FKÖ'nün yaşlı kuşak liderlerinin, Filistin davasının çözümünü ırkçı Siyonist rejimle müzakerelerde gördüğü biliniyor. Irkçı Siyonist rejimin 1982 yılında Lübnan'ı işgal etmesi üzerine FKÖ liderliğini Tunus'a taşıyan Arafat, Filistin'in içiyle ciddi bir iletişim ve emir komuta sorunu yaşamıştı. O dönemde Arafat liderliğindeki FKÖ liderliğinden bağımsız hareket etme ve örgütlenme imkânı bulan genç kuşak, şu an Siyonistlerin zindanında bulunan Mervan Bargusî gibi genç liderler çıkarmayı başardı.
Nitekim 1987 yılında başlayan ilk intifada da HAMAS ve İslamî Cihat gibi İslamî gruplarla FKÖ'nün Filistin içindeki genç kuşak liderlerinin inisiyatifinde gerçekleşmişti. ABD ve İsrail, Filistin içindeki bu yeni inisiyatifi ve intifadayı etkisizleştirebilmek için Oslo sürecini başlattı.
Adına "Ortadoğu Barışı" denen sürecin Oslo ayağı, ilk intifadayı durdurması bakımından ırkçı Siyonist rejimin işine yararken, Filistin içerisinden kopuk bir şekilde Tunus'ta yaşamak zorunda bırakılan Arafat'a da Filistin halkının resmi lideri unvanını kazandırmıştı.
Yani Arafat ve FKÖ'nün Arafat kuşağı liderleri, ilk intifadanın sırtında, "terörist"likten "diplomatlığa" terfi etmiş oldu. Arafat'ın da mensubu olduğu FKÖ içindeki yaşlı kuşak liderler, Oslo süreci bağlamında ırkçı Siyonist rejimle müzakerelerden ve "Ortadoğu Barış Süreci"nden çok ümitliydiler. Yaşlı kuşak liderlerin bu iyimserliği, 1990'lı yılların ortalarından itibaren, Filistin halkı tarafından da paylaşıldı. 1996'da Filistin'de Oslo barış sürecini destekleyenlerin oranı yüzde 80, İsrail'e karşı şiddetten yana olanlar ise yüzde 20 civarındaydı. Yine 1996 yılı Filistin genel seçimleri öncesi, Ocak ayında Filistin ulusalcılığının en aslî akımı olan Arafat liderliğindeki el-Fetih'i destekleyenler yüzde 55 iken Arafat'ın şahsını destekleyenlerin oranı yüzde 65'ti. Buna karşılık diğer muhalif grupların, İslamcıların ve milliyetçilerin sahip olduğu toplam halk desteği yüzde 40'tan yüzde 20'ye gerilemişti.
Fakat 2000'li yıllara gelindiğinde ırkçı Siyonist rejimin müzakereleri daha fazla taviz koparmak için bir araç olarak kullandığı ve Filistin halkına "barış müzakereleri" boyunca vaad edilen hiçbir taahhüdü yerine getirmediği görülünce Filistin halkı yaşananların bir aldatmacadan ibaret olduğunu anladı. El-Aksa İntifadası işte bu aldatmacaya duyulan tepkinin bir sonucu olarak ortaya çıktı.
Arafat ve yaşlı kuşak liderler, artık intifadanın oluşturduğu dev dalganın önünde duramıyorlardı. Onların önünde iki yol vardı; ya intifada ile birlikte hareket edip Siyonistlerin müzakere muhatabı olmaktan çıkacaklardı veya Siyonistlerin müzakere muhatabı olarak kalmak adına halk nezdinde itibarsızlaşacaklardı.
Arafat, bu iki yol arasında bir denge siyaseti izlemeye çalıştı. Şaron'un Arafat'ı dışlayan radikal tutumu, halkın Arafat'ı sahiplenmesine sebep olmuştu. Böylece Arafat, hem halkının ve intifadanın yanında kalabilmeyi hem de Şaron yönetimindeki ırkçı Siyonist rejim tarafından dışlansa da uluslararası toplumun tanıdığı resmi bir lider olarak kalmayı başarabildi.
ABD ve ırkçı Siyonist rejim, Arafat'ın sağlığı sırasında da "Yol Haritası" planı çerçevesinde Mahmut Abbas'ı dayatmaya çalışmış, Oslo sürecinde Arafat'la yaptıkları manevrayı Mahmut Abbas'la birlikte tekrar etmek istemişti. Fakat Mahmut Abbas'ın, Arafat'ı, halkı ve genç kuşak liderleri aşabilecek karizması bulunmuyordu. Nitekim o dönemdeki Mahmut Abbas tecrübesi başarısız oldu.
