Hayat, yüzümüze/üzerimize ısrarla ayna tutuyor.
Gülümseyen, inancını ve umudunu diri tutan az sayıdaki insanın yanısıra kendisini dev aynasında gören nice insan ne kadar küçülüyor gerçekliğin o yalın, o riyasız avlusunda.
Takiyyeyi, çok yüzlülüğü, inkârı, dünyevîleşmeyi içselleştiren kirli bir anafora kapılıyor belki toplumun önemli bir bölüğü. Kendini, geçmişini, beklentilerini yumrukluyor ara sıra kimileri. Yahut her sapağın başında oturup yutkunuyor, yoruluyor ve zamanla yozlaşıyor.
Dilsizlik yayılıyor. İşgal alanını genişletiyor kekemelik, kendiliğindencilik, neme-lâzımcılık.
Sürekli geri çekilerek, kaçıp erteleyerek sırtlarını çok daha kalın ve zorlu duvarlara verenler herşeye rağmen o duvarları aşmaya çalışanlara gıpta etmek yerine kızar, öfkelenir hale geliyorlar. Tel örgüler çekiliyor, düşlere bile. Artık numara yapmaya, rol kesmeye dahi ihtiyaç duymuyor başkalarına baktıkça I sürekli başkalaşanlar.
Başka bir yüzü yok mu peki bu hayatın? Aynaya başka birşey; güzel, onur bahşedici, içimizi ayıklayan/ayaklandıran birşey yansımıyor mu? "Kuzu" ya da "kurt" ol maktan başka bir seçenek yok mu önümüzde? Kuzuların sessizliğinden yahut kurtların iştahlı velvelesinden, çirkin ve sırıtkan gürültüsünden başka bir görüntü, bir yol yok mu?
Elbette var ve o sahih yolun muvahhid yolcuları, hayatı, toplumu bir damar ve sinir ağı gibi örme gayreti içinde kendilerini, ışıklarını, umutlarını, çabalarını biriktiriyorlar. Elleri yansa da ışığı, sevgiyi, yalansız bir evreni derleyip toparlayan avuçlarına, yılışık ve bungun, bunalım posterleri tutuşturmuyorlar onlar.
Onca eziyet ve baskının, kutsal anne yorgunluklarının, algılama bozukluklarının, yayvan ağızlarda dolaşan lâkırdıların, amatör kahraman taslaklarının, para renkli avuçların arasında onarıyorlar dünyayı. İnatla, imeceyle, içtenlikle. Tutunamayanların ve tanınmaz hale gelenlerin kirine bulaşmadan.
Evet, yıkım ve kıyım her yerde kol geziyor. Dünya çırpınıyor ve artık kentler kefenleniyor. Canlar gaflet kınında. İsrafil adının unutulduğu her yerde git gide büyüyen bir infilak, bir kıyamet var. Vicdanlarda hep soysuz marka uşaklığı. Çocuklar her yerde, her zaman öldürülüyorlar. Daha ayakkabılarının ucu körelmeden. İçlerinde bir harabe, bir düş kırıklığı uygarlığı büyütüyor çocuklar. Zulüm ve zillet kapımızı kırıyor, kanımıza dokunuyor.
Gelincik kokusu, körpe seherleri gezinmiş ezan sesiyle birleşip varlığımızı sınarken; kalem kıran, kanımıza susayan, ocağımıza göz dikenlerin yüzüne bir direniş çığlığı savuran güzel insanlarımız var hâlâ.
Hayat, gözlerimize sürekli ayna tutuyor.
Biz biliyoruz ki karanlığın, zorbalığın korkusu değildir insanı üzen... Her sabah güneşin avuçlarımıza bıraktığı o tortop ışığın, dirimin heyecanını duyamamak, kendimizden bıkmak; kendimize, kendi gücümüze inanmamaktır.
Göğsümüzdeki sıkıntı ve dilimizdeki düğüm, bu şaşı, bu sinsi, bu murdar duygunun yenilmesiyle azalacak; müşterek ve mukavim çabalarla çözülecektir.
Şükür ki birileri hâlâ, korkaklığın ve karanlığın avlusuna, onur ve cesaretle şehadet parmağını kaldırıyor.