İnsanlık tarihinin başlangıcından bu yana insanlar çok değişik siyasal ve ekonomik sistemler altında yaşamışlardır. Monarşiler, oligarşiler, değişik demokrasi tipleri ve farklı diktatörlükler devam edegelmiştir. İnsanlar kölelik ve sertlik temeline dayalı ekonomik sistemlerden geçmişler, değişik şekillerdeki güç olgularının yükseliş ve çöküşüne tanık olmuşlardır. Hayatlarını adaletsiz veya paylaşımcı ekonomiler altında geçirmişlerdir. Bütün bu sosyo-politik şartlarda davranışları genel ve ortalama bir benzerlik göstermiştir, çünkü birbirleriyle savaşmışlar, güç ve iktidar mevkileri için rekabet etmişler, birbirlerini sevmişler veya nefret etmişler, kişisel fesatlık niteliklerini gösterdikleri gibi fedakarlıklarını da göstermişlerdir. Bir kısmı fitne ve bozguncu amaçları için işbirliği yaparken, diğer bir kısmı da doğru ve adalet için bir araya gelmişlerdir.
Bu süreçte amaçlarını elde etmek, ihtiraslarını gerçekleştirmek, güçlerini ve otoritelerini yaymak, tağuti düşüncelerinin devamlılığını sağlamak ve bunu bir yaşam biçimi olarak empoze edebilmek için mazlumları sömürmek, hile, tehdit, sapma ve işkenceden kaçınmayan ve bunu gerçekleştirmek için de her türlü aracı ve şartları gerekli ve geçerli sayan bir taraf oluşmuştur. Bu vasıtalarla insanlar; yanlış inanç, sahte tanrılar, doğru düşünememe gibi hasletlere duçar edilmişlerdir. Ve istikbar sahipleri de bu insanları istedikleri gibi kullanmışlardır. Kur'an-ı Kerim bu vakıayı tarihte sapmaya neden olan değişmelerin nedeni olarak tanımlar: "Allah sizin tevbenizi kabul etmek istiyor; şehvetlerine uyanlar ise sizin büyük bir sapıklığa düşmenizi istiyorlar"1
Bunun yanında tarihi süreçte; Batılı ortadan kaldırmak, hakkı, sevgiyi, doğru düşünmeyi, bilimi, gücü, erdemi, özgürlüğü, barışı, kardeşliği, sömürüye karşı direnmeyi, baş eğmişliğe karşı mücadeleyi telkin ederek, inkılapçı ve ıslahatçı bir tavırla toplumda hukukun üstünlüğünü ve adaleti isteyen, karşı taraf oluşmuştur.
İnsan fıtratının bu benzerliğini tarihin bütün dönemlerinde görmek mümkündür. Bu genel davranış biçimi, insan fıtratında iyiliğe ve kötülüğe meylin, rabbaniliğin ve şeytaniliğin bulunmasından kaynaklanmaktadır. İnsan ister istemez eylemleri fıtri (yaratılışın tabiatına uygun) olan ve irade sahibi bir varlıktır. Yani insanın yapısında iyi ve kötünün bulunmasıyla birlikte kendi iradesini uygulama ve kendi yolunu seçme gücüyle de donatılmıştır. "Gerçekten biz ona (insana) yolu gösterdik; o ya şükredici olur, ya da inkarcı"2
İnsanın yaratılışındaki ikili fakat birbirine zıt olan bu yapı tarihi süreçte iki hizbin oluşmasını sağlamıştır. Hz. Adem'in iki çocuğu ile sembolize edilen bu çatışma, tarih boyunca devam etmiş ve edecektir de. Bu mücadelenin tarihi arka planında; müstekbir ve müstezaf, sömüren ve sömürülen, ezen ve ezilen, hak ve batılın savaşı olduğu gerçeği yatmaktadır. Musa ve Firavun, İbrahim ve Nemrud, Zeyd ve Hişam bu mücadelede karşılıklı sembollerden bir kaç tanesidir.
