1- Cumhuriyet Türkiyesi'nin büyük bölümünde gelenekçilik, müslümanların sosyo-politik ve kültürel konumlarının en yaygın tanımı olmuştu. Bu yargıya yaklaşımınız nedir? Müslümanların kendilerini ifade biçimleri, böyle bir tanımlamayı haklı gösteriyor mu?
Bütün İslam beldelerinde olduğu gibi Türkiye'de de bir öze dönüş hareketi var. Bu hareket tarihi birikimlerin yer yer tanınmaz hale getirdiği İslamiyeti gerçek yönleriyle ortaya çıkarmak, modern insana tebliğ etmek ve modern çağda hayata geçirmek iddiasını taşıyor. Dolayısıyla tarihten intikal eden, babadan dededen tevarüs edilen İslam'ı sorgulamak istemesi kaçınılmaz oluyor. Sonuç olarak bu hareket bu atadan kalma "tarihi" İslam'ın hayatın çeşitli vechelerindeki tezahürlerini "Gelenekçi İslam" olarak isimlendiriyor ve önlerindeki en önemli engel olarak görüyor. Bu bağlamda "gelenekçilik" menfi bir bağlama bürünüyor ve "öze dönüşçü" selefi hareket kendisinin bu kavramla tanımlanmasını istemiyor. Bana kalırsa burada "gelenek"; örf, adet yani bir ikinci tabiat haline gelmiş toplumsal alışkanlıklar bütünü yahut "görenek" olarak kavranıyor. Hatta belki "muhafazakarlık" kastediliyor gelenekçilikle. Muhafazakarlık zihniyet olarak "yineleme" esasına dayalıdır. Bir doktrinin tarih içindeki yürüyüşü bütün maceralarıyla "ilke bazında" benimsenir ve aynen muhafaza edilerek sürdürülmeye çalışılır. Sonuçta muzaffer olması gereken ilkeler yanlış bir tarihilik anlayışıyla aktüel hayat karşısında geçersizmiş gibi görünmeye başlar. -Oysa hak her şeyi fetheder-. Demek ki, doktrininin tarih içindeki yürüyüşü bütün maceralarıyla "tecrübe bazında" ele alınmalıdır. Netice-i kelam müslümanlar tanım gereği -neden modernist değillerse- ondan dolayı muhafazakar veya radikal jargona göre "gelenekçi" değildir. Ama bu onların tarihi tecrübe, kültürel kimlik ve sosyal alışkanlıklar "gerçeğini" gözardı ettikleri anlamına gelmez; hatta bu "gerçek" onları stratejik açıdan çok fazla ilgilendirmektedir. Bu ilgiden mahrum olan ehl-i hakkın halk nezdinde gereksiz ve manasız bir marjinalliğe mahkum edilmeleri kaçınılmazdır.
2- Entellektüel düzlemde gelenek kavramı, modernizme karşı bir bağlamda kullanılmaktadır. Müslümanların modernizme karşıtlıklarının gelenek kavramı ile temellendirilmesini doğru buluyor musunuz?
Antik-modern karşıtlığı, halidi (sürekli) olanla, onu olumsuzlayıcı tarzda hadis (sonradan) olan arasındaki ayırımı ifade edecek şekilde kullanılıyor. Modernizm-Gelenek karşıtlığı bunun bir yansıması. Burada Gelenek kelimesi büyük harfle yazılıyor ve muayyen tanımlamalara sahip. Din-bilgi-medeniyet üçlüsünden hangi unsura ağırlık verirseniz tanımını ona göre yeniden yapmanız gerekiyor. Bu unsurları birleştiren şey ise Geleneğin halidi olana yani "ilkeler"e atıfta bulunmasıdır. Modernizm ise bu ilkelerden sapmayı temsil ediyor. Hatta bir Karşı geleneği. Merkezkaç bir yöneliş. Bu anlamda -yukarıdaki söylediklerimizin hilafına- müslümanlar bir Geleneğe bağlı ve modernizmin şeytani (Gelenek düşmanı, Satanik) yönelişlerine karşı mücadele etmekle yükümlüdür. Tabii ki "yinelenmesi" gereken ilkelerin "yenilenmiş" tezahürleri ile. Modernizme karşı oluşu Geleneğin ilkeleriyle bilgece uyumlu kılarak; modernist bir alternatif olma tuzağına düşmeden...
3- Gelenek kavramının Guenon gibi özellikle Batı kökenli bazı mühtedi düşünürler tarafından itikadi bir bağlamda kullanılmasını ve bütün mistik dinleri de kapsayan bir üst-din olarak tanımlanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Gelenek kavramının Guenon, Schuon, Lings, Burckhardt, Northborne... gibi yazarlarca kullanıldığı bağlamı tesbit için daha az "acul" olmamız lazım. Soruda bu düşünürlerin "telfik-i edyan" taraftarı, modern hümanizmin veya masonluğun öncüllerini hatırlatır bir üst-din kurma çabası içinde oldukları ima ediliyorsa, bu yanlıştır. Çünkü bu üstadlar, birçok semavi din içinden İslam'ı seçmişlerdir. Hatta "telfik-i mezahib" çabası içinde bile değildirler; çünkü dini ritüellerini belli bir "mezheb"e göre yaparlar. Onlar Gelenekle doğrudan doğruya "ed-Din", "el-Mille" denilen menşei semavi olan doktrinleri anlıyorlar. Bu doktrinlerin tarih içindeki yürüyüşleri, kültürel coğrafyalar içindeki telaffuzları yüzünden uğradığı farklılaşmalar, hatta dejenerasyonlar her şeye rağmen aşkın özlerindeki evrensel ilkelerin tamamen kaybolmasını sağlayamamış. Karşılaştırmalı din araştırmaları sonunda bizi özü bir arketiplere götürüyor. Ancak bu arketiplerin kaynağı Jung'un dediği gibi kollektif şuuraltı değil, semavi. Modernist sapıklıklara karşı Geleneğin yeniden keşfine davet eden bu yazarlar, aslında "Dine dönün" çağrısı yapıyorlar. Özellikle modern dünyanın derin bunalımlarından birinci derecede sorumlu Batılılaşmış "aydınlara". Doğrusu Gelenek terimi asıl muhatapları için önemlidir; Din kelimesinin asıl ve evrensel anlamını yitirdiği kimseler için. Esasen bu konu bir kaç satıra sığdırılamayacak kadar geniş ve yanlış anlamalara açık. Özellikle tasavvufa karşı alınan peşin tavırlara muallel yanlışlıklara...
4- Kur'an'ın kendi mesajına karşı çıkanlara yönelik eleştirisinin kilit kavramı olan "atalar dini" kavramının müslümanların geleneğe ve gelenekçilere bakışlarını belirleyen temel bir kavramsal çerçeve sağladığını düşünüyor musunuz?
Bu vesileyle yukarıdaki yazarların Gelenekçi olarak anılmasını tam manasıyla doğru bulmadığımı belirteyim. Onlar için Geleneğin yazarları/mütefekkirleri demek şimdilik daha doğru. Galiba onlar da "gelenekçi" (traditionalist) olarak anılmaktan çok hoşlanmayacaklardır. Dolayısıyla büyük harfle yazılan Gelenekten söz eden insanlar için "atalar dininin çağrıcıları" yakıştırmasını yapmak büyük bir zulüm olur. "Atalar dini" daha çok İslamiyete karşı temelsiz bir taklitle direnen cahililere nisbet edilmiş bir terimdir. İlla bu bağlamda Kur'an'dan bir terimi alıp kullanacaksak Geleneği şu ayet dile getiriyor denebilir: "Millete ebikim İbrahim; huve semmakümu'l-müslimine min kablu ve fi haza..." yani "Atanız İbrahim'in milleti... O Allah'tır sizi daha önce ve şimdi müslümanlar olarak isimlendiren." (Hacc, 22/78). Vesselam.