"Karun’u, Firavun’u ve Haman’ı (da böyle cezalandırdık). Musa onlara hakikatin bütün kanıtlarını getirmişti ama onlar yeryüzünde büyüklük tasladılar (ve onu reddettiler); hâlbuki onlar (elimizden) kaçıp kurtulamazlardı."
Ankebût, 39
Tarihte otoritelerin ve köleleştirici yapıların tahkim kurmak için başvurdukları yegâne yollardan biridir zulüm. Tarihe mâl olmuş birçok imparatorluk, krallık ve totaliter rejimin kimi açık ve kimi örtük olarak kullandığı binbir çeşit baskı yöntemi var olagelmiştir.
Yüce Allah, Kitab-ı Kerim’de zalimliğin ve zulmün zirvesi ve modeli olarak Firavun’dan sıklıkla bahseder. Firavun’un zulüm ve aldatmalar üzerine kurulu teokratik iktidarını ve akabinde uğradığı hazin sonu ibret olarak anlatır. Firavun otoritesinin neden bu kadar anılmaya değer olduğunu irdelerken Firavun ve kurmuş olduğu sistemin aslında benzerlerinin her çağda istisnasız devam ettiği kanaatine varıyoruz.
Zalimlerin sembol ismi olan Firavun nasıl bir sistem kurmuştu? Geçmişten günümüze değişen araçlara rağmen zalimlerin profilleri ve uyguladıkları yöntemler arasında ne gibi benzerlikler vardı? Bu soruların cevapları çağlar boyunca firavunların değişmediğini ve onlara karşı verilecek mücadelenin de nispeten benzerlikler taşıması gerektiği yanında zulme karşı uyanık olmanın ne derece önemli olduğunu göstermektedir.
Kur’an’daki anlatılar, geçmişte kalan bir hayat hikâyesi olmayıp bugün Musa’nın sancağını taşıyanlara da yol gösterir. Kur’an’ı böyle okudukça ilahi mesajın günümüzdeki karşılığı daha iyi anlaşılacaktır. Firavun‘un uzun yıllar boyunca süren iktidarının kaynakları ve kullandığı araçların neler olduğu konusunda bir kıyaslama yapacak olursak tepesinde Firavun bulunan üçlü bir güç piramidinden bahsetmemiz gerekecektir. Firavunların uzun süreli kitle yönetimindeki başarıları bu güç üçlüsünü etkin ve sistemli kullanmalarından kaynaklandığını söyleyebiliriz.
Bu otoriter güç piramidinin tepesinde kutsanan doğal lider, iktidarın başı ve yenilmez kudretli güç olarak Firavun yer almaktadır. Halka tepeden bakan, aşağılayan, sorgulanamayan, kimi zamanda ilahlık taslayan, meşruiyetini kendinden alan ve günümüz modern devletlerdeki yasama, yürütme ve yargı gibi güç erklerini de kendinde barındıran bir özelliğe sahiptir. Yani yasa koyucu, yürütmenin başı olduğu gibi yargılama ve ceza verme yetkisinin tanrısal gücü olarak da ifade edilebilir. Aslında tüm baskıcı rejimlerin yönetim denklemine baktığımızda bu, Firavun gibi müşahhas karizmatik bir lider prototipi olabileceği gibi yenilmez bir güç, bir devlet, kesin bir inanç veya belli bir ideoloji de olabilmektedir.
İkinci güç Karun’dur ki mali kaynak ve yönetiminin başını çekmektedir. Karun, otoritenin maddi dayanağını ifade eder. Maddi gücün, sermayenin, gösterişin ve zenginliğin yönetimi de Karun tarafından yapılmaktadır. Denebilir ki Karun, bugünkü sistemde, kapitalist sermayenin akışkan bir şekilde tüm ülkelere finansal araçlar ile girmesine, güçlü ekonomi yönünde kazanımları belli bir elde toplayarak sermaye birikimi yapmasına denk gelmektedir. Dolayısıyla maddi güç üzerine kurulu kapitalist tezgâhın çarkları döndükçe belli bir otorite lehine sermaye birikimi sağlanmaktadır. Dünyadaki gelir dağılımının ve yaşam kalitesindeki adaletsizliğin belli bir merkezin kurmuş olduğu çekim gücünden kaynakladığı rahatlıkla görülmektedir.
