Düşünen ve duygulanan bir varlıktır insan. Düşünmek ve duygulanmak, insan dediğimiz varlığın temel işlevlerinden ikisidir. Çeşitli biçimlerde vuku bulan duygu-düşünce etkileşimi karşılıklı ve girift bir işleyişe sahiptir. Her iki boyutun da birbirini etkilediği söylenebilmekle birlikte düşüncelerin, duyguların oluşumunda daha aktif bir role sahip olduğu vurgulanabilir. Bu vurguyu açarsak şöyle bir ifade kullanabiliriz. "Duygularımız düşüncelerimizin ürünüdür, duygulan oluşturan düşüncelerdir". Bu arada karşılıklı ve girift bir etkileşimin söz konusu olduğunu da unutmamak gerekir. Yani duygular da düşüncelerin şekillenmesinde, yöneliminde önemli bir işleve sahiptirler.
Bir duygu çeşitli olan korku, tehdit edici bir nesne veya olay karşısında organizmada ortaya çıkan tepki olarak tanımlanabilir. Korku tepkisini ortaya çıkaran olay veya nesneler kişiden kişiye değişebilir. Bir insanın korku duyduğu şey, diğer bir insan için korkutucu olmak bir yana haz verici bir değer taşıyabilir. İnsanların müşterek olarak korktukları nesne ve olaylarla birlikle, bu tür kişiden kişiye değişen korku nesneleri de bulunmaktadır. Farklı düşünce yapıları, farklı yaşantılar, insanları farklı şeylere karşı korku duymaya itebilir. Gelecek korkusu bu tür korkulara güzel bir örnektir.
Kimi insanlar için gelecek, varlığını tehdit edici tehlikelerle doludur. Bu tehlikelere karşı duyulan korku duygusu öylesine güçlüdür ki, içinde yaşanılan "şu an" bu duygu tarafından adeta ipotek altına alınmıştır. Gelecekte var olabilecek muhtemel tehlikeler bu insanları yoğun ve acil tedbirler almaya sürükler.
İlk bakışla kısmen de olsa makul gözüken bu hazırlık geleceğe karşı duyulan korkunun büyüklüğü ile orantılı olarak son derece abartılı ve mantık dışı bir faaliyete dönüşerek, içinde yaşanılan anın anlamının yitirilmesine sebep olabilir. Düşüncelerin duygulan etkilemesinin yanı sıra duyguların da düşünceleri etkilediğini ifade etmiştik. Geleceğe karşı duyulan yoğun korku duygusu kendisini ortaya çıkaran düşünsel altyapıyı gittikçe daha da kuvvetlendirir.
Gelecek korkusunu şekillendiren düşünsel altyapıyı irdelediğimizde, insanın emniyet ihtiyacının, başarıya ilişkin değer yargılarının ve ekonomik kaygıların bu korkunun oluşumunda etkin rollere sahip olduğu fark edilebilir. Düşünce dünyasında bilinçli veya bilinçsiz olarak, insanı merkezi bir yere oturtan, insanı -dolayısıyla kendini- olaylara müdahil olmada en aktif unsur olarak belirleyen kişi, potansiyel bir gelecek korkusunu da bünyesinde barındırmaya başlamıştır, denilebilir.
Emniyetini sağlama ve koruma hususunda geleceğe yönelik endişelere sahip olan ve emniyetini sağlamanın şu an ve gelecekle büyük ölçüde kendisine bağlı olduğuna inanan kişi, gelecekteki muhtemel tehlikeleri de bugünden kontrol allına almaya çalışmaktadır, hatta gelecekteki muhtemel tehlikeler şimdiden alınan tedbirlerle önlenebilecek şeyler olarak, gündemi neredeyse tümüyle işgal edebilir. Aslında gelecek karşısında tedbirli ve temkinli olmakla, sürekli kendini hissettiren hastalıklı bir gelecek korkusu duygusuna sahip olmak arasında, çok ince fakat önemli bir fark bulunmaktadır. En muhkem kalelerin ardına sığınsa bile, ölümün gelip kendisini bulacağını bilen insan, güvenliğini sağlamak amacıyla kısa ve uzun vadeli tedbirler alıyor olmakla birlikte, kendisinin üzerinde "hakim ve belirleyici mutlak bir gücün" olduğu bilinciyle teslimiyet duygusunu kuvvetli bir biçimde hisseder. Bir anlamda gelecek korkusunun yerini teslimiyet duygusu almıştır.
Başarı kaygısı, insanları şiddetli gelecek korkusu duymaya sevk eden unsurlardan bir diğeridir. Başarıya verilen anlam, insandan insana, daha doğrusu düşünce yapısından düşünce yapısına farklılıklar arzeder. Bu noktada başarıdan neyin anlaşıldığı çok merkezi ve önemli bir yer teşkil etmekte. Başarılı olmakla, somut ve dünyevi başarılar kazanmış olmayı eşdeğer gören insan, hem yeni somut başarılar kazanmak noktasında, hem de kazanmış olduğu başarıların sonuçlarını muhafaza etmek bağlamında geleceğe dönük yoğun kaygılar yaşar. Özet bir ifadeyle "kazanmanın bedeli kaybetme korkusudur" diyebiliriz
Başarıyı somut ve dünyevi ölçülerle sınırlamayan bu tür başarıları önemsemekle birlikle, insanın, varlığının anlamıyla bağıntılı bir başarı anlayışına sahip olması gerektiğine inanan kişi, günlük yaşamda başarılar kadar başarısızlıkların da tabii olduğunun bilinciyle muhtemel başarısızlıklar karşısında yoğun kaygılar duymaz. Bu noktada başarı kaygısıyla birlikte ortaya çıkan gelecek korkusunu, ahiret korkusuyla irtibatlandırabiliriz. İnsan için gerçek başarının Allah'ın rızasını kazanmak olduğuna inanan kişi, aldığı günlük ve geçici neticelerden çok varacağı akıbet'i önemser. Varacağı akibeti önemseyen kişide, bir başka korkunun, ahiret korkusunun ortaya çıkması ise, son derece tabiidir. Ahiret korkusu gelecek korkusundan çok farklı olarak, kişinin davranışlarını olumlu yönde etkiler. Belirli bir hedefe doğru motive eder. Gelecek korkusunun hastalıklı yapısı ise, kişiyi içinde bulunduğu anı verimli bir şekilde değerlendirmekten alıkoyar, davranışları belirli ve tutarlı bir hedeften, günübirlik ve pragmatik mecralara doğru sürükler. Yine özet bir ifadeyle gelecek korkusu, yaşanılan dünyevileşme süreci içinde ahiret korkusunun yerini alıyor gözükmektedir, diyebiliriz.
Günümüzdeki karmaşık iktisadi yapı, insanların geçimlerini temin etme noktasında ciddi güçlükler barındırmakta, insanın mala karşı nefsinde varolan hırsla da birleşerek gelecek korkusunu doğuran bir diğer unsur olan ekonomik kaygıları ortaya çıkarmaktadır.
"Rızkı veren Allah'tır" ifadesi, müslümanların yaşamında taşıdığı değeri gitgide kaybederek hoş fakat geçersiz bir slogan haline gelmiştir. Bu ifadenin değerinin kaybolması, yine insanın merkeze kendisini koymasıyla bağlantılı bir durumdur. Kendi yaşamı üzerinde en aktif belirleyicinin kendisi olduğuna -farkında olarak veya olmayarak- kanaat getirmiş olan insan, geçimini temin cime hususunda geleceğe korkuyla bakmak durumundadır. Geleceğini şimdiden temin etmek, öncelikli hedef haline gelmişse, bu hedef uğruna birçok şey, özellikle de karın doyurmayan uğraşılar arka plana itilebilir demektir.
Yazımızın başında duyguların oluşumunda düşüncelerin etkin role sahip olduğunu söylemiştik. Hastalıklı bir duygunun ardında yine hastalıklı bir düşünce yatmaktadır. Müslümanların yaşadığı zihni erozyon, bu tür sağlıksız duygulanımların da altyapısını oluşturmakta. Yine demiştik ki, duygular kendini ortaya çıkaran düşünsel altyapıyı pekiştirici bir güce sahiptir. Gelecek karşısında yaşanılan korku duygusunun da, zihinsel yapının reforme/deforme oluşunda önemli bir katkısı bulunduğunu söyleyebiliriz.
Düşünce yapısını, olaylara bakışını Kur'ani bir perspektifle inşa etmiş olan insanın korkuları da buna uygun olacaktır. Gittikçe hızlanan dünyevileşme süreci içerisinde müslümanlar bu sürecin doğal bir sonucu olarak ve özellikle de ele aldığımız sebepler neticesinde, ciddi boyutta gelecek korkuları taşımaya başlamışlar ve bu korkunun ürünü olan ilkesiz davranış kalıplarının boyunduruğuna girmişlerdir. Gelecek hakkında sahip olunması gereken olumlu ve yapıcı özellikteki "endişeler" olumsuz ve yıkıcı korkulara dönüşmekte, hasılı kelam geleceğe yönelik İslami endişelerin yerine dünyevi korkular geçmektedir. Özellikle kazanılmış olan bazı geçici menfaatler ve mevkiler insanları gelecekte bu menfaatleri kaybetme korkusuna sevk etmekte, bunların korunması uğruna ilkeler "'yeniden gözden geçirilme" sürecine tâbi tutulmaktadır.
"Gelecek de bir gün gelecek" sloganının sanki bir korku filminin tanıtım mesajı imişçesine zihinlerde yer edindiği bu zamanda, gelecek korkusu hem bireysel bazda hem de sosyal yapılar bazında gittikçe belirginleşerek, çözülmelerin, savrulmaların ana sebeplerinden biri konumuna geçmektedir. Gelecek karşısında korku duyan, dolayısıyla ümitvar ve mutlu olmayan insan, içinde yaşadığı anı bu duygunun perspektifinden değerlendirmenin yanışını geçmişini de aynı olumsuz bakış açısıyla görme eğilimi taşır. Geçmişi ve şu anı için olumsuz duygular besleyen bir kişinin, hali hazırda sahip olduğu düşünceler ve ilkelerden "kurtulmak'' islemesi sıkça rastlar hale geldiğimiz "çizgi değişikliklerine bir açıklama getirebilir düşüncesindeyiz.
Sonuç olarak tekrarlamak gerekirse duygularımız düşüncelerimizden bağımsız değildir. Duyguları şekillendiren düşüncelerdir. Bir duygu çeşidi olarak gelecek korkusu, düşüncelerimizin, inançlarımızın bir çeşit dışa vurumudur. Nelerden korktuğumuz ve korkularımızın nasıl bir içeriğe sahip olduğu, düşünce ve inanç sistemimizin "karmaşık" yapısı hakkında bize ciddi veriler sunmaktadır.