İnsanlık, barış ve özgürlük şarkılarıyla yeni bin yılı geride bırakalı henüz birkaç sene oluyor. 20. yüzyıl içerisinde 150 milyondan fazla insanın dünya savaşları, iç savaş ve çatışmalarda hayatlarını kaybetmesinden sonra, yeni bin yıldan beklenen, umut dolu bir gelecekti.
Son yüzyıla büyük çalkantılar, katliamlar ve yoksulluklarla giren Ortadoğu, dünya barışının bir anlamda barometresi görevini görmekteydi. Soğuk Savaş döneminin bitişini, Irak'ın Kuveyt'i işgali ve ABD saldırıları ile karşılayan Ortadoğu, aslında yeni dönemdeki süreçle ilgili önemli ipuçlarını o günlerden vermekteydi.
Kitle imha silahlarının yok edilmesi bahanesiyle, 2003 Mart ayında Irak'a yönelik olarak gerçekleştirilen ABD işgalinin ilk yılını doldurduğu döneme denk gelen, Irak'taki büyük direniş hareketinin devamı; Şeyh Ahmet Yasin (22 Mart) ve Abdülaziz el-Rantisi'ye (17 Nisan) yönelik olarak gerçekleştirilen hunhar suikastlar; yeni bin yıla damgasını vurabilecek bir utanç abidesi olabilecek olan Duvar Gerçeği ve Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) adı altında Ortadoğu'da ABD eliyle yapılmak istenen yeni düzenlemeler ile oldukça anlamlı bir dönemde bulunmaktayız.
Yahudilerin son yüzyıl içerisinde bölgeye adım atmaları ile başlayan süreç incelenecek olursa, İsrail ile İnsan hakları ihlallerinin neredeyse özdeşleşmiş olduğu görülecektir. 3 Nisan binden fazla Filistinlinin hayatını kaybettiği Cenin Katliamı'nın ve 9 Nisan da 254 Filistinlinin katledildiği Deir Yasin Katliamı'nın yıldönümleridir ve her ayın en az birkaç günü Filistin'de işlenen katliamların yıldönümü olmaktadır. Filistin'de işlenen katliamların ve diğer hak ihlallerinin temel sebebi ise Siyonizm'dir.
Siyonizm düşünün hayata geçirilmesi çabaları son yüzyılda ortaya konmuştur. Siyonizm, "Halkı olmayan bir ülkeyi, ülkesi olmayan bir halka devredin..." sloganı ile Filistin topraklarında hayat bulmaya çalışmıştır. Bu çabalar 1916 Sykes-Picot paylaşımı ve 1917 Balfour Deklarasyonu ile resmen uygulama imkanı bulmuştur. Dünyanın her tarafından Filistin'e akın eden Yahudiler Haganah, Irgun ve Stern gibi çeteler yolu ile Müslümanların evlerini arazilerini gasp etmeye, kanlarını dökmeye başlamışlardır. Halbuki Yahudiler, Hz. Ömer döneminde Kudüs kapılarının Müslümanlara açılmasıyla başlayan dönemde ve ardından Selahaddin Eyyubi ve dört asır sürecek olan Osmanlı döneminde bu topraklarda barış ve esenlik içerisinde yaşamışlardır. Hatta Endülüs'te Batı çılgınlığına kurban olmak üzere olanlar, Rusya'da ve Avrupa'da bulunan Yahudiler de yine Müslüman topraklarına kabul edilmişler ve burada emniyet içerisinde yaşamışlardır.
Siyonizm: Yahudi ırkını üstün gören ve diğerlerini insan yerine bile koymayan ırkçı bir harekettir. Öyle ki, Tevrat'ı değiştiren, peygamberlerini katleden, Hz. Musa ilahi emirleri almak için Tur dağında iken buzağıya tapmaya başlayan ve Hz. Yakub'u (haşa) Allah ile güreştiren ve galip getiren ırkçı bir zihniyet, Yahudilerin tanınması açısından önemli bir ip ucudur. Böyle bir zihniyetin Allah inancı ise aslında apaçıktır.
Siyonizm: Yahudi din ve kültürüne ait olmayan ne varsa yok edilmesidir. Kudüs'ün bundan 40 sene evvelki hali ile bugününü yan yana koysak, insanlık hayretten dona kalır. Coğrafi, demografik ve fiziki Yahudileştirme tüm hızı ile devam etmektedir. Camilere ve vakıf eserlerine el konmakta, bazı camiler restoranlara, diskoteklere çevrilmekte, eşcinsel ve uyuşturucu müptelalarının sığınakları haline getirilmektedir. Müslümanların evleri, arazileri gasp edilmekte ve Müslümanlar hemen her fırsatta ya katledilmekte ya da sürgün edilmektedir.
