeyi amaçlamaktadır. Çünkü o bütünle birliğin sağlanması Filistin halkının meşru haklarının alınması ve korunması için gereklidir. Dolayısıyla vatandaşlarının tüm haklarını garanti edememekten doğan şartlar, Filistin’deki bütüne bağımlılığın ve ittifakı sağlama zaruretinin gerektirdiği strateji ve bölgesel zorunluluklar İslâmî hükümleri hayata geçirme konusunda da tedrici bir süreç yürütülmesini gerekli kılmaktadır.
Birilerinin görüşü böyle bir süreç yürütülmesini onaylamayabilir ve hükümlerin bütün halinde uygulanmasını gerekli görüyor olabilirler. Fakat aynı imkânlar kendilerine verilecek olsa aynı engellerin karşılarına çıkacağını ve benzer bir siyaseti izlemek zorunda kalacaklarını onlar da çok iyi biliyorlar. Üstelik diğer tarafta zikrettiğim sebeplerden dolayı tedriciliği sadece caiz değil nebevi metoda daha uygun gören yüzlerce ilim adamı var. Bunların başında da Kuveyt’teki selefi hareketin eski genel sekreteri Hamid el-Ali’yi zikredebiliriz. Bu durumda tedriciliğe karşı çıkanların görüşü bir icma ve ittifaka değil ihtilafa delalet eder ki burada da sabit değil zanni bir hüküm karşımıza çıkar. Kimse zanni bir hükme dayanarak başkasını tekfir edemeyeceği gibi veliyyu’l-emre karşı silahlı başkaldırı da düzenleyemez.
Öte yandan tedrici süreç olumlu yönde işliyorsa ve devam eden bir iyileştirme söz konusu ise hüsni zan üzere hareket etmek, veliyyu’l-emrin iyi niyetle bu iyileştirmeyi gerçekleştirdiğini düşünmek gerekir. Nitekim cihatçı selefilerin ileri gelenlerinden Vail Buteyri de buna işaret etmiş ve Gazze’de hüsni zannı gerektiren bir iyileşme olduğunu dile getirmiştir. Buteyri imkân oluşmadan hadlerin (ceza yasalarının) uygulanmasının da nebevi metoda aykırı olduğunu dile getirerek Cundu Ensarillah grubunun çıkışını isabetli bulmadığını ifade etmiştir.
Bütün bu itirazlar ve daha pek çok ilim adamının açıklaması Gazze’de şer’i hükümlerin uygulamaya geçirilmesi konusundaki tedriciliğin geçerli mazeretlerinin olduğunu, buna itiraz edenlerin görüşlerinin bir ittifaka dayanmadığını gösteriyor.
Kimse kendi görüşünün en doğru olduğunu söyleyemez. İçtihat ve ihtilaf olan yerde herkes başkalarının görüşüne hürmet etmek zorundadır. Bu fıkhın bir gereğidir. Yönetim içtihatlardan maslahata en uygun olanı seçme hakkına sahiptir. Yönetimin bu hakkını kullanmasından dolayı hiç kimse ona karşı silahlı başkaldırı gerçekleştiremez. Gerçekleştirirse dökülen kanlardan sorumlu olur.
Şeriat Bombalarla Uygulanmaz
Bir ıslah ve iyileştirme sürecinin uygulandığı Gazze’de yapılması gereken bu sürece katkıda bulunmak, eksiklerin giderilmesi için yerine göre destek vermek, yerine göre de emri bi’l-maruf nehyi ani’l-munker yoluyla hatırlatmalarda bulunmaktır. Toplum nizamının muhafaza edilmesine yardımcı olmanın zorunlu olduğu bir ortamda nehyi ani’l-münkerin “elle değiştirme” şeklini bombalarla icra etmeye kalkışanlar kendilerine şeriattan ne gibi bir dayanak bulabiliyorlar? Böyle bir şey ıslah değil ifsattır.
Porno filmlerin gösterildiği iddiasıyla internet kafelerin ve video kulüplerinin, şer’î olmayan uygulamalar yapıldığı iddiasıyla düğün yerlerinin, misyonerlik faaliyeti yürütüldüğü iddiasıyla rahibe okullarının bombalanması toplumda korku ve telaşa sebep olmanın ötesinde bir sonuç doğurmaz. Üstelik buralardaki olumsuzlukların engellenmesi için yönetim denetimde bulunuyordu. Herhangi bir yerde muhalif bir faaliyetin olması durumunda yapılması gereken uyarı ve yönetimin bilgilendirilmesiydi.
Huzeyfe Abdullah Azzam’ın Anlamlı Cevabı
Abdullah Azzam’ın oğlu Huzeyfe’nin Cundu Ensarillah ile ilgili bir açıklamasının Filistin’deki direnişin birlik ve bütünlüğünün korunması açısından son derece anlamlı olduğunu düşünüyoruz.