Zıtlıklar, tarihi süreçte değişmeye neden olduğu için önemlidir; ancak değişmeye neden olan tek etken değildir. Toplumsal yapı ne olursa olsun, herkesin tarihi oluşturamayacağı da bir gerçektir. Bilinç ve duygunun yanı sıra, düşünceleri biçimlendirme, önderlik etme, organize etme ve mücadelelerin üstesinden gelebilme yetenekleri de zorunludur. Şüphesiz ki insanlığın tarihi etkin bir role sahip seçkin toplulukların ve toplumsal yapıyı etkileyici dinamiklerin tarihidir. Çünkü "bir eylem eylemcinin sınırlarını aşan bir dalga oluşturmadıkça tarihi bir eylem olma özelliğine kavuşamaz"3
Hak-batıl mücadelesinde, rabbani tarihin oluşum seyrine baktığımızda oluşumun ve değişimin sürecini belirleyen önemli etken ve dinamiklerle karşılaşmaktayız.
a-) Değişimin Mimarları; Peygamberler:
Peygamberler, Allah tarafından seçilmiş, fitne ve cahiliyyenin baş gösterdiği toplumlara "Islahatçı ve entellektüel devrimin öncüleri"4 olarak gönderilmişlerdir. Batılı ortadan kaldırmak, hakkı ve adaleti tesis etmek için inkılapçı bir tavırla mücadele etmişlerdir. Bu mücadelede Rabbani mücadele tarihinin başlatıcısı ve devam ettiricileri olmuşlardır. "Andolsun biz her millet içinde; Allah'a kulluk edin, şeytana tapmaktan kaçının diye bir elçi gönderdik. Onlardan kimine Allah hidayet etti, onlardan kimine de sapıklık gerekli oldu. İşte yeryüzünde gezin de bakın yalanlayanların sonu nasıl olmuş."5
Değişimin mimarları olan peygamberler gönderildikleri tüm toplumlarda karşılarında mütrefleri ve müsrifleri bulmuşlardır. Bu durum, tarihin oluşumundaki en önemli yasalardan birini oluşturmuştur. "Biz hangi memlekete bir uyarıcı gönderdikse mutlaka oranın varlıkla şımarmış kimseleri "biz sizin gönderildiğiniz şeyi inkar ediyoruz " dediler. Ve dediler ki; Biz malca ve evlatça daha çoğuz, biz azaba uğratılacak değiliz6 Bu vakıa, tarih boyunca peygamberlerle toplumlarda var olan istikbar sahiplerinin konumu arasında sürekli ve geçerli olan bir ilişkidir. Bu zıt kutuplu ilişkide peygamberlerin rolü tanımlanarak, sosyal hayatın değişimindeki konumlarının önemi ortaya çıkmaktadır. Peygamberlerin bu konumu, Rabbani tarihin oluşumunda inkılapçı ve ıslahatçı öncülükleriyle pekiştirilmektedir. Bu öncülüğün İtici gücü olan ilahi vahiy ise tarihi süreçte rabbaniliğin oluşumunu sağlayan yegane ölçüdür.
b-) İlahi mesajlar; vahiy:
Vahiy, bozulan toplumsal yapıyı, yeni baştan düzeltmek veya ıslah etmek için Allah'ın peygamberlerine lütfettiği; hakkı batıldan ayıran ve insan fıtratına uygun hükümleri belirleyen ilahi yasalardır. "Vahyin tebligatı, gayet açık ve kesin bir şekilde sadece doğru ve yanlışı belirtmek değil, aynı zamanda da bunun çaresi olarak ne yapılıp yapılmaması gerektiğini belirtmektedir."7
Rabbani ve şeytani yolların ayrılması ve netleşmesine büyük kaynaklık ve rehberlik eden ilahi vahiy, Rabbani tarihin oluşumunda en büyük role sahip olan dinamiktir. Vahyin geçmişten haber vermesi de onun tarihi boyutunu tüm yönleriyle göstermektedir. Rabbani tarihin öncülerinin masum karakterinin oluşmasını sağlayan vahiy, onların konumlarını belirleyen ve Allah'la kulları arasında köprü görevi yapmalarının zorunlu sebebi olmuştur.