Siyonizm: Mescid-i Aksa'nın yıkılması ve yerine Süleyman mabedinin kurulması projesidir. Kutsal mescit, tarihi süreç içerisinde yakılmaya, patlatılmaya ve göçertilmeye çalışılmıştır. Arkeolojik kazılar bahanesi ile Aksa Mescidi'nin altı oyulmuş ve restorasyonuna müsaade edilmemiştir.
Siyonizm: Arz-ı Mevud'a ulaşmak için Nil'den Fırat'a bütün toprakların ele geçirilmesi projesidir. Siyasi anlamda ABD ile uyum içerisinde sürdürülen işgal, fiziki anlamda da Irak'a Yahudi göçü, Batı Şeria'nın duvarla yüzde 15'lik kısmının daha işgali ile devam ettirilmektedir.
Siyonizm: Bu ideale ulaşmak için her şeyin mubah görülmesi ve gösterilmesidir.
1948 yılında bu ırkçı Siyonizm hedefleri doğrultusunda ve güçlü Batı desteği ile işgal edilen topraklarda bir Yahudi devleti kurulmuştur. O günden itibaren bölgede İsrail'in varlığından kaynaklanan ciddi bir sorun bulunmaktadır.
İsrail başkalarının toprakları üzerinde kurulmuş ve meşru olmayan ne kadar yol varsa onu kullanmaktan çekinmemiştir. Bu da dolayısıyla insan haklarını ihlal eden bir politika olmuştur. İsrail'in sadece kuruluşu esnasında 500'den fazla Filistinli köyü yerle bir edilmiştir.
İsrail, bölgede yapılan dört savaşı (1948, 1956, 1967, 1973) da güçlü Batı desteği ile galip bitirmiş ve bölgeyi etnik olarak temizlemeye devam etmiştir. Yüzlerce katliam, hem Filistin içinde hem de Lübnan, Ürdün (Kara Eylül, Sabra-Şatilla, Kana) gibi komşu topraklarda devam etmiştir. Bugün de hak ihlalleri çok yönlü olarak devam etmektedir.
Filistin'de yüz binlerce insan tutuklanmıştır. 1967-2000 yılları arasında 700 bin Filistinli tutuklanmış ve bunların yüzde 96'sı işkence görmüştür. Çocuklara karşı fark gözetilmeyen bir şiddet uygulanmış, ders aralarında okul bahçelerindeki çocuklar kurşunlanmıştır. Aksa İntifadası'nın başından 2003 yılına kadar 2 binden fazla çocuk tutuklanarak uluslararası hukuk alenen çiğnenmiştir.
II. Dünya Savaşı sonrası Milletler Cemiyeti'nin küresel güçleri kayırması çarpık mantığından ders alarak kurulduğu söylenen ve yeni dünya savaşlarının bir daha yaşanmaması gayesini güden BM ve onun 'sevgili' İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, Cenevre Sözleşmeleri ve diğer karar ve bildirgeler, konu İsrail olduğunda geçerliliğini yitirmektedir.
Batı, Filistinlileri sadece söylem olarak desteklemiştir. Somali, Bosna, Kosova müdahalelerinin siyasi ve ekonomik çok farklı anlamları bulunmaktadır. Doğu Timor'a verilen desteğin yüzde biri Filistin'e verilmemiştir. BM tıpkı Bosna'da olduğu gibi Filistin'de de sadece mültecilerin karınlarını doyurmayı tercih etmiş, çözüme en ufak katkıda bulunmamıştır.
BM, İsrail aleyhinde 200'ün üzerinde karar almış fakat İsrail, yaptırımı olmayan bu kararları önemsememiş ve bildiğini okumaya devam etmiştir. BM'nin güya korumasındaki Cenin, Kana, Sabra-Şatilla mülteci kampları ve daha onlarca kamp, dünyanın en gelişmiş silahları ile baskınlara uğramış fakat İsrail'e hemen hiçbir yaptırım uygulanmamıştır. Hata bu kamplara İsrail istemediği için gözlemci bile gönderilmemiştir. Bu anlamda giderlerinin üçte birinden fazlasını ABD'nin karşıladığı BM'nin, ABD ve onun müttefiki İsrail aleyhine karar alması zaten düşünülemez. Bunun da ötesinde İsrail aleyhine alınan her karar, BM Güvenlik Konseyi'nde ABD vetosundan dönmüştür ve bu durum devam etmektedir.