Üçüncü güç Hâman, iktidarın siyasi ve stratejik yürütmenin ihtiyaç duyduğu tüm araçların yönetiminin başında geliyordu. Hâman, askerî, siyasi ve kültürel güçleri organize ederek adaletsiz işleyen sistemin bekasını sağlayacak her türlü legal ve illegal aracın kullanımından sorumlu bir figür olarak karşımıza çıkmaktadır. Hâman, tüm siyasal araçları kullanarak halkın taşkınlık yapmayacağı ve isyan edemeyeceği kitle yönetim psikolojisine hâkim bir yöneticidir aynı zamanda. Kitleleri Firavun iktidarının adaletsizlik ve haksızlıklarına ikna etme, doğruları çarpıtma ve iktidarın yalanlarına inandırma gibi stratejik görevleri de üstlenir. Burada dikkat çeken en güçlü araç, büyücülerin kullandığı sihirdir. Sihir, aklı işlevsiz kılan, hayret ve hayranlık uyandıran, kimya, simya ve fizik gibi bilimleri kullanarak yapılan büyü ve illüzyonlar ile otoriter yapının bekasını sağlamaktaydı. Büyücülerin bu güçlerini Firavun’un tanrısal kudretinden aldıklarına halk kitleleri ikna edilmişti.
Günümüzde de firavuni güçleri kuşanan, haksız yargılamalar yapan, köleleştiren ve dünyadaki adaletsiz gelir dağılımlarına mecbur bırakılan veyeryüzünde süregelen savaşların, kıyımların, göçlerin ve çaresizliklerin arkasında böyle bir güç piramidinin benzerini görmek mümkündür.
Kur’an’da Firavun otoritesine karşı ilk meydan okumanın Hz. Musa (as) tarafından büyücülere karşı yapılması güç piramidindeki en etkin ve yıkıcı güç hakkında fikir vermektedir (Bkz. Taha suresi, 65-70. ayetler). Kitle davranışlarının içeriğini irdelediğimiz zaman kitleleri ikna ederek yönetmenin güç kullanmaya göre daha etkin olduğu görülmektedir. Uluslararası ilişkilerde yumuşak güç olarak tabir edilen sistemler bütününün dönüştürücü ve ikna edici gücü, sert güç diye tabir edilen askerî güce göre çok daha etkili ve daha kalıcıdır. Onun için yumuşak gücü dün nasıl ki Firavun’un büyücüleri kullandıysa bu gücü bugün de medya kullanıyor diyebiliriz. Büyücüler, kitleleri uyuşturarak, efsunlayarak, kutsallaştırılan iktidarların yönetimine ikna ettirerek etkinlik kurmaktaydılar. Adaletsizlik ve zulüm üzerine kurulu Firavun iktidarının devamı için kitlelerin bu gücün yenilmez olduğuna inandırılarak aldatılması gerekmekteydi. Firavun medyası olan büyücüler; adaletsizlik, haksızlıklara ve dolayısıyla yapılan zulümlere ve özellikle köleliğe ikna etmek gibi etkin bir propaganda gücüne sahiptirler. Kitlelerin zulüm altında bile çok adil yönetildiklerine inandırılmış olmaları, kullanılan yöntemlerin ne kadar etkin olduğunu ortaya çıkarmaktadır. Kitlelerin buna nasıl ikna edildiği konusunda akla gelen en etkin yöntemler arasında iktidarın ilahi gücünün olduğuna dair inanç yanında yoksun bırakılma ve ölüm korkusu gelmektedir. Bu üçlü etki ile insanlar isteyerek ya da korkarak bu yapıya tâbi olmakta veya kendilerine itaat etmekten başka bir çare bırakılmamaktadır. Adil olmayan, elinde zulüm sopasını bulunduran bu cebrî iktidara karşı neden insanlar karşı gelmezler? Bu sorunun cevabı şüphesiz bilinci ve onuru elinden alınmış, itaate zorlanmış insanların köle olmaktan başka bir çarelerinin olmadığını düşünmesinden ileri gelmektedir.
Firavun’un köle stratejisi çerçevesinde ona itaat edenlerin onur ve haysiyetleri çeşitli ikna metotlarıyla ellerinden alınmaktadır. Çünkü Firavun, kitleleri aşağıladıkça yücelebileceği bir sistem kurmuş ve kitlelerin bunun farkına varması ise pek mümkün olmamaktadır. Firavun otoritesinin yüreklere korku salan köleleştirici, sistematik ve dönüştürücü yöntemlerinin etkisi altında kalan kitleler, onurlarını kaybetmeleri yanında, düşünme ve sorgulama yeteneklerini de kaybetmektedirler. Sürekli zihin ve duygu dünyasına dışarıdan yapılan uyuşturucu müdahaleler ve korku ile köleliği temel bir yaşam ve kişilik yapısına çevrilmesi sağlanıyordu. Böylelikle Firavun’un ilahlığını koşulsuz kabul edenlerin kişilikleri bu güç altında zamanla silikleştiği gibi ahlakiliğini de kaybetmektedir. Kendine karşı özsaygı ve özgüvenini kaybettikçe efendisinin gölgesine sığınıyor ve efendisine itaat ile kaybettiklerinin ikmalini yapmaya çalışıyorlardı. Ve ona tapındıkça da değer kazandıklarını düşünüyorlardı. Böylece gönüllü köleliğe razı olan kitleler efendilerine kayıtsız şartsız itaat ediyor ve ömür boyu köleliği özgürlüğe tercih edecek bir üst psikolojik aşamaya geçiyorlardı. Bağımsız fikirlere ve özgürlüklere karşı da tahammülsüz ve olabildiğince saldırganlaşıyorlardı. En iyi itaati yapmanın onları efendilerine yaklaştırarak yücelttiğini düşünüyorlardı. Bu şekliyle, otoriter sistemin en güçlü otokontrol mekanizmasının organik bir parçası oluyorlardı. Hatta özgür bırakıldıklarında bile ne yapacaklarını bilemez, esarete geri dönmenin yollarını arayacak kadar ruhen ve bedenen köleleşmiş insanlardı. Çünkü bunlar Firavun’a kulluk dışında bir hayatın yok oluşa denk olduğunu düşünüyorlardı. Aslında “köle psikolojisi” olarak sayılan bu özellikler özgür yaratılmış, Allah’tan başkasına koşulsuz itaat ve kulluğu yasaklanmış bir insanın düşebileceği en büyük çaresizliği ifade etmektedir.
Geçmişten günümüze kadar gelen tüm otoriter rejim ve sistemlerin, kitleleri yönetirken uyguladıkları değişmeyen yasalardan bahsetmek yerinde olacaktır: Tüm otoriter baskıcı yönetimlerde halkın bilinç düzeyi düşük seviyede tutulmaya çalışılır. Çeşitli efsane ve anlatılarla iktidar gücünün ulaşılmaz ve yenilmez olduğu bilinçaltına işlenir. Çünkü üretilen hem maddi hem de manevi iktidarın güçlü olabilmesi için haksızlıkları ve zulmü sorgulayan ve kitleleri ayaklandırabilecek bir kesimin oluşmasına izin verilmemesi iktidarın idamesi için çok önemlidir. Baskıcı yönetimlerde temel koşul, iktidarın kendi doğrularına kitleleri ikna edebilmesidir. Otoriter rejimlerde orta sınıf yoktur ve olması da istenmez. Alt ve üstsınıf olarak iki sınıf vardır. Üst sınıf hiçbir şekilde sorgulanamaz yönetim kısmını oluşturur. Alt ile üst sınıf arasında büyük bir uçurum vardır. Sadece iki sınıfın olması otoriter gücün egemenliği ve nüfuzunu artırır. Bu yönetime maruz kalanların özgür irade sahibi olmaları da istenmez. İktidar eleştirisi ihanet mesabesinde görülür ve cezası ağırdır. Onun için iktidarı ayakta tutacak yasa ve uygulamalara kitlelerin sadece itaat etmeleri istenir. Gücün bekası için sert güç her zaman ikincil olarak uygulanır. Birincil güç her zaman yumuşak güç diye tabir edilen dönüştürücü, ikna edici medya ve enformasyon gücüdür.
