Dergicilikte çeyrek asırlık tarihi olan bir derginin okuyucuları ya da muhatapları tarafından nasıl algılandığının tartışılmasının konum belirleme açısından önemli katkılar sağlayacağı tartışılmaz. Böyle bir derginin haliyle bazı tavsiye, eleştiri ve sitemler ile karşı karşıya olması kaçınılmazdır. Meseleleri el ele alış biçiminden sayfalarında yer verdiği konulara, mizanpajından dağıtım olayına kadar dergiyle ilgili bütün meseleler bu kapsam içine girmektedir.
Eleştiri kapsamında içeriğe yönelik olarak değerlendirebilecek iki konuyu özellikle ele almakta fayda var. Birincisi Haksöz’ün “eskisi gibi Kur'an çalışmalarına yer vermediği”ne dair dillendirilen beklenti, sitem ya da eleştiri kapsamında değerlendirilecek yaklaşımdır. Denilebilir ki Haksöz’ün uzun soluklu yürüyüşünde en çok karşılaşılan eleştiri de budur. Bu eleştiri doğal olarak birkaç boyutu içermektedir. Evvela eskiden dergide Kur’an çalışmalarının yoğunlukta olduğunu ve bugün de yoğunlukta olması gereken yazıların Kur'an çalışmaları olması gerektiğini ilk etapta söylemekte. İçerikte açık olmamasına rağmen izah ve örneklerde dile getirilen boyut ise bugün daha çok Kur'an çalışmalarının yerine güncel ya da siyasi meselelere yer verildiği şeklindedir. Edebiyat yazıları çoğunlukta olmadığına göre mantıken çıkan sonuç budur.
Ahh O Eski Kur’an Çalışmaları
Öncelikle Türkiye'de “Kur'an çalışmaları” biyografisi ile Haksöz arasındaki irtibatı ele almakta fayda var. Dini doğru anlama, sahih kaynaklardan bilgilenme, akaid ve usulde Kur’an’ın merkezî konumunu takdir etme açısından Haksöz öncülük görevini gören yayın organlarından birisidir. Bu bir övünç ya da gururlanma vesilesi olsun diye değil, misyonun tarihî seyri ve fikrî çizgimizin hangi zeminde geliştiğini belirleme açısından önemlidir.
Haksöz’ün çıktığı dönem Kemalist ideolojinin ağır tahribatına, dinden uzaklaştırma politikalarına rağmen yeniden İslamileşen ve kitabileşen İslami duyarlılığa sahip toplumsal yapının gelişim evresinin bir basamağıdır. Nevzuhur değildir. İslamlaşma evresinin bir damarıdır. Bu İslamlaşma evresinin tarihî seyrini Haksöz özelinde ele aldığımızda Kur'an çalışmaları ile ilgili mesele çok net ortaya çıkacaktır. Çok değil 20-25 yıl önce memleketteki dinî kültürün söyleminde “Kur'an Arapça değil Rabçadır!” şeklinde özetlenebilecek bir yaklaşım çok yaygın idi. Kitabilikten çok şifahi kültürün baskın olduğu iklimde din adına estirilen rüzgârların hakikat cephesi boyutu çok zayıf idi. Onun içindir ki Haksöz’ün özellikle ilk yıllarında Kur'an usulü ile ilgili yazıların bu çorak zeminde düşünüldüğünde “unutulmaz tadı” vermesi doğaldır.
Lakin Allah'ın yardımı ile Türkiye'de İslami duyarlılık ve bilinçlenme hızı egemenleri hop oturtup hop zıplatacak derecede hızlı oldu. İslamlaşma sürecinin bir yansıması olarak örneğin ilahiyat fakültelerinde artış yaşandı ve buradaki ilmîlik boyutu nitelik değiştirdi. İlahiyat fakülteleri ve sosyal bilimler enstitüleri sahasındaki bu zemin artık güçlü denilebilecek bir birikime ulaştı. Sadece İslam Ansiklopedisi’nin telif edilmesi örneği dahi bu birikim hakkında sağlıklı bir bilgi verecektir. Nitekim bu gelişmelerin ve ülkedeki siyasal iktidarın da etkisi ile Diyanet’te benzer bir gelişmenin yaşandığını insaf sahibi herkes kolaylıkla görebilecektir. Teşkilatın çıkardığı kitaplar dahi bu açıdan bakıldığında geçmişle kıyaslanamayacak kadar niteliksel gelişmeyi içermekte.
