Geçen 10-15 yıl içerisinde Orta Doğu İslami dirilişte hızlı bir artışa şahit oldu. Özellikle İran, Suriye, Mısır ve Tunus'taki İslami grupların egemen düzenin otoritesine meydan okuyuşlarına Orta Doğu'nun diğer bölümleri gibi Gazze ve Batı Şeria da duyarsız kalmadı. 1967'deki Arap-İsrail Savaşı'nın kaybedilmesinin ardından yeni bir bilinçlenme dönemine giren Filistinli Müslümanlar varlığını 1979 İran İslam Devrimi'nden sonra daha yoğun hissettiren İslami direniş hareketlerinin etkisiyle işgal topraklarında İslami kimlikli bir oluşum göstermeye başladılar.
İsrail'in 1948'de bölgede bağımsızlığını ilan ettikten sonra işgal topraklarında izlediği politika, kendisini üstün ırk kabul etmesi dolayısıyla, Arap halkı üzerinde asimilasyona değil, ayrımcı (sömürgeci) bir zihniyete dayanıyordu. Dış güçlerin, özellikle Amerika'nın yardımıyla işgal ettiği, tamamen Müslümanlara ait olan topraklarda İsrail hükümetinin yerleştirmeye çalıştığı politika, Müslümanları öz vatanında esir duruma düşürme çabalarıydı. İşgalden sonra İsrail hükümetince Filistinlilere ait olan kurumlar işgal topraklarındaki sosyo-ekonomik ve politik duruma bağlı olarak çıkarları gereğince belli miktarda azaltıldı. İsrail Müslümanlara ait tüm dini kuruluşları İsrail'in din işlerinden sorumlu bakanlığına bağlı duruma getirdi ve dini gelişimleri kontrol etmek maksadıyla şeyh, müezzin gibi din görevlilerini devlet memuru statüsüne aldı. Devlet memuru durumuna getirilen bu din görevlileri Yahudi din görevlilerine nazaran düşük statülü memurlar olarak kabul edildiler ve daha düşük maaşa tabi tutuldular.1
Ancak 1967'deki savaşın kaybedilmesi Filistin halkının uyanışına ve Filistin sorununun çözümünde yalnız İslam'ın etkili olabileceğini fark etmelerine sebep oldu. Bu nedenle, İsrail Filistin halkı arasında görülen bu uyanışı bastırmak için büyük mücadelelere girişti. Özellikle eğitim merkezleri, gazeteler, resim ve folklor etkinlikleri İsrail tarafından yakın takibe alındı; okullarda Filistinlilerin tarihi, edebiyatı, coğrafyasına sansür uygulandı.
1967'deki savaştan sonra Filistin halkı arasında görülen bu İslam'a dönüş hareketini Gazze'de artan cami sayısıyla da görmek mümkündü. Bu tarihten sonra Gazze'de camilerin sayısı 75'ten 150'ye yükseldi ve laik milliyetçilerin yönetiminde olan birçok hastane, okul, sosyal sağlık kuruluşları Müslümanların eline geçti.2 Filistin'deki İslami hareket zamanla büyük aşamalar kaydetti ve işgal topraklarında en etkin politik hareket durumuna gelerek İntifada'yı hazırladı. İntifada sonrasında İsrail'in şiddet kullanarak direnen Müslümanları bastırmaya çalışması, İslami hareketin kazandığı büyük başarının İsrail tarafından ne kadar tehlikeli bulunduğunu gösteriyordu.
İntifada'nın başlangıcından kısa bir süre önce, 4000 öğrencisi ve 500 öğretim üyesi ve çalışanıyla birlikte Filistin'in en büyük üniversitesi olan ve Filistin'in değişik kesimlerinden birçok insanı barındıran Nablus'taki Necah Üniversitesi'nde 383 öğrenci üzerinde yapılan bir araştırma Filistin'deki bu politik değişimleri göstermekteydi. Bu araştırmada işgal altındaki toprakların nasıl kurtarılacağı ile ilgili soruya verilen cevapta öğrencilerin %50.7'si İslam derken, %16.7'si Filistinlilerin kurtuluşunu, milliyetçilikte, %8.9'u ise sosyalizmde görüyordu. Yine bu araştırmada şar'i adı verilen, elleri ve yüzü dışarıda bırakılacak şekilde vücudu örten elbiseleri giyen kız öğrencilerin sayısının gün geçtikçe arttığı tespit edilmişti. Önceki dönemlerde şar'i giymeyen kız öğrencilerin sayısı giyenlerden fazlayken şu anda durum tersine dönmüştür.3
1970'li yılların ortalarında tüm dünyada varlığını hissettiren İslami uyanış 1967 öncesinde işgal edilen Filistin toprakları içerisinde yaşayan Filistinlilerin politik hayatında da kendini gösterdi. İsrail'in işgalinde olan bu topraklarda yapılan 1989 Şubat yerel seçimleri sonucu İslami gruplar büyük başarı kaydederek İsrail ve Çevresi için "İslami tehlike" olarak kabul edilen durumu ortaya çıkardı. 1989 seçimlerinde İslami liste büyük başarı sağlayarak; 1983'te 4 belediye meclisinde 6 üyelik kazanmışken, 1989'da bu sayıyı 11 mecliste 45 sandalyeye çıkardı. Bu sonuçlar daha ayrıntılı incelendiğinde İslami listelerin, seçime katıldıkları her bölgede temsilcilik kazanmış oldukları görülüyordu.4 Daha önce, İsrail'in 1967 öncesinde işgal ettiği bu sınırlar içerisinde yaşayan Filistin halkı oy vermede Komünist Parti Rakah/Hadash'ı tercih ederken, zamanla Komünist Parti'nin prestij kaybetmesiyle oluşan boşluk ve bölgede görülen İslami eğilim, İslami listelerin büyük başarı kazanmasına sebep oldu.
İntifada'yı hazırlayan ve devam ettiren bu İslami hareketlilik şu anda Batı Şeria ve Gazze'de en hızlı büyüyen politik hareket durumuna gelmiştir. Kaynağını İslami dirilişi yaygınlaştırmayı amaç edinen Filistinli Müslümanlardan alan bu hareketlilik daha önce herhangi bir politik aktiviteye katılmamış çok sayıdaki Filistinliyi de harekete geçirdi.
Birçok Filistinli mülteci 1967 öncesi kendilerinin olan tüm topraklara; Hayfa, Yafa ve diğer yerlere geri dönmeyi amaçlamaktadır. Bu mültecilere göre Batı Şeria ve Gazze bölgesinde kurulacak bağımsız bir Filistin devletinin kabulü 1967 öncesinde Filistin'e ait olan toprakların inkarı demektir ve bu durum bir zaferden çok İsrail karşısında yenilgiyi göstermektedir.
İşgal Topraklarında Görülen İslami Hareketliliğin Arka Planı
İslam Filistinlilerin tarihinde her zaman önemli rol oynamakla birlikte asıl olarak Müslümanların çeşitli faktörlerle güç kazandığı 1980 yılı sonrasında büyük bir atağa geçmiştir. Bu faktörler genel olarak Orta Doğu'da İslami dirilişi amaç edinen hareketlerin başarı kaydetmesi ve FKÖ'nün Filistin sorununu çözmedeki başarısızlığıdır.
Ayetullah Humeyni'nin öncülüğünde Şah'a karşı 1979'da kazanılan başarı birçok Filistinliyi cesaretlendirmiştir. Önceleri Amerika ve Batı'nın etkisiyle vurgulu bir şekilde gündeme getirilen Sünni-Şii ayrımcılığı İran İslam Devrimi sonrasında işgal topraklarındaki halkı da etkilemiştir. Ancak Amerikalıları ve İsraillileri topraklarından süren Lübnanlı Şiilerin İslami politik aktivitelerinde model olarak İran'ı göstermeleri ve İran'ın Filistin sorununu tüm Müslümanların problemi kabul ederek, İsrail'e ve Amerika'ya işgalci ve sömürgeci kimlikleri sebebiyle yaptığı çıkışlar bu yargının değişmesinde etkili olmuştur. Lübnanlı Şii Müslümanların zalimlere karşı kazandığı başarı Şii-Sünni ayırımını engellemede büyük etki yapmıştır.
