Günümüzde bir spor dalından çok daha fazla anlam taşıyan/yüklenilen bir oyun futbol. Popüler futbol kimliği, diğer toplumsal anlam ve öznelliklerden bağımsız bir şekilde varolmasa da tekil anlamlara indirgenemeyecek bir özerkliğe sahip görünmekte. Bu anlamıyla birçok kimliğin destekleyici alt kimliği olarak görülse bile bazen kitleler için belirleyici üst kimlik anlamı kazanabilmektedir. Bu çerçeveden bakıldığında futbolun “kutsallık” kazandığını söylemek abartı olmayacaktır. İngiltere’deki Liverpool futbol takımının taraftarlarının bir kısmının öldükten sonra küllerinin Anfeild Stadyumu’na serpilmesi geleneğinin bu kanaate güzel bir örnek oluşturduğu düşüncesindeyiz. Stadyumların ‘mabed’ halini aldığı yerlerde futbol maçı, takım renklerini taşıyan özel kıyafet ve aksesuarları, takım renklerine boyanmış yüzler vb. ile büyük bir kabile ayinini andırmaktadır. Umberto Eco’ya göre “Futbol, günümüzün en yaygın dini, batıl inancıdır.”
Birey kendini sosyal bir yapı içerisinde tanımlama ihtiyacı hisseder. Cemaat aidiyeti hissi insanın fıtri bir ihtiyacıdır. Modern yaşam tarzı, bireyi yalnızlığa mahkum ettiğinden bireyin sosyal aidiyet ihtiyacına cevap vermek adına sanal cemaatler oluşturur. İşte modern yaşamın ürettiği sanal cemaatlerin en önemlilerinden biri de futbol takımlarıdır. Bir taraftar için tuttuğu takımın işlevi, bir referans grubu olarak görülmekte ve onun başarısı, kendisi için bir tür güven ve iftihar duygusunun kaynağı olmaktadır. Oyuncusu, başkanı, teknik ekibi, yöneticisi, transfer ücretleri, yazılı ve görsel basınıyla büyük bir sektör halini alan futbolda, taraftar, hiçbir maddi çıkarı olmadan gönüllü ilişkiler çerçevesinde bu sektöre destek veren tek elemandır.
Ne gariptir ki, insanlara, kapitalizmin yarattığı tek tip yaşam formunun dışında bir eğlence sunmak adına ortaya çıktığı düşünülen futbol, kapitalizmin tek tip yaşam tarzının pekiştiricisi olmuştur. Zira popüler futbol kültürü, kapitalizmin hayat tarzının anlamsızlığını unutturmak için bireylerin içinde kendilerini anlamlı ve değerli hissettikleri başka bir dünyadır. Burada önemli vurgu kitlelerin değersizliğine yapılmalı. Kitlelerin önemli bir kısmının aşağılık kompleksi içinde ve kendilerini değersiz hissettikleri az gelişmiş ülkelerde futbola verilen değer had safhaya çıkmıştır. Özellikle ekonomik anlamda geri kalmış ülkelerde futbolun gelişmesinin nedenlerinden biri de budur. Brezilya ve Arjantin örneğinde olduğu gibi.
Egemenler ve Futbol
Yüklenen anlam itibariyle paradoksal bir yapıya sahip olmasına rağmen kitleler üzerindeki etkileyiciliği, egemen güçlerin futbolu, oluşturmak istedikleri toplumsal/siyasi yapılanmayı destekleyici bir araç olarak kullanmalarını kolaylaştırmaktadır. Özellikle milliyetçi/ulusalcı söylemin yeniden üretilmesinde egemenlerin öncülleri arasında önemli bir yer tutan futbol kültürü tam da bu noktada paradoksal söylemleri kanıksamıştır. Bir yandan futbolun (çoğu spor dalı için aynı söylem kullanılır) “kitleleri birleştirici/kaynaştırıcı” bir spor dalı olarak dünya barışına ve kültürler arası kaynaşmalara pozitif katkı sağladığı iddia edilirken, diğer taraftan “rakip” takımlar ve dolayısıyla “rakip” taraftarlar düşman olarak gerektiğinde öldürülmeyi hak eden “ötekiler” şeklinde karşımıza çıkarılmaktadır.
Futbola endüstriyel bir yapı kazandırılması dünyadaki egemen güçlerin sosyal/siyasal hedeflerinden bağımsız olarak düşünülemez. Endüstriyel ve dolayısıyla da kurumsal bir yapıya sahip olan bu oyuna biçilen sosyal rollerden biri ve en önemlisi de etkilediği kitlelerin uyuşturucusu olmaktır. Umberto Eco’nun da dediği gibi “Futbol sahiden halkın afyonudur.” Modern yaşam tarzının insanın sosyal ihtiyaçlarına yönelik yarattığı kaçınılmaz boşluğu sanal olarak doldurmasının yanı sıra ekonomik ve siyasi gelişmelere karşı bireyleri duyarsız veya unutkan kılmanın en önemli aracı olmuştur futbol. Türkiye özelinde meşhur 5 Nisan kararlarının ‘önemli’ bir maçın ardından açıklanması, TSK’nın Kuzey Irak’a düzenlediği operasyonlardan birinin Chelsea-Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi müsabakası saatlerinde, bir başkasının Türkiye-Portekiz Avrupa Şampiyonası müsabakası saatlerinde gerçekleşmesi rastlantı değildir. Futbol, yalnızca ülkeler bazında değil uluslararası alanda da düzenin efendileri tarafından medya ve iletişim araçları ile halklara empoze edilerek siyasi-ekonomik-sosyal sorunları perdelemekte kullanılmakta.