Onun içindir ki Haksöz’de Kur'an çalışmaları daha fazla olmalı sözünün içeriği doldurulmaya ya da açılmaya muhtaçtır. Bugün gelinen noktada örneğin “Kur'an'da melek kavramı” gibi çalışmaların illa da dergide olmasını beklemek çok da mantıklı bir yaklaşım değildir. Tam da bu noktada artık herkesin Kur'an çalışması yaptığı günümüz gerçekliğinde Haksöz’e düşen görev bu çalışmaları içerik, hedef ve yönü noktasında eleştirel öncülük misyonu ile ele almaktır. Statikleşen, literal boyutu öne çıkan, diskürtif mahiyet kazanan bu çalışma alanını yeni baştan değerlendirmek gerekiyor. Kitab-ı Mubin üzerinde yoğunlaşma demek oradaki konular üzerinde vaaz vermek değildir. “Bizim oğlan bina okur döner döner yine okur”un güncel yansıması olarak salt okuma ve dinleme merkezli bir Kur’an çalışmasının hikmetle irtibatının zayıf olması kaçınılmaz oluyor.
Haksöz ve Türkiye'deki Kur'an çalışmalarının en temel -ki bu meselenin de aynı zamanda özüdür- eksikliği yaşadığımız dünyayı, hegemonyayı, küresel ve modern cahiliyeyi Kitab-ı Kerim perspektifinde ele almaktır. İster “yeni kelam” başlığı altında ele alınsın, ister başka bir şekilde, önümüzdeki süreçte Müslümanca bir varoluş açısından bu tarz perspektif elzemdir. Bu konuda Müslümanların geçmiş dönem tecrübeleri önemli imkânlar sunmaktadır. Örneğin ilk dönemlerde özellikle Ehli Kitab’ın fikrî, düşünsel, kültürel saldırılarına karşı Mutezile öncülüğünde verilen cevaplar, Batıniliğin İslam coğrafyasını kasıp savurduğu evrede Gazali gibi şahsiyetlerin verdiği mücadele ya da Osmanlı yıkılış döneminde İslami hareketlerin ıslah çabası bu konuda evvel emirde akla gelen örneklerdir. Dolayısıyla Haksöz’ün de diğer dergilerdeki gibi sayfalarının çoğunu benzer Kur'an çalışmalarına ya da farklı bir bağlamda tezahür eden entelektüel kompleks ve özentinin bir yansıması, Batı tipi düşünmenin kopyası aşırı soyutlamacı, kolay genellemeci ve indirgemeci, iddia ettiğinin pekala tersi de doğruluğu mümkün olan, artistik başlıklarla bezeli yazılara ayırması çare olmadığı gibi doğru da değildir.
Yeri gelmişken belirtmekte fayda var: Haksöz’ün eskisi gibi Kur'an çalışmalarına yer vermediği eleştirisinde şöyle bir hoşluk da var! Haksöz’ün birinci cildinden itibaren takip etmeye başlayan bir Müslüman ile örneğin beşinci cildinden ya da dokuzuncu cildinden veyahut on üçüncü cildinden itibaren takip etmeye başlayan bir Müslüman “eskisi gibi” ifadesini kullanıyorsa burada ciddi bir paradoks söz konusu. O zaman hadise bilinç boyutundan çok “nostaljik duygular” yansıması demek oluyor ki bu da tekamül sağlayıcı nasihatleşme görevi açısından çok da katkı sağlamayacaktır. Diğer vahim bir boyut ise siyasal-sosyal hayata ilişkin şahitlik vazifesini ifa babında dile getirilen tahlil, analiz, tespit, çelişkileri ifşa, tutarsızlıkları yansıtma, sorumlulukları hatırlatma, hakkı ve sabrı tavsiye etmenin “Kur’an çalışması” kapsamında değerlendirilmemesidir. Ki salt bu durum bile Müslümanların zihinlerinin kategorikleşmiş mevcut halinin seküler perspektif etkisine açık olma tehlikesi bağlamında geçiştirilmemesi gereken bir zaaf olarak karşımızda durmakta.
Şecaat Arz Ederken Sirkatin Söyleyenler Haksöz’e Ne Söyleyebilir?