Diğer sebep ise FKÖ'nün başarısızlığıdır. FKÖ'nün içerisinde birçok grubu barındıran geniş yapısı ve spesifik bir çizgiye sahip olmaması sebebiyle Filistinliler Arafat'ın ve FKÖ'nün politik seyrinde birçok dalgalanmaya şahit oldular. Arafat'ın Lübnan'dan çıkarılması ve Ürdün'le aralarındaki soğuk savaş işgal topraklarındaki halkın FKÖ'ye olan desteğini azalttı. Bunun yanında Müslüman Kardeşler'in etkin çalışmaları ve İslam'ı milliyetçi güçlere karşı politik ve ideolojik bir alternatif olarak sunması FKÖ'nün gücünün azalmasına sebep oldu.
Bahsettiğimiz bu faktörler İslami canlanışın büyümesinde etkin rol oynamakla birlikte bazı sebepler yüzünden Filistin İntifadası'nda bütün İslami organizasyonlar birbirleriyle yakın ilişkide değildir. İslami gruplar arasında geleneksel ve tutucu olanlar ve sessiz kalmayı yeğleyenler olmakla birlikte, bu grupların İntifada'da etkin rol oynayan gruplara herhangi bir karşıtlık gösterdiği söylenemez.
İkinci olarak işgal topraklarında sosyal, eğitimsel ve dini yönden topluma hizmet veren ve İntifada'yla farklı şekillerde bağlantılı olan çok sayıdaki grup sebebiyle İslami faaliyetlerin merkezi örgütlülüğü ile ilgili kesin bilgiler vermek mümkün değildir.
Üçüncü olarak el-Fetih, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi ve Filistin Komünist Partisi'nin oluşturduğu birleşik gücün farklı zamanlarda farklı politik çizilerde yer alması işgal topraklarında Müslümanların kesin güçleri hakkında değerlendirme yapmayı güçleştirmektedir. Bu birleşik güç içerisinde Habaş ve Havatme'nin grubu siyonistlerle çarpışmadan yana olduğu halde, Komünist Parti tamamen sessiz kalmayı tercih etmekte, el-Fetih ise güven verecek açıklıkta bir politika izlememektedir.5
Tüm bunlarla birlikte Filistinlilerin İslami gruplara katılımının İntifada'yı şekillendirmeye yardım ettiği açıktır. Bu gruplardan işgal topraklarının politikasının belirlenmesinde en etkili olanlar; FKÖ ve özellikle FKÖ'nün en etkin kolu el-Fetih, Müslüman Kardeşler ve Müslüman Kardeşler'in İntifada'dan sonra yeniden yapılanmasıyla ortaya çıkan HAMAS ile İslami Cihad örgütüdür.
Tablo—1: FİLİSTİN'DEKİ ÖRGÜTLER | ||
Örgütün İdeolojisi | Örgütün Adı | Örgütün Lideri |
I. İslami | a. İslami Cihad | Abdulaziz Abdurrahman Udeh |
b. Hamas (Müslüman Kardeşler | Ahmed Yasin | |
II. Milliyetçi | i) FKÖ bünyesinde yer alanlar: | |
a. El-Fetih | Yaser Arafat | |
b. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi | George Habaş | |
c. Filistin Demokratik Kurtuluş Cephe | Nayif Havatme | |
d. Filistin Komünist Partisi | Beşir Barguti | |
e. Arap Kurtuluş Cephesi | Abdurrahim Ahmed | |
f. Filistin Kurtuluş Cephesi | M. Zeydan (Ebu Abbas) | |
ii) FKÖ Dışındakiler | ||
a. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi-Genel Komutanlık | Ahmed Cibril | |
b. Fetih Geçici Komuta | Said Musa Muragha'a (Ebu Musa) | |
c. Es-Saika | İslam el-Kadi | |
d. Fetih devrimci Konseyi | Sabri el-Benna (Ebu Nidal) | |
e. Filistin Halk Mücadele Cephesi | Gabriya ve Samir Goşe | |
f. Filistin Kurtuluş Cephesi-Ganim Hizbi | Aldulfatih el-Ganim | |
g. Filistin Kurtuluş Cephesi-Yakup Hizbi | Talat Yakub |
Filistin Kurtuluş Örgütü
Filistin Kurtuluş Örgütü, 1964 yılında toplanan ilk Arap zirvesinde alınan bir kararla, Filistin'in Arap Birliği örgütündeki temsilcisi Ahmet el-Şukeyri'ye Filistinlileri organize etme görevinin verilmesinin ardından Şukeyri'nin daveti üzerine biraraya gelen 422 Filistinli delegenin ortak kararı sonucu doğmuştur. Öncelikle iç bünyesindeki yapılanmaya önem veren örgüt 1964-1968 yılları arasında bunu temine çalışmış, 1967'deki Arap-İsrail Savaşı'nda Arap ordularının İsrail karşısında aldıkları yenilgiden sonra 1969'dan itibaren Filistin mücadelesinde etkin bir hareket olmuştur.
Siyasi yapılanmadaki çeşitli ideolojik farklılıklar örgüt içerisinde farklı siyasi grupların oluşmasına sebep olmuştur. Bunların en büyüğü 1957-1958 yıllarında Yaser Arafat'ın öncülüğünde kurulan el-Fetih örgütüdür. Bunu George Habaş'ın liderliğini yaptığı, 1967-1968 yıllarında kurulan Filistin Halk kurtuluş Cephesi ve Nayif Havatme'nin önderliğini yaptığı Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi izler. Bu iki örgüt Marksizme dayalı pan-Arap özellikleri taşımaktadır. Ayrıca FKÖ'nün diğer önemli alt örgütleri arasında 1969'da kurulan, askeri komutanı Abdurrahim Ahmed olan Arap Kurtuluş Cephesi ile 1968'de kurulan, komutanı Muhammed Halife olan Saika grubunu zikredebiliriz.6
Filistin Millet Meclisi, FKÖ'nün en önemli birimidir. 2 yılda bir toplanan bu örgüt FKÖ'nün tüm birimlerinin çalışmalarını kontrol eder. 315 üyeden oluşan meclisin bu sayısında gerektiğinde çok az artıp eksilme olabilir. Mecliste temsilcilerin dağılımı şöyledir:
1. Siyasi Örgütler
Temsilcilerin siyasal örgütlere göre dağılımında el-Fetih grubu 33, Saika grubu 12, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi 12, Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi 12, Arap Kurtuluş Cephesi 9, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi-Genel Komutanlık 8, Nidal Halk Cephesi* 4 üyeye sahiptir.
2. Meslek Kuruluşları
Filistinli İşçiler Birliği 12, Filistinli Kadınlar Birliği 8, Filistinli Eğitimciler Birliği 7, Filistinli Talebeler Birliği 7, Filistinli Yazar ve Gazeteciler Birliği 3, Filistinli Avukatlar Birliği 3, Filistinli Mühendisler Birliği 3, Filistinli Sanatçılar Birliği 1, Filistinli Gençler Birliği 2, Filistinli Sağlık Kolu Çalışanları Birliği 5 üyeye sahiptir.
3. Filistinli Göçmenler Temsilcileri
Ürdün'de yaşayan Filistinlilerden 17, Lübnan'dan 9, Suriye'den 7, Kuveyt'ten 9, Suudi Arabistan'dan 8, Birleşik Arap Emirlikleri'nden 2, Katar'dan 2, Irak'tan 1 ve Amerika Birleşik devletleri'nde yaşayan Filistinlilerden 7 temsilci bulunmaktadır.
4. İşgalci İsrail hükümetince sürgün edilerek başka bir ülkede yaşamak zorunda bırakılmış Filistinlilerden ise 20 temsilci.
