Dergiyi sadece üç dört yıldır düzenli olarak takip edebildim. Dergileri "kendisi" yapan, onu diğerlerinden ayıran sık kullanılan kelimeleridir biraz da. Kelimelerle genişleriz. Sadece bazı kelimelerin içine sığmaya ve buna özen göstermeye başlarsak da daralırız.
Nechül Belaga'da Hz. Ali der ki: "Ey insan! Kendini küçük bir cüsse sanıyorsun ama sende alemler gizlidir". İslam bu dünya için değildir. O'nun bir alem tasavvuru vardır. Bu alem de felekler yüzer.
Yayın politikaları alemin hiçbir köşesini ve hiçbir insan tekini dışarıda bırakmamalıdır. Zalime zalim, derken bile her insana üflenmiş olan öze dokunulmamak
Müslümanların yayınlarına geniş bir çerçeveden bakıldığında çok keskin bir işbölümüyle karşılaşıyoruz. İnsanlar kendilerini tasnif etmişler, keskin kutuplara yerleşmişler. Edebiyat ve sanat işlerine bakanlar, hatta felsefeyle iştigal edenler filozofun "hikmeti seven" tanımını görmezden gelerek, "hikmeti elinde bulunduran" bir mevkiden bakar olmuşlardır. Onlar gündelik mücadelelerle uğraşanları, daha doğrusu siyaset ve sosyal işlere bakanları derinliği olmamakla, radikal ve uç olmakla suçlarken, fedakarlıklarla dolu zorlu bir mücadeleyi ve direnişi yükseltenler de sanat çevrelerini sorumluluğu taşıyamamakla, paylaşmamakla, sanal ve fantezi bir dünya kurmakla itham ederler.
Bu genel durum içinde Haksöz, en çok fizik olarak varolmayı ve varkalmayı temsil etti. Fıkhi açıdan kendimizi batıl olanlardan ayrıştırarak, kimliğimizi net olarak ortaya koyma misyonunu kararlı bir şekilde ve kendi iç tutarlılığına halel getirmeden yerine getirdiğini kimse inkar edemez. Bu konuda geri adım atan ve söylemlerinden vazgeçen kimi dergiler gibi baskı süreçlerinden etkilenmedi. Hep aynı çizgiyi koruyarak ayakta kalmayı başardı.
Bu saptamalar -övgüler değil- birazdan gelecek değinilere yumuşak bir geçiş olsun diye. Çünkü bilinir ki dostluklar övgülerden çok sağlıklı, verimli eleştirilerle sağlam ve kalıcı bir zemine oturur Aksi halde Alev Alatlı'nın "karşılıklı hayranlık cemiyeti"nin üyelerine dönüşürüz.
Haksöz akıl ve mantıkla bizi ayaklarımız kaymadan durabilecek bir çizgiye, yükselen bir mücadele grafiğine çağırdı senelerce. Peki kalbimizin kapısını çalabildi mi? İçimizdeki alemleri açığa çıkaracak bir çabanın da içinde oldu mu?
Yoğun kullanılan kelimelere baktığımızda neler görüyoruz: direniş, şahitlik, tavır, mücadele, örgütlenme, eleştiri, oligarşi, strateji, kimlik, saldırı, emperyalizm, işbirlikçi, onur, cemaat, özgür, dava, kararlılık, süreklilik, kuşatma, muhalefet, devlet, çözülme, yılgınlık. Bu kelimelere kimin itirazı olabilir. Fakat birikimimizin hepsi bu kadar mı?
Bunlar genelde küçük cihadın muhtevasını açmaya yarayan kelimeler... ya da daha çok bu anlamlarına vurgu yapılarak kullanılması tercih edilen kelimeleri Haksöz'ün.
Başka başka veçhelerin, başka başka kelimeleri de var; mahv, tevazu, şükür, sabır, tolerans, edep, haya, tevbe, dua, korku, kaygı, ümit, ülfet, uzlet, murakabe, muhasebe, fena, beka, diğergamlık, biraz hilm, biraz sükun, bazen sükut, tevekkül, teşekkür, aşk, vecd, sadakat, vefa, feda... genç kuşaklar nezdinde içi boşalmış kelimeler... bunlar daha çok küçük cihada dair çağrışımlar yapıyor. Bu ve benzeri sayısız kelimenin de içini doldurmak az bir iş mi?