Tarihin oluşum sürecindeki zıtlıkların varlığı oluşumun ve değişimin yasalarının tarafsız olduğu anlamına gelmez. Çünkü Rabbaniyet cephesinde gelişen olayların en belirleyicileri peygamberlerdir. Onları belirleyici kılan ise şüphesiz ki vahyi öğretidir. Direkt olarak Allah tarafından belirlenen ve peygamberler yoluyla insanlığa öğretilen hükümler ve yasalar, tarihin Rabbani yönünün belirleyicileri olduğu için tarihi sürecin tarafsızlığını ortadan kaldırmaktadır. Çünkü daima bir ikaz ve değiştirme mevcuttur. "Allah kendisinden korkanlardan (takva sahiplerinden) ve iyilik yapanlardan yanadır."8 Müdahaleci ve öğretici olması açısından da vahyin kılavuzluğu tarihin oluşumunda tarafsızlığın olmadığını te'yid eder;" İnmekte olan yıldıza andolsun ki arkadaşınız sapmadı azmadı. O hevadan konuşmaz onun okuduğu kendisine vahyedilen vahiyden başka bir şey değildir. Onu müthiş kuvvetleri olan biri öğretti"9 Bu ayet açıkça tevhidi hareketlerdeki değişimin ve oluşumun mimarlarından peygamberlerin vahiy doğrultusunda hareket ettiklerini göstermektedir.
c- Seçilmiş Topluluklar ve Öğretinin İki Dinamiği;
"Bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe Allah'da onların durumunu değiştirmez."10 İlahi temel yasalardan biridir bu, fakat toplumun nasıl değişeceği ve niçin değişeceği noktasında tarihin her döneminde olduğu gibi günümüzde de bir takım sorunlarla karşılaşılmaktadır. Ancak değişme noktasında vahyin aydınlığı o kadar net ve aydınlatıcıdır ki soru dahi sordurmaya mahal bırakmaz.
Fıtratına yabancılaşan toplum nefsini değiştirecektir. Hüküm bu. Nasıl mı değişecek? Hakkı batıldan ayıran ilahi vahyin direktifleri doğrultusunda, sünnetullahı gerçekleştirmeyi kabul ederek ve onları hayatına pratize ederek, kısacası Hak-batıl mücadelesinde hak safında yer alarak. Tarihte bunun örnekliği defalarca verilmiş ve değişim sağlanmıştır. Bu değişimlerde Allah'ın elçilerinin önderliği ve onun etrafında oluşan seçkin insanlar, sürecin başlamasında önemli görevleri yerine getirmişlerdir.
Tarihin yeniden yapılması ve değişim, sadece Allah'ın seçtiği öncülerle gerçekleşmemiştir. İlahi yasa gereği onların etrafında oluşacak olan seçkin topluluklar,11 İlahi eğitim potasında yetişmiş, Kur'an'ın ifadesiyle muhacirler ve ensar, değişimin en büyük pratisyenleri ve öğretinin devrimci eğitimcileri olmuşlardır.
Tüm ilahi öğretilerin ana espirisi kula kulluğu reddedip, Allah'ın yasalarına teslim olmaktır. Bu yasa gereği peygamberlerin etrafında oluşan seçkin kimseler, inançları gereği gibi yaşamaya başladıklarında, buna paralel olarak batılın ve istikbar sahiplerinin karşı koyusu, tehditleri, işkence ve iftira eylemleri de başlamıştır. Böylece saflar ayrılmış her iki tarafın tarihi de bundan sonra yazılmaya yüz tutmuştur.
Geçmişin tarihine baktığımızda tevhidi çizgiyi kabul eden az sayıda fakat sağlam inanca sahip, sabırlı ve mücadeleci insanların batıla karşı olan galibiyetleri tevhidi tarihin oluşumunu sağlamışlardır. "...Nice az topluluk vardır ki Allah'ın izniyle nice çok topluluklara galip gelmiştir..."12
İ- Rabbani Tarihin Oluşumunda Bir Sünnetullah: HİCRET
Konumuzun çerçevesi açısından, Hicretin şartlarından veya hicret şekillerinden bahsedecek değiliz. Sadece tarihi süreçte oluşturduğu dinamizmi ve işlevini söz konusu etmeye çalışacağız.
