Her ne kadar İslam coğrafyası dışındaki meseleler çok fazla gündemimize girmese de Ukrayna işgali hem Rusya’nın can yakıcı emperyalist adımları hem de coğrafi yakınlık sebebiyle yoğun olarak tartışmalarımızın merkezine yerleşti. Rusya-Ukrayna sınırındaki yoğun askerî sevkiyatla tartışılmaya başlanan mesele bir aydan fazla süredir geniş bir şekilde televizyondan internete ve yazılı basına tüm mecralarda işleniyor.
ABD’nin Rusya’nın Ukrayna’ya saldıracağı istihbaratını açıklaması ile öncelikle Rusya böyle bir niyetinin olmadığını beyan etmiş ve Batı’nın kendilerini kışkırttığını belirtmişti. Sonrasında Belarus dâhil birkaç noktadan başlayan “askerî operasyon” ile Ukrayna topraklarına fiilen giren Putin yönetimi, harekâtın sadece Ukrayna’nın zulmettiği Rus etnik unsurlarının selameti açısından gerçekleştirildiği ve asla bir “işgal” durumunun söz konusu olmadığını bildirdi. Kiev kapılarına tanklar dayandığında dahi Putin’in ağzından işgal kelimesi duymak mümkün olmadı. Adeta yalanın ağzına yuva yaptığı, her konuştuğunda ağzından palavralar dökülen Rus lider, açıkça işgalci pozisyonda iken sürekli olarak Batı’yı ve Ukrayna hükümetini suçlayadurdu.
Putin’in bunları yapmasını yadırgamıyor, aksine kendisinden bekleneni yaptığını düşünüyoruz. Biz Putin’i Ukrayna’da tanımadık, maalesef Kafkasya’da Müslümanların canını çok yakan alçakça saldırıları hafızalarımızda dipdiri ve alçaklık Suriye’de fiilen can yakmaya devam ediyor. Şaşırtan husus ilk günden beri tüm medya mecraları ve sosyal medya platformlarında karşımıza çıkan işgali gölgeleyecek ve hatta meşrulaştıracak yorumlar. “Rusya’nın güvenliği”, “Ukrayna’nın kışkırtması”, “Batı’nın Ukrayna’yı oyuna getirmesi”, “ABD’nin Rusya’yı bataklığa çekmesi”, “Ukrayna’nın aslında Rusya toprağı olması”, “AB’nin ikiyüzlülüğü” gibi birçok tali ya da asılsız tartışma ile esas mesele sürekli konu dışında tutuldu.
Maalesef bu fürû tartışmalar yeni değil. Daha önce bu bakış açılarını biz Tunus’ta başlayıp Müslüman coğrafyalarda yayılan halk hareketlerinde de görmüştük. Aynı rüzgârdan etkilenen insanların bir kısmına açık destek sunulurken bir kısmı detay tartışmalarla boğulmuştu. Mesela Mısır’da İhvan’ın eylemleri alenen desteklenmiş, merhum lider Muhammed Mursi’yle ilgili bir tartışma yaşanmamış, darbe süreci lanetlenmiş, Esma Biltaci’nin mektubu gözyaşlarıyla meydanlarda okunmuştu. Öte yandan Suriye üzerine bir dolu tartışma boca edilmiş, Akdeniz’de bitmek bilmeyen planlarla direniş karartılmıştı. Yine Libya’nın zalim diktatörü Kaddafi, halkının üzerine keskin nişancılarla, tanklar ve füzelerle saldırırken ilginç bir şekilde destek bulmuştu. Batı’nın müdahale etmesi Kaddafi’yi daha az zalim yapmadığı gibi Kaddafi sonrası işlerin istenmeyen yerlere gitmesi de aslında “Keşke hiç ses çıkarmasalardı!” önerilerini haklı çıkarmıyor. Müslümanın vazifesi mevcut zulme gücü nispetinde karşı çıkmak ve sonrasında olabilecek yeni sıkıntılara da göğüs germektir. Tabiî ki bu, hikmet yoksunu her eylemi haklı çıkarır demek mümkün değil fakat bir beldede Müslümanların örgütlü şekilde aldığı karar ve yaptığı eylemler diğer bölgelerdeki Müslümanlar tarafından da desteklenmelidir. Rusya ve ABD’nin Akdeniz’de farklı planlarının olması nasıl Esed’i haklı çıkarmıyorsa, nasıl oradaki Müslümanların direnişi emperyalist planların üzerinde bir kıymete sahipse Ukrayna’nın işgalinde de emperyalistlerin “oyunlarından” soyutlanıp okuma yapmak gerekiyor.
