Soruşturma: Irak'ta Amerikan İşgali Üçüncü Yılına Girerken Ortadoğu'yu ve Dünyayı Nasıl Bir Gelecek Bekliyor?
1-) ABD'nin Ortadoğu ve dünya hakimiyeti planları açısından;
2-) Irak'ın geleceği açısından;
3-) İslam dünyasının geleceği açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
1- ABD'nin, İkinci Dünya Savaşı devam ederken 6 Haziran 1944'de Almanya'ya karşı savaşmak üzere, Fransa'nın Normandia kıyılarına asker çıkarması, hem İkinci Dünya Savaşı'nın kaderini belirlemiş ve hem de ABD'nin Avrupa'da bugün de devam eden egemenliğinin başlangıç tarihini oluşturmuştur. Avrupa, bu savaşta yaşadığı yıkım ve tahribatlardan dolayı dış saldırılara, özellikle de Sovyetler'e karşı kendini koruyamayacak kadar güçsüz düşmüştü. ABD, Avrupa'da bulundurduğu ve daha sonra diğer bazı Avrupa ülkelerinin de katılımı ile NATO'ya dönüştürdüğü askeri güçle, bir taraftan Avrupa kıtasını yayılmacı ve emperyal bir politika izleyen Sosyalist Blok'a karşı koruma, diğer taraftan da Avrupa'da kendi egemenliğinin tesisini amaçlamıştır.
ABD, Avrupa'daki egemenliğini, Soğuk Savaş yıllarında hem askeri, hem siyasi ve hem de iktisadi olarak pekiştirmiştir. ABD'nin asıl amacı, sadece Avrupa'da değil, diğer coğrafyalarda da bu egemenliği yaymaktı. Nitekim, diğer coğrafyalarda -Latin Amerika, Afrika, Uzak Doğu Asya ve Ortadoğu ülkelerinde- işgal, istila ve terörle kendi egemenliğine dayalı bir imparatorluk tesis etmeyi amaçlamaktaydı. Sovyetler Birliği'nin 1989-90'da çökmesi, ABD'ye bu fırsatı, adeta bir altın tepsi içinde sunmuştu. Çünkü, Sovyetler'in çökmesi beraberinde Ortadoğu, Kafkasya, Karadeniz, Balkanlar ve Orta Asya'da sosyalist devletlerin de çökmesini getirmişti. Bu da, söz konusu bölgelerde bir boşluk meydana getirmiş ve bölgelerde oluşan bu boşluğun başka ülkelerce doldurulması, ABD'nin, sadece dünyada oluşturmaya çalıştığı hegemonyasını değil, aynı zamanda Avrupa'daki hegemonyasını da tehlikeye sokacaktı. Üstelik söz konusu bölgeler, aynı zamanda, ABD'nin kuracağı dünya hegemonyası için stratejik öneme haiz bölgeler idi! Nitekim, New York Times gazetesinde çıkan bir makale (Yeni Şafak, 12.01.1996) bu tezin ABD'de tartışılmakta olduğunu göstermektedir. Makalede; 'Yeni Amerikan İmparatorluğu'nun sınırlarının Balkanlarda başlayacağı ve Ortadoğu ile Kafkasların bu imparatorluğun içerisinde yer alacağı, Amerika ve Avrupa kıtalarının güvenliğinin Ortadoğu ve Asya bölgesine bağlı olduğu, bu nedenle Batı'nın güvenliğinin, ancak Sovyetler tarafından bırakılan boşluğun, ABD tarafından doldurulması ile mümkün olacağı" söylenmektedir. Yine aynı makalede, süper ülke olma potansiyeli gösteren Rusya, Çin, Hindistan ve Japonya gibi ülkelerin dengelenmesinin de ABD'nin ancak bu boşluğu doldurması ile mümkün olacağı belirtilmektedir.
ABD, Yugoslavya iç savaşı dolayısıyla NATO'yu da kullanarak Balkanlara yerleşti. Bu vesileyle hem Avrupa ülkelerinin bu bölgede gelişmesinin ve hem de Rusya'nın bu bölgeye dönük gerçekleştirmek istediği amacının önüne geçti. Balkanlar ve Baltık cumhuriyetlerinde etkili hale gelen ABD yüzünü hem Kafkaslara ve hem de Orta Asya'ya çevirdi. Afganistan işgalini de bu amaçla gerçekleştirdi. Çünkü, ancak, Afganistan'ı işgal etmek suretiyle Orta Asya'ya ve Türki cumhuriyetlere yerleşebileceğini düşünmekteydi. Çeşitli Türki cumhuriyetlerde askeri üsler kurması, ikili anlaşmalar yaparak ittifaklar oluşturması, Afganistan'da kendi kontrolünde bir hükümet kurdurması da, hep bu amaca yönelikti. Ama, bunca askeri yığınağa, Afganistan'ı yaşanmaz hale getiren bombalamalara ve tarihte eşine az rastlanır insanlık dışı katliamlarına rağmen, bölgede hakimiyetini kuramamıştır. Taliban'ı devirmiş ama, Afganistan ve bölge için tehlike gördüğü el-Kaide'yi ve lider kadrosunu eylemlerinden vazgeçirmeye güç yetirememiştir. Tam tersine, sadece Orta Asya'da değil, bütünüyle Asya'da, Ortadoğu'da el-Kaide ya da el-Kaide bağlantılı hareketlerin daha da yaygınlaşmasına, güç ve taban bulmasına neden olmuştur.
Eğer ABD, Afganistan ve Irak işgalini problemsiz gerçekleştirmiş olsa idi, hem Ortadoğu ve hem de dünya hegemonyasını tesiste fazla zorlanmayacaktı. Çünkü, Afganistan; Orta Asya, Irak; Ortadoğu ve Ortadoğu'ya komşu diğer bölgeler açısından ABD'nin emperyal amaçlarını gerçekleştirmede kilit rolü oynayan iki ülke konumundadır. Ancak, ABD her iki ülkedeki işgallerinden dolayı umduğunu bulamamış ve süper gücüne rağmen bu iki ülkeyi de kendi kontrolüne alabilmiş değildir. Bu kontrol, bundan sonra da mümkün görünmemektedir. Özellikle de Irak işgalinde yaşanılan hezimet ve direnişin her geçen gün güçlenerek devam etmesi, hem Ortadoğu'ya ve hem de Irak kanalıyla İran, Suriye ve diğer bölgelere dönük ABD'nin hegemonik planlarını alt üst etmiştir. ABD, Irak'ta ikinci bir Vietnam sendromunu yaşamakta ve bu durumdan bir mağlubiyet havası oluşturmadan bir an önce çekilmenin yollarını aramaktadır. Dolayısıyla, Afganistan işgaliyle Orta Asya'ya, Irak işgali ile ise Ortadoğu'ya yönelik hakimiyet planları, projeleri, bugün artık, önceki yıllara göre daha da zorlaşmış, hatta imkansız hale gelmiştir. Çünkü, işgal edilen Afganistan ve Irak'a vaat edilen istikrar ve demokrasi yerine kan, gözyaşı ve kaos egemen olmuştur.
Bugün ne Afganistan ne de Irak, ne kendi ülke halkları açısından ne de bölge halkları açısından güvenlidir. ABD ve işbirlikçilerinin bölgede estirdiği terör, gerçekleştirdiği katliamlar, en cani, en kanlı hiçbir örgüt ve hareket tarafından bugüne kadar gerçekleştirilmiş değildir. Kitleler açısından ABD ve Başkanı Bush, dünya barışı açısından en tehlikeli ve küresel terörün de başlıca nedeni olarak görülmektedir. Mazlum kitleler açısından en sevindirici durum, Irak işgalinin, ABD imparatorluğunun sonunu hazırlamış olmasıdır. Bu başarı, ne Şiilerin, ne Kürtlerin, ne de Saddam taraftarlarınındır; sadece ve sadece canı ve kanı pahasına kahramanca direnen Müslüman direnişçilerindir.
2- Irak'ı ve Irak halkını sıkıntılı ve zor günler beklemektedir. Özellikle seçim sonuçlarının açıklandığı ve hükümet kurulması için görüşmelerin başladığı şu günlerde bu zorluk daha da artacaktır. Çünkü ABD, Irak'ın, kendi kontrolünün dışında ve özellikle de Müslüman direnişçilerin kontrolüne geçmemesi için her türlü alternatifi deneyecektir. Velev ki bu alternatif öteden beri düşündüğü planlara ters olsun. Ayetullah Sistani'nin kontrolündeki Şiilerin birinci, Kürtlerin de ikinci güç olduğu bir yönetim, aslında ABD'nin istediği bir yönetim değildir.
ABD, kendi kontrolünde Kürtlerle, laik Alla-vi'nin yönetiminde ya da benzeri bir hükümet tasavvur etmekteydi. Direnişçiler, ABD'nin diğer planları gibi, bu planını da boşa çıkartmışlardır. Ancak, emperyalist bir ülke olan ABD, hiçbir zaman tek alternatifli bir plan düşünmez; birden fazla, biri olmazsa, onun benzeri bir başka planı mutlaka hazırlamıştır. Bu nedenle, Sistani'nin kurduğu Şii ittifak ile Kürt ittifak hükümet oluşturmada bir problem yaşar ya da ABD'ye rağmen bir oluşuma giderlerse -ki mümkün değil-, ABD yedekte beklettiği, bir başka alternatifi hemen devreye sokacaktır. Irak için bu alternatiflerin en sıkıntılı olanı, kuzeyde Kürtlerin, ortada Sünnilerin ve güneyde de Şiilerin egemenliğinde Irak'ın üçe bölünmesidir. Bu, aynı zamanda Irak'ta bir iç savaşın başlaması anlamına gelecektir. Bölgesel bir savaşı da tetikleyecek olan böyle bir savaş, sadece Irak'ı değil, Irak'ın da içinde bulunduğu geniş bir coğrafyayı -adeta- bir cehenneme çevirecektir. Ancak ABD, böyle bir alternatifi uygulamaya koymadan önce, Irak'ta kendine yakın ya da en azından muhalif olmayan kimselerden bir hükümet kurulmasını temine yönelecektir. İkinci bir adım olarak, Irak'ta mağlubiyet havası oluşturmadan çekilme takvimini belirlemeye çalışacaktır. Üçüncü bir adım da, kurulacak kukla hükümetle direnişçileri karşı karşıya getirmek olacaktır. Bu son şık, Irak'ta etnik, mezhebi bir çatışmayı körükleyecektir. Etnik ve mezhebi bir çatışma ise Irak'ın ayrışmasını çabuklaştıracaktır. ABD böyle bir zamanda bile, iç savaşın meydana getireceği tahribattan ziyade kendi menfaatlerinin devamı için uğraşacaktır. Elbette, ABD'li işgalcilerin lehine olan ve direnişçileri yok sayan her alternatif, Müslümanların direnişini daha da artıracaktır.
3- 1970'lerin sonlarında İran halkının Şah'ı ve onun hamisi ABD'yi ve Afgan halkının da dünyanın diğer süper ülkesi Sovyetler Birliği'ni ülkelerinden kovmaları, dünya Müslümanlarına umut vermişti. Bu iki olay, inançla, azimle ve sabırla hareket edildiği zaman, dünyanın en süper gücünün bile yenilebilirliğini Müslümanlara ve diğer mazlum halklara göstermiştir.
Bugün İslam dünyasında meydana gelen İslami uyanışta, bu iki olayın etkisini unutmak mümkün değildir. Bugün de, Irak'ta Müslümanların işgalci güçleri şaşkına çeviren direnişlerinin, en az bu iki olay kadar, hatta bu iki olaydan da önemli bir etkisinin olacağı muhakkaktır. Çünkü, Irak'ta dünyanın tek süper gücü, yedeğine aldığı işbirlikçi ülkelerle birlikte gerçekleştirdikleri işgale, tecavüze, işkenceye ve katliamlara rağmen, her türlü imkandan yoksun bir avuç yiğit Müslümanın, işgalcileri, Irak'tan çekilmeyi düşünür hale getirmeleri elbette çok önemlidir. Bu olayın İslam dünyasında meydana getireceği umut, inanıyoruz ki, dünyanın diğer mazlum halklarının da üzerinde önemli etkiler meydana getirecektir. Bu bile İslam dünyası için bir kazançtır. Gelecekte insanlık, ABD'li ve Siyonist işgalci güçleri lanetlerken, bir avuç kahraman Müslüman direnişçiyi hayırla yad edecektir.