Yeni bir sisteme ve toplumsal yapıyı değiştirmeye talip olan hareketlerin gelişiminin temel şartı, ideolojisini benimseyen ve ona teslim olan disiplinli ve öncü bir grubun oluşturulmasıdır. İşte ilahi hareketlerde bu öncü gruplar, hicret gibi büyük bir imtihanla karşılaşarak, oluşacak ideal topluma çekirdek olmuşlardır. (Ancak hicret söz konusu gruplar için tek imtihan alanı değildir.)
Hicret, cennet karşılığı malını, yurdunu, dostunu, kısacası bu dünya ile ilgili her şeyini feda etmektir. Fakat burda dikkat edilmesi, örnek alınması gereken bir nokta var ki çok önemlidir. Hicret, kıyasıya bir mücadelenin sonucu gerçekleşen bir eylemdir. Mücadeledeki bütün ilahi yolların denenip başarıya ulaşmadığı; ya dünyalık şeylerden kopamayarak egemenlerin iktidarına boyun eğmek ya da inancın gereği amaçlarının elde edilmesi ve mücadelenin sürmesi için dünyalık olan her şeyi feda edip sünnetullahı gerçekleştirmek yani hicret etmek gibi sadece iki seçeneğin kaldığı bir ortamda gerçekleşmiştir. "Nefislerine yazık eden kimselere canlarını alırken melekler: Ne işte idiniz dediler. Onlar: biz yeryüzünde aciz düşmüştük diye cevap verdiler. Melekler dediler ki; peki Allah'ın arzı geniş değil miydi ki oraya göç etseydiniz. İşte onların durağı cehennemdir. Ne kötü bir gidiş yeridir."13
Ayette de görüldüğü gibi yolların tıkandığı, yok edilme tehlikesiyle karşılaşıldığı bir anda hicret etmenin gerekliliği sünnetullahtan olduğu te'yid edilmektedir. Hicret ilahi mesajın ileticileri ve değişimin inkılapçı öncüleri olan peygamberler için mücadelelerindeki dönüm noktalarından biri olmuştur. "Neredeyse seni yurdundan çıkarmak için tedirgin edip yerinde duramaz hale getireceklerdi. O takdirde kendileri de senin ardından pek az bir süre kalabilirler. Bu senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimizin de kanunudur. (Peygamberlerini aralarından çıkaran her millete aynı kanunu uygulanıp mahvetmişizdir.) Bizim kanunumuzda bir değişiklik bulamazsınız."14 Mücadelenin en büyük eylemlerinden biri olan hicretin sonucunda Allah tarihi süreçte rabbani tarih yönünde temel bir yasayı belirlemektedir. Bu bir kanundur (sünnetullah). Batılın karşı koyusu, başka her türlü vasıta ve yolları denedikten sonra peygamberleri beldelerinden çıkarma noktasına gelindiğinde bunun batılın yok olmasının işareti olduğunu Allah, ayetlerinde açıkça belirtiyor. Nitekim Hz. Muhammed'i yurdundan çıkaranlar bir müddet sonra yok olmuşlar, ilahi mesaj ise zafere ulaşmıştır.
ii- Rabbani Sürecin Oluşumunda Özgürlük ve Adalete Açılan Kapı; CİHAD:
Özgürlük için baskıya ve bağımlılığa, adalet için haksızlığa, doğru düşünme için cahiliyyeye, tağuta boyun eğmemek için Allah'a teslimiyete, kardeşlik için düşmanlığa, fıtrat için yabancılaşmaya, erdem için dalkavukluğa karşı mücadele, evet tüm bunların adıdır cihat. "Size ne oluyor da Allah yolunda ve "Rabbimiz bizi zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli, bir yardımcı ver! diyen zayıf erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz."15 Ayet cihad için iki sebepten bahsediyor: Birincisi Allah yolunda mücadele etmek ikincisi de, baskı altındaki çaresiz ve savunmasız insanları kurtarma sorumluluğudur. Bu bağlamda Hz. Ali'nin "Biliniz ki zaferle ölmek yaşamaktır. Esir yaşamaksa ölüm" ve Hz. Hüseyin'in "Zalimlerle yaşamaktansa ölümü bir saadet sayarım. "Ben ve Zillet ne kadar anlamsız" şiarları, ilahi öğretinin mensupları ve rabbani düşüncenin erleri için büyük anlamlar taşımaktadır.