Firavuni sistemlerin büyücüsü olan medya, gücünü, süreklilik, yaygınlık ve hipnotik uyuşturucu etkisinden almaktadır. Medyanın ışıl ışıl, çok renkli akan hızlı görüntüleri arasında tefekkür edecek ve sistemi sorgulayacak zamanı olmayan insanlar tüketerek ve seyrederek var olma telaşındadırlar. Onlara sunulan rol modeller arasında ikna edilmiş figürlerden başkası da gösterilmez zaten.
Medya uygulamaları cebir kullanmadan, az bir maliyetle kitleleri etki altına alarak despotik iktidarların idamesini sağlar. En büyük etkinliklerinden biri insanların karar verici duygu ve düşünce sistemini çeşitli algılar ile manipüle ederek iktidarın yenilmez gücüne, sevgisine ve doğrularına ikna etmektir. Fakat zulüm üzerine kurulu tüm sistemler gibi Firavun otoritesi de esas gücünü kendine tâbilerin koşulsuz bağlılığından ve itaatinden alır. Firavun otoritesinin temsilcisi durumunda olan medyada benzer bir bağlılığı seyirciler, üyelikler, takipçiler ve abonelikler üzerinden alır. Bağlı olmanın belli kural ve yaptırımlarına razı olmanın getirmiş olduğu duygular zamanla Firavun’un kölelerinkine benzer bir itaate kitleleri yönlendirmektedir. Burada anahtar görevi gören şey sorgulama ve karşı durabilme yeteneğinin köreltilerek verilen direktiflere koşulsuz zihnen ve bedenen razı olunmasıdır.
Günümüzde medya, görsel dünyaya hapsedilen modern insanın hayata tutunduğu, kopamadığı ve hayatları organize eden, uyuşturan, iktidar kuran, iktidar değiştiren, savaş çıkaran ve ülkeleri çökerten büyük bir dönüştürücü ve aynı zamanda yok edici bir güce ulaşmıştır. Bugün dünyada hâkim ve otoriter rejimlerin savunucusu ve firavuni gücün sihirbazı rolünü küresel medya ve onun bugün orkestra şefliğini yapan ABD üstlenmiş görünmektedir.
Özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra medya ve film sektöründe Pentagon destekli ideolojik bir yapılanmaya giren Hollywood; Amerikan emperyalist siyasetinin meşrulaştırma ve propaganda gücünü kullanmıştır. Firavun metafizik/tanrısal bir güç olarak nasıl ki yenilmez olduğunu iddia ediyorsa, benzer bir tertibi de Amerika’nın yaptığını söyleyebiliriz. Amerika üst bir güç ve değer olarak çarpık mesihçi anlayışını dünyaya enforme ederek sağlamaya çalışmaktadır. Dünyanın tek hâkimi olmak isteyen Amerikan siyasi otoritesi, dinî/ilahi gerekçeler üreterek mesihçi/kurtarıcı bir zihniyetle hareket etmekte ve bu gerekçeler ile dünyanın süper gücü, yenilmez gücü ve tanrısal kaynaklı bir güç olarak enforme edilmesi için de bilimi koşulsuz, ahlaksız ve acımasız bir biçimde kullanmaktadır. Adeta bir tanrı gibi herşeyi bilen ve gözetleyen, istediğini yaşatan, istemediğini de yok eden bir güç olduğunu Firavun gibi iddia etmektedir (Bkz. Mü’min, 36-37. ayetler). Ayrıca uzaya bile hâkim olduğunu metafizik ve sosyopsikolojik algıları kullanarak sürekli tüm dünyaya işlemektedir. Uydular ile tüm dünyayı gözetleyen, kızdığında yıkıcı güç olarak atom bombasıyla yok edebilen ve üstün tanrısal güçlerin tamamına sahip tanrısal bir güç imajı çizmektedir. Tüm bunların medya ve enformasyon ağlarıyla kanıksatıldığını söyleyebiliriz.
ABD’nin dünyayı kötülüklerden kurtarabilecek yegâne güç ve yenilmez olduğu inancı sinema endüstrisi ve medya diliyle yerleştirilmeye çalışılmaktadır. Film kahramanlarına düşen, Amerika’nın suçluları cezalandırıp dünyada barışı sağladığı algısını yeşertmektir. Superman, Batman, Rambo, yenilmez ve yok edici güç gibi sinema sahnelerinde üretilen kahramanlar ile bu algı sürekli beslenmektedir. Böylelikle kitlelerin Amerika’yı bu süper güçlerle özdeşleştirmesi sağlanarak Amerika’nın yenilmez güç olduğu algı oyunlarıyla simüle edilmektedir.