Rusya’nın Güvenlik Bunalımı
Şüphesiz işgal öncesinde ve işgal sürecinde en çok tartışılan konu Rusya’nın güvenlik endişeleri oldu. Ukrayna’nın Batılı ülkeler ile yakınlaşması ve NATO’ya girme çabaları Rusya’nın kuşatılması anlamına geldiği öne sürülürken en çok atlanan mesele Ukrayna’nın kendi güvenlik endişeleri oldu. Ukrayna zaten hâlihazırda Rusya’yı kendisine karşı bir tehdit olarak gördüğü için NATO’ya doğru bir yakınlaşma içerisindeydi ve bu yeni de bir gündem değildi. Geçmiş yıllarda, Kırım’ın da işgalinden önce Ukrayna benzer politikaları izliyordu.
Öte yandan bir ülkenin güvenlik endişesi duyması bir başka ülkeyi işgal edeceği anlamına gelmiyor. Kaldı ki ortada somut bir delile dayanan bir iddia da yok. Bir taraf elinde nükleer füzeleriyle parmak sallarken diğer taraf tahta silahlarla talim yapıyor.Bir güvenlik bunalımına girdi diye Rusya’nınUkrayna’yı işgal etmesi meşru sayılacak olursa İsrail’in Filistin’e yaptığı askerî operasyonları da haklı çıkarmak mümkün olabilir. Üstelik İsrail daha somut deliller de gösterecektir. Keza Çin’in Doğu Türkistan zulmünü de mazur görmeliyiz. Çin’in ticaret yolları üzerinde yer alan bölge Çin’in batı kapısı ve burada “güvenlik açığı” oluşabilir! Doğu Türkistan’a atıfta bulunmuşken Rusya’nın emperyalist tutumunu haklı çıkartan kesimlerin Çin’in aslında Uygurlara karşı gayet iyi davrandığını ve hatta “Sincan” bölgesinin cennetten bir köşe olduğunu savunduğunu da hatırlatmış olalım.
NATO’nun gayrimeşru bir oluşum olarak ele alınması NATO’ya girmek isteyen Ukrayna’ya karşı başlatılan Rus işgalini meşru kılmaz. Sonuç olarak bağımsız bir ülke olarak Ukrayna bu konuda da bağımsız kararlar alabiliyor olmalı. Rusya’nın benzer bir tutumu Bosna Hersek konusunda da takındığını hatırlayacak olursak mesele biraz daha anlaşılıyor. Zaman zaman AB ve NATO tarafına yakınlaşan Bosna Hersek hükümeti önce Sırbistan sonrasında da hamisi Rusya tarafından tehditlerle karşılaşıyor. Oysa Bosna Hersek Rusya’ya yakın bile değil. Peki, Bosna da mı Rusya için bir güvenlik tehdidi? Rusya açıkça güvenlik tehdidi mazeretiyle emperyalist adımlar atmaya devam ediyor. Şüphe yok ki nükleeri sürekli bir tehdit unsuru olarak kullanan Rusya, düşmanlar dışında dost ülkeler hatta kendi halkı için dahi bir güvenlik tehdididir. Ukrayna’da bir nükleer santrale saldırması bunun açık örneğidir.
Ukrayna lideri Zelenski’nin Putin’i sürekli olarak kışkırttığı yorumu da bu başlık altında değerlendiriliyor. Zelenski’yi eleştirebilir, geçmişini beğenmeyebiliriz. Açıkçası Zelenski’yi dikkate almak zorunda değiliz. Sonuç olarak Ukraynalılar öyle ya da böyle kendilerine NATO yanlısı bir lider seçiyorlar, bir önceki seçimde görüldüğü gibi Rus yanlısı bir lideri kabullenmiyorlar. Daha önceki yönetimlerin de yoğunlukla Batı ile ilişkiler geliştirdiğini düşündüğümüzde Ukrayna’nın bir bütün olarak bu kararı aldığını görebiliriz. Rus işgalinde de topyekûn bir direniş görüntüsü veren halk bunu doğruluyor. Açıkçası herhangi bir cephede yer almamasına rağmen askerî üniformayla sık sık fotoğrafı paylaşılan Zelenski’nin pozisyonu tartışmanın odağında yer almamalı. Bu biraz yorgan/hırsız metaforuna benziyor.
Asıl Hedef Türkiye (mi?)