Söz konusu grup ilk ortaya çıktığında halk arasında, yayınladıkları bir marştan dolayı Celcelet diye anılıyordu. Bu arada kendilerine resmi bir isim koymak istiyorlar ve Ketaibu Şehid Abdullah Azzam (Şehit Abdullah Azam Tugayları) ismini tercih ediyorlar. Fakat daha önce Ürdün’de bu ismi kullanan bir gruba Azzam ailesinin tepkisinden dolayı bu ailenin muvafakatini almak, sonrasında bir itiraz ve tepkiyle karşılaşmamak için oğlu Huzeyfe’yle irtibata geçiyorlar. Huzeyfe’nin onlara verdiği cevap oldukça anlamlıdır: “Hamas varken silahlı dini bir grup oluşturulmasına gerek yok. Bu hareket seçimleri kazanmıştır ve işgale karşı da mücadele ediyor. Gazze’de şer’î bir yönetime başlık ediyor. Bütün unsurlarıyla ve organlarıyla cihada destek veriyor.” Huzeyfe, kendilerine cevap vermekle yetinmeyip, ayrıca “Cihada öncülük edenlerin adlarının bozuk malların pazarlanmasında kullanılması” diye bir makale yazıyor. Huzeyfe’nin itirazından sonra örgüt Cundu Ensarillah (Allah’ın yardımcılarının askerleri) adını kullanıyor.
Nizar Reyyan’la Bağlantı Kurulması
Rafah olaylarından sonra el-Arabiyye TV, Cundu Ensarillah’ın Hamas’tan kopma olduğu ve hareketin liderlerinden Nizar Reyyan’ın bağlılarından oluştuğu iddiasında bulundu. Tabii, dünyadan göç etmiş olanların ardından onlara nispetle yalan uydurulması daha kolay oluyor. Müslüman Kardeşler’den ayrıldığına dair hiçbir sözü nakledilemediği halde, Seyyid Kutub’un şehit edilmesinden sonra onun bu cemaatten ayrılmış olduğunun iddia edilmesi gibi.
Filistin’in büyük âlimlerinden ve mücahit liderlerinden olan Dr. Nizar Reyyan da ömrünün son dakikasına kadar Hamas içinde kalmış, bu hareketin bir mensubu olarak şehit olmuştur. Zikredilen örgüt ise onun sağlığında kurulmuştu ve Nizar Reyyan’ın bu örgütle bir irtibatı bile olmamıştı. Zaten oğlu Bera Reyyan da iddiaları yalanladı ve babasının onların faaliyetlerini kesinlikle onaylamadığını ifade etti.
Siyonist Düşman Karşısında Safları Bölmeyin!
Filistin’de Hamas’ın Siyonist işgale karşı sürdürdüğü direniş, desteklenmesi vâcip olan bir direniştir. Bu hareketin kararlarına, politikasına, uygulamalarına itirazlarınız, eleştirileriniz olabilir. Ama desteklenmesi vacip olan bir mücadelede safların bölünmesi cihad değil fitnedir. Allah’ın hükümlerinin uygulanması süreci de ancak bu doğrultuda yürütülen çabalara destek verilmesiyle daha iyi işler. 365 km2’lik Gazze’nin Rafah kasabasının Brezilya mahallesinde bir emirlik kurmakla değil.
Eğer ki İbnu Teymiyye Camii’nde emirlik ilan edenler silah çekmeselerdi belki olayların yatıştırılması için ikna çabaları bir süre daha devam edebilirdi. Bu süre içinde fiili olarak böyle bir emirliğin varlığından söz edilse bile onun sınırları da caminin duvarları olacaktı. O zaman namaz kılmaya gidenler de pasaportlarını ceplerine koymak zorunda kalacaklardı.
Olaylardan sonra yapılan intikam açıklamaları kuvvetli ihtimalle komplodur. Birçok yorumcu da bu açıklamaların sahiplerinin belli olmadığını, kullanılan Suyufu’l-Hak türü isimlerin daha önce duyulmamış olduğunu, ayrıca bildirilerin elden değil internet kanalıyla dağıtıldığını dolayısıyla fırsattan istifade etmek isteyen fitne odaklarının komplo planları olabileceğini dile getirdi.
Kin ve Nefreti Kökleştirmek İslâmî Harekete Zarar Verir!
Kin ve nefretin kökleştirilmesi Müslümanların zararınadır. Değişik açılardan dile getirdiğimiz üzere Rafah’ta yaşanan olayların Hamas’ın tekfirine gerekçe olarak kullanılması aşırılıktır. Filistin’de asıl düşman Siyonist işgalcidir. Ama ne yazık ki Müslümanları içeride çıkarılan sorunlar bitirmektedir. Olanlar sadece işgalci Siyonistleri sevindirmektedir. İntikamcı tutum düşmana yardım eder.
Allah’ın şeriatını, desteklenmesi vacip olan bir direnişe karşı savaş açmakla uyguladıklarını zannedenlerin şeriattan haberleri yoktur. Bu gibilerin en önce ümmetin önderi durumundaki değerli ilim adamlarının dizlerinin dibine oturup Allah’ın şeriatını öğrenmeleri, kendileri ve tüm Müslümanlar açısından çok daha hayırlı olacaktır.