Sadece geçinecek kadar bir geliri olsun istemişti. Fazlasına ne gerek vardı. Eve ekmek, çocuklara üst baş, bacayı tüttürecek her neyse onlardan işte… Ama iş yok ki memleketinde, işi yok ki… Burada, koca denizin kıyısında anlamadığı bir işi yaparken bulmuştu kendini. Koskoca deniz, upuzun bir direk. Direğin üzerinde duruyor. Aşağıdan uzatılan bir demirin bir ucuna yapışıyor bazen, bazen bir ip sallıyor. Gözleri kararsa da yevmiyeyi kurtarmaktır maksat. Kararan gözler teslim olması demektir, işsizlik ve yani memlekete para gönderememek demektir.
Ölüm tehlikesi var orada demişti bir arkadaşı, gitme oraya demişti. Gülmüştü hafifçe, gülünce sevimlileşen yüzüyle. Havaya savurduğu sigarasının dumanıyla birlikte zaten ölüm döşeğinde değil miyiz, demişti. Ne zaman hayatta olduğumuzu anladık ki? Ölüm, tersane dedikleri yerde de yoklasın bakalım bizi!
İşe başladıktan bir iki hafta sonra ölümün yoklayışına şahitlik edince açıkçası biraz paniklemişti. Arkadaşına verdiği mütevekkil cevabın yerini gözlerine ufaktan yerleşen bir korku alıvermişti işte. Her ne kadar doğduğu günden bu yana yoksulluğun pençesiyle mücadele etmekten yaşamayı fark edemediğine inansa da ölümün ufak bir dokunuşu onu sarsmaya yetmişti.
Gazetelerde çıkıyor burası durmadan deyince bir işçi arkadaşı neden diye bile sormamıştı. Neden gazeteye çıkacakmış şu soğuk tersane? Ne yapsın ki insanlar bizi, şu metal yığınını okuyup ne anlayacaklar? Ölümün alıp götürdüğü işçiyi görünce gazetelerin ilgisini kavrar gibi olmuştu. Öyle uzun uzun gazete okuyan biri değildi. Neler olup bittiğini daha ziyade evde ya da şantiyede akşam saatlerinde uyku ile uyanıklık arasında seyrettiği televizyon haberlerinden takip etmeye çalışırdı.
İşçi arkadaşının yeterli güvenlik tedbiri alınmadığı için öldüğünü yazmış gazeteler. Diğer işçiler arasında bir fısıltıdır gidiyor. Her ne kadar patronun adamı diğerlerini rahatlatmak için heyecanlı ve gazetelere hakaret eden bir konuşma yapsa da bir tedirginlik oluşmuş. Sigortası da yok ölen işçinin. Dilenci sadakasına mahkûm edip ölmeyecek kadar verdikleri ücretlerinden demek sigorta katkılarını da esirgemişler. Tedbir almadan direklerin tepesine kadar çıkardıkları adamları suyun dibine kadar da indirmişler.
Ama yapacak bir şey yoktu. Olay kapandı. Patron güçlü biri olmalıydı ki gazetecilerin patronuyla ahbab olduğu söyleniyordu. Mesele pek konuşulmadı. Şikâyetlerin yerini çok şükürler almaya başladı tekrar. Ne yapalım, kaderimiz! Daha iyi imkânlar olsa da oraya gitsek ama yok.
Evdekiler tedirgin olmuşlar, komşudan aradılar. Yok dedi, henüz bir şey yok, meraklanmayın. Acaba henüz bir şey yok derken dili içindeki korkuyu mu açığa vurmuştu, şaştı kaldı.
Zamanında ödenmeyen ücretler, söz verilip de yapılmayan sigortalar huzursuz ediyordu herkesi ya en çok da tehlikeli işleri yaparken bir korku kaplıyordu işçi arkadaşlarını. Yaşanan ölümler korkuyu artırmıştı. Bir başka tersanede de benzer bir ölüm olmuş geçen gün. Televizyonlar meseleyi gündemde tutuyorlar anlaşılan.
Hareketli bir çocuk var işçilerden. Hak hukuk, sömürü düzeni deyip duruyor, anlayan var mı belli değil pek ama işçilerin hoşuna gidiyor konuşmaları. Akşama yakın bir saatte bir grup gelmiş tersanenin yakınına. Kameralar da onlara eşlik ediyor. On beş yirmi kişi kadar varlar. Kapitalist sömürü düzeni, vahşi çalışma şartları, sosyal güvenlik diyorlar ama onun anladığı diğer işçi arkadaşlarının anladığından pek de az değildi: Burada yaşananları çoğu kimse biliyor. Bu arkadaşlar da bunu paylaşmaya gelmişler. Ne diyeyim dedi, Allah razı olsun. Biraz komünist gibi duruyorlar ama halimizi anlamışlar, yanımızda yer almışlar. Keşke herkes birbirine sahip çıksa.
Bugün denize bırakılıp kontrol edilecek tersanenin ürünü gemi. Gemiye bakıp büyüklüğü karşısında ezildiğini hissetti. Arkadaşlarıyla beraber o da indirmede görevli. Daha önce buna benzer indirmelerde ölenler olduğu söyleniyordu. Kızakların başında ve sonunda yer almışlar. Allah kerimdir. Bir açıklama yapan yok. Bu defa korkacak bir şey yok, diye gönlümüzü rahatlatacak bir yönetici çıkmadı. Dışarıda adam mı yok, tehdidinden kimse çıkıp da bir şey soramıyor. İşçisin sen işçi kal, soru sormak neyine, evdekiler para bekler.
Çil yavrusu gibi dağılan arkadaşlarının arasında ne olduğunu anlayamadan kızaklarından çıkıp devrilen devin altında kalınca evdeki çocuklarının seslerine geçen gün vahşi kapitalist düzene bağırıp çağıran ve onlara destek olanların sesleri karışıp kulaklarında bir uğultu oluştu. Doluca ağzından çıkan kan, sadaka dedikleri haftalığını tam da bugün memlekete göndereceğini hatırlattı: Şu üzerimdeki dev kalksa da gidip çocuklarıma bir avuç umut postalasam, gözlerimin feri sönmeden...