Bütün bunlardan sonra bu yazıyı kaleme almamızın asıl sebebi olan Avrupa Futbol Şampiyonası ve Türkiye’deki etkisi üzerinde durmak istiyoruz.
Afyonlaştırılmış Futbolun Turnuva Günleri!
Geçtiğimiz ay ülke gündemini neredeyse tamamen işgal eden Avrupa Futbol Şampiyonası’na Türkiye futbol takımının da katılımı Türkiye’de futbol şovenizminin ne derece büyüyebildiğini göstermesi açısından ibret vericiydi. Aylar öncesinden medya tarafından şampiyonaya hazırlanan halk, şampiyona başladığında futbol dışında olup biten her şeye gözünü/kulağını kapatmıştı bile. Kitlelerin özellikle ‘milli’ takımın maçlarını seyrederkenki huşu ve trans hali öylesine derinleşti ki; toplumsal gerginlik, demoklesin kılıcı gibi halkın başında sallanan yargı darbeleri, başörtüsü sorunu, AK Parti’ye açılan kapatılma davası, insanların özgürlükleri unutuluverdi. Bu noktadan bakıldığında Anayasa Mahkemesi’nin başörtüsüne üniversitelerde serbestlik sağlayacak anayasa değişikliğini, Anayasa’yı çiğneyerek ve TBMM’yi yok sayarak iptal ettiği 5 Haziran tarihinin Euro 2008 Futbol Şampiyonası’nın başlamasından yalnızca iki gün önce olması çok manidardır.
Televizyon ekranlarında reklamlar dahil hemen hemen her an futbol ve ‘milli’ takım vardı. Futbolcular mitolojik birer varlık halinde sunuldu ve bu varlıkların oluşturduğu mucizevî birlik ‘Turko’ olarak çıktı karşımıza. Çeyrek final mücadelesini Türkiye futbol takımı kazanınca; “Fatih Terim, helal olsun o aldığın 140 bin YTL sana!” nidaları yükseldi yarısından fazlası açlık sınırının altında yaşayan ‘cefakâr/fedakâr’ kitlelerin ağzından. Maçtan sonra gökyüzü kurşun yağmuruna tutuldu ve gazetelerin üçüncü sayfalarında küçük satırlar halinde yer alan ölü ve yaralılar ertesi gün olmadan unutuluverdi. 1 Mayıs günü işçiye kapatılan Taksim Meydanı futbol fetişistlerine ardına kadar açıldı. Ne güvenlik ne de trafik kimsenin umurunda bile değildi.
Futbol takımının yarı finale çıkışını “Viyana’yı fethettik!” tamtamlarıyla duyuranlara “Hem Avrupalı olduğunuzu iddia edeceksiniz hem Avrupa’yı fethedeceksiniz!”; bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demedi kimse. Bir elin parmaklarıyla sayılabilecek kadar az köşe yazarı itiraz etti bu çılgınlığa. İtiraz edenlerin bir kısmı ise “Tabi ki seviniyoruz ama bu kadarı da fazla!” diyebildi ancak.
Ne kapatma davası ne de sivil anayasa ile ilgili somut herhangi bir adım atmayan Başbakan, futbol takımının başarısının bütün insanların ilham kaynağı olduğunu söylüyordu. Başbakan’a nasıl bir ilham kaynağı olduğu ise merak konusu hâlâ.
Cami ve mescitlerde Allah’ın ‘sakıncalı’ ayetlerini okumaktan imtina eden Diyanet’in kimi görevlileri de futbol takımı için ‘gol duasına’ çıkardı cemaati. Futbol eksenli itikat oluşturmaya kadar vardırdılar işi. Kendilerine dini referans aldıklarını iddia eden bazı kanalların haber spikerleri yarı final karşılaşmasından önce haberleri Türk bayrağı desenli kravatları ve kırmızı beyaz takım elbiseleriyle sundu.
Sonuç olarak futbol, hem dünya hem de ülkemizdeki egemen güçlerin, zulüm, haksızlık, hukuksuzluklarını örtme/gölgeleme aracı olan bir kirliliktir artık. İçinde bulunduğumuz toplum boğazına kadar bu kirliliğe saplatılmıştır. İslam’ı referans alan herkesin bu kirlilikten önce kendini arındırması daha sonra da muhatap olduğu kitlelere bu arınma mesajını ulaştırması gerekir.
Yararlanılan Kaynaklar
“Popüler Futbol Kültürü ve Milliyetçilik”, Necmi Erdoğan, Birikim Dergisi, Sayı: 49
Futbol Asla Sadece Futbol Değildir, Simon Kuper, İthaki Yay. 2003
Futbol ve Kültürü, Tanıl Bora/Roman Horak/Wolfgang Reiter, İletişim Yay. 1993
“Futbolun Değeri Kitlelerin Değersizliği”, Murat Ural, Haksöz Dergisi, Sayı: 55
“Türk Futbolunda Potansiyel İstanbul Ruhu ve Şiddet”, İsmail Doğan, Düşünen Siyaset Dergisi, Sayı: 1