Gelenek meselesine eğilirken bir kaç noktayı birlikte hesaba katmadan edemeyiz. Bunlardan ilki geleneği üst düzeyde yeniden gündeme getiren ve bu soruşturmanın da satır aralarında var olan Guenon okulunun "tradition" kelimesini hangi manada kullandıklarına bakmak olabilir. Burada Gelenek örf, adet manasına değildir, en azından bu kelimeler yeterli açıklığı ve genişliği sağlamaz. Onlar Arapça "ed-Din" ve "sünnet" kelimelerine atıfta bulunarak Hz. Adem'den bu yana ilahi kaynaklı bilgilerin merkezinde veya etrafının teşekkül etmiş varlık anlayışı, bilgi, davranış, estetik yönelişler ve sembollerin her bir öğesine veya toplamına gelenek diyorlar.
İkinci hesaba katılması gereken nokta bizim gelenek kelimesi ve kavramına yüklediğimiz çoğu menfi anlamlardır. Modernleşme burada devreye giriyor. Bizim böyle bir algılama ve değerlendirme biçimine sahip oluşumuz modernleşme vakıasıyla sıkı sıkıya irtibatlıdır. Çok basit bir çerçevede söylemek gerekirse İslam dünyasının aydınları, iki asırdır tercihlerini ve geleneklerini, geri kalmalarına sebep olan taşınmaz ağır yükler, ilerlemelerine ket vurma ayak bağları ve İslam'ı doğru anlamalarının önünde duran engeller olarak görmüşlerdir. "Tarihi paranteze alarak" asr-ı saadete gitmek, kaynaklara dönmek, saf İslam'ı yakalamak vb. şeklinde ifadelendirilen yönelişlerin arkasında böyle bir ön kabuller dizisi var
Bugün hem tarih ve gelenekle ilgili yaygın değerlendirmelerin doğru olup olmadıklarına hem de tarihi paranteze almanın mümkün olup olmadığına çok hayati bir meseleye bakar gibi bakmak gerekiyor. Bana sorarsanız geleneğe yöneltilen tenkitler ve bu doğrultuda yapılan değerlendirmeler tek tek bazı doğru özellikler taşısalar da prensip itibariyle yanlıştır. Ayrıca tarihi paranteze almak da mümkün değil. Tarih hafıza gibi isteseniz de istemeseniz de size hükmeder, ummadığınız bir yerde, beklemediğiniz bir şekilde sizi kuşatır. Onun için gelenek ve daha genel bir çerçevede modernleşme konusunda bir usul tartışması açmak gerekiyor.
Modernleşme döneminde "atalar dini" üzerinde çok atıflar yapılmıştır, normal olarak. Fakat Kur'an ve İslam'ın ortaya koyduğu din, kutsal kitap ve peygamber anlayışı, en iyi şekilde "Gelenek" kavramıyla açıklanabilir. Kur'an'da olumsuz bir çerçevede verilen "atalar dini" ("Biz atalarımızı böyle bulduk"un arkasına sığınarak İslamı reddetmek kalımı) İslamiyetten önceki dinlerin bozulmaya uğrayan yönlerine gönderme yapar. Yani nasıl gelenekten kopan veya onu biçimsizleştirerek, çarpıtarak "yeni" (bidat, sapık) bir gelenek ortaya koyan "atalar" ve onların "Yeni" geleneklerini sürdürmekte ısrarlı olanlar kötülenmiştir. Bozulmuş bir geleneğe yapılan olumsuz vurguyu kendi bağlamının dışına taşarak genel anlamda "Gelenek"e kadar uzatmak, maksudu, haddi aşmak olmaz mı?
Üçüncü olarak, gelenekçilik modernleşmenin mukabili midir veya modernizmden gelenekçiliğe sığınarak mı kurtulabiliriz sorularını bence evet-hayır şeklinde cevaplamak ucuzluk olur. Çünkü modernleşmenin paradoksal olarak bazı geleneksel kalıp ve kavramları güçlü hale getirdiğini de biliyoruz.
Son iki asırdır İslam dünyasını, aydınlarını peşinden koşturan modernist eğilim ne getirdi, beklentilere cevap verdi mi soruları bence daha önemli ve sağlıklı. Yani modernleşme kurtuluşun ilerlemenin, saf İslam'a dönmenin muharrik gücü oldu mu? Reddedilen, aşağılanan, kötülenen geleneğin yerine ne geldi? Bu sorular çok önemli, çünkü bunlara ulaşacağız diye modernleşmenin bir sürü belasına katlandık.
Modernist eğilim geleneğe yüklenerek ve bir ölçüde dini alanı tahrip ederek kendine bir yer açabildi, varlık alanı bulabildi. Şimdi tersi istikamete doğru giden bir yolu ve metodu savunmak kötü tarihi, tersten yaşamaya talip olmak olur. Ama insan düştüğü yerden kalkar. Ve yarayı ancak onu açan silah iyileştirir.