Irkçı Siyonist rejim şimdi Arafat sonrasında Mahmut Abbas'la kaldığı yerden devam etmek istiyor. Mervan Bargusi gibi genç kuşaktan popüler bir ismin İsrail zindanlarında bulunduğu bir ortamda FKÖ ve Filistin halkı, Arafat'ın bıraktığı büyük boşlukta Mahmut Abbas'a mecbur bırakıldı. Mahmut Abbas, ABD ve İsrail tarafından muhatap kabul edilmekle halkının yanında olmak arasında bir kavşakta bulunuyor. Mensubu olduğu kuşağın genel zihinsel yapısı göz önünde bulundurulduğunda, onun Siyonistlere müzakere muhatabı olduğunu ispat etmek için elinden geleni yapacağı beklenebilir. Fakat bunu yaparken halktan uzaklaşmamayı nasıl becerebileceği önemli bir sorun olarak ortada durmaktadır. Arafat, Ortadoğu konjonktürünün siyah ve beyaz alanları içinde gri çizgileri bulup buradan yürümeyi başarabilmişti. Fakat Arafat karizmasından yoksun olan Mahmut Abbas'ın bunu başarabileceği şüpheli gözüküyor.
Mahmut Abbas Tüm Filistinlileri Temsil Eder mi?
Boykot ya da engelleme sebebiyle seçime katılmayanlar bir yana, Mahmut Abbas'ın kendisine oy verenler nezdinde bile Filistin halkının temsilcisi olup olmadığı kuşkuludur. Son Filistin seçimleri için "Ortadoğu'daki ilk demokratik seçim" değerlendirmesi yapılıyor olsa da Mahmut Abbas, Filistin halkının bağrından çıkardığı ve arkasından yürüdüğü bir lider değil, konjonktürün fiili durumla dayattığı bir isimdir. Filistin halkı, ABD ve ırkçı Siyonist rejimin dayatmaları ile ulusal bütünlüğün tehdit altına sokulduğu bir süreçte Mahmut Abbas'a razı olmayı ve en azından geçici bir süre için dahi olsa iç bütünlüğü korumayı tercih etmiş gözüküyor.
Mahmut Abbas'ın "Silahla yürütülen küçük cihad bitti, şimdi vatanımızı inşa etmek için büyük cihad başlıyor" cümlesi, yukarıda işaret ettiğimiz gri çizgiler üzerinde yürümeye çalışma siyasetinin somut bir örneğindir. Cihattan bahsederek içeriye; cihadı, ülkeyi inşa etmek biçiminde tanımlayarak da Siyonistlere mesaj vermektedir. Mahmut Abbas, beyaz alanda kalabilecek bir siyasal onura sahip gözükmüyor; ama bütünüyle siyah alana geçip Siyonist talepleri Filistin halkına kabul ettirecek kadar da güçlü bir isim değil. Ayrıca Filistin direnişi işi, Siyonistlerin ekmeğine yağ sürecek şekilde Mahmut Abbas üzerinden bir iç çatışmaya götürecek kadar basiretsiz gözükmüyor.
Filistin'deki direniş örgütleri muhtemelen ulusal bütünlüğü daha fazla önceleyen bir siyasetle Mahmut Abbas'ı idare etmeye çalışacaklardır. Nitekim Mahmut Abbas da bu zayıf ve sıkışık durumunu, direnişçi örgütlere sırtını dönerek aşamayacağının farkında olmalıdır. Dolayısıyla uzun vadeli bir süreç içerisinde ulusal bütünlüğü koruma temelinde her iki tarafında diğerini dikkate alacağı ve ani ve keskin adımlar atmayacağı beklenebilir.
Mahmut Abbas yönetiminin ömrü, dışarıdan müdahalelere bağlı olduğu kadar içeriden alacağı desteğe de bağlıdır. Bunu göz önünde bulunduran ırkçı Siyonist rejim, Mahmut Abbas'ı içeride güçlendirmek adına birtakım yumuşama adımları atabilir. Müzakereleri, dolayısıyla oyalama ve taviz koparma taktiklerini yeniden hayata geçirmek adına ortaya konacak yumuşama jestleri, Filistin halkında Oslo sonrası iyimserliği oluşturabilirse, güçlü ve uzun süreli bir Mahmut Abbas yönetimine tanık olabiliriz.