Meseleye yaklaşırken sık sık gündeme gelen bir diğer iddia asıl hedefin Türkiye olduğudur. Sadece işgal konusunda değil, Teksas’tan Yeni Zelanda’ya her nerede bir vakıa yaşansa bir şekilde asıl hedefin Türkiye olduğuna dair bir çıkarım yapılıyor. Olayların Türkiye’yi veya Türkiye’nin olayları etkileyebileceğine işaret etmek başkadır; asıl amacın Türkiye’nin kuşatılması veya işgal edilmesi olduğunu söylemek başka. Tabiî ki yaşanan gelişmelerden Türkiye beri değildir fakat meselenin merkezi biziz, tüm dünya bu ülke etrafında dönüyor algısı sorunlu bir bakış açısıdır.
Yine İslam ülkelerindeki halk ayaklanmaları sırasında da sürekli “Esas hedef Türkiye!”, “Ayaklanmalar burada da çıkarak son kale düşürülecek!” gibi yaklaşımlarla seviye düşürülmüş ve ciddiyetten uzaklaşılmıştı. Rusya ve Ukrayna coğrafi olarak Türkiye’ye yakın olması sebebiyle tabiî ki Türkiye bu meseleden etkileniyor. Fakat bu bölge aynı zamanda dünyanın gıda güvenliği için de önemli. Yani tüm dünya etkileniyor. İlk günden beri volatil olan enerji fiyatları kimi tehdit ediyor? Ya da fahiş şekilde artan doğalgaz fiyatlarıyla asıl hedef niye Avrupa olmasın? Ya da kendi gıdasını temin edemeyen ülkeler için bu kriz çıkarılmış olabilir mi? Meselenin bir parçasına odaklandığınızda mutlaka farklı okumalar çıkarılabilir. Bunların tamamı yine detay tartışmalardır.
“Rusya’yı Lanetlemek NATO’culuktur!”
Maalesef açıkça Kafkasya’da ve Suriye’de Müslüman kanı döken, Azerbaycan, Kazakistan gibi bölgelerde asimilasyon politikaları izleyen ve Kırım gibi bölgelerde işgalci pozisyonda olan emperyalist Rusya’ya karşı herhangi bir itirazda bulunduğunuzda NATO’cu ithamına maruz kalıyorsunuz. Hatta öyle ki hem Rusya hem ABD hem Batı hem NATO karşıtı olmak bile mümkün sayılmıyor. Zalimlerden bir zalim seçip onu kabullenmeli ve ondan sonra bir diğer zalime karşı durmanız bekleniyor.
Son günlerdeki tartışmalarla birlikte Rusya işgaline karşı çıkan sesler de NATO’culukla bastırılmaya çalışıldı. İran’a biatli muhafazakârlar ya da Rusya ve Çin’e yularını kaptırmış sol-sosyalist ve Kemalist tipler bolca mevcut fakat açıkça NATO’da kurtuluş gören, ABD’yi ilah edinen bir tipoloji söz konusu değil. Bu “6. Filo’ya secde eden Müslümanlar” gibi kuru bir yalan. Fakat propaganda öyle güçlü ki maalesef genel bir kabul var. Yavuz hırsız edasıyla her “Rusya zalim” diyeni “NATO’cu” diye bastıran bu propagandaya karşı güçlü bir karşı koyuş gerekiyor.
NATO saldırganlığı meselesi de zaten sol propagandanın ürünüdür. Yan yana getirecek olsak NATO’nun kurumsal olarak Rusya’yla boy ölçüşebilir bir yanı yok. O Rusya ki sosyalist Çekya’ya bile saldırıp Avrupalı solcuları kendisine küstürmüş ama gelin görün ki Türkiye’deki işporta solcularının aşkına engel olamamıştır. Irak’ta ABD’nin TSK mensuplarına çuval geçirme hadisesi hâlâ anlatılıp lanetlenirken İdlib’de yine aynı TSK mensuplarının Rusya tarafından vurulması hiç konuşulmuyor, bahsi açılınca da bir şekilde karartılıyor. Oysa o Rusya ambulanslara bile izin vermemiş, askerlerin ölüme terk edilmesini dayatmıştı. Gerçek şu ki Rusya hangi emperyalist adımı atarsa atsın emperyalist sıfatını kazanamıyor. Bu da çarpık emperyalizm algısının bir sonucu.
Denge Gücü mü Rakip mi?