Hak için, özgürlük için mücadele, tarihin her döneminde sürmüş ve sürecektir. "De ki hak geldi batıl yok oldu. Batıl yok olmaya mahkumdur."16 İlahi yasası gereği gerçekler karşısında batıl yok olacaktır. Fakat bu yok olma süreci de insanlık tarihinin imtihan çizelgesi olacaktır. İmtihandan başarıyla çıkmak ise hak hizbinde yer alarak, batıla karşı hakkın istediği ilkeler doğrultusunda mücadele etmekle olur. Kısacası cihad, rabbani tarihin oluşumunda değişimin dinamizmini oluşturan en önemli öğelerden biridir.
Sonuç Olarak:
"... Köpük yok olup gider, insanlara yararlı olan ise yeryüzünde kalır."17 "Batıl köpük gibidir, önce oluşur sonra yok olur gider. Burada Kur'an hakkın kendinde var olan kalıcı güçle onun gerçek dışı (batıl) olan geçici niteliğini vurgulamaktadır. Batıl, suyun yüzeyindeki çerçöp gibi yok olur gider. Oysa gerçek, tarihin akışını sürekli olarak etkiler."18 Hakkın zafere ulaşması noktasında Allah'ın sözü vardır. Ve bu söz, tarih boyunca değişmez bir netliğe sahiptir. Allah hakkın mücadelesini verenlere zaferin kendilerine verileceğini vaadetmiştir. Ancak zaferinde belirlenmiş değişmez koşulları bulunduğunu; sabır sebat ve şartların tam anlamıyla olgunlaşması gerektiğini de bildirmektedir. "Yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine sabrettiler nihayet onlara yardımımız ulaştı. Allah'ın kelimelerini değiştirebilecek kimse yoktur... "19 Görüldüğü gibi hakkın zaferi bağış kabilinden ve tesadüflere bağlı olarak gerçekleşen bir şey değildir.
Sonuçta rabbani tarihi oluşturan insan ve onun iradesidir. Yani Allah'ın koyduğu temel yasalar çerçevesinde tarihe yön veren ve değişimin oluşmasını sağlayan temel faktör insanın iradesidir. Geçmişi anlamak, günümüzü ve geleceğimizi garanti altına almak, Rabbani tarihin oluşum sürecindeki insanın rolünü iyi tahlil etmekten geçmektedir.
Hak-batıl mücadelesindeki karşıtlık, tek sebebe dayalı (üretim, ideoloji vs.) ilişki ve çatışma eksenli bir süreç değildir. Olayların bütünsel yönü bu mücadelenin ana eksenini oluşturmaktadır. Yani hak-batıl mücadelesindeki rabbani süreç, hayatın tüm alanlarını ve insanın varlığıyla ilgili her sebebi kucaklayan bir eksen üzerinde yapılan mücadeleden ibarettir.
Dipnotlar:
1- Nisa; 27, (Ayrıca Bakara;205, Maide 62, Kasas;4, Zuhruf; 54 bkz.)
2- İnsan;3
3- Muhammed Bağır es-Sadr; Kur'an Okulu s. 85, Bir yay. İst. 1987
4- M.H. Beheşti-C. Bahonar; İnsan ve Tarih, s. 125 Bir yay. İst - 1989
5- Nahl; 36
6- Sebe; 34-35
7- Fazlur-Rahman; Ana Konularıyla Kur'an, Fecr yay.
8- Nahl; 128
9- Necm; 1-5
10- Ra'd; 11
11- Söz konusu "seçkin" kavramı üstünlük ve sınıf anlamında kullanılmamaktadır. Bu seçkin topluluklarda en zenginden fakirine, aristokratından kölesine her kesimden insan bulunmaktadır.
12- Bakara; 249
13- Nisa; 97
14- İsra; 76-77
15- Nisa; 75
16- İsra; 81
17- Rad; 17
18- Mazhuriddin Sıddıki, Kur'an'da Tarih Kavramı s. 17 Pınar yay. İst. 1990
19- En'am;34