5. Filistin ilim adamlarından 12 temsilci.
6. Ve bu grupların dışında kalanlardan ise 75 temsilci bulunmaktadır.
FKÖ maddi finansmanını dünyanın her yerine dağılmış Filistinlilerin gelirinin %5'ini toplayarak sağlar. Bu miktarı ödemeyenler diplomatik ilişkilerde Arap ülkelerinin şart koştuğu FKÖ'nün vereceği evraklardan istifade edemezler. FKÖ masraflarının %60'ını bu gelirlerden ve teberrulardan karşılarken, %20'sini Arap ülkelerinden ve diğer %20'sini de sahip olduğu çeşitli ticari kuruluşlardan temin eder.7
Bağımsız bir haber ajansı WAFA'ya sahip olan FKÖ'nün ayrıca Beyrut, Amman, Kahire ve Şam'da Filistin'in Sesi isimli radyosu bulunmaktadır. Örgütün yüzden fazla ülkede temsilciliği vardır ve tüm bürolarında tanıtım faaliyeti sürdürülmektedir. Örgüt kültürel ve düşünsel etkinliklere de önem vermiş ve bunun bir göstergesi olarak Filistin Araştırmaları Merkezi kurulmuştur. Tiyatro, müzik, sinema gibi örgüt bünyesinde gerçekleştirilen kültürel etkinliklerin Filistin sorununu kamuoyuna duyurma ve halkın milli duygularını kanalize etmede büyük rolü olmuştur.8
FKÖ'nün 1965 yılındaki ilk resmi bildirisinden örgütün siyasi yapısının İslami esaslar üzerine kurulu olduğu izlenimi doğmaktadır. Allah'a tevekkülün, hedeflerinin İslami cihad olduğunun işlendiği bu bildiri örgütün o dönemki kuruluş amaçlarını yansıtmaktadır. Özellikle Filistin Kurtuluş Hareketi'ndeki İslamcı kesimin mücadeleye yön vermedeki etkin güçleri FKÖ'yü ilk dönemlerde İslami bir kimlikle ortaya çıkarmıştır. Müslüman Kardeşler Örgütü'nün İngiliz ve Yahudilere karşı Mısır'dan, Suriye'den, Ürdün'den, Sudan'dan, Filistinlilere katılmalarının Filistin hareketinin ilk dönemlerde İslami bir çizgi kazanmasına büyük etkisi olmuştur.
Ancak FKÖ'nün zamanla bölgedeki Arap yönetimlerinin politikası doğrultusunda siyaset izlemesi örgütün İslami kimlikten uzaklaşmasına ve politikasının bulanıklaşmasına sebep olmuştur. Başlangıçta amacı gaspedilen tüm vatanı kurtarıp Filistin devletini kurmak olan ve bunu İslami bir çizgide gerçekleştirmeye çalışan örgüt daha sonra bu amacından sapmış, bu düşünce yerini, Arapların ve Yahudilerin birarada yaşamasını sağlayacak ve tüm Filistin'i kapsayacak seküler bir devlet anlayışına bırakmıştır. FKÖ'nün 1982'de Lübnan'dan askeri olarak geri çekilmesiyle başlayan dönem örgüt adına siyasi planda birçok tavizi de beraberinde getirmiştir. Başta Arafat olmak üzere birçok FKÖ'lü yetkilinin büyük diplomatik başarı olarak sundukları Madrid süreci de temelde FÖ adına dur durak bilmeyen bir geri adımlar zincirine dönüşmüştür. FKÖ'nün konumu işgal edilen toprakların kurtarılması ve Filistin devletinin kurulması ilkelerinden çok uzaklara savrulmuş ve adeta "bir parça toprak" bağışı talebine sıkıştırılmıştır. Bir bütün olarak Filistin, örgüt gündeminden çıkmış, sadece Batı Şeria ve Gazze kalmıştır. İsrail oldu bittisi ve İsrail'in 1967'ye kadar yaptığı işgaller de facto kabul edilmiştir. Artık söz konusu olan vatan değil, basitçe topraktır.9
Halkı Müslüman olan ülkeler, özellikle Arap ülkeleri Filistin sorunu ile kendi çıkarları doğrultusunda ilgilenmiş ve Filistin, ülkelerin birbirine karşı kullandıkları bir silah haline dönüştürülmüştür. İsrail'in işgal topraklarında gerçekleştirdiği saldırıları sona erdirme amacıyla toplanan Arap zirvelerinin sonucunda bu ülkelerin bir türlü çözüme ulaşamadıkları görülmüştür. Zirvelerde, İsrail'in bölgedeki işgallerine karşı çıkılmakla birlikte işgal edilen toprak için cihad edilmesi gerektiği düşüncesine kesinlikle yer verilmemiştir. Yine bu zirvelerde İsrail'in yanında yer alan Amerika'nın bölgedeki çıkarlarını zedeleyebilecek türden yaptırımlar uygulanması yönündeki bir karar söz konusu bile olmamıştır. Zirvelerin asıl amacı liderlerin kayıtsız tavırlarına karşı kutsal toprakların İsrail işgalinden kurtarılması gerektiğini düşünerek harekete geçen Müslüman kitleyi yatıştırmaktır. İsrail'in Lübnan'ın güney kesimini ve başkent Beyrut'u hedef alan saldırılarına Filistinlilerin Lübnanlı Müslümanlarla birlikte direnişinin akabinde Fas'ta gerçekleştirilen 12. zirve durumun iyi bir göstergesidir. Bu zirvede Arap liderleri yaklaşık 20 yıl önce reddettikleri işgal topraklarında iki ayrı devlet oluşumunu onaylama noktasına gelmişlerdir. Yaser Arafat'ın Fas zirvesinin sonuçlarını olumlu olarak değerlendirmesi ve "Ben realistim ve bir davanın mücadelesini vermekteyim." şeklindeki izahı FKÖ'nün bu yıllarda siyasal çözüm noktasında ne kadar esnek ve tavizkar bir hal aldığının beyanıdır.10
FKÖ Arap ülkelerinden mali destek almak, çeşitli Arap ülkelerine dağılan Filistinlileri kendi çatısı altında toplamak ve Arap rejimleriyle olan iyi ilişkileri sayesinde dünya kamuoyunda gündem teşkil etmek amacıyla bu ülkelerle yakın ilişkilerde bulunmuş ve "nabza göre şerbet" politikası izlemek suretiyle Arap rejimleri arasındaki görüş ayrılıklarından kendi lehine olacak şekilde yararlanmaya çalışmıştır. Ancak bu strateji sonucunda FKÖ'nün ideolojisi bulanıklaşmış ve sonuçta örgüt Amerika'nın ve İsrail'i destekleyen ülkelerin büyük memnuniyetlerine sebep olan, devamlı taviz veren bir yapıya dönüşmüştür.
Filistin Kurtuluş Örgütü hakkında yapılacak genel bir değerlendirmede örgütün olumlu özellikleri şöyle sıralanabilir:
1. FKÖ Filistin hareketini kitleselleştirmiş, birçok Filistinliyi kendi çevresinde toplamış, hareketi bir örgüt etrafında somutlaştırarak halktaki işgal edilen vatanı kurtarma ümidini canlı tutmuştur. Filistin direnişinin kitlesel bir kimliğe bürünmesi, halkın FKÖ'nün Filistin devletini kurma hedefine kararlı bir şekilde cevap vermesi örgütün kitleselleştiğinin göstergesidir.
2. FKÖ'nün kültürel, sosyal, ekonomik ve askeri alanlarda kurumsal bir yapılanma göstermesi, potansiyel gücün devrimci bir çalışmaya kanalize edilmesinde etkin rol oynamıştır. FKÖ, bünyesindeki İşçi Sendikaları, Öğrenciler Birliği, Mühendisler Birliği, Doktorlar Birliği, Kadınlar Birliği, Yazarlar Birliği, Gazeteciler Birliği vb. kuruluşlarla kitleleri harekete geçirme noktasında gözle görülür bir başarı kaydetmiştir.
3. Filistin direnişinin evrensel bir kimliğe sahip olmasında FKÖ'nün payı büyük olmuştur. Başlangıçta sesini askeri operasyonlarla duyuran FKÖ daha sonra siyasal nitelikli çalışmalara da önem vermiş ve bu da hareketin evrensel içerikli olmasını sağlamıştır.
