Öncelikle sizleri selamlıyor, emeğinizi kutluyor ve çalışmalarınızda başarılar diliyorum.
Ben Van Ercişliyim. Emekli öğretmenim. 27 yıl sınıf öğretmenliği yaptım. 2005 yılında emekli oldum. 17 yıl fiilen kamu emekçilerinin sendikal hak ve özgürlükler mücadelesinde bulundum. Emekliye ayrılmadan önce KESK (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu) Genel Sekreteriydim. Daha sonra DTP ve BDP Merkez Yöneticiliği ve BDP İstanbul İl Başkanlığı yaptım. 2011 Genel Seçiminde İstanbul 3. Bölge bağımsız milletvekili adayıydım. Aynı bölgede aday olan Levent Tüzel Bey lehine (sandığa 1 hafta kala) adaylıktan çekildim. Seçimden sonra yeniden BDP MYK’sına seçildim. 28 Ekim 2011 tarihinde KCK adı altında BDP siyaset akademilerine yönelik yapılan operasyonla gözaltına alındım. Tutuklandım. Şimdi Kandıra 2 No’lu F Tipi Cezaevinde tutuklu olarak esaret altındayım.
Bu yazıyı yazma nedenim; derginizin Aralık 2011 sayısı elime geçti, inceledim. Farklı görüşte olduğumuz açıktır. Ama her şeyden önce insanız. Olayları, gelişmeleri değerlendirirken “insan merkezli” olması esastır. Bu anlamda derginizin yayın çizgisinde “pozitif yansımalar” algıladım. Ya da üzerimde öyle bir etki bıraktı. Paylaşmak istedim. Genel algım kadar özel olarak da beni yakından ilgilendiren Murat KOÇ arkadaşımızın Van-Erciş depremine ilişkin izlenimleri ve değerlendirmeleri oldu. Öncelikle arkadaşımızı kutluyorum. Oldukça objektif ve yerinde değerlendirmeleri vardı.
Ben de gözaltına alınmadan önce Erciş’e gittim. Van’a da geçtim. Benim de inceleme ve gözlemlerim oldu. Gerçi arkadaşlar gibi orada uzun süre kalıp, enkaz kaldırma çalışmalarına katılma olanağım olmadı. Ancak merkezî siyasetçiler gibi protokol gezisi de değildi. Aile çevrem çok geniş ve oldukça büyük mağduriyetleri yaşıyorlardı. Hem onların (özel) hem de genel olarak halkımızın durumunu yerinde görmek, yapılanları ve yapılabilecekleri tespit etmek amacım vardı. Yani gidişim hem kişisel hem de parti adına idi.
Öncelikle yazılıp çizilen tüm makaleleri yakinen takip ediyordum/ediyorum. Herkes, her kesim kendine doğru yontarak değerlendirmelerde bulunuyorken, Murat KOÇ kardeşimizin değerlendirmelerini objektiflik açısından kayda değer buldum. Gözlemleri, izlenimleri benim de tespitlerimle örtüşüyor. Farklı dünya görüşünde olmamız çok da önemli mi? Bilmiyorum ama “insanlık” eksenli düşünmek ve yaklaşmak bizleri buluşturma potansiyeli her zaman barındırıyor.
Değerli arkadaşlar,
Ülkemiz son 30 yıldır bir iç savaş yaşıyor. Savaşın kaynağı bilindiği için üzerinde uzun uzun durma gereği duymuyorum. Kürt sorunu çözülmeden demokratik kurumlaşma ve ilerleme mümkün olmayacak ve toplumsal olarak ağır bedeller ödemeye devam edeceğiz. Oysa sorun “ortak vatanda, eşit, özgür yurttaşlık esasına dayalı olarak” çözülebilir. Şiddet, zor, baskı, inkâr ve imha esasına dayalı “savaş”a da gerek kalmaz. Ancak bu noktada çözüm iradesi gelişmiyor. Cumhuriyet tarihi süresinde ötekileştirilen, dışlanan iki toplumsal kesim “Kürtler ve İslamcılar” en çok mağdur olan kesimler oldu. Sözüm ona bunlardan bir kesimi hükümet oldu ve bugün iktidarda olmuştur. Kendileri söylüyor “Devletin tüm kurumları uyum içinde ve tek merkezden yönetiliyor.” Güzeldi, umutlandırmıştı. Sorunu çözer ve tarihsel mağduriyetleri giderir dedik ve bekledik. Ancak beklentilerimiz maalesef boşa çıktı. Vesayetin birinden kurtulduk, diğerine maruz kaldık. “Gelen gideni aratır” tezi bir kez daha tekerrür ediyor. Neden böyle bir paragrafa ihtiyaç duydum? Murat KOÇ arkadaşın değerlendirmesinde bu yan eksik kalmış. Savaşa kilitlenmiş bir hükümet/devlet zihniyeti, böylesi felaketlerle hazırlığını yapamıyor. Savaş bütçesi her yıl kabarıktır. Ancak bu gibi durumlara bir şeyler ayrılmıyor. Üstelik “deprem vergisi” adı altında toplanan paralar da uçmuş. Soruldu; hesabını da veremediler. F-35 uçak siparişi veriliyor. Tanesi 150 Milyon $’dır. Ne için? Uludere’de 35 insanımızı bombalasın diye. Ama diğer yandan depremzede vatandaşa çadır veremiyor. Bu zihniyet sorgulansaydı yazı mükemmel olurdu.
Ben Kürt-Türk ayrımına da girildiğini düşünmüyorum. Aynı devlet/hükümet Sakarya depreminde de sınıfta kalmıştı.
Diğer yanda, bizim halk olarak, toplum olarak kendi başımızın çaresine bakmamız gerekir bilinci oldukça kısırdır. Bu kaçıncı felaket, kaçıncı devletin hazırlıksızlığıdır. Ders çıkarmadan halen devletten beklenti içine giriyoruz. Felaketlere ilişkin, hazırlık yapmadan bekliyoruz. Herkes nasıl ev yaptığında, yanında tandır evini ve ahılını düşünüyorsa, böylesi günler için başını sokabilecek bir kulübe de düşünmelidir. Bu bilinci halka vermek gerekir.
Ve yine bir BDP’li olarak, belediyelerimize de eleştirim vardır. Büyük çaba ve telaş gördük. Ancak organizasyon sıfır noktadaydı. Yoğun yardım geliyordu ancak ihtiyaç sahiplerine ulaştırmada keşmekeşlik vardı. Özetle belediyelerimiz de sınıfta kaldılar. Eleştirilerimi onlara da ilettim. “Valilik geldi-gelmedi, dikkate aldı-almadı” tartışması bizim olamaz. Olmamalıdır! Biz işimize bakmalıydık. Bu tür durumlar için önceden belli bir bütçe ayrılabilir. Arama-kurtarma, yardım dağıtma eğitim ve tatbikatları süreklileştirilebilir. Belediyelerimiz de bu noktada devletten beklediler. Yakındılar. Olmamalıydı.
Bu kadar olsun. Tekrardan yönetim ve yayın kurulunuza saygıyla selamlarımı iletiyor, başarılar diliyorum.
Barış kardeşlik özlemiyle iyi yıllar diliyorum.
2 Nolu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu
B2 – 6 – 65 Kandıra / Kocaeli