Haksöz’le ilgili farklı bir bağlamda değerlendirilmesi gereken diğer bir boyut ise derginin özellikle politik duruşu ile ilgili. Daha doğrusu Türkiye'nin siyasal sosyal yapısında meydana gelen gelişmeler ve son yıllarda AK Parti iktidarı merkezinde yaşanan gelişmeler, Kemalist statükoda meydana getirdiği değişimler, Türkiye İslamcılığının da klasik yapısında meydana getirdiği değişmeler ve Ortadoğu özelinde İslami hareketler merkezli yaşanan yoğun gelişmelerin etkisi ile Haksöz'e politik duruşu nedeniyle zayıf da olsa eleştiriler yapılmakta.
Öne çıkan da daha çok, sol öykünmeci-kuyrukçu, İrancı veya onların nüfuzu altındaki kişilerde “Haksöz’ün değiştiği, artık eskisi gibi olmadığı hatta mezhepçileştiği” yönündeki eleştiridir. Öncelikle sayıları az da olsa bu kişilerin yaptığı eleştiri Haksöz için iftihar vesilesi sayılmalıdır. Hak ve adaletten nasibini almamış olanların sinsice yaptıkları değişim iddiası arkasında yatan temel etken yanlış ve cahilî politik duruşlarına tarihsel dayanak arayış çabasıdır. İçeride Kemalist ve sol siyasetin İslam düşmanı söylem ve eylemleri karşısında Müslüman halklar yararına olan icraatlarından dolayı, dışarıda ise Ortadoğu'da despotizm ve emperyalizm karşısında İslami hareketleri destekleyen politikalarından dolayı AK Parti iktidarının desteklenmesinden daha doğal bir şey olamaz. Aksi tavır tuhaf, kompleksli, vicdansız ve dahi kör bir İslamcılık ortaya çıkaracaktı.
Güya İslamcılık adına memlekette hiçbir şey olmamış gibi İslam düşmanı unsurların ağzıyla konuşanlar, söylem ve eylemlerde bulunanlar açık söylemek gerekirse iyi niyetli olmadıkları gibi samimi de değildirler. Dünyanın her tarafındaki Müslümanların, İslami hareketlerin önemli ve korunması, geliştirilmesi gereken bir kazanım olarak gördükleri siyasal-sosyal zemine düşmanlığın kime hizmet ettiği açık değil mi? Buradaki iktidarın kazayla işlediği bir cinayet karşısında “Unutursak kalbimiz kurusun!” edebiyatı yapanların taammüden ve dahi süreklilik arz eden İran’ın cinayetleri karşısında dut yemiş bülbül kesilmeleri, Suriye’de yaşananları yorumlarken ahlaksız gerekçelerle ya da suçu muhalifler ve Türkiye üzerinde bölüştürmelerinin nasıl bir tutarsızlık içerdiği açıktır.
Gerçekten de acınması gereken zavallı durumundaki bu kişiler bir bakıyorsunuz Haksöz’ün eski sayılarını harıl harıl karıştırarak örneğin “İşte bakın dün İran için olumlu şeyler söylemişler!” çocuksu yaklaşımıyla propagandalarda bulunuyorlar. Haksöz ilk sayısından son sayısına kadar aynı duyarlılık ve hassasiyet çerçevesinde yayın çizgisini sürdürdüğü için açık, şeffaf bir şekilde derginin bütün sayılarını Haksöz Okulu başlığı altında internet ortamına aktarmış durumda. Hatırlatalım ki Haksöz’de “define” arayanlar yine Haksöz’ün sunduğu bu imkân sayesinde makalelere ulaşmaktalar.
Ne yazık ki “umulur ki düşünürler” yaklaşımı boşa çıkartılarak dün ve bugün ortaya konulan ilkesel yaklaşımın aynılığı görülmüyor ya da görülmek istenmiyor. Dün İran savunulurken de bugün lanetlenirken de yalnızca aynı hayati ilke referans alınmıştır. Hakkın hatırı her türlü etnik, mezhebî, meşrebî, kavmî, hizbî, coğrafi sınırın üstündedir. Odur ancak Haksöz’ün vurulmak istediği mihenk taşı. Odur ancak yargılanmak istediği divan-ı âli. Gerisi lafı güzaf. Yol uzun ve meşakkatli ve dahi yapacak çok iş var!