4. FKÖ'nün katılımcı bir yapıya sahip olması, örgüt içindeki farklı fraksiyonlar sebebiyle dağılmayı ve parçalanmayı önlemiştir.
5. FKÖ, kurumlarının idaresini kendi bünyesinde yetiştirdiği, işini bilen, uzman ve yetkin insanlara teslim etmiştir.
6. FKÖ mevcut yapısında ve çalışma yönteminde kadına saygın bir mevki biçmesiyle büyük bir kitlenin harekete katılımını sağlamıştır.
Bu olumlu özellikleri yanında örgüt birçok olumsuzluktan kendisini kurtaramamıştır. Örgütün bu bağlamdaki belli başlı eksikleri ise şunlardır:
1. Örgüt kendi geleceği ile İslam ve Arap dünyasındaki kurtuluş hareketlerinin geleceği arasında bağlantı sağlama noktasında çaba sarfetmemiş, bunun yerine halk hareketlerine karşı siyaset izleyen ve halkları susturma politikasını tercih eden Arap rejimleriyle uyuşma yolunu benimsemiştir. Bu yüzden Arap ve İslam dünyasındaki kitlesel hareketlerle FKÖ arasında birliktelik sağlanamamıştır. Sözgelimi İran İslam Devrimi, Mısır, Suriye ve Ürdün'deki Müslüman Kardeşler ile FKÖ arasında kurulacak bir birlikteliğin FKÖ'nün gücünün büyümesinde büyük etkiye sahip olacağı muhakkaktı. FKÖ'nün uğradığı tüm yenilgilerin ana nedenini böylesi bir birlikteliğin sağlanamayışında aramak mümkündür.
2. FKÖ dış güçler tarafından siyasi arenaya çekilerek masabaşı görüşmeleriyle yeni bir politikaya itilmiştir. Askeri mücadelenin yerine tamamen siyasi çalışmalara bağlanma FKÖ'yü herhangi bir yok edici fonksiyon icra edemeyen ve devamlı taviz veren mevcut bir siyasi olgunun parçası haline getirmiştir. Örgüt taktik bazında değerlendirilebilecek kısa süreli tavırları stratejiye dönüştürmüş, bu da örgütün stabilizesini bozmuştur.
3. FKÖ'nün bir başka eksikliği de İslami boyuta fazla önem vermemesi sosyalist ve kapitalist bloklarda yaşayan kamuoyunun sempatisini kazanabilmesi maksadıyla İslami kesime yönelik etkinlikleri sınırlandırmasıdır. FKÖ'nün ilk dönemlerinde gösterdiği İslami çizgi örgütün bulanık yapısı sebebiyle zamanla yok olmuş ve yerini milliyetçi bir ideolojiye bırakmıştır. Ancak son yıllarda İslami harekete büyüyen ilgi yüzünden özellikle Yaser Arafat'ın bildirilerinde ve el-Fetih örgütünün kararlarında İslami temalar işlenmeye başlanmıştır. Bunda FKÖ'nün işgal topraklarında prestij kaybetmesinin ve Filistin halkının çözümü İslam'da görmesi sebebiyle İslami gruplara duyduğu ilginin tesiri büyüktür.11 Özellikle FKÖ'nün el-Fetih kolunda son dönemlerde görülen İslami kimlikli hareketlilik bunun iyi bir göstergesidir. El-Fetih'de görülen bu durum örgütün yönetim kadrosunun düşüncelerinin değişmesi sebebiyle değil, halkın İslami eğilimini fark eden el-Fetih yöneticilerinin politik bir metot izlemesi sebebiyledir. Filistin halkının, kurtuluşun İslam'da olduğu şuuruna ermesi, toplumsal planda İslami dönüşümü gerçekleştirmede ve siyasal platformda mücadelede İslami hareketlerin yanında yer alması sebebiyle el-Fetih kaybettiği prestiji yeniden yakalayabilmek için İslami motiflere sarılmaya başlamıştır. 1987 yılında Ramallah'ta İslami hareket liderlerinden birinin ifade ettiği gibi "İslam'a ilginin büyümesi demek FKÖ'nün biraz daha İslamlaşması demektir."12 İslam'a ilgiyi gören el-Fetih aktivistlerinin Nablus ve Kalkilya'daki ticaret odası seçim döneminde Kur'an-ı Kerim basarak dağıtması bu durumun bir göstergesidir.13 Fetih, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin demokratik Kurtuluş Cephesi ve Filistin Komünist Partisi'nin ortak bildiri ve broşürlerinde, askeri bir program bünyesinde İntifada'yı hareketlendirmek ve işgal topraklarındaki halkla bütünleşmek için İslami gruplara güçlerini kendileriyle birleştirmeleri yönünde çağrılar yapmaları FKÖ'nün İslami kimliğe duyduğu ihtiyacı göstermektedir.
Müslüman Kardeşler
Filistin'de ilk Müslüman Kardeşler grubu, 1946 yılında Filistinli lider Musa el-Hüseyni'nin çabasıyla kuruldu. Grup milliyetçiler tarafından, İsraillilere ve İngiliz mandasına karşı verilen özgürlük savaşında müttefik olarak kabul edildi. Müslüman Kardeşler bazı Arap hükümetlerinin karşı çıkmalarına rağmen 1948 Arap-İsrail savaşına katıldı. Hareketin kurucusu Hasan el-Benna Filistinlilerin mücadelesine yardım amacıyla 3 gönüllü müfrezeyi Mısır'dan Filistin'e gönderdi. Ürdün ve Suriye'deki Müslüman Kardeşler'in ve gönüllü Filistinlilerin de katılımıyla bu müfrezeler daha güçlü bir hale getirildiler.
1949-1952 yılları arasında Müslüman Kardeşler'in Filistin'le olan irtibatı mevcut Mısır yönetimi tarafından engellenmeye çalışıldı. Ancak Mısır darbesinin ardından Müslüman Kardeşler'in Mısır hükümetiyle yakın ilişkilerde bulunduğu 1952-1954 yılları arasında örgütün aktiviteleri yaygınlık kazandı.
1950'li yılların sonlarında Mısır yönetiminin Müslüman Kardeşler'i sindirmek için izlediği politika Arap Nasyonalistler ve Baas Partisi gibi politik grupların güçlenmesine sebep olurken Müslüman Kardeşler'in Gazze bölgesindeki gücü zayıflamaya başladı. Nitekim bunun bir sonucu olarak 1960'lı yılların ortalarında Müslüman Kardeşler'in organize birimlerinin oluşumunun durduğu ve yeni üyelerin sayısının azaldığı görüldü.
Müslüman Kardeşler'in Batı Şeria kolu Gazze şehrindeki ve diğer ülkelerdeki kolları gibi İsrail'e karşı şiddet kullanmadı. Batı Şeria'daki Müslüman Kardeşler'in aktiviteleri, hareketin prensiplerini halka öğretmek, basılı eserlerinin dağıtımını sağlamak ve gençler arasındaki sosyal aktiviteleri yaygınlaştırmaktı. Özellikle Batı Şeria'daki bu faaliyetleri sebebiyle Müslüman Kardeşler Ürdün hükümeti tarafından legal bir örgüt olarak tanındı. Örgüt Ürdün hükümetiyle ilişki içinde olmakla birlikte, Ürdün'ün Batı'yla olan yakın ilişkilerini, İslam ülkelerinde alkol kullanılmasına hükümetler tarafından bir önlem alınmamasını ve yöneticilerin şeriattan farklı uygulamalarda bulunmasını şiddetle eleştirdi. Bunun üzerine Ürdün yönetimi hareketi sıkı kontrole aldı ve bu sıkı kontrolün de yeterli olmadığını hissettiği durumlarda hareketin liderlerini tutuklama yoluna gitti.