Sanatın edebiyatın kelimelerine de uzak kalmamalı, bu alanlarla da daha çok ünsiyeti olmalı derginin. Beyazıt'taki direniş haberinin yanında, hat sergisi açan gencecik bir hattatın beş on yıllık emeğini ortaya koyduğu serginin de haberi olmalı; bu serginin ve tüm benzeri çalışma ve etkinliklerin de bir direniş olduğu unutulmamalı.
Geçtiğimiz günlerde bir gazetenin görünmeyen bir yerinde bir haber vardı. "İş bulamadığı için kendisini asan oniki yaşındaki konfeksiyoncu kızın cesedini, akşam işten eve gelen on yaşındaki erkek kardeşi-... sistemin böyle eften püften (?) gördüğü haberler ve yorumlar bizde başyazı konusu olmalı. Akşam işten eve gelen on yaşındaki binlerce çocuğa değmeli Haksöz.
Başörtülü kızlar kadar toplumun diğer katmanlarının yüreğini de sarmalı. Hem de genellemeler ve soyutlamalarla değil, doğrudan bireyleri dergiye, dergiyi bireylere taşımalı. Direnişçi elitist bir gettonun sesi olmak istemiyorsa. Bu bir seçim tabii.
İnsanların önüne ömür boyu sürdürülebilir hedefler konmalı ve yaşam karşıtı bir politika izlenmemeli.
Başkalarının yanlışlarıyla uğraşmaktan, çok sık sık kendi doğrularımızın -bunlar vahyi doğrularla gerçekten birebir örtüşüyorsa- kapsama alanının genişletme uğraşı içinde olunmalıdır. Çok sayıda güzel insan Haksöz'ün söyleminin, dini toleransının onları içine alacak kadar geniş olmadığını düşünüyor. Bu yabana atılmamalı. Bunu bir düşünmeli.
Bunlar daha kuşatıcı, vizyonu ve okuyucu kitlesi daha genişlemiş bir Haksöz için gönlümüzden geçenler...
Bu tabii kî İslamın yeniden ihya edilmesi süreci. Sonsuza kadar sürekli kendini üretecek olan, yenileyecek olan, "varış"ı olmayan bir süreç. Bu ezelden ebede süregelen çizgide kimsenin ötekini küçümseme, sanat ve siyaseti karşılıklı konuşlandırma, koyu çizgilerle işbölümü yapma, ötekini yok sayma, edebiyat-sanat ve mücadeleyi karşıt kelimeler gibi sunma lüksü yok.
Sorumluluk birlikte taşınacak ve direniş, hatta aksiyon Beyazıd meydanlarından, konser salonlarından, edebiyat sohbetlerinden, spor tesislerinden, laboratuvarlardan, çocuk seslerinden, kırlardan, kentlerden, hasılı yaşama iradesi ve yaşama sevinci olan her alandan birlikte yükselecek.
Bernard Henry Levy'yi ve Saraybosnalı kadınların anlattıklarını hatırlayalım: Zifiri karanlık sığınaklarda bir bebeğin doğumunu kutluyorlar, spor ayakkabılarını yakarak elde ettikleri ateşte pişirdikleri kahveyi keyifle yudumluyorlardı. Sabahları saçlarını tarayıp, rujunu sürüp yıkılmış işyerlerine gidip arkadaşlarıyla buluşuyor, snayper (keskin nişancı)lara meydan okuyorlardı. Ressamlar müzisyenler işine bakıyordu kaldığı yerden.
Direnişin hiyerarşisi olmaz, öncelikler görecedir. Gürül gürül sürdürdüğümüz yaşam direnişin ta kendisi. Tabii hataları ve sapmaları minimuma indirme gayretleri elden bırakılmadan.
Haksöz güleryüzlü direnişle rabıtaları da güçlendirmeli...