Gerçek Din Konusunda Kur'an Belirleyiciliği

Arif Çifci

"Allah katında din İslam'dır." (3/Al-i İmran, 19)

"Kim İslam'dan başka bir din arar­sa, ondan bu din asla kabul olunmaz." (3/Al-i İmran, 85)

"İşte o kitap, kendisinde hiç bir şüp­he yoktur. Muttakiler için yol gösterici­dir." (2/Bakara, 2)

Kendisinde hiç bir şüphe olmayan Kur'an hakkında bir kısım insanların heva ve heveslerine uyarak iftira ve karalamalarda bulunması her devirde gö­rülen bir husustur. Tarih boyunca dine karşı olanlar ve inkarcılar (mülhidler) var olagelmiştir. Kur'an'ın ayetlerinde de bunları görmek mümkündür. Kur'an kendisine yöneltilen iftira ve düşmanlıklara karşı yine kendi ayetleriyle cevap vermiştir. İnsanların ihtilafa düş­tükleri konularda Kur'an'ı aralarında hakim yapmaları ve onun yol gösterici­liğine uymaları emredilmiştir.

Her şeyden önce Kur'an'ı kendi bü­tünlüğü ve mantığı içerisinde anlama bilincine ulaşmamız, O'nun metodunu kavramaktan geçer. Kur'an'ı bilmek ve yaşamak onu gereği gibi okumak ve Rasul'ün (s) hayatını, örnekliğini iyi kavramakla mümkündür. Kur'an'a göre Kur'an, Kur'an'a göre sünnet ve Rasul kavramları bu bakımdan ilk başvuracağımız kelimelerdir. Bunları çoğaltmak mümkündür, önemli olan Kur'an ve on­dan bağımsız düşünemeyeceğimiz sünnetin öneminin bir bütünlük içeri­sinde incelenmesidir.

Burada Prof. Dr. Süleyman Ateş'in Gerçek Din Bu isimli iki ciltlik eseri üzerinde durmak istiyoruz. Eser, Turan Dursun denilen iftiracı ve inkarcı birinin "Din Bu" isimli kitabına çeşitli yönlerden yapılan eleştirileri ve cevapları içer­mektedir; gerçek din anlayışının ortaya konup açıklanması düşüncesiyle kale­me alınmıştır.

Süleyman Ateş'in kitabında gerçek din anlayışının ne ölçüde ortaya konul­duğunu ve ne ölçüde eksik bırakıldığını veya katılmadığımız yönlerini açıkla­mak ve tartışmak gerektiği düşünce­sindeyiz.

Ateş, kitabının büyük bir kısmında din adına Kur'an dışı rivayetlerin dine saldırmak üzere kullanılmasını ve ka­sıtlı bir şekilde çarpıtılmasını Kur'an çerçevesinde cevaplamaya çalışıyor. Maalesef Ateş'in belirttiği gibi, din düş­manlarının Kur'an dışı rivayet külliyatı­nı istismar etmesinin yanında aynı mal­zemeyi müslüman çevreler de Kur'an ve sahih sünnet süzgecinden geçirme­den doğru kabul etme geleneğini hala devam ettirmektedir. Ateş, kitabında, hadis rivayetlerini değerlendirdiği bö­lümlerde1 bu konularda önemli açıkla­malar yapmaktadır. Fakat aynı hassasiyete kendisinin de yer yer riayet etmediğini maalesef görüyoruz. Bu ko­nuya biraz daha dikkat edilmesi gerek­tiği inancındayız.

Ateş'in Kur'an ve sahih sünnete gö­re hadis rivayetlerini değerlendirmesi­nin yanı sıra, tarihte oluşmuş fıkıh ekol­lerinin içtihatlarını da yine Kur'anî ölçü­de eleştiriye tabi tutması önemli bir açı­lımdır.2

Ateş, Kamer Suresi'ndeki ayın ya­rılması konusunu peygamberin hücceti olarak görenlerin tesbitlerinin ve ele al­dıkları rivayetlerin çelişkili olduğunu; ayetin Kıyamet vakti olacak bir olaydan bahsettiğini diğer ayetlerle (Tekvir, 1-2, 14; A'raf, 44-50; isra, 09) karşılaştıra­rak izah eder.3 Gene bunun gibi recm olayının da Kur'an'da olmadığını, Kur'an'ın zina cezası olarak çeşitli ce­zalar verdiğini, Nisa, 15-16. ve Nur, 2. ayetlerine dayanarak bu cezaların hiç birinde recmetmek gibi bir konunun ol­madığını belirtir ve bu uygulamanın Tevrat'tan kaynaklanarak İslam hukuku­na geçtiğini söyler.4 Kitapta Kur'an'ın "cana can" ayetiyle "...aralarında Al­lah'ın indirdikleri ile hükmet" ve Bakara Suresi'nin 178-179. ayetleri olan "Öl­dürmede size kısas farz kılındı, hüre hür, köleye köle." hükmüne rağmen "Bir kafire karşı müslüman öldürüle­mez." hadisinin Maliki ve Şafiî mezheplerinin -ayetle çeliştiği halde- içtihadlarına mesnet yapılmasına karşılık, Ebu Hanife'nin ise bu konuda ayetler doğrultusunda reyini kullanmasının Kur'an'a daha uygun olduğu açıklan­mıştır. Kur'an'a uygun olan da budur.

Kur'an dışı rivayetlerle itikad oluşturulamaz. Hele bu rivayetler Kur'an'ın ruhuna ve özüne aykırı olursa bu konu­da daha da dikkatli olunma zorunluluğu vardır.

Bugün sorunun kaynağına inmemiz gerekiyor. Sorunların kaynağı tarihte, çözümü ise Kur'an'da ve Rasul'ün ör­nek uygulamasının bilinmesindedir. Emevi ve Abbasi saltanatlarının deva­mı olan büyük bir kültür birikiminin tarih­teki uygulamaları, büyük ölçüde İslam? bir netliği ortaya koyamamaktadır. Ta­rih bir malzemeler külliyatıdır. Bir biri­kimdir, insanı ve toplumları masum ka­bul etmeyen ve Kur'an'ın takipçileri olan biz müslümanlar, devasa boyutları olan tarihi mahsulleri neye göre değer­lendireceğiz? Ölçü ne olacaktır? Önce­likle ölçülerimizi belirleyecek esaslar, Allah'ın son vahyî bildirimi olan Kur'an olmalıdır. Kur'an sık sık geçmiş üm­metlerin hayatlarından bahsederek on­lardan pratik dersler çıkartmamızı öğ­retmektedir. Kur'an'da tarih kutsan­maz. Prensipler ve kanunlar verilerek, dikkatimiz bu kurallara çevrilir. Müslü­manlar olarak tarihin belli bir döneminden sonra işlerin yürümediğini, dinin Kur'an'a göre değil de belli amaçlara göre yönlendirildiğini kabul etmek zo­rundayız. Hilafetin saltanata dönüşme­si ile meydana gelen değişime dikkat etmeliyiz. Bunlar; düşüncenin donma­sı, fıkhî mezheplerin ortaya çıkması, sorunlara çözüm bulamama, sosyal yapıda farklılaşma, fikir hürriyetinde kı­sıtlama, siyasî ve itikadi mezheplerin ortaya çıkması, Kur'an ve sünnetten uzaklaşma gibi sonuçlardır. Bu farklı­laşmalar giderek ümmetin hayatında derin boyutları olan ayrılıklar meydana getirmiş, tepkisel bir din anlayışının doğmasına sebep olmuştur. Ve maale­sef giderek kutsanan mensup olunan grup olmuştur. Her grup kendi din anla­yışını dinin bütününe şamil kılarak Kur'an ve hadisten deliller getirmek gibi bir eğilimle haklılığını savunmaya baş­lamıştır.

Kendilerini dinin bütününe nisbet eden bu gruplar elbette müslümanların tümüne kucak açamamışlar ve kutsadıkları önyargılar nedeniyle Kur'anî bir İslam anlayışı meydana getirememiş­lerdir.

Bugün hadis külliyatlarında pey­gamberin sözü olarak nakledilen Türk­ler hakkında hem lehte, hem de aleyh­te hadisler vardır. Bu çelişkili rivayetler hadis kitaplarında bulunmaktadır. Ola­yın tamamen siyasî olduğu tarihi ince­lediğimizde ortaya çıkıyor. Abbasî sul­tanı Mutasını zamanında orduya alı­nan Türkler'e karşı ırkî bir Arapçılık an­layışı ile aleyhte hadisler uyduruldu. Bu tavrı haksızlık olarak değerlendiren ba­zı insanlar da maalesef Türkler'! savun­mak için yeni hadislerle durumu kurtar­maya kalktılar.

"Fetihlerle çeşitli din ve uluslara mensup insanlar müslüman oldular. Bunlar ne kadar müslüman olsalar da eski inanç ve kültürleriyle yoğrulmuş insanlardı, içlerinde o kültürün düşün­celerini taşıyorlardı. Zaten bir anda on­lardan sıyrılmaları da mümkün değildi. Bunların müslüman olmasıyla birlikte Araplar da çeşitli kültürlerle temasa geldiler. Kendileri onlara kültür verdik­leri gibi büyük ölçüde onlardan etkilen­diler. Hint ve Yunan düşünceleri, Mani inançları İslam ülkelerinde tartışılır ol­du. Felsefe de yayıldı. Böylece çeşitli fikir ve inanç ekolleri doğmaya başladı. Her ekol kendi düşüncesine geçerlilik kazandırmak için bunları bir ayete veya hadise dayandırmak lüzumunu hisset­ti. Ayetler sınırlı idi. Yeni ayet ilave edi­lemezdi. Ama hadis işi kolaydı. Onun için ekoller mümkün olduğu ölçüde ayetleri, kendi fikirleri doğrultusunda tevil ettiler. Ve düşüncelerini bol bol uydurdukları hadislere söylettiler. Böyle­ce fıkıh, kelam, felsefe ve tasavvuf or­tamlarına uydurma hadisler yayıldı. Ve bunlar derlenerek kitaplara girdi. Hele Hz. Osman'ın öldürülmesinden itiba­ren meydana gelen siyasî çalkantılar, bölünmeler, kargaşalar hadis uydur­mada çok etkin oldu."

İşte bundan dolayıdır ki, Cemel Olayı'nda ordu kumandanlığı yapan Aişe'yi ve kumandanlık ettiği topluluğu kötülemek için Peygamber'in "başına bir kadını geçiren ulusun iflah olmaya­cağım" söylediği halka yayıldı. (Buhari, Megazi, Fiten: 18; Tirmizi, Fiten: 75; Nesei, Kudat: 8)

Sebe Melikesi'nden övgü ile söz eden ayetlerle karşılaştırılınca bu riva­yetin Kur'an'a ters olduğu açıktır. Çün­kü Kur'an'ın hiç bir yerinde kadının ba­şa geçemeyeceğinden söz edilmemiş­tir. Hatta Peygamber (s)'in en çok sevdiği, kendisinden birçok hadis rivayet edilmiş olan Hz. Aişe, Cemel Vakıası'na kumandanlık etmiştir.5

Süleyman Ateş'in hadislerin toplan­ması konusunda getirdiği yaklaşımın Kur'an'ın muhtevasına uygun olduğu kanaatindeyiz. Onun; hadislerin ravilerinin güvenilirliği yönünden ele alındı­ğını, içerik bakımından uygunluğunun maalesef tartışılmadığını ve bunun bir ilim dalı için uzun uzun Hatta Ebu Hanife'nin bu hadisi sahih gördüğünü söyler. Ebu Hureyre'yi çok hadis rivayet ettiğinden dolayı Hz. Ömer'in azarladığını ve rivayetten men ettiğini belirtir. Hz. Ömer'den sonra meydanı boş bulan Ebu Hureyre'nin bu işi daha rahat yaptığını anlatır. İşin en ilginç yönü, Ebu Hureyre'nin sadece Peygamber'in son üç yılında gelip müslüman olduğunu beyan eder.6

Kur'an'a yaklaşım ve rivayetleri de­ğerlendirme konusunda Önemli bir ta­vır ve ölçü içinde bulunan Süleyman Ateş, bazı tespitlerinde yer yer bizi şa­şırtmakladır. Süleyman Ateş'in vahiy konusunda Kur'an'ın bize bildirmediği veya bilmemize de gerek olmayan gaybi bir konuda yorumlar yapması il­ginçtir. "Kur'an'daki Yeminler" başlıklı yazısında, ayetler hakkında bazen "meleğin (Cebrail) ağzından Peygamber'e hitap edildiğini" belirtmesi, bazen de bizzat "melek aradan çekiliyor" veya "melek hakta eriyor, konuşan bizzat Al­lah oluyor" şeklinde izahlar yapması ve bunun lezzetini de "peygamberler ve derece bakımından onlara yaklaşan veliler idrak edebilirler" tarzındaki ifadeleri bizde şaşkınlık uyandırmakta­dır. Ve Ateş, bu konudaki düşüncelerini tasavvuf diliyle anlatmaktadır. Şöyle ki:

"Bu sorunun mutasavvıfların diliyle söyleyecek olursak cem ve faik ma­kamları olarak tanımlayabiliriz. Cem, kulun veya elçinin kendi varlığından geçip Allah'ın varlığında erimesi, kay­bolması, yalnız Allah'ın var olmasıdır. Fark ise elçinin veya kulun kendi birey­liğine dönmesi, Allah'ı ayrı kendisini ayrı varlıklar olarak görmesi ve o ma­kamda konuşmasıdır. İkinci durumda elçi kendi bireyliğinde konuştuğu için Allah'tan üçüncü şahıs olarak söz eder. Birinci durumda elçi Hak'ta eridiği için kendisinden konuşan bizzat Allah olur. Kitap Allah'tan yapılır. Kur'an, çoğun­lukla fark makamından bazen de cem makamından verilmekte, basen de ay­nı ayetle fark ve cem makamları yan yana bulunmaktadır."7

Yukarıdaki paragrafta tam bir Yu­nan panteizmi sırıtmaktadır. Ateş, bun­ları neye göre söylüyor. Gaybe taş atmıyor mu? Hadisler ve fıkıhçılar konu­sunda gösterdiği dikkat ve hassasiyeti, maalesef, burada bulamıyoruz. Hint azizlerinin, budist ve samanların menkıbeleriyle oluşan ve Yunan vahdet-i vücudu karışımı olan bu görüşlerin va­hiy konusunun açıklanmasında malzeme olarak kullanılmasını Kur'an'la nasıl bağdaştırabiliriz. Şu tam bir tezattır. Gerçek din bu mudur? Bir batıl olan Dursun'a karşı başka batılların vehimlerini, hayallerini delil olarak kullanabilir miyiz? Elçinin Allah'ta kaybolması ne demektir? Hıristiyan ve Yahudiler ken­di elçilerini Allah'ın oğlu kabul etmeleri veya Hallac'ın "Ben Allah'ım" demesi arasında ne fark vardır? Süleyman Ateş'in, aynı konunun8 son iki paragrafındaki parantez içine aldığı cümle ile kendi kendisini tekzip ettiğini görüyo­ruz. Cümle aynen şöyledir:

"Tevhid Kur'an'ın temel konusu­dur. Öteki konular onun çevresinde do­laşır. Çünkü Kur'an şirki (Allah'tan baş­ka herhangi bir şeye tapmayı, ondan başkasına yalvarmayı, hangi biçim ve kılıkta olursa olsun bir insanı, bir mele­ği, bir tabiat varlığını, hasılı herhangi bir yaratığı tanrılaştırma geleneği) kö­künden kazıma mücadelesini vermek­tedir."9

Bu cümlelerde melek veya insanın tanrılaştırmasının tevhide aykırı oldu­ğunu söyleyen Ateş, vahiy esnasında bunların birbirine benzeşeceğini söyle­yerek tevhide aykırı düşmüyor mu?

Gene Sayın Ateş, "Peygamberlerin dışındaki insanların meleklerden an­cak ilham ile bilgi alabileceklerini veya peygamber ve velilerin beyinlerinin ka­pasitesini çok kullanarak kalp gözleri­nin açılabileceğini, keşifler alıp kalbe gizli bilgiler doğabileceğini söyleme­si10 bize çok şaşırtıcı geliyor. Peki bu anlayışa göre Kur'an-ı Kerim'de "İfk Hadisesi"ni Peygamberimiz keşf yo­luyla çözebilirdi de, niçin çözemiyor, Allah vahiyle bu olayı bildiriyor ve durum aydınlığa kavuşuyor?

Bunun yanında ateş Miraç yani İsra olayını ayetlerle izah edip, hadislerdeki 50 vakit namaz olayı ve göğüs yarılma­sı gibi çelişkili ifadeleri reddetmesi ve gaybi olan bu olayların açıklanmasını sadece Kur'an'la sınırlaması takdire şayandır.

Ateş'in kitabını okurken bazen net Kur'anî tavırlar takındığını ve Kur'an'ı Kur'an ile tefsir etme anlayışına bağlı kaldığını görüyoruz. Ama bazen de Kur'an dışı rivayetleri, hatta yer.yer menkıbeleri delil olarak kullanması şaşırtıcıdır. Hadislerin, hadis külliyatının ve fıkhi ihtiyaç farklılıklarının Kur'an'ın muhkem hükümlerine ve Kur'an'ın orta­ya koyduğu Rasul anlayışına dayana­rak değerlendiren ve bu konuda çeşitli örnekler veren Ateş, tasavvufi verileri malzeme olarak kullanırken, aynı ölçü­leri kullanmaması nasıl izah edilebilir?

Kitabın ikinci cildinin baş tarafında mucizeleri inkar eden T. Dursun'a karşı kendi hayatından Kadirî ve Rıfaî tarikatlarının gösterilerinden delil getirme­si bir çelişkiyi ortaya koyuyor. Hatta ho­casının hatıraları, kendi rüyaları onun için delil oluyor. Gerçek Din Bu kitabı­nın özellikle ikinci cildinin yer yer bir ta­savvuf kitabı havasına büründüğünü görüyoruz. Ateş'in hocası Hacı Muhar­rem Efendi ve şeyhi arasındaki olaylar buna örnektir: Muharrem Efendi altı saatlik yolu rabıta yaparak kısa bir za­manda alır. Yine Abdulkadir Geylani ile yaptığı rabıta sonucunda kaybolan kitabını bulur. Bu arada Ateş'in, bir takım sihirbazların şiş batırmalarını, zikir ile konsantre olmalarını ve nefis terbiyesiyle insanın olağanüstü güçler kaza­nacağına ve normal düzeydeki insanın yapamayacağı işleri yapacağına dair örnekleri, bazı kişileri manevi güçlerin koruduğunu söylemesi, Kur'an'ın ölüle­re okunması gibi değerlendirmeleri; Kur'an dışı ölçülerden ve anlayışlardan yeterince kurtulamadığını sergilemek­tedir. Tabiiki Süleyman Ateş'in Turan Dursun adlı münkire Kur'an adına ce­vap verme iddiası söz konusu ölçüsüz yaklaşımları nedeniyle zaman zaman boşlukta kalıyor.

Sonuç olarak; Süleyman Ateş bazı konulara Kur'an çerçevesi içinde önemli açılımlar getirirken Kur'an bütünlüğünden koptuğu ve Kur'an dışı kültürlerden arınamadığı yerlerde çeli­şik ve hatalı tespitler yapmaktadır.

Dipnotlar:

1- Prof. Dr. Süleyman Ateş, Gerçek Din Bu, 2 cilt, İstanbul-1991, c. 2, s. 67 vd.

2- a. g. e., c. 1, s 88-89.

3- a. g. e., c. 2, s. 30.

4- a. g. e . c. 1, s. 93-95.

5- a. g. e., c. 2, s. 85-86.

6- a. g. e., c. 2, s. 47-66.

7- a.g.e., c. 1, s. 160.

8. a.g.e.,c. 1, s. 161.

9- a.g.e., c 1,s. 161.

10- a.g.e., c. 1, s. 169.