Filistinli mültecilerin sayısı bugün 5 milyonun üzerindedir. 50 yıldan fazla bir süredir mülteci kamplarında yaşayan, mülteci kamplarında doğup ölen insanlar vardır. Halbuki BM'nin 194 nolu kararı ile mülteciler kendi hür iradeleri ile evlerine dönebilme haklarına sahiptir. Netice itibariyle Batı Şeria ve Gazze'dekilerle birlikte Filistinlilerin yüzde 70'i mülteci konumundadır.
Batı ve özellikle ABD, çifte standart konusunda sınır tanımamaktadır. Öyle ki, kitle imha silahları ile ilgili ciddi bir hassasiyet sergilendiği söylenerek İran, Pakistan, K. Kore gibi ülkeler yoğun baskı altına alınarak Irak işgal edilirken, İsrail'in nükleer cephaneliğine ve sayıları 200'ü aşan nükleer başlığına bir şey denilmemektedir. Atom Enerjisi Ajansı'nın yolu nedense bir türlü Tel Aviv'den geçmemektedir.
1991 Madrid görüşmeleri ve Oslo süreci ile başlayan dönemde Kutsal yerler, mülteciler, yerleşimciler meselelerinin yer ettiği önemli konular açısından bir gelişme yaşanmamıştır. 13 senedir İsrail'in oluşturduğu terör ortamının gölgesinde gerçekleştirilen görüşmeler, Filistinlileri pasifleştirme amacı güderken, sorunu İsrail işgali değil, Filistinli direnişi olarak görmüştür. Yine BM'nin barış karşılığı topraklardan çekilme kararları (242- 338) dikkate alınmamış ve kısaca, çözülmesi umut edilen hiçbir sorun konusunda iyiye doğru bir gelişme kaydedilmemiştir.
Filistin direnişini tek sorun olarak gören son Yol Haritası (2002) da Şeyh Ahmet Yasin ve Abdülaziz el-Rantisi'nin şehadetleri ile tarihin çöplüğüne atılmıştır. Çünkü sorunun müzakerelerle çözülmesi diye bir çıkış noktası İsrail lügatinde yer almamaktadır. Görüşmelerin tamamı Yahudilerin oyalama taktiği olmuş Mescid-i Aksa'ya karşı tecavüzler olmuş, yerleşimcilerin sayısı artmış ve Filistinli mültecilerle ilgili olumlu hiçbir gelişme kaydedilmemiştir. Savunma bakanı Moşe Dayan'ın "Yerleşimciler sonsuza dek burada kalacak ve bu topraklar gelecekte İsrail'in bir parçası olacak." sözü ve Rantisi suikastı öncesi Şaron'un ABD'den bu doğrultuda kabul alması da bunu doğrular niteliktedir.
Son Yol Haritası gündemdeyken İsrail, Batı Şeria'yı hapishaneye çevirecek ve dünyadan izole edecek bir 'Utanç Duvarı' örmeye başlamıştır. Duvar, Filistinliler açısından siyasi, ekonomik ve beşeri açıdan tam bir yıkım olacak mahiyette tasarlanmıştır.
Sekiz metre yüksekliğindeki duvarın 730 kilometre olması planlanmaktadır ve bunun 200 kilometrelik kısmı (Nisan 2004) halihazırda bitirilmiştir. Duvar tamamlandığında Filistin yerleşimleri birbirinden kopuk 42 ayrı birime ayrılacak ve Batı Şeria'nın yarısı Yahudilerin kontrolüne geçecektir.
Yeşil Hat'tan geçtiği söylenen duvarın sadece yüzde 11'i bu hattan geçmekte ve Yeşil Hat ile duvar arasında kalan 300 bin Filistinli izole edilmektedir. Bu alan İsrail tarafından 'Kapalı Askeri Bölge' olarak adlandırılmakta ve uygulama ile Batı Şeria'nın yüzde 15'i daha işgal edilmektedir.
En verimli 100 bin hektarlık tarım alanı, duvar inşası nedeniyle istimlak edilirken, 100 bin ağacın kesilmesi ve bölgenin su kaynaklarının işgal edilmesi, ekolojik cinayetle birlikte utanç duvarı gerçeğini gözler önüne sermektedir.
