İslâmî uyanış tarihsel ve dönüşümlü bir realitedir. Tarihin bazı dönemlerinde Müslümanlar bazı noktalarda çeşitli zaaflara kapılmış düşüncede ve eylemde tembelleşmiş ve Allah yolunda mücadele etme noktasında duraklama dönemine girmiştir.
Sudan İslâmî Milli Cephe Lideri Hasan Turabi'nin deyimiyle ifadelendirirsek bu, şu şekilde olacaktır; "Böyle anlarda, Müslümanlar, içten ve dıştan bir takım belalara düçar olmuş, tarihi birikimleri çökme eğilimine girmiştir. Böyle dönemlerin akabinde ise gerek üstün örneklerinden kopuşun verdiği rahatsızlık, gerek yaşadıkları çöküş neticesinde iç dünyalarında şekillenen bilinç, gerekse dışarıdan gelen meydan okumalar karşısında duydukları eziklik gibi etkenlerle, yeniden ayağa kalkmış, uyanış sürecine girmişlerdir. İşte bu dönemde iman yeniden hayatiyet kazanmakta, düşünme eylemi canlanmakta, harekette bir cevvaliyet ortaya çıkmaktadır."1
Bu İslâmî uyanışın, II. Dünya Savaşı'ndan sonra başladığı ve gitgide yükselen bir ivme kazandığı, yetmişlerin sonlarında kazandığı iletişim desteğiyle iyice şöhretini artırdığı görülmektedir.
İslâmî uyanış, daha çok kendini İslâmî yapılarda göstermektedir. Bu yapılar ve hareketlilik içinde sürekli yenilenen bir bilinç ve düşünce platformunda ise İslâm'ın anlatıcıları (davetçileri) olarak yer almaktadır. Buradaki amaç ise; İslâm etrafındaki şüphe ve tereddütleri savmak, onun doğruluğuna olan güveni iade etmek, tarihteki onurlu yerini korumak, gençleri eğitmek, mescidleri onarmak, sosyal bozukluklarla mücadele etmek, siyasi platformda ise, dini, siyaset ve cihadla güçlendirmeye çalışmaktır. Bu, bu tür yapılarda başlıca faaliyet alanlarını oluşturmaktadır.
Bütün İslâm dünyasında bu uyanış gerçekleşirken, Filistin'in bu uyanıştan habersiz olması beklenemezdi. Özellikle de 1967 İsrail-Arap Savaşı'nda Arap ülkelerinin yenilmesi neticesinde, Filistinliler veya İslâmî uyanışın gerçekleşmesini sağlamaya çalışanlar, bu yenilgiyi bir propaganda malzemesi olarak kullanmış ve yenilginin "Allah'ın dininden uzaklaşmakta ve O'nun yolunda cihadı bırakmakta" bulmuşlardır. Bunun da ancak, dini ve cihadı güçlendirmekle aşılabileceğini ifadelendirmişlerdir. Bu noktadan hareketle Filistin'le ilgili olarak İhvan-ı Müslimin (Hamas), İslâmî Cihad gibi siyasi boyuta sahip cemaatler hemen akla gelmektedir.
İslâmî hareketler Arap dünyasındaki eser ve yankılarını dış meydan okumalar, tehditler doğrultusunda oluşturmakta, bölgede var olan diğer güçlerle ve dayatmacı güçlerle etkileşime bir şekilde girmektedir. Dolayısıyla hareketler, yalnızca İslâm'ın idealleriyle beslenmekte aynı zamanda kendisini kuşatan sosyal olaylardan da etkilenmektedir. Bu süreç onların mücadele yöntemi üzerinde de etki bırakmaktadır. Bu mücadelelerinde çeşitli yöntemler kullandıklarına şahit olunmaktadır.
Buradan hareketle Filistin bağımsızlığı için mücadele eden ve İsrail'in varlığını hiçbir şekilde kabul etmeyen Hamas ve İslâmî Cihad üzerinde durulacaktır. Hareketlerin barış sürecine yaklaşımları incelenecektir.
Hamas, İsrail Devleti'nin varlığını kabul etmemekte ve Siyonist İsrail devletiyle yapılacak her türlü barış müzakerelerine karşı olduğunu söylemektedir. İsrail ve FKÖ arasında barış görüşmeleri sürdürüldüğü bir zamanda, Hamas'ın lideri Şeyh Ahmet Yasin, Hamas'ın bütün anlaşmalara karşı çıkacağını belirttikten sonra, Kudüs ya da mülteciler konusunda herhangi bir taviz vermesi halinde, bu "Yaser Arafat için siyasi intihar olacaktır" diyerek gözdağı vermiştir.2 Liderlerin psikolojