“Tunus Ulusal Güvenlik Kuvvetleri Sözcüsü Hüsameddin el-Cebabli, 19 Nisan 2023’te yaptığı açıklamada, Gannuşi ve beraberinde gözaltına alınanların sayısının 7’ye çıktığını, şüphelilere ‘devletin yapısını değiştirme ve halkı birbirine karşı silahlı çatışmaya, kargaşaya, cinayete ve yağmaya sevk etme’ suçlamasının yöneltildiğini duyurdu. Gannuşi’nin tutuklanma kararının ardından başta Nahda Hareketi olmak üzere Ulusal Kurtuluş Cephesinin ülke genelindeki merkez ve şubeleri, terörle mücadele kanunu kapsamında ikinci bir emre kadar giriş çıkışlara kapatıldı.”1
Kurulu düzen sahipleri geçici olarak taktıkları kask ve masklarını bir tarafa atarak gerçek siret, suret ve siyasetlerini tekrar göstermişlerdir. Hak ve adaletten, özgürlüklerden, serbest siyasi rekabetten, demokrasiden, bir arada yaşama pratiğinden ne anla/ma/dıklarını bir kez daha beyan etmişlerdir.
Ezilenlerin antropolojisi denince akla gelen ilk isimlerden biri olan Amerikalı muhalif siyaset bilimci James C. Scott, “Tahakküm ve Direniş Sanatları” isimli önemli kitabında şu değerli tespitlerde bulunur: “Tokugawa Japonya’sında (1600-1800) köylülerin şikâyetlerine neden olan durumların düzeltilmesi için hükümdara bir dilekçenin sunulması, tâbi olanlar arasında özerk bir örgütlenmeyi ima ettiği için cezası ölüm olan bir suçtu… Yine, Rusya’da Çar’a şikâyet dilekçelerini vermek, içişleri bakanlığını en çok kaygılandıran durumlardandı. Bu, fitne, düzensizlik ve isyan başlangıcı olarak kabul edilir ve asla hoş görülmezdi.”2 Martin Van Burinessen de: “IV. Murad tarafından Diyarbakır’da, 1639’da idam edilen Şeyh Aziz Mahmut’un en büyük suçunun(!) halkın iktisadi, insani, sosyal güvensizlik ve adaletsizliklerle ilgili şikâyetlerini otoriteye/Sultan’a bizzat iletmiş olmasıdır.” diye yazar. Yani “Aziz Mahmut, esasında halk ve devlet arasında arabulucu olmak gibi affedilmez bir ‘suç’ işlemiştir.”3 Gannuşi’nin işlediği “suç” tam olarak buna tekabül ediyor, diyebiliriz!
Raşid Gannuşi Kimdir?
22 Haziran 1941’de Tunus’un Gabes vilayetinde doğar. O, henüz modernitenin sarıp sarmalamadığı geleneksel Müslüman bir toplumda yetişti. Hafız bir babanın, etkili bir annenin oğlu, Arap milliyetçisi ve Nasır hayranı bir dayının yeğenidir aynı zamanda. Annesinin en büyük arzusu oğlunun prestijli ez-Zeytune okulunda eğitim görmesidir. 16 yaşında okula kaydolur. Yerli ve yabancı ilk klasik eserleri okumaya başlar. Zeytune, Endülüs ve Sicilyalı öğretmenlerin ilmiyle şenlenmiş bir kurumdur. Daha sora M. Abduh ve Tahir bin Aşur’un özel ilgisi ve sevgisi ile bu daha da cazip hale gelecektir. Gannuşi, gençliğinin ilkbaharında dönemin popüler akımı olan Nasırcılığa kapılır. Ona göre o zaman Nasırcılık hem Arap bağımsızlığı hem de Arap kimliğinin bir diğer adıydı. Kuzey Afrika’da Nasırcılık, İslam ile özdeşleşmişti adeta. İki yıl ilkokul öğretmenliği yapar. 20’li yaşlarda Mısır’a gitme hayali başlar. 1964’te Kahire’de Ziraat Fakültesine kaydolur. Mısır’da hayal kırıklığı yaşar. Orada Arap dayanışması ve arzuladığı adaleti bulmaz. Nasır’a olan inancı sarsılır. Mısır, muhalif olduğu için onu Tunus’a iade için girişim başlatır. O, bunu fark edince Suriye’ye kaçar. Orada felsefe eğitimi alır. Suriye’de İhvan ile temas kurar. 1965’te Avrupa dünyasını keşfetmeye karar verir. Almanya’da üç ay çalışır. Suriye tecrübesi onu Arapçılıktan vazgeçirir. İhvan’a daha çok yaklaşır. Edip Salih, el-Buti ve “aktif volkan” diye tanımladığı Cevdet Said ile tanışır. Sonra İhvan’dan ayrılır ve Malik bin Nebi’nin fikirlerine yönelir. 1966’da laik milliyetçilikten ve geleneksel İslam’dan kendini arındırdığını söyler. Çağdaş Müslüman düşünürleri okumaya başlar. 1968’de mezun olur ve Fransa’ya gider. Sorbonne’da felsefe dalında yüksek lisans eğitimine başlar. Paris’te Tebliğ Cemaatine katılır. Tebliğ Cemaatinin, onu sert rüzgârlardan koruduğunu ve şekillendirdiğini yazar. Hamidullah’ın sohbetlerine katılır. Pakistan ve Endülüs’ü ziyaret eder. Malik bin Nebi ile tanışır. Bin Nebi’nin düşünceleri Gannuşi’ye, selefi düşüncelerinin Tunus’un durumuna uymadığı gerçeğini keşfettirir. Hasan Turabi ile görüşür ve ondan etkilenir. İran devrimi ve kadroları ile tanışır. 1981’de İslami Yöneliş Hareketini kurar. İranlılar ile arasına mesafe koyar. 1980’lerin başında tutuklanır. Dört beş yıl sonra gönüllü hicret başlar. Londra’ya yerleşir. ‘Arap Baharı’na değin orada kalır. Diktatör Bin Ali devrilince ülkesine gelir ve kaldığı yerden siyasete devam eder.4
Aslında Gannuşi, yerli ve yabancı kurulu sistemin gözünde hep “suçlu”ydu! Tunus’tan diğer ülkelere yayılan diriliş ve direniş sesinin Arap sokaklarında gök gürlemesine dönüşmesinin müsebbibi olarak görülmüştür o. Mevcut despotik yönetimlerin devrilebileceği müjdesini halkının kulağına fısıldamıştır.
Pakistanlı siyaset bilimci ve aktivist İkbal Ahmet (1933-1999), “İmparatorluğa Meydan Okurken” isimli kitapta, David Barsamian ile yaptığı söyleşide ilginç bir tespit aktarır: “1904-1905 Rus-Japon Savaşı, Batılı olmayan bir ordunun Batılı bir orduyu adamakıllı yenilgiye uğrattığı ilk savaştı. Japonya Rusya’yı yenmişti. İnsanlar, yaklaşık bir asır boyunca aşağı olduklarından ötürü sömürgeleştirildiklerine dair şarkılar yazdılar, romanlar kaleme aldılar, bu konuda ciddi bir literatür oluşturdular. Tüm bunlara göre ırk bakımından, bilimsel bakımdan, savaş, strateji, taktik ve silahlara dair bilgileri bakımından geri oldukları için sömürgeleştirilmişlerdi. Sonra birden Asyalı bir gücün tabloyu tersine çevirdiğini ve Batılı bir gücü yendiğini gördüler; bu durum bir etki yarattı. O zamanlar Hindistan'ın valisi Lord Curzon'du. Downing Caddesi'ne gönderdiği diplomatik notta, Japonların Rusları yenmesinin yankılarının Doğu’nun fısıltılı dehlizlerinde bir gök gürlemesi etkisi yarattığını yazmıştı.”5 der.
Gannuşi’nin bir başka suçu (!) da şu oldu: Muhalif, düşman ve muarızlarını ahlaki ve siyasi olarak yalnızlaştırdı ve meşruiyetlerini tamamen yitirmelerine neden oldu: “İkbal Ahmet, Edward Said ile beraber FKÖ liderleri ile yaptığı birçok görüşmede, silahlı mücadelenin çözüm olmadığını bu işin silahtan çok organizasyonla ilgili olduğunu, başarılı bir silahlı mücadelenin hasımla savaşmaktan ziyade onu dışarıdan yönetmekten geçtiğini ileri sürer. Dışarıdan yönetme işinden kastettiği şey, düşmanın meşruiyetinin yitirmesini sağlama görevi olduğunu söyler.”6 Gerçekten de Gannuşi, hasımlarını ahlaki ve siyasi sahada -oyunu kurallarına göre oynayarak- hem kendi gözlerinde hem de dünyanın gözünde tabiri caizse ofsayta düşürüp etkisiz bırakmayı başarmıştır.
Gannuşi, gerek kişisel hayat serüveni, duruşu ve siyasi kimliği gerekse entelektüel derinliği ve eserleri nedeniyle ilgiyi ve tartışmayı fazlasıyla hak eden bir şahsiyettir. Endülüs ve Sicilya’nın o bereketli ve alüvyonlu toprağından, bilgi ve birikiminden/ikliminden ziyadesiyle yararlanmış Mağrib’in bu değerli evladı en az öncülleri İbn Haldun ve Hayrettin Paşa kadar ilgiyi hak etmektedir. Siyasete ve demokrasiye bakış açısı, öteki ile bir arada yaşama tecrübesi, güç ve imkânların bölüşümü, boş alanlar/feragat diye tesmiye ettiği ve tamamen siyasi içtihatlara kapı araladığı teorisi, despotik anlayışların karşısına çıkardığı şura, seçim, şeffaflık ve hesap verilebilirliğe dair iddiaları, insan hak ve özgürlüklere dair söylem ve eylemleri vs. her şey tanı(n)mayı/muarefe, tartışmayı/müzakere ve anlaşmayı/muahede bekliyor.
İbn Haldun, Şam’ı işgal etmiş olan Timur'un huzuruna kabul edilir. Timur, kendisi için ne yapabileceğini sorar. İbn Haldun, bu ülkede Mağribî olmak bakımından yabancı olduğunu ve kendisinden sadece ünsiyetistediğini belirtir. İbn Haldun burada diplomatik bir dille gurbetin karşıtı olarak ünsiyet kavramını kullanır ki bu, Arapçada saygı, itibar, sevgi, merhamet ve her türlü bakım isteğini imler. Ama tarih Timur’un sözünde durduğuna dair bir kayıt barındırmaz. Timur, bildiğini okumuş ve Şam’ı kırıp geçirmiştir.7
Despotik rejimler altında yaşayan Müslümanların en büyük istekleri insana yaraşır bir biçimde yaşamaktır. Raşid Gannuşi ve diğer Müslümanların istekleri de bu manada gerçek bir ünsiyet idi. Ne yazık ki en çok da bu onlardan esirgenmiştir. Akıbet muttakilerindir.
2- James Scott, Tahakküm ve Direniş Sanatları, s. 110
3- Martin Van Burinessen, Kürdistan Üzerine Yazılar, s. 49-54
4- Azzam S. Tamimi, Raşid Gannuşi: İslamcılık Geleneğinde Bir Demokrat, Hece Yay.
5- David Barsamian, İmparatorluğa Meydan Okurken, s. 8