Bu soru birçok insan için ilk anda şaşkınlık verici olabilir. Belki içimizden bazılarımıza da garip, soğuk ve hatta itici de gelebilir. Ama hayatın içindeki en büyük gerçekliğin ölüm olduğu bilinciyle hareket edenlerin, bireysel, sosyal ve siyasal şahitliğin bütünlüğü içerisinde hayata bakanların hiç de anlamsız karşılamayacakları bir sorudur bu.
Bu sorunun cevabı, hayatımızın merkezine neleri oturttuğumuzla ilgilidir ve o hayata anlam veren bir çerçeveyi haizdir.
Allah'ın bizi her konuda sınadığı şuurundan hareketle, bir gün gelip mutlaka "canlarımızdan eksiltmeyle sınayacağı" bilincinde olmamak mümkün mü? Aslında "din" ya da "yaşam biçimi" olarak adlandırılan şey tam da bu cevabın merkezinde yer almıyor mu? Çoğumuzca hayat, bunu başarabilenlere imrenmekle, başarmanın önündeki engellerle uğraşmak arasında gidip gelmiyor mu?
Mü'minler arasında üç sınıftan bahsediyor Rabbimiz: "Sabikun (önde gidenler), vasat (orta) yolu takip edenler ve nefislerine zulmedenler." Bunlar arasındaki ölçüt adanmışlık, hayırlarda yarışma ve rucz'dan (maddi/manevi pisliklerden) hicret edip, nefislerde olanı tezkiye etmekle çok yakından ilgili değil mi ?
"Nasıl yaşarsak, öyle ölürüz; nasıl ölürsek, öyle haşr olunuruz" şuurundan hareketle, hayatın her demini, tevhidi bilincin şiarlarıyla süslemek, hangi yaş ve olgunlukta olursak olalım, hangi maddi ve sosyal sınıfı işgal edersek edelim; hangi birikim ve endişe yoğunluğu içerisinde olursak olalım; hayatımızı buna göre şekillendirme arayışından vazgeçmemenin, yorulmamanın, 'adam sen de'ci olmamanın ve yapıp edilen her şeyi değerli görmenin adıdır bu bilinç.
Macide ve Özlem hanımların aramızdan ayrılıp ahirete intikal etmeleri, bunlardan daha fazlasını düşündürttü bizlere.
Hiçbir şeyi boşa yaratmayan Rabbimiz, bu olayda da pek çok ibretler bahşetti bize. Bunların en önemlisi, imtihan olgusunun anlamlılığı üzerine düşündürttükleri idi. Bu düşüncelerimi, İzmir'de Çağrı-Der çevresinde faaliyet gösteren kardeşlerimle paylaştığımda, meğer onlar da ne çok dersler çıkartmışlar bu güzel ölümlerden.
İçlerinden biri, diğerine: "Neden ağlıyorsun, onlar kurtuldular" dediğinde: "Ben kendime ağlıyorum" diye cevap vermiş. Ayetleri açıp okurken karşılaştığımız Ali İmran Sûresi'ndeki "... Hayır onlar diridir! Rızıkları Rableri katındadır! Allah'ın lütfü ile kendilerine bağışladığı şehitlikten övünç duyarlar. Ve arkada kalıp henüz kendilerine katılmamış olan kardeşlerine, bir korku ve üzüntü duymayacakları müjdesinde bulunmaktan mutluluk duyarlar. Onlar, Allah katından ulaşan bir lütfu ve nimeti, Allah'ın inananların hak ettiği ödülü zayi etmeyeceği va'dini müjdelemek isterler" şeklindeki tablonun, konuşulacak her şeyi susturduğunu; gerçeğin tam da bu olduğunu müjdeliyordu.
Cenazelerin defninden bir gün sonra bir bacı, "ütü yaparken ölmek istemiyorum!" diye haykırmıştı nefislerimize.
İşte tam da bu noktada tartışmalarımız alevlendi, nefsi emmareler sustu ve imtihan bilincinin, yürekleri hoplatan manevi dışavurumları şu gerçeği hatırlattı bize:
"Aslında imtihanın çerçevesini belirleyen insanın kendi iradesidir. Bu irade neyi emrediyor ve yapıyorsa ve neyi önemsiyorsa insanın imtihanı o alanda makes buluyor."
Hayatta en çok önemsediğiniz, üzerine titrediğiniz şey işiniz, aileniz, çoluk ve çocuğunuz ya da nefsinizin size emrettiği herhangi bir boş uğraş ise, sizin imtihanınız bu alanlarda seyrediyor. Ve diğer yapıp etmeler, sorumluluk alanları vb. ufalıyor, daralıyor, değersizleşiyor. Ve hobi merkezleri halini alıyor. Boş şeylerden yüz çevirmeler zorlaşıyor, hayat telakkileri halini alabiliyor. Tevhidi olarak nitelendirdiğimiz pek çok alan ve kavramların içi boşalıyor; "geçerken uğradık" misali değer alanlarına dönüşüyor. Lütfen yapılan işler; memuriyet alışkanlıkları dahilindeki ameller, hayatı süslü gösteren düsturlar hepsi ama hepsi birikerek önce ideal olandan, ardından da "olması gereken" den uzaklaştırıveriyor İnsanoğlunu.
Tek bir evlat, tek bir evin taksitleri, tek bir araba, tek tek birikerek bütünün şeklini ve şemalini değiştiriveriyor. Ve bu değişimler hemencecik değil, zincirin halkaları misali birbirine yavaş yavaş eklemlenerek birer kurt misali kemiriveriyor fıtri alanları. Yeni hayat telakkileri, içinden çıkılmaz imtihan alanlarım oluşturuyor. Bildikleri ile amel edemeyenler/etmekten bir bir kaçanlar, küçücük fitnelerin dev versiyonları önünde buluveriyorlar kendilerini.
İradeler hangi yöne sevk olunuyorsa, dev imtihan alanları orada oluşuyor ve diğer tüm alanlar önemsizleşiyor/değersizleşiyor.
Oysa hayat tüm meşgaleleri, tüm hesapları, tüm zevkleri ile bir anda duruvermeye matuf. Her şeyin iptali bir "Ol!" deyivermeyle mümkün hale geliveriyor. Tek sorun zihinlerimizdeki "zamanlar" ile ilgili. "Ne zaman?" sorusunun cevabı olmadığından o zamana dek "Neyi merkeze aldığımız, neyi devleştirdiğimiz, neleri önemsiz kıldığımız, neleri yaşamlaştırdığımız?" soruları önem kazanıyor. Hem de ivedi olarak!
İşte Macide ve Özlem hanımların aramızdan ayrılışlarındaki ibretler bu açıdan çok önemli. Özgür-Der gibi bir camianın içerisinde yıllardır hukuki, siyasi ve sosyal alanda emek sarf eden; hemen her fotoğraf karesinde bir tarihe şahitlik eden bu iki şahsiyet, iradi seçimlerinde birer eş, anne ve meslek erbabı olmanın ötesinde Allah'a teslim olmuş bir bilincin örnekliğini akla getiriveriyorlar.
Eğer onlar süregelen dünyevi meşgalelerini, işlerini ya da Allah'a emanet ettikleri beş yavruyu birer fitne/imtihan aracı kılmış olsalardı, belki de bizler onların arkasından üzülecek ve ibretamiz dersler çıkartamayacaktık.
Eğer onların hayatlarında çocuklarının hastalıkları; bir yerlere emanet edilmeleri devleşmiş/engel oluşturmuş olsaydı; geride kalan bacılarımız, eşlerimiz ve bizler kendi hallerimize bakıp ağlayamayacak, "Şu an ölmek istemiyorum" diyenlerimiz çıkmayacaktı aramızdan.
Ve eğer onlar, "o an" gelip çatana kadar zaten bu yol üzerinde yürüyen iki er, iki nefer olmasalardı, böyle güzel bir ölüm ve uğurlama töreni de gerçekleşmeyecekti.
Böylesi güzel bir yaşam ve ölüm berekettir! Rahmettir!
Soralım kendimize; kim bu hadiseden bereketlenmedi!
Kim bu güzel ölümlere imrenmedi!
İmrendik! Hem de çok imrendik!
İnşallah, Râbbimiz onlardan razı olmuştur.
İnşallah "Tamam" demiştir; "Sınavı geçtiniz..."
Şimdi, "Onlara elem yok, üzüntü-tasa yok, sorumluluk yok. Kısacık bir hayata sığdırdıkları salih amelleri sayesinde Rableri katında rızıklanmaktalar." bilincini şiar edinmek düşüyor bizlere. Emanetlerini sırtlanmak düşüyor. Çıkarttığımız dersi hayata yaymak ve onlar gibi güzel ölümlere uğurlanmak için salih amellerimizi artırmak düşüyor.
Eğer imtihan alanlarımızı Allah yolunda devleştirirsek; diğer alanların ufalıp, daralıp, değersizleşeceği bilinciyle hareket etmek düşüyor bizlere.