Medyanın algı oluşturma ve yönetme yeteneğinin geri planında, dünya üzerinde kurmuş olduğu haber ağlarının da büyük bir etkinliği vardır. Örneğin Irak lideri Saddam’ın kimyasal silah ürettiği ve dünya güvenliğinin risk altında olduğuyla ilgili iyi tertiplenmiş bir oyun sahneye konuldu. Bu doğrultuda üretilen algılara tüm dünya ikna edildi. Yoldan çıktığı ve diktatör olduğu iddiasıyla Saddam’ıhem kendi halkının hem de dünya ülkelerinin gözünden düşürmeye çalıştılar. Aslında orada kontrolden çıkan Saddam ve yönetimi değil enerji kaynaklarıydı. Bunun için Saddam’ın hem halkının hem de dünyanın başına bela olacağıyla ilgili dört bir taraftan işleyen algılar enforme edildi. Enerji kaynaklarını kontrol altında tutmak için AB ülkelerinin de işbirliğiyle Saddam’ın dikta rejimi yıkılarak ülkeye demokrasi getirileceği yalanı tüm dünyanın gözüne sokuldu. Savunmasız kadın ve çocuk olmalarına aldırış etmeden yüz binlerce sivilin üzerine tonlarca bombalar yağdırıldı. Sonuçta ülkeye ne demokrasi geldi ne de iddia ettikleri gibi kimyasal silah buldular. BM gözlemcileri tarafından Saddam’ın kimyasal silah üretebileceğine dair elinde bir şey olmadığı rapor edilse de ABD hedefine ulaşmıştı artık.
Yine 11 Eylül saldırısı bahane edilerek gerçekleştirilen Afganistan işgalini de burada hatırlayabiliriz. 11Eylül saldırılarını düzenleyen kişilerin, Usame bin Ladin liderliğindeki el-Kaide ile bağlantılı olduğunu iddia eden ABD, el-Kaide'yi Afganistan'dan çıkarma ve Usame bin Ladin'i iade etme taleplerine olumlu yanıt vermeyen Taliban'ı devirmek için “terörizmle savaş” kılıfı altında Afganistan’ı işgal harekâtı başlattı. 11 Eylül saldırısı üzerinden geliştirilen İslamofobik söylemlerle İslam sürekli tahkir edildi; Müslümanlar acımasız ve vahşi katiller olarak lanse edildi. Ayrıca 20 yıl boyunca süren işgal ile Afganistan’daki değerli madenleri sömürdükleri gibi Usame Bin Ladin’le beraber on binlerce insanı da acımadan katlettiler. Ama onların her durumda ‘kurtarıcı’ ve ‘barış elçileri’ olarak anılmaları medya ve enformasyon ağlarının başarısıydı!
ABD’nin, medya gücünü de kullanarak yeryüzünde el atmadığı, huzurunu kaçırmadığı neredeyse hiçbir toplum kalmadı. Nasıl ki Firavun’un sihirbazlarının algı oyunları Hz. Musa’nın ‘hakikat silahı’ asasıyla yıkılmışsa biz de vahyin hakikatini asrın idrakine söyleterek insanlığın kirlenen zihin ve kalplerine ulaşabilir; zalimlerin kirli oyunlarını bozabiliriz.
Tarihte nice tiranlar, krallar, hükümdarlar ve diktatörler gelip geçmiş; ancak kurmuş oldukları sistemleri kalıcı olmamıştır. Nitekim dünyevi tüm otoritelerin tahtı pamuk ipliğine bağlıdır. O görkemli ve yıkılmaz görünen Firavun bile suda boğularak can verirken, Nemrut’un küçücük bir sinekle devasa görünen iktidarı yıkılmıştır. Kur’an’da zulüm üzerine kurulu nice kavimlerin bir çığlık veya bir sarsıntıyla helak edildiği yazmaktadır. Çağlar değiştikçe Firavun ve benzerleri lanet ile anılacak ama Musa’nın sancağını taşıyanlar hep minnetle anılacaktır.