Takvimler 2010′un Mayıs ayını gösteriyordu. O sabah annemler İsrail’in saldırısını konuşuyordu. Bir an sanki bir gemiye değil de Türkiye’de Akdeniz kıyısında bir yerlere İsrail saldırmış gibi anlamıştım. Televizyonun ekranının önüne oturana kadar alt yazıda “İsrail yardım gemisine saldırdı!” yazısını görene kadar herkes gibi benim de aklımda o korku vardı: Acaba ölen var mıydı?
Çok geçmedi, birkaç saat sonra acı bilanço ortaya çıktı: Saldırı sonucunda çok sayıda kişi şehit düşmüş veya yaralanmıştı! Takip den günlerde dokuz Müslümanın o gemide İsrail askerleri tarafından şehit edildiğini ve 50’den fazla kişinin yaraladığını öğrendik.
Muhakkak ki, bütün Müslümanlar bu dokuz kardeşimizin acısını yüreğinde hissetmiştir, belki de hâlâ hissediyordur. Ama o gemide şehit olan biri var ki, hem Mavi Marmara’nın sembolü oldu hem de Filistin’deki direnişçilere bile feyiz verdi. Tabi ki, Furkan Doğan kardeşimden bahsediyorum. Daha 17 yaşındaydı! Maalesef 17 yaşındakiler günümüzde genellikle hayatı tozpembe görürler. Günümüzün gençlerini göz önüne aldığımız zaman Furkan Doğan’ın bu yolculuğa çıkışının anlamını daha iyi anlayabiliriz.
Furkan’ın hayalleri vardı, hedefleri vardı ama o adına yakışanı yaptı. İyiliği kötüden ayırmak, karanlığı aydınlıktan ayıran Allah’ın kitabının isimlerinden biridir “Furkan”. Belki de kendi adımın anlamının bu kadar derin olduğunun farkında değildim. Kendi çevremde bu adı taşıyan çok insan olmasına rağmen hiç kimse bu kadar derin anlatmamıştı bu ismin manasını bana.
Evet, Furkan Doğan iyiliği kötüden ayırdı ve Mavi Marmara gemisine bindi, şehit oldu. Önce bütün dünyaya Furkan olmayı özellikle de Furkanlara Furkan olmak gerektiğini öğretti. Bu bence önemli bir dersti. Allah bana ve adaşlarıma bu dersi daha iyi anlamamızı nasip etsin. Âmin.