Bu sayımızla 30. yılımızı tamamlıyoruz. Haksöz’ün 1991 yılının Nisan ayında “Kur’an’ın aydınlığına doğru” şiarıyla başlayan yolculuğu Rabbimizin izniyle, lütfüyle bugünlere geldi. Şüphesiz 30 yıl, hele yaşadığımız coğrafyanın zorluğu, kırılganlığı, gerilim düzeyinin yüksekliği dikkate alındığında hiç de az bir zaman değil. Haksöz’ün bunca yıldır kesintisiz biçimde yayınını sürdürebilmiş olmasından ötürü Rabbimize hamd ediyor, dergimizi sahiplenen tüm kardeşlerimize şükranlarımızı sunuyoruz.
Bu uzun dönemde yaşadığımız ülkede, ait olduğumuz coğrafyada ve tüm dünyada büyük sarsıntılara, önemli gelişmelere şahit olduk. Günleri insanlar arasında döndüren Rabbimiz bizleri kimi zaman sevindiren, kimi zaman da üzen hadiselerle karşılaştırdı. Bu süreçte çok değerli bazı kardeşlerimiz Rahman’a kavuştu. Onlar için bir kez daha Rabbu’l Âlemin’den mağfiret diliyoruz. Aynı süreçte kimi arkadaşlarımızı, tanıdıklarımızı ise doğal olmayan nedenlerle yitirdik, ayrılıklar yaşadık. Daha önce birlikte olduğumuz halde çizgi değiştiren, yorulan, dünyevileşen, uzaklaşanların salih bir hatta hayata devam etmeleri için de Rabbimize dua ediyoruz. Ve yine aynı süreçte, yeni gelen, çabamıza omuz vermek üzere aramıza katılan kardeşlerimiz oldu. Rabbimiz birlikteliğimizi hayr üzere devam ettirmeyi nasip etsin, birr ve takva doğrultusunda dayanışmamızı bereketlendirsin.
İlk sayımızdan itibaren giriş sayfamızın başına Fussilet Sûresi’nin 33. ayetinin mealini bir kimlik beyanı olarak yerleştirdik: “Allah’a çağıran, salih amelde bulunan ve gerçekten ‘Ben Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?”
Hayatımızı anlamlı ya da beyhude kılan temel ayrım noktasının burada yattığı açıktır. Ve bu yüzden sadece Allah’a çağırmak Allah ile beraber başka kutsallar, başka öncelikler belirleyenlerden olmamak en temel kaygımız olmak zorundadır. Cennet vatan, aziz millet, yüce iktidar, vazgeçilmez cemaat ve kurtulmuş fırka çağrılarının, kutsamalarının değil, sadece Allah’ı birlemenin ve O’nun hükmünü esas almanın çağrısını yükseltenlere ne mutlu! Ve yine kimliğini başka birtakım ön ya da son ekler, ilave sıfatlar, sentezci aidiyetleri yansıtan cahilî kirlerden arındırmak ve sadece “Ben Müslümanlardanım” diyebilmek ne büyük izzet!
Hiç şüphesiz müminler için en temel düstur olduğuna inandığımız şahitlik bilincinin eksikliği yaşadığımız toplumda ve tüm ümmet çapında yaygın biçimde karşılaşılan hastalığın, inanıldığı söylenilen hakikatlerin hayata taşınması konusunda sergilenen zaafın kaynağıdır. Tam 30 sene önce bir grup genç kardeşimizin şahitlik şiarını öne çıkartarak başlattıkları yolculuğu aynı bilinç ve kararlılıkla sürdürmeye bizi muvaffak kılmasını Rabbimizden niyaz ediyoruz.
Adil şahitlik vazifesinin alabildiğine belirleyici, son derece kritik ve bizi sürüleşmekten alıkoyan çok değerli ve anlamlı bir tutum olduğunun giderek daha belirginleştiği bir vasatta sözümüzü etkili, duruşumuzu müstakim ve çabamızı bereketli kılması için yine O’na yöneliyor, O’na sığınıyoruz! Rabbimiz yolumuzu açık eylesin!
Bu sayıda yer alanlar: