Gemlik 1. Kur’an Günleri

Ahmet Barutçuoğlu

Türkiye'de ilk kez düzenlenen "1. Kur'an Günleri Sergi ve Etkinlikleri" Gemlik'te yapıldı. Ensar Vakfı tarafından düzenlenen bu faaliyet için yaklaşık beş ay çalışıldı. Sergide Kur'an-ı Kerim'le ilgili eserlerin yanı sıra tefsirler, mealler, dergiler, lügatlar ve bazı akademik çalışmaların tablo ve istatistikleri grafikler halinde sunuldu. Sergi etkinlikleri içerisinde 15 bilim adamı, gazeteci-yazar ve araştırmacı ile yapılan video röportajları da yer aldı.

Kur'an'ın mesajı, okunması, anlaşılması ve yanlış Kur'an telakkileri hakkında; ayrıca Kur'an'ın öncelenmesi ve eylemleştirilmesi konusunda örneklik yapan kişi ve faaliyetler çerçevesinde hazırlanan sorularla gerçekleştirilen video-röportajlara şu isimler katıldı:

Hüseyin Atay (Prof.), Bünyamin Ateş (Gazeteci), Ali Bulaç (Gazeteci-Yazar), Yakup Çiçek (Doç.), M. Sait Çekmeği! (Yazar), Bekir Demirkol (öğr. Üye.), Hamdi döndüren (Doç.), M. Sait Hatipoğlu (Prof.), Hayri Kırbaşoğlu (Doç.), Ercüment Özkan (Gazeteci-Yazar), Yaşar Nuri Öztürk (Doç.), Süleyman Uludağ (Doç.), Y. Vehbi Yavuz (Doç.), Hikmet Zeyveli (Araştırmacı).

Tamamı 25 saat tutan bu röportajlar sergi süresince ziyaretçilere izletildi. Bu etkinliğe Ankara'dan, Konya'dan, Kayseri'den ve İstanbul'dan ziyaretçilerin gelmesi sevindirici idi.

13-22 Mart günleri arasında saat 9.00'dan 23.00'e kadar açık tutulan sergi umulanın üzerinde ilgi gördü.

1. Kur'an Günleri Sergisi ve Etkinlikleri 22 Mart Pazar günü "Kur'an'ın Getirdikleri ve İslamizasyon Politikalarının Kur'an'a Bakışı" konulu bir panelle son buldu. Panele Selçuk Üniversitesi'nden Doç. M. Sait Şimşek, Uludağ Üniversitesi'nden Doç. Y. Vehbi Yavuz ve Doç. Hayati Hökelekli konuşmacı olarak katıldılar. Ahmet Baydar'ın yönettiği panelin sorular bölümü ise bir hayli canlı ve ilgi çekici geçti.

Kur'an konulu bilgi yarışması da panele katılan Doç. İzzet Er başkanlığındaki jüri tarafından sonuçlandırıldı. Dereceye girenlere para ve tefsir ödülü verildi.

Büyük bir özveri ile gerçekleşen bu organizasyona gelenekçi kesimden bazı tepkiler gelmesine rağmen, serginin ve diğer etkinliklerin takdirle ve övgüyle karşılandığı izleyiciler tarafından belirtildi. Vakıf yetkilileri bu çalışmanın boyutlarını genişleterek devam ettireceklerini ifade ettiler.

Burada panelde konuşulanları özetleyerek vermek yerine konuşmacılardan bazı aktarımlarda bulunmayı tercih ettik. Ara başlıklar, ise alıntılardan doğacak kopuklukları önlemek amacıyla tarafımızdan konulmuştur.

MEHMET SAİT ŞiMŞEK

1. Tevhit'ten Sapma

Yahudiler peygamberlerine önem vermezken, Hıristiyanlar aşırı önem vererek onu ilahlaştırmışlardır. Hıristiyan sapma safçadır. Hıristiyani sapma ruhçudur, Yahudi sapması ise maddecidir. Kur'an Hıristiyani sapma için DALLİN ifadesini kullanmıştır, işte biz namazın her rekatında hem Yahudi, hem Hıristiyani sapmadan Allah'a sığınıyoruz.

Müslümanların hayatlarında bazı sapmalar gözüküyor. Mesela Tasavvufi alanda Hıristiyani bir sapma vardır. Sadece tasavvufa değil, fıkhımıza, kelamımıza ve diğer ilimlerimize bu sapmalar sızmıştır, İslam ümmetinin bugünkü içler acısı durumunun sebeplerinden biri de işte budur. Zaten ayeti kerimeler de bunu ortaya koyuyor: "Başınıza gelenler sizin yaptıklarınız sebebi iledir." İslam alemine baktığınız zaman, ne iktisadi bakımdan, ne siyasi bakımdan bir değeri ve Müslümanlara yaraşır bir onuru da yoktur. Yeryüzünün her yerinde Müslümanlar, ezilen, sömürülen, kafası, kolu taşla ezilen bir kitle durumuna düşmüşlerdir.

2. Kur'an'ı Herkes Anlayabilir

İnsanlık, İslam öncesi her tür sapmayı yaşadığı için Allah insanlığa son mesajı olan Kur'an'ı son elçisi Muhammed (s) ile gönderdi. Maksat insanlığı bu sapmalardan korumaktı: "Biz sana bu Kur'an'ı gönderdik ki insanları karanlıklardan kurtarıp nura erdiresin." ayeti, Kur'an'ın niçin gönderildiğini izah etmektedir. Gerçekten de Kur'an; itikadta hakkı batıldan ayırmıştır, iktisatta hakkı batıldan ayırmıştır, ahlakta hakkı batıldan ayırmıştır.

Hayatın her alanında hakkı batıldan ayırmıştır. Ve Kur'an sadece okunmak için değil, yaşanmak için gönderilmiş bir kitap olmasına rağmen, bir süre sonra ölülere okunan bir kitap haline gelmiştir, ölülere okunmaktan daha da ileri gidilerek, Kur'an'ın anlaşılmaz bir kitap olduğunu iddia eder olmuştur insanlar. Bu tezi savunan çevrelerden biri bugün bile eserlerinde Kur'an hakkında fikir yürütürken, "Biz Kur'an'ı anlamak için değil, teberrüken okuyoruz." diyebilmektedir. Bundan başka bir de son dönemde yazılan eserlerde Kur'an'ı anlayabilmek için, bir dizi şartların ileri sürüldüğünü görüyoruz, ilk dönem eserlerinde bu şartlara rastlanmaz. Kur'an'ı anlama konusunda 4/4'lük alimler ilk çabayı veriyorlar, yolu açıyorlar. Ancak sonradan gelenler bu alimlerin yolunu biraz sulandırıp zorlaştırmaya başlıyorlar ve giderek mezhepleştiriyorlar. Neticede karşınıza o alimin kanaatleri değil, kendinden sonra gelenlerin yaptıkları kollektif çalışmaların ürünü çıkıyor. Buna mezhep adını veriyorlar. Bu mezhepler büyük büyük isimlerle ortaya çıkıyorlar. Mesela Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat deniliyor. Toplumlar önce yükseliyorlar, bir süre sonra alçalmaya başlıyor. Bu alçalma esnasında alimler de değer kaybediyor. Alimlerle beraber, kurdukları sistemler de gün gün alçalıyor, neticede o toplumla beraber, o sistem de güme gidiyor. Bu sistemin herhangi bir ünitesine karşı geldiğinizde ise mezhebe karşı gelmekle itham ediliyorsunuz. Mademki mezhepler delillerini Kur'an'dan almıştır, öyleyse ben de Kur'an'dan almalıyım, senin mezhebinden olmaya mecbur muyum? Kur'an önümdedir. Elbette geçmişte büyük alimler gel­mişlerdir. Gerek kelamcılardan, gerek fakihlerden dini anlamaya çalışırken istifade edeyim.

Kur'an'ı anlamak için ileri sürülen şartlardan biri de usulü fıkıhtır. Usulü fıkıh demek, dilin mantığını bilmek demektir. O dili konuşan bir insan, bunu zaten biliyor demektir, öyleyse Kur'an'la insanların arasına barajlar koymanın anlamı yoktur. Arapça'yı, sarf-nahivi, bedii, beyanı ile bilme şartını getiriyorlar. Bunlar niye sayılıyor? Kur'an'ı anlamaya çalışma çabasının büyük bir iş olduğunu göstermek için. Sonra Mevhibe İlmi'ne sahip olma şartı öne sürülür. Bilinmeli ki, Allah Teala bu ilmi kimseye vermez. Allah'ın verdiği vahiydir, vahiy kanalıyla gelendir, insana gelen ilham ilim ifade etmez.

Ebette ifade edilen ilimleri bilmek iyidir. Bir çok ayete "Biz Kur'an'ı anlaşılmak için kolaylaştırdık, düşünen yok mudur?" buyurulurken ben Kur'an'ın bu ayetine mi inanayım, yoksa Kur'an anlaşılmaz diyene mi? Elbette her insan kendi çevresine, kendi seviyesine göre anlayacaktır. Ama bir bakkal ile ilim adamının anlama seviyesi aynı olmayabilir.

3. Mezhepler Gereklidir, Fakat Farz Değildir

Mezheplerle ilgili, mezheb imamları bilmiyordu da siz mi biliyorsunuz şeklinde sorular var. Benim mezhep hakkındaki kanaatim şudur. Mezhepler İslam'ın yaşanmasını kolaylaştıran bir vakıadır. Gereklidir, ancak farzdır veya sünnettir denemez. Ama mezhepler sizin Kur'an'a ve sünnete dönüşünüze engel hale gelmişse bu yanlıştır, mezhepçiliktir. Bunu mezhep imamları yapmamıştır. Ama sonra gelenler bu işi katılaştırmışlardır. Onların söylediklerinin önüne geçmişlerdir. Mezhebin şudur bunun dışına çıkamazsın demişlerdir. Mezhepler Kur'an'ı yorumlamadır. Kur'an'a ters düştükleri yerde yorumlama hataya girdiği an ondan vazgeçilecektir. Bunun dışında istifade edilecektir.

4. Sünnet Nasıl Değerlendirilmeli?

Sünnetle ilgili sorular var. Gerekli mi, değil midir diye. Tabii hadisler kastediliyor. Sünnet bir vakıadır. Ve gereklidir. Ancak önümüze sürülen her hadisi soruşturup, araştırmadan kabul edemeyiz, iki ters, birbirine zıt hadis gelecek ikisine de sahih diyeceksin, ikisini de kabul edeceksin, çelişen şeyleri kabul edersen ikisini de kabul etmemişsindir demektir. Maalesef hadis külliyatında bir çok zayıf ya da uydurma hadisler vardır. Ehli olanlar bu işle uğraşıp ayıklarlar, ayıklanmaya da ihtiyaç vardır. Hadisi tümden kabul etmeme diye bir şey yoktur, çünkü Kur'an "Rasulullah'da sizler için güzel örnekler vardır." buyurmaktadır. Rasulullah 22 yıl Kur'an'ı yaşayıp anlatmıştır. Bundan istifade etmek lazım, ama hadis Kur'an'a ilavede bulunmaz ve ayrı bir teşri kaynağı da değildir. O Kur'an'ı açıklar.

5. Türkiye'de Dine Bakışta Üç Yaklaşım

Türkiye'de dine bakışta üç yaklaşım vardır:

Birinci grup dine karşıdır. Bunu alenen söylerler.

İkinci grup dine karşıdır, fakat açıkça söylemezler. Reform taraftarıdırlar. En fazla kullandıkları unsur "sevgi"dir.

Üçüncü grup dindar kesimdir ki bu da üçe ayrılır:

a) Gelenekçiler: Bunlar Kur'an'ı teberrüken okurlar. Bunlara göre alimlerden gelen görüşlerin hepsi muteberdir. Birbirini tutmasa da bu görüşlere değer verilmelidir. Lakin bunların hepsine inanacaksın demek, hiç birine inanmayacaksın demektir. Birbirini tutmayan bu kadar görüşe inanırsam nasıl hayatımda uygulayabilirim ki? Bunlara göre kendileri gibi düşünmeyenler mezhebin dışına çıkmıştır; hatta dinin dışına çıkmıştır. Reformcudur.

b) Kararsızlar: İslam ümmetinin bu duruma düşmesinin sebebinin bazı sakatlıklardan olduğunu bilmektedirler. Bunun farkındadırlar. Bazı sapmaların olduğunu bilirler. Ama bu sapmaları düzeltmeye kalkarsam, kötü niyetli kişiler bu kapıdan girerek dini yıkarlar diye düşünürler. Onun için bunlar her iki tarafa da kayabilirler.

c) Islahatçı kesim: Bu ümmeti Kur'an ve Sünnet yüceltmiştir. Yine sonuçta Kur'an ve Sünnet yüceltecektir. Bu ümmetin sapmaları vardır. Bu sapmaları düzeltmek için fedakarlık lazımdır. Bu kesim gelenekçiler tarafından, suculukla buculukla, çeşitli şekillerde ilham edilmişlerdir.

6. İslamizasyon Ne Demektir?

İslamizasyon, İslam'a karşı hak-batıl karışımı uyduruk bir dindir, İslam düşmanları halka böyle bir dini İslam diye sunarlar. İslamizasyona uğramamak için ne yapmalıyız?

1) Dini nassları te'vil etmeden olduğu gibi anlamaya çalışmalı ve öyle uygulamalıyız.

2) Nassları dinin temeli olarak kabul etmeliyiz.

Mesela toplumda kulsallaşmış bazı isimler var. Yunus Emre Oratoryosu diye bir şey vardı. Bir hanım çıkıyor, Yunus'un şiirlerini kilise müziği eşliğinde söylüyor. Bunu hoş görürsek yarın bir adım daha atıp disco müziği eşliğinde Yunus ilahilerini söylemeye başlarsa, Müslümanlar Yunus'u sevme uğruna İslamizasyona maruz kalır.

Şahısları dini nassların önüne çıkarırsan, şahısların hatalarından kurulu bir din ortaya çıkar. Kur'an'ın ve Sünnetin önüne getirilen bu dinin Kur'an ve Sünnetle alakası yoktur.

YUNUS VEHBİ YAVUZ

1. Kur'an Anlaşılmadan Okunuyor

Kur'an bir hayat kitabıdır, insanlığı karanlıktan kurtarmak, aydınlığa kavuşturmak için gönderilmiştir.

Kur'an dirilere gönderilmiştir, ama biz onu ölülere okumuşuzdur. İnsanların kafalarına ve kalplerine nakşetmeliyiz. Asırlarca Kur'an anlaşılmadan okunmuştur. Halen de anlaşılmadan okunuyor. Halen okunan mukabelelerden dolayı hem seviniyor, hem üzülüyorum. Allah'ın Kitabı okunduğu için seviniyorum, anlaşılmadığı için üzülüyorum.

Biz Kur'an'ın güzel okunmasına önem verdik. Hatta atasözü haline gelen bir söz var. Kur'an Mekke'de indi, yazıldı; Mısır'da okundu. Kur'an'ı herhangi bir müslüman okuyup anlayamaz, ancak alimler anlar. Biz ancak alimlerin anladığını anlayabiliriz. Bu tezi hala eserlerinde yazan ve savunanlar var. Başkasının anladığını anlamak demek, hiç anlamamak demektir, hiç düşünmemek demektir. Oysa Kur'an okuyanların akıllarına hitap ediyor. Okuyana "düşün" diyor. Peki anlamadığınız şeyi nasıl düşüneceksiniz? Asırlarca kul kitaplarını okuduk, biraz da Allah kitabını okuyalım. Mesaj almak, yararlanmak için okuyalım.

2. Kur'an ve Zikir

Kur'an bir çok ayete zikirden bahsediyor. Ancak biz Allah'ı anmayı teşbih çekmek olarak algıladık. Teş­bihi alıp 100-1000 kere çekince Allah'ı gerçek manada andığımızı sandık. Kur'an bizi, Allah'ı olayların içinde anmaya çağırıyor. Ticaretle uğraşan kişi alışverişinde yalan konuşması söz konusu olunca Allah'tan korkup yalan konuşmazsa, vazgeçerse işte Allah'ı o zaman anmış olur. Gerçek Allah'ı zikir budur. Müslümanın dünyadaki bütün hadiseleri Allah'ın istediği hale getirmesi bir zikirdir. Disiplinli ve başarılı olması da bir zikirdir.

3. Hatim Okumak

Kur'an insanlığa yol göstermek için gönderildi. Fakat insan onu ölülerini cennete göndermek için okumuştur. Ölenin günahlarını affettirmek, cennete göndermek için hatim merasimleri tertib edilir olmuştur. Hoca ne kadar çok dua ederse o kadar çok sevap kazanılacağına inanılır olmuş­tur.

Peki ölen insanlar için Kur'an okumayalım mı? Okuyalım, ama ne faydası olacak? Mesela ölü için Kur'an okurken, namazı kıl, zekatı ver, orucu tut ayetini okumanın esprisi nedir?

Parayla hatim okumak sadece son döneme mahsus değildir. Şeriyye sicilerinden edindiğim bilgiye göre, insanlar Kur'an okumak, hatim indirmek için vakıflar kurmuşlar, hatta bu işle görevli, maaşlı kişiler bu haklarını başkalarına satıp devrediyorlar. Bu bir ticaret metaı haline getirilmiştir. Kur'an Müslümanlara dünya-ahiret bütünlüğünü getirmişken, insanlar dünya ve ahireti ayırmışlardır.

4. Şirk Nedir?

Şirk, kul ile Allah armasında vasıta sokmaktır. Müşrikler putlarını böyle kabul ediyorlar. Mesela "Ayette, mescidler Allah içindir, orada yalnız Allah'a seslenilir (dua edilir)." buyurularken, bizim mescidlerimiz de -size ters gelir ama söyleyeceğim- Allah'dan başkasına seslenen ifadeler vardır. Mesela ya hazreti pirimiz sultan, ya hazreti Aziz Mahmud Hüdai, gibi isimler mescidlerin duvarlarına asılı duruyor. Oysa mescidler de Allah'tan başkasına seslenilmez. Bunlar ne demektir? Alimlerden yardım istemektir. Allah'tan yardım isteyeceğimize o alimlerden yardım istiyoruz. Bu tevhidin bozulması demektir.

Bir tasavvufi eserde okudum. O kitapta deniyor ki: "Eğer kalbine şeytan vesvese verirse, şeyhini anarsın, o vesvese kaybolur." Allah'ı ansana, Allah'ı anmayı tavsiye etsene. Burada kul ile Allah arasına vasıta sokulmuş oluyor. Bu vasıtalar insanı tevhidden ve Allah'dan uzaklaştırmıştır. Bu yanlıştır.

5. Evliya Kimdir?

Şeyhlere bağlanmayalım mı diye bir soru var. Ben bağlanalım da en büyük şeyh olan Muhammed'e bağlanalım, Muhammedi olalım diyorum. Siz Kur'an'ı okursanız Hz. Muhammed'e ışık tutan kaynak size de ışık tutacak. Tarikat yoluyla belli makam, mevki elde ettikleri söylenirse biz de deriz ki belli riyazetleri belli egzersizleri yapan Hıristiyanlar da aynı şeye ulaşabilirler. Bunlar İslami değil, fiziksel olaylardır. Bunlara Kerameti Adiye denir. Her insanda bazı fevkaladelikler vardır. Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır gibi sözlerle insanları belli tarikatlara bağlamaya çalışıyorlar. Bu söz Hz. Peygamber'e ait değildir. Uydurmadır. Evliya nedir şeklindeki bir soruya kafamızda oluşan cevap; mezarı üzerine türbe yapılan, önünde mumlar yakılan, kendisinden yardım istenen, insanın kalbinden geçeni bilen, gece kaim, gündüz saim, hep kendini ahirete ibadete vermiş kişiler şeklindedir. Oysa Kur'an, Yunus Suresi'nin 62. ayetinde evliyayı şöyle tarif ediyor: Allah'ın veli kulları üzerine korku da yoktur, üzüntü de yoktur, iman edip, takva sahibi olanlardır.

6. Kadın ve Siyaset

Kur'an kadınlara erkekler kadar haklar vermiştir. Fakat gelenekler kadınlara o hakları vermemiştir. Kadınların ferdi, siyasal sosyal hakları vardır. Bir kadın siyaset yapabilir mi? Yapabilir. Ben bunu bir ayetten çıkarıyorum: "Mümin erkekler ve mümine kadınlar birbirlerinin velisidirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar." Erkek kadının velayet hakkına sahip olduğu gibi kadın da erkeğin velayet hakkına sahiptir. Hz. Aişe bir muhalefet lideri idi. Eğer basarsa idi devlet başkanı olacaktı.

7. Kadının Sesi

Kadının siyaset yaparken sesini duyurması haram değil midir, diye soruluyor. Kadının sesinin haram olduğuna dair bir nass mevcut değildir. Erkeğin sesini nasıl bir kadın dinleyebiliyorsa, kadının sesini de erkek aynı şekilde dinleyebilir. Ayetin yasakladığı kadının konuşması değil, sesini inceltmesidir. Sesini inceltirse kalbinde hastalık olan erkekler onlara tamah ederler diyor. Bu bağlamda kadının şarkı söylemesi mubah mıdır, şeklinde bir soru var. Alimler bu konuda cevaz verenler ve vermeyenler olarak ikiye ayrılmıştır. Fakat İbn-i Kaim el-Cevziye şarkının ve çalgının haram olduğu ile ilgili bütün hadislerin uydurma olduğunu söylüyor. Karşı çıkılan şarkı değil içindeki sözlerdir, iyiye, güzele teşvik ediyorsa şarkı dinlemek güzeldir.

HAYATİ HÖKELEKLİ

1. İnsanın özellikleri

İnsanı diğer canlılardan ve meleklerden üstün kılan özelliklerden birincisi bilgi kazanma kabiliyetidir. Hz. Adem'in yaradılış kıssasını anlatan ayetlerde bunu görüyoruz, ikinci özelliği ise, bağımsız davranabilme özelliğidir. Allah'ın emrine rağmen davranabilme özelliğine sahiptir, ama hatasını telafi edebilme özelliğine de sahiptir, insan fıtratının üçüncü özelliği de, "insanda ölümsüzlük arzusudur." Hz. Adem'in yasak meyveyi yemesine sebep olan da bu arzudur, işte fıtrat bu üç özelliği ile insanı insan yapmış ve diğer canlılardan ayırmıştır.

2. Tasavvuf Gerekli mi?

Tasavvuf diye bir şey var mı diye soruluyor? Tasavvuf kültürel bir vakadır, İslam'a has bir yöntem midir, diye sorulursa bir takım yöntem ve teknikler insanların ruhani güçleri sağlayıcı, bedeni arzuları zayıflatıcı sonuçları elde edilebilir. Bunlar evrenseldir, İslam'a mahsus değildir, fakat bu beşeri bir ihtiyaçtır. Üzerine durulması gerekir. Bir kalemde silinmemesi gerekir.