Tamamlandığında 680 bin Filistinlinin zarar göreceği duvar, 170 bin öğrencinin yarısını okulsuz bırakmaktadır. Zira 320 okul duvarın öbür yakasında kalmaktadır.
İnsanlar tarım arazilerinin ellerinden alınmasından ve işlerine gidemeyeceklerinden, ekonomik kaynaklardan yoksun kalacaklar ve açlık tehlikesiyle yüzyüze geleceklerdir. Yardım kamyonları bölgeye giremeyeceğinden insanlar açlıktan ölme noktasına geleceklerdir. Turizmle geçinen Beytüllahim gibi Filistin kentleri gelirinin yarıdan fazlasını şimdiden kaybetmiş durumdadır.
Sağlık hizmetleri verilemeyecek. İnsanlar hastanelere ulaşmak için dev bariyerleri aşmak zorunda kalacaklardır. Bu da yeni ölümleri beraberinde getirecektir.
Dolaşım özgürlüğü ciddi kısıtlama altında olacak, daha önce bir kilometre ötedeki okul veya işine gitmek için insanlar onlarca kilometre gitmek zorunda kalacaklar ve aynı zamanda geçiş bölgelerindeki keyfi Yahudi uygulamalarına katlanmaları gerekecektir.
Duvar, işgali tescil eden ve barış umutlarını tamamen bitiren bir semboldür. İnsanlık tam Berlin Duvarı'nı unutmaya çalışırken ve bu duvarın yıkılışı Batı'nın zaferi olarak addedilirken, Batı, umursamaz tavırlarıyla yeni duvarın harcı olmaktadır.
Duvar, İsrail'in güvenliğini değil, işgali resmileştirmektedir. Artık Filistinliler olası bir pazarlıkta çok daha gerilerden başlamak zorunda kalacaklar, kutsal mekanlar, yerleşimciler ve mülteciler sorunlarından da önce duvar konuşulmak zorunda kalacaktır. Ve duvar, İsrail için on yıllara yayılacak bir müzakere meselesi olabilecektir.
Lahey Adalet Mahkemesi'nde Şubat ayında başlayan duvar görüşmelerinin sonuçlarının alınması bir seneyi bulabilecektir. Fakat bunun sadece tavsiye kararı olduğu unutulmamalıdır. Adı Beyrut Kasabına çıkan bir başbakanın yönettiği bir suikastla Ahmet Yasin'in katledildiğini, tanınmış bir yönetimin devlet başkanının (Arafat) katledilecekler listesinde olduğunu ve bunun açıkça deklare edildiğini düşünürsek, bir tavsiye kararının terör devletine ne kadar katkısı bulunabileceğini tahmin edebiliriz.
Bu çerçevede, 11 Eylül sonrası Afganistan ve Irak işgallerini ve BOP adı altında yeni düzen arayışlarını daha iyi anlayabiliyoruz: Her şey İsrail için.
Bugün BOP ile Fas'tan Pakistan'a okul müfredatlarından, yönetim şekillerine kadar ABD'ye sorun çıkarmayacak yönetimler ve din anlayışı öngörülmektedir. İslam Dünyası, 11 Eylül sonrası ve BOP ile çok daha ciddi bir şekilde çevrelenmektedir. 1969 Mescid-i Aksa saldırısı karşısındaki refleks, artık maalesef gösterilememektedir. Ve bu durumun devamı için aynı proje altında Müslüman topluluklar uyuşturulmaya çalışılmaktadır.
Filistin sahiplenilmeli, 'Ümmetin Yetim Evladı' olmaktan kurtarılmalıdır. Şeyh Ahmet Yasin'e ve Abdülaziz er-Rantisi'ye yapılan saldırılar tüm İslam dünyasına yapılmıştır. Fakat cinayet sonrası siyasi manada yaşananlar, cinayetlerin alkışlandığı yeni bir dünya perspektifi ortaya çıkarmıştır.
Türkiye'nin başını çekeceği İslam ülkeleri, Filistin konusunda güçlü bir irade sergilemelidir. Türkiye, Beyrut Kasabı'nın ve bu zihniyetin elini tutmamalıdır. ABD'nin dikte ettiği reel-politikçi anlayış bugün Türkiye'yi Ortadoğu'da yalnız bırakmakta ve Türkiye'ye figüran rolü biçmektedir.
Filistin, Kudüs ve Mescid-i Aksa bugün tüm Müslümanların onurudur. Müslümanlar onurlarını çiğnetmemelidir.