Bir başka önemli husus da Rusya’nın Batı ya da ABD karşısında denge gücü olarak görev yapması. Sanki Rusya elindeki gücü ABD’nin zalimane politika ve eylemlerine karşı kullanıyor da onu bu zulümlerden geri tutuyor gibi bir algı dayatılıyor. Oysa ABD yapacağı zulümden geri durmadığı gibi Rusya da mazlumlara kol kanat germiyor. Türkiye Esed’in zulümleri karşısında bir denge gücüdür, diplomatik, ekonomik ve askerî yollarla mazlum halka kol kanat germiş ve muhacirlere ensar olmuştur. Eğer Türkiye Kuzey Suriye’de insanlara destek olmasa bugün maalesef çok daha kanlı bir tabloyu konuşuyor olurduk. Fakat Rusya ABD’nin zulümlerine karşı böyle bir misyon edinmiyor. Rusya ve ABD terazinin iki kefesini de temsil etmiyorlar. Olsa olsa zulüm sayısı ve şiddeti bakımından birbirlerine rakip iki ülkeden bahsedebiliriz.
Pragmatik bir bakış açısıyla “düşmanımızın düşmanı” denilecek olsa bile tutarlılıktan söz edilemeyecek bir durum söz konusu. Açıkça Müslüman kanı döken bir ülkeden bahsediyoruz. Denge unsuru diye öne sürülen Rusya’nın zulümlerini meşrulaştıranlar, gelecekte olası bir zulme karşı mevcut zulmü savunuyorlar. “Darbeye ses çıkarmayalım belki daha beteri gelir!” gibi bir bakış açısı bu. Gelen gideni aratır diye düşünerek mevcut zalimi dost edinmemiz gerektiği söyleniyor. O zaman tarihteki kardeş katlini de kabul etmek lazım, o da gelecekteki potansiyel bir sorunu bertaraf etmek için yapılıyordu. Müslümanlar gelecekte vuku bulması muhtemel bir sorunu gözeterek caiz olmayan bir eylemi savunamazlar. Bize düşen hem bugünkü hem gelecekteki zulme karşı çıkmaktır.
Batı İkiyüzlü, Ya Biz?
Yine değinilmesi gereken bir diğer mesele Batılı ülkelerin ikiyüzlü tutumları. Ukraynalılar söz konusu olunca hem kesenin ağzını hem de sınır kapılarını sonuna kadar açan Batı, Suriyeliler için kılını kıpırdatmamış, kimyasal katliamları bile seyretmişti. Evet aynen böyle olmuştu. Fakat Batı’dan başka türlüsünü beklemek de gerekmiyor. Biz ne zaman Batı’ya hayran gözlerle baktık ki? Öte yandan Batı’nın Ukrayna konusunda gösterdiği hassasiyeti bizler Suriyeliler konusunda gösterebiliyor muyuz? Suriyelilerin Türkiye’de kalmasına imkân tanıyan iktidar partisinin müntesip ve mensupları dahi sık sık homurdanıyor. Kardeşlerimiz zor şartlar altında yaşamlarını idame ettirebiliyor.
Ayrıca Rusya’nın işgalciliği konusunda fikir birliğine kavuşmadan Batı eleştirisi yapmak da yine sol-sosyalist propagandanın bir sonucu. Suçun ve suçlunun büyüğünü göz ardı edip daha farklı bir tartışmaya itiliyoruz. Yoksa Kırım’ın işgalinden sonra bile AB kararlarına rağmen Rusya’ya yüz milyonlarca avroluk silah ve askerî lisans satan Batılı ülkeler ikiyüzlüdür, tartışmaya gerek yoktur.
Amerika’nın cinayetlerine karşı durmak ne kadar ilkesel bir duruş ise Rusya’ya karşı tavır takınmak da öyledir. Utanç verici düzeyde seyreden propagandalara karşı Müslüman duruşu yükseltmeli, tutarlı bir çizgide durmalıyız. Irak’ta ABD, Libya’da İtalya, Filistin’de İsrail, Afrika’da Fransa, Suriye’de İran işgal ve zulmüne nasıl karşı durduysak Kafkasya’nın katili Rusya’nın Ukrayna işgalini de kabul etmemekle mükellefiz. Biz zalimlerden zalim seçemeyiz. Pek tabiî ünsiyetimiz sebebiyle duyduğumuz üzüntü aynı ağırlıkta olmayabiliyor fakat en azından tavrımızın mazlumdan yana olması gerekiyor.
“Zulmedenlere meyletmeyin; sonra size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız). Sizin Allah'tan başka dostlarınız yoktur. Sonra (O'ndan da) yardım göremezsiniz!” (Hud, 113)