Şubat ayının son haftası, Lübnan İslami hareketinin en önemli temsilcisi olan Hizbullah tarafından gerçekleştirilen eylem, özelde Siyonist işgalcilerin ve genelde yeni dünya düzeni adı altında tüm dünyayı ifsad eden uluslararası emperyalizmin yüzünde bir tokat gibi patladı. Siyonist çetenin genel karargahının bulunduğu Marcaun'a giden bir konvoya, uzaktan kumandalı bir bombayla yapılan saldırı sonucunda, biri general olmak üzere 3 İsrail askeri imha edildi. Güney Lübnan'daki işgalci güçlerle irtibatı sağlamaktı görevli birliklerin komutanı olan General Erez Geernstein'in, Siyonist çetenin Güney Lübnan'ı 1982'de işgalinden bu yana öldürülen en yüksek rütbeli subay olması, yapılan eylemin hedefini pekiştiren önemli bir unsur. Aldıkları bu ağır ve anlamlı darbenin etkisiyle şaşkına dönen işgalciler, kapıldıkları korku, panik ve her türlü ayırdetme yetisinden yoksun kör bir öfkeyle, her tarafa bomba yağdırmaya başladılar. AP haber ajansında da geçtiği üzere, Tel Aviv'de bile İsrail'in Güney Lübnan'daki gayri meşru varlığı protesto edilip, geri çekilmesi yönünde gösteriler düzenlenirken, terör konusunda çok duyarlı olan başta Amerika ve diğer "çok gelişmiş" insan hakları havarisi ülkelerden, İsrail'in sınır tanımayan terör eylemlerine karşı tık yok. Zaten ikiyüzlülüğü, çifte standardı kendine şiar edinmiş batı emperyalizminden bu anlamda olumlu bir tepki beklemek de yanlış olurdu. Ortadoğu üzerindeki çıkarlarını koruyacak ve bu coğrafyada bir ileri karakol vazifesi görecek tarzda tasarlanan İsrail, 1948'de tesis edildiği günden beri ümmetin gündemine bir bomba gibi düştü. Ve 1982'de. Güney Lübnan'ın işgal edilmesiyle yeni boyutlar kazanarak günümüze kadar geldi. Teni Dünya Düzeni" projesi için son derece önemli olan Siyonist çete, aldığı tüm dış desteğe, teknoloji harikası süper silahlara ve hatla bir şekilde yanına çektiği işbirlikçi kompradorlara rağmen, kendisine yüklenen misyonu sürdürmekte oldukça zorlanıyor. Rakibinin imkanlarıyla karşılaştırıldığında oldukça kısıtlı olarak tanımlayabileceğimiz imkanlarla Siyonist işgale karşı muhkem bir direniş hattı oluşturmaya çalışan Hizbullah, kurulduğu günden beri yükseltmeye çalıştığı ümmet bilinci ve verdiği onurlu mücadeleyle müslüman Lübnan halkının umudu, dünya müslümanlarının da onuru olmuştur. Hizbullah, Siyonist işgalcilere karşı yıllardır sürdürdüğü zorlu mücadele süreci içinde, İsrail'e ağır kayıplar verdirerek önemli bir güç olduğunu ispatlamış ve hem de verdiği bu, her türlü tavizden, uzlaşmadan uzak onurlu tavrıyla halkın uyanmasını sağlamış sorunun çözümünü ümmet anlayışı içerisinde görmelerini sağlamıştır. Hizbullah'ın yürüttüğü onurlu mücadelenin evrensel İslami harekete belki de en önemli katkısı, işbirlikçi Arap rejimlerinin de desteğiyle Ortadoğu'daki varlığı normalleştirmeye çalışılan İsrail'e karşı ortaya koyduğu net tavrı ve onu meşru bir zeminde gösterecek herhangi bir yanlış hareketten kaçınmasıdır.
Özellikle Körfez Krizi'yle birlikte, uluslararası emperyalizmin Ortadoğu coğrafyası üzerindeki etkisi artmış ve tüm hatlarıyla adeta bir karabasan gibi bölge üzerine çökmüştür. Kendi çıkarlarının ve dünya egemenliğinin garantisi olan "Yeni Dünya Düzeni" projesine karşı çıkan ve bu ülkelerde kurulacak yeni bir dünya düzenine razı olmayan ne kadar ülke ya da yapı varsa hepsine karşı cephe alan ve her türlü baskı, terör ve sindirme yolunu deneyerek bunları ortadan kaldırmaya çalışan işgalci Siyonist güçler, her seferinde karşılarında çelikleşmiş bir İslami irade buluyorlar. Bu irade bazen zalimleri kahreden ve müslüman yüreklerde yeni mutlar yeşerten apansız bir baskın, bazen bedenine sardığı bombayla ölüme gülerek koşan bir militan, bazen yırtık elbiseleri ve zayıf bedeniyle elleri taş tutan bir çocuktur. Ve hepsi de aynı şeyi haykırmaktadır: Fitne kalkıp din yalnız Allah'ın oluncaya kadar bu savaş bitmeyecektir.