Müslüman Kardeşler'in bir dönem Ürdün'le ilişkide bulunmasına sebep her iki tarafın da milliyetçilere karşı olmasıydı. Müslüman Kardeşler'in 1951 yılından sonra Ürdün'deki seçimlere katılması, milliyetçilere karşı Kral Hüseyin'le kurduğu ittifakın bir göstergesiydi. 1967 öncesi bu dönemde Müslüman Kardeşler'le Ürdün arasındaki ilişkiyi birbirine sadık muhalifler arasındaki ilişki olarak tanımlamak mümkündür.
1967'de İsrail'in Batı Şeria ve Gazze topraklarını işgalden sonra FKÖ'nün büyüyen gücüne bağlı olarak işgale karşı askeri direnişler görüldü. Ancak 1970 ve 1971'de FKÖ'nün Ürdün'den çıkarılması askeri direniş gücünün azalmasına sebep oldu. 1970'lerin ortalarında İsrail'e karşı ataklar oldukça azalmıştı.
Müslüman Kardeşler hareketi İsrail işgaline karşı askeri direnişte milliyetçi harekete katılmadı. İşgalin ilk 10 yılında Müslüman Kardeşler'in milliyetçilerle herhangi bir rekabete girişmediği görülmektedir. Ancak 1976'dan sonra örgüt artan aktivitesi ve üye sayısıyla yeni bir oluşum gösterdi. 1979'daki İran İslam Devrimi'nin etkisinin Orta Doğu'ya yayılarak İslami hareketlere yön vermesinin Müslüman Kardeşler'in gösterdiği bu yeni oluşuma büyük etkisi olmuştur. Bu tarihten sonra Gazze ve Batı Şeria'da kendisini İslam'ı savunmaya ve Müslüman Kardeşler'e ve diğer İslami örgütlere yardıma adayan İslami bir eğilimin oluştuğu görülmektedir. Filistin toplumunda görülen bu İslami dirilişte Müslüman Kardeşler Gazze ve Batı Şeria'da daha erken dönemlerde örgütlenmeye başladığı için diğer İslami gruplardan daha etkili bir güç olarak ortaya çıkmıştır.14
Örgütün Yapısı
Batı Şeria ve Gazze'deki Müslüman Kardeşler hareketleri birbirlerinden bağımsızdırlar ve müstakil örgütsel yapılara sahiptirler. Müslüman Kardeşler hareketi tüm kollarıyla aynı ideolojik vaatleri paylaşmasına rağmen örgütün Filistin'deki bu iki kolu arasında tarihsel bir birleşiklik olmamıştır. 1967'den önce Gazze kolu Mısır'daki Müslüman Kardeşler hareketi ile paralel bir çizgi üzerine organize edilmiş ve her iki Müslüman Kardeşler hareketi de gizli olarak yönetilmiştir.
1967'den önce Batı Şeria'daki Müslüman Kardeşler ise Ürdün'deki Müslüman Kardeşler'in bir parçası durumundadır. Hareket Ürdün'de legal örgütlenme gösterdiği için Gazze ve Mısır'da olduğu gibi gizli organizasyona fazla gerek kalmamıştır. Aralarındaki bağlantı azalmasına rağmen Batı Şeria'daki Müslüman Kardeşler 1967'den sonra hareketin Ürdün'deki kolu ile örgütsel bağlantılarını koparmamıştır. 1967'den sonra Batı Şeria ve Gazze'deki Müslüman Kardeşler hareketleri gizli olarak yönetilmiştir ve bu yüzden örgütlerin yönetim durumlarıyla ilgili oldukça az bir veri vardır. Ancak örgütlerin aktiviteleri ve diğer gruplarla olan irtibatları hareketin tek bir lider tarafından yönetilmediğini göstermektedir. Bölgesel bir yönetime tabi olan Müslüman Kardeşler hareketinde önemli kararlar mevcut bölge yönetimi tarafından alınmaktadır. Bu durum işgale bağlı olarak ortaya çıkan, güvenlikle alakalı riskleri yok etmede önemli bir avantaj sağlamış, aynı zamanda büyük görev e aktivitelerin gerçekleştirilmesinde gerekli olan farklı bölgeler arasındaki yakın iletişime de engel olmamıştır.15
Örgütün yapısında üyelerin üç gruba ayrıldıkları görülmektedir. Aktif üyeler davanın yürütülmesinde, yönetimin sağlanmasında ve cihadın yerine getirilmesinde etkin güce sahiptirler. İkinci grup daha çok kolej ve yüksekokul öğrencilerinin oluşturduğu katılımcı üyelerdir. Destekleyici üyeler ise örgütle formel bağlantısı bulunmayan, finansal ve eylemsel yönden örgütü destekleyen üyelerdir.
Örgütün bu yapısı örgüte, üyelerin aktif katılımını sağlamadan önce, değerlendirmelerinin yapılabilmesi için yeterli bir esneklik kazandırmıştır. Araştırmalar örgütün destekleyici ve katılımcı üyelerinin sayısının aktif üyelerin sayısından birkaç kat fazla olduğunu göstermiştir.
Örgüt eylemlerini, bölgedeki tüm Müslümanları gelişmelerden haberdar etmek ve onları da olayın içine katmak maksadıyla Müslümanların toplumu olarak biraraya geldikleri merkezlerde, özellikle cemilerde odaklandırmıştır. Örgüt taraftarları daha çok köylerdeki ve mülteci kamplarındaki gençlerden, yüksekokul ve kolej öğrencileri ile öğretmenler ve memurlardan oluşmakta, az bir işçi kitlesi örgütü desteklemektedir. Bu yüzden örgütün birçok üyesinin genç kesimden, düşük gelirli ve köy menşeli ailelerden olması şaşırtıcı değildir. Örgütün liderleri ise daha çok şehir menşeli ve ticaretle uğraşan kişilerdir. Müslüman Kardeşler'in en önemli hedefleri İslami temeller üzerine kurulu bir toplumun oluşmasının sağlanması, örgütün sahip olduğu düşüncelerin yaygınlaştırılması ve İslami hareketi engellemeye çalışanların bu çabalarının sona erdirilmesiydi. Müslüman Kardeşler'in bu kitlesel hareketliliği daha çok üniversite kampuslarında, yüksekokullarda ve camilerde konuşlanmıştı.
Filistin sorununa çözümün işgalci İsrail devletinin 1948 ve 1967'de işgal ettiği İslam topraklarından çıkarılması olduğunu söyleyen Müslüman Kardeşler 1948 yılında 3,5 milyon Yahudinin bu topraklara yerleştirilmesi ile ortaya çıkan işgalci İsrail devletine net bir şekilde karşı çıkmıştır. Müslüman Kardeşler bu savaşta yalnız İsraillileri hedeflememiş, toplumun İslami harekete katılımını engellemeye çalışan milliyetçi harekete de karşı çıkarak, gerçek bir İslami toplumun oluşumu için savaşım vermiştir.
Müslüman Kardeşler'in fon kaynakları ve miktarı hakkında oldukça az bir bilgi olmakla birlikte hareketin aktivitelerinin Gazze ve Batı Şeria'da oldukça iyi finanse edildiği görülmektedir.
Örgütün üyelerinden sağlanan aidat ve bağışlar sınırlı olduğundan ve örgüt Batı Şeria ve Gazze'de kendisine ait ticari ve finansal kuruluşlara sahip olmadığından maddi giderleri temin için farklı kaynaklara başvurmak gerekmiştir. Bunlar bölgesel zekat komitelerinin topladığı paralar ve Körfez ülkelerinden sağlanan zekat paralarıdır.16 Ancak Körfez ülkelerinden özellikle Suudi Arabistan ve Kuveyt gibi ülkeler Müslüman Kardeşler'i bir dönem desteklemişlerse de, gelişen süreçte Filistin'deki İslami hareketlerin kazandıkları tavır, sürdürdükleri çizgi ve Müslüman Kardeşler'in bu İslami çizginin oluşmasındaki etkin güçleri örgüte mali destekte bulunan bu ülkeleri rahatsız etmeye başlamıştır. Sonuçta Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerinden birçoğu Müslüman Kardeşler'e sağladığı mali desteği kesme yoluna gitmiştir.
Müslüman Kardeşler'in Diğer Ülkelerle Olan Bağlantıları
İsrail
Müslüman Kardeşler Batı Şeria ve Gazze'de olduğu kadar 1967 öncesinde işgal edilen topraklar içerisinde oluşturulmaya çalışılan İsrail devleti fikrine de kesinlikle karşı çıkmaktaydı. Barış görüşmeleri dahil İsrail'le yapılacak her türlü ilişkiyi reddeden Müslüman Kardeşler İsrail'le ilişki içinde olan Filistinlileri ciddi eleştirilere tabi tutuyordu.
Uzun dönem stratejisi İsrail'i yok etmek ve Filistin'in bütününde İslami bir devlet kurmak olan Müslüman Kardeşler'in kısa dönem stratejisi ise Filistin toplumunda İslami bir kimlik kazandırmak, bu geçiş döneminde İsrail'le yoğun çatışmalara girmemek ve örgütün aktivitelerini engellemeye çalışan milliyetçi hareketin üstesinden gelmekti. Müslüman Kardeşler'in topluma İslami bir kimlik kazandırmadan İsrail'e yoğun çatışmalara girilmesini -toplumsal bir İslami bütünleşmeyi zedeleyebileceği düşüncesiyle- sakıncalı bulması Batılı kaynakların, İsrail'in Müslüman Kardeşler'e destek verdiği şeklindeki yorumlarına sebep olmuştur. Ancak İsrail hükümetinin İntifada öncesinde Müslüman Kardeşler hareketini yakın takibe alarak çeşitli sürgün ve cezalarla hareketi engellemeye çalışması, İntifada sonrasında ise Müslüman Kardeşler'in İntifada'daki kolu HAMAS örgütüne karşı gösterdiği yoğun baskı ve sürgün faaliyetleri bu yorumun çarpıklığını gözler önüne sermektedir.
Ürdün
Müslüman Kardeşler'in Ürdün monarşisi arasındaki ilişkiler 1967'den itibaren önceki döneme nazaran daha fazla gelişme gösterdi. Ürdün'ün Müslüman Kardeşler'in gösterdiği faaliyetlere karşı çıkmaması sebebiyle örgüt Ürdün hükümetiyle büyük çatışmalara girmedi.
Ürdün, milliyetçilerin bölgesel ilerleyişine karşı olmamakla birlikte, bu durumun ileride hayat şartlarının kötüleşmesi ve göçlerin artmasına sebep olacağını, dolayısıyla ülke ekonomisini olumsuz yönde etkileyeceğini düşünmekteydi. Bu sebeple Ürdün hükümetinin izlediği strateji kendisi için tehlike arzeden milliyetçi gruplara olan desteği çökertmek için Müslüman Kardeşler ile Batı Şeria'da bir ittifakın kurulmasını sağlamaktı.
1967 Öncesi İşgal Edilen Topraklarda Yaşayan Filistinliler
Geçen birkaç yıl zarfında İsrail'in 1967 öncesinde işgal ettiği topraklarda yaşayan Filistin toplumu arasında İslami bir canlanışa şahit olundu. Bu gelişme özellikle 1978'den sonra Müslüman Kardeşler'in eylemlerini bu bölge içerisinde de göstermeye başlamasıyla oluştu. Filistin toplumunda görülen İslami kimlikli yapılanmadaki Müslüman Kardeşler'in etkin gücü İsrail'in kendisine ait olduğunu iddia ettiği topraklarda yaşayan Filistinlilere de yol gösterdi.
İşgal edilen topraklarda yaşayan Filistinliler arasında varlığını hissettiren İslami diriliş hareketinin bu bölgedeki milliyetçi ve Marksist düşüncelere karşı büyük bir politik üstünlüğe sahip olduğu görülmüştür. Bu bölgede Müslüman Kardeşler bünyesindeki İslami kuruluşların diğer tüm gruplardan daha etkin olduğu söylenebilir.17
HAMAS
Kendisini Müslüman Kardeşler'in bir kolu olarak tanımlayan HAMAS [el-Hareketü'l-Mukavemetu'l-İslamiye; İslami Direniş Hareketi] İntifada'nın yarattığı bir harekettir. Müslüman Kardeşler'in öncelikle topluma İslami bir kimlik kazandırma ve milliyetçi düşünceleri ortadan kaldırma çabası örgüte legal bir kimlik kazandırmıştır. HAMAS'ın İntifada döneminde yeni bir isimle ortaya çıkmasının sebebi de Müslüman Kardeşler'in toplum nazarındaki bu legal durumudur. Bu yeni isim, Müslüman Kardeşler'in İntifada'nın atmosferine uygun olarak daha militan bir kimlikle ortaya çıkmalarını sağlamış ve HAMAS Müslüman Kardeşler'in illegal bir vekili olarak İntifada'ya katılmıştır.18
HAMAS kaynağını 1930'lara, Müslüman Kardeşler'in etkisini Mısır'dan Orta Doğu'nun diğer ülkelerine kaydırmaya başladığı döneme dayandırmaktadır. 19030'larda İzzeddin el-Kassam'ın başlattığı cihad hareketi 1948'den sonra tüm Filistin'e yayılmış ve 1968'den sonra Müslüman Kardeşler'in sürdürdüğü cihadla devam ederek İntifada'yı hazırlamıştır. Kendisini bu cihad zincirinin bir halkası kabul eden HAMAS İntifada'nın ilk aylarında önce Gazze'de ve daha sonra Batı Şeria'da etkili olmuştur.
Müslüman Kardeşler 1970'lerde işgal topraklarında oluşum göstermeye başladıklarında örgütün çalışmaları daha çok cami, okul ve üniversitelerde odaklanmıştı. Bu durum yüzlerce hatta belki binlerce gencin İslamcı öğrencilere ve gençlik gruplarına katılımını sağladı. Müslüman Kardeşler diğer İslami gruplarla birlikte, Batı Şeria ve Gazze'deki eğitim merkezlerinde İslami bir yapı kurarak büyük azim ve gayret içindeki öğrenci kitlesini olaya kattı. İslami bir toplum oluşturmayı hedefleyen Müslüman Kardeşler hareketi yayınladığı mesaj ve broşürlerde ilk olarak Müslümanları Allah'a inanmaya ve seküler düşüncelere karşı Müslüman ruhunu ve tavrını korumaya çağırıyordu.
Müslüman Kardeşler tarafından kurulan camiler ve hayır kurumları sayesinde birçok genç eğitimsel ve sosyal faaliyetlerde aktif katılım gösterdi. Sayıları her geçen gün artan örtülü genç kız ve kadınlar kendilerini diğerlerinden ayıran başörtüsü ve pardösüleriyle İslami harekete katıldılar. Bu kanıtlar İslam'ı önceleyen Filistinlilerin dini kimlik ve bilinci korumaya yönelik başarılarının diğer birçok Filistinli gruptan fazla olduğunu gösteriyordu.19
HAMAS İntifada'nın başlangıcından 9 ay sonra 1988 Ağustosunun ortalarında, işgal altındaki topraklarda yaşayan birçok Müslümanın dünya görüşünü anlatan, hareketin tüzüğü niteliğinde 40 sayfalık bir broşür yayınladı. Bu dokümanda HAMAS asıl hedefin siyonistleri İslam topraklarından atmak olması gerektiğini söylüyordu:
İslami Direniş Hareketi, Filistin'in kıyamete kadar gelecek bütün Müslüman nesiller için İslami bir vakıf toprağı olduğuna inanmaktadır. Bu toprağa veya onun bir parçasına tecavüz edilmesi yahut herhangi bir parçasından taviz verilmesi doğru değildir. Bu toprağı bir Arap devleti veya bütün Arap devletleri istimlak edemez. Bir kral veya başkan yahut bütün krallar veya başkanlar; ister Filistinlilere ister diğer Araplara ait olsun herhangi bir teşkilat veya teşkilatlar bu toprağı mülk edinemez. Çünkü Filistin kıyamete kadar gelecek Müslüman nesiller için vakfedilmiş bir İslam toprağıdır. (Madde-11)20
Dolayısıyla HAMAS FKÖ'nün diplomatik destek kazanmak ve sonuçta bir devlete sahip olabilmek amacıyla şampiyonluğunu yaptığı uluslararası bir barış konferansı düşüncesini net bir şekilde reddetmekteydi:
Görüşmeler, barışçı çözümler diye adlandırılan şeyler ve Filistin meselesinin çözümü için uluslararası konferanslar, İslami Direniş Hareketi'nin anlayışına ters düşmektedir. Filistin'in herhangi bir parçasından taviz vermek dinin bir parçasından taviz vermek gibidir... İslami Direniş Hareketi konferansa katılacak tarafları tanıdığı, onların Müslümanların problemlerine karşı geçmişte ve şimdi gösterdikleri tavırları bildiği için bu tür konferansların istenilenleri gerçekleştirmediğini veya hakları iade etmede bir fonksiyon icra edemeyeceğini bilmektedir. Bu konferanslar İslam toprağında ehl-i küfrün hakemliğine başvurmaktan başka bir şey değildir. Küfür ehlinin iman ehline insaf ettiği ne zaman görüldü?
... Filistin sorununun çözümü için cihaddan başka bir yol yoktur. Görüşmeler, fikir alışverişleri, uluslararası konferanslar vakit kaybından, boş şeyle uğraşmaktan başka bir şey değildir. Filistin halkının geleceği, hakkı gidişatı, öyle olumsuz şeylerle doldurulacak kadar basite alınamaz. (Madde-13)21
HAMAS işgal altındaki toprakların insanlarına tümü İslami bir görünüm içinde olan bir Filistin önermekteydi ve bunu sağlamak için de Arap ve İslam dünyasında İslami bilinci yayacak, bitmeyen tükenmeyen bir çalışmanın ve tüm dünya Müslümanlarının Filistin adına mücadelesinin gerekli olduğunu söylüyordu. Örgütün siyonistlere ve işbirlikçi Araplara karşı uzlaşmaya yanaşmayan bir program izlemesi, Filistin halkının İslam'ın eylemsel boyutunu hayatlarına katarak İntifada'nın ruhuna uygun bir bilinçle hareket etmelerin yardım etmiştir.22
İslami Cihad
Köken olarak 1960'lı yılların ortalarında Mısır'daki Müslüman Kardeşler'in bir parçası olan İslami Cihad işgal topraklarında 1979 yılında örgütlenmeye başlamıştır. Örgütün Mısır'daki İslami Cihad örgütü ile bağlantısı olduğuna inananlar olmakla birlikte, İslami Cihad bağımsız bir harekettir. Örgüt işgal topraklarındaki diğer örgütler arasında en radikal ve en zorlu olanıdır. Kapalı ve belirsiz bir yapıya sahip olan örgüt 5-6 kişiden oluşan küçük gruplar halinde faaliyet gösterir. 1987 sonunda İslami Cihad örgütü 4500 öğrenciye sahip Gazze İslam Üniversitesi'nden 200 öğrencinin ve işgal topraklarında 2000-4000 dolayında kişinin aktif desteğini kazanmıştır. Örgütün liderleri ve üyeleri daha çok Gazze bölgesinden olmakla birlikte, örgüt Batı Şeria'da çalışmalarda bulunmaktadır.
İslami Cihad'ın hedefi tamamıyla yeniden biçimlendirilmiş, İslami temeller üzerine kurulu bir toplum oluşturmaktır ve bu oluşumun da devrimle gerçekleşebileceğini savunur. Örgüt işbirlikçi Arap rejimlerini yıkmak, Müslüman toplumu solculardan ve marksistlerden temizlemek ve gayrimüslim güçleri İslam topraklarından atmak için cihadı kaçınılmaz kabul eder. Diğer gruplar da cihadı savunmakla birlikte İslami Cihad siyonistlere ve onlarla işbirliği içinde olan Araplara karşı cihadı sürekli, zorlu bir ilahi çaba olarak görür.23
İslami Cihad'ın FKÖ'ye getirdiği eleştiriler HAMAS örgütünün FKÖ hakkındaki eleştirilerinden daha yumuşaktır. İran'ın güçlü bir destekleyicisi olan İslami Cihad FKÖ'nün ideolojisini değiştirmesi ve İran'la bağlantı kurması gerektiği yönündeki düşünceleri yüzünden FKÖ ile politik ve ideolojik farklılıklara sahiptir.24 İşgal topraklarında İslami Cihad'ın eylemleri yaygınlaştıktan bir müddet sonra örgüt ile FKÖ'nün en etkin kolu el-Fetih arasında bazı bağlantıların kurulduğu söylenmektedir; ancak bu bağlantılar aynı politik kazançlar sebebiyle değil, hareketin işleyişine ait ortak durumlar sebebiyledir.
İslami Cihad ile İsrail yöneticileri arasındaki bir dizi çatışma 9 Aralık 1987'de başlayan İntifada hareketini hazırlayan önemli bir sebeptir. Bu çatışmalar ilk defa Mayıs 1987'de İslami Cihad'ın 6 üyesinin Gazze'deki bir İsrail hapishanesinden kaçmasıyla başladı. Temmuz 1987'de 2 İslami Cihad üyesinin bir yıl önce Gazze'de iki Yahudi taksi şoförünü öldürmek usçuyla mahkum edilmeleri İslami Cihad'la İsrail yöneticileri arasındaki gerilimi artırdı. Bu tutuklamadan 1 ay sonra cihad üyeleri Gazze'deki askeri polis gücünün sorumlusunu öldürdüler.
1987 Ekiminde olayların, kısa bir süre içerisinde çok hızlı bir şekilde geliştiği görüldü. Gazze'de 3 Filistinlinin İsrail askerlerince öldürülmesi mülteci kamplarında büyük gösterilere ve Gazze şehrinde bir öğrenci ayaklanmasına sebep oldu. Hapishaneden kaçan 3 İslami Cihad üyesi yeniden yakalandı ve (ikisi hapishaneden kaçan İslami Cihad mensubu olmak üzere) 4 Filistinli Gazze'de önemli bir meydanda şehit edildi. Gazze İslam Üniversitesi'nde bu son olayları protesto etmek için toplanan Filistinlilere İsrail askerlerinin ateş açması sonucu 2 Filistinli daha öldürüldü. Son olarak 16 Kasım 1987'de İsrail hükümetinin İslami Cihad lideri Şeyh Abdulaziz Abdurrahman Udeh'i tutuklayarak sürgüne göndermesi üzerine Gazze İslam Üniversitesi şiddetli öğrenci gösterilerine tanık oldu.
İslami Cihad'ın İntifada'yı hazırlamadaki etkin rolü 1988 bahar ve yaz döneminde de devam etmiştir. Bu sebeple İsrail hükümeti İslami Cihad'ın artan başarısını yok etmek için büyük çaba sarfetmiş, birçok İslami Cihad lideri tutuklanmış ve sürgüne gönderilmiştir. İslami Cihad'ın gizli ve belirsiz yapısı örgüt için dezavantajlara sebep olmuş ve bu sebeple hareket topluma yayılmada diğer İslami örgütler kadar başarılı olamamıştır. Ancak örgütün İslami aktivizmi Filistin halkı arasına yaymada gösterdiği başarı oldukça önemlidir. Filistin halkını harekete geçirmesi sebebiyle örgüt İsrail hükümetince tahmin edilenden daha tehlikeli bulunmuştur.25
İslami Cihad Müslüman Kardeşler'in işgal topraklarında izlediği stratejiden daha farklı bir stratejiyi savunmaktadır. HAMAS da, İslami Cihad da işgal altındaki topraklarda İslami bir devlet istemelerine rağmen yolları bunun nasıl başarılacağı konusundaki farklı çözümleri yüzünden ayrılmaktadır. HAMAS'ın milliyetçilere karşı şiddet kullanmasına taraftar olmayan İslami Cihad, diyalogun birçok Filistin grubu arasında iletişim sağlanmasında tek yol olduğunu söylemektedir. HAMAS Gazze'de daha güçlü ve ses çıkaran bir oluşum gösterirken, İslami Cihad daha dar çerçeveli bir oluşum izlemiştir.26
İslam'ın İşgal Altındaki Topraklarda Kazandığı Başarı
İşgal altındaki topraklarda görülen İslami eğilim Batı Şeria ve Gazze'nin ve Arap-İsrail çatışmasının politikasını değiştirmiş, Filistin halkını, amacı işgal edilen toprakları kurtarıp bir İslam devleti kurmak olan İslami kimlikli bir direnişe götürmüştür. İlk defa Filistinli Müslümanlar konuşmalarına dinin ruhani yönü dışında hareket boyutunu da katmışlardır. Cami kürsülerinden vaizlerin siyonistlere karşı Müslümanlara yaptıkları cihad çağrıları tüm işgal altındaki topraklara yayılmış; İslami düğünler, cenaze merasimleri ve Cuma günleri Filistin'deki örgütlerin toplantı günleri haline gelmiştir. İntifada'nın direktiflerini, bilgilerini ve haberlerini halka iletmede cami imamları medyanın yerini almış, İslami eğilim sayesinde camiler bir karargah ve haberleşme şebekesi haline getirilmiştir. Tüm Filistin kurumları arasında (üniversiteler, hastaneler ve hayır kurumları gibi) camilerin İsrail hükümeti tarafından süreli ve süresiz kapamadan muaf olma özelliği İntifada döneminde hareketin genişlemesinde camilerin etkisini daha da açığa çıkarmıştır. Filistinli Müslümanların politik ve dini görüşleri bu dönemde daha belirginleşmiştir. Gazze İslam Üniversitesi rektörü Muhammed Siyam'ın ifade ettiği gibi bu dönemde milliyetçiler İslami kimliğe daha çok ihtiyaç duymuş, dindar Müslümanlar ülkeyle daha ilgili duruma gelmişlerdir ve bu aşamalı bir ittifaktır.27
Ancak Filistin toplumunun dağınık yapısı sebebiyle laik ve pragmatik bir yapıya sahip olan el-Fetih grubu ile HAMAS arasında, Fetih ile diğer FKÖ grupları özellikle George Habaş ve Nayif Havatme'nin grubu arasında, Gazze'deki Filistinlilerle Batı Şeria'dakiler arasında ve Arafat ile el-Fetih aktivistleri arasında dini, politik, sosyal ve coğrafik çizgide zaman zaman kendini gösteren bir uyuşmazlığın olduğu görülmektedir. FKÖ İntifada döneminde sosyal hareketliliğin kendi kontrolünden çıkmasından ve politik süreçte İslami grupların FKÖ'nün hareketlerini veto edecek yeterliliğe ulaşmasından çekinmektedir. Filistin halkının FKÖ'ye olan güvenini kaybetmesi ve bu süreç içerisinde girdiği İslami kimlikle yapılanma FKÖ'nün korkularını perçinlemektedir. Nitekim 13 Eylül 1993'te ABD'nin öncülüğünde gerçekleşen, Gazze ve Eriha'ya sözde özerklik verilmesi ile sonuçlanan FKÖ-İsrail barış görüşmesi FKÖ'nün girdiği bu çıkmazın bir sonucudur. Seküler ve Batıcı bir devlet kurmak isteyen FKÖ'nün prestij kaybetmesi ve İslam devleti kurmayı amaçlayan HAMAS ve diğer İslami örgütlerin güç kazanması sebebiyle Filistin'de Arapçılık olgusundan İslam cihadına dönüşen İslami kimlikli değişimin büyüyen etkisinden Yaser Arafat'ın ve aynı zamanda İsrail hükümetinin duydukları korku Arafat'la Rabin'i Washington'da Beyaz Saray'da el sıkışmaya kadar götürmüştür.
HAMAS'ın şu anda yaklaşık 750.000 Filistinlinin yaşadığı 20 mil uzunluğunda ve 5 mil genişliğindeki Gazze şehrinde en etkin politik hareket olduğuna inanılmaktadır. Bu sebeple amerikan hükümetinin ifade ettiği "Arafat'ın Filistinlileri barışa ikna edeceği" şeklindeki tahmini oldukça riskli bir bahis olarak görülmektedir. İşgal altındaki topraklarda İslami hareket hızlı bir gelişim kaydetmektedir. İslami gruplar FKÖ'nün birçok ödün verdiği halde barış görüşmelerinden belli bir kazanç elde etmede başarısız olduğunu anladığı veya iç baskıyla parçalanma durumuna geldiği zaman olayı fark edebileceğini ve örgütün ulaştığı bu politik çıkmazdan sonra İslami gruplarla ittifaka gidebileceğini söylemektedirler.
Böyle bir ittifakta politikayı Müslümanlar belirleyeceği için İsrail'le iki devlet oluşumunun Filistin halkına kabul ettirilmesi kesinlikle mümkün olmayacaktır. Bu tehlikeyi gören İsrail hükümetinin 13 Eylül 1993'te FKÖ'ye karşı -kendince- verdiği tavizler, gelecekte İsrail topraklarında oluşacak, tüm Müslüman Filistin halkının birleşerek işgalci İsrail güçlerini topraklarından tamamen atma mücadelesine set çekme çabalarıdır.
Dipnotlar:
1- Ghada Talhami, "İslami Fundamentalizm ve Filistinliler", The Muslim World, Temmuz-Ekim 1988, No: 3-4, s. 7.
2- A.g.m., s. 8.
3- Iyad Barghouti, "Necah Milli Üniversitesi Öğrencilerinin Din ve Politikaya Bakışı", Middle Eastern Studies, Nisan 1991, No: 4, s. 208-209 ve 213.
4- The Jerusalem Quarterly.
5- Robert Satloff, "Filistinlilerin Direnişinde İslam", Orbis, Yaz 1989, s. 391-393.
6- Fatih Emin, "Filistin Halkının Sosyal ve Fiziki Yapısı Hakkında İstatistiki Bilgiler", Dış Politika, Ekim 1988, No: 3, s. 111-113.
*- Nidal Halk Cephesi: El-Fetih'ten ayrılan bir grup, Ebu Musa'nın başkanlığında biraraya gelerek savaşçı bir kimliğe sahip bu grubu oluşturmuştur.
7- A.g.m., s. 112-114.
8- Raşid el-Gannuşi, Filistin Sorunu ve FKÖ, Bir Yayıncılık, Eylül 1988, s. 30-31.
9- Rıdvan Kaya, "Filistin Mücadelesinin Anlamı ve Seyri", Dünya ve İslam, Bahar 1993, No: 14, s. 98.
10- Gannuşi, a.g.e., s. 35-63.
11- Gannuşi, a.g.e., s. 89-99.
12- Robert Satloff, a.g.m., s. 398-399.
13- Steven Emerson, "Tükenme", The New Republic, Kasım 1992, s. 28.
14- Muhammed Şedid, "Gazze ve Batı Şeria'daki Müslüman Kardeşler Hareketi", Third World Quarterly, Nisan 1988, s. 658-664.
15- Muhammed Şedid, a.g.m., s. 664-665.
16- A.g.m., s. 665-674.
17- A.g.m., s. 674-676.
18- Robert Satloff, a.g.m., s. 396. Ayrıca bkz.: Lisa Taraki, "Filistin Direnişinde İslami Direniş Hareketi", Middle East Report, Ocak-Şubat 1989, s. 31.
19- Lisa Taraki, a.g.m., s. 30-31.
20- Dr. Abdullah Azzam, Filistin İslami Direniş Hareketi-HAMAS, Vahdet Yay., 1990, s. 110.
21- Dr. Abdullah Azzam, a.g.e., s. 112-119.
22- Robert Satloff, a.g.m., s. 397-398.
23- Robert Satloff, a.g.m., s. 393.
24- Muhammed Şedid, a.g.m., s. 677.
25- Robert Satloff, a.g.m., s. 394-395.
26- Sara Roy, "Gazze Mültecileri Arasında Politik Düşüncelerde Görülen Değişim", Journal of Palestine Studies, Güz 1989, No: 1, s. 77.
27- Robert Satloff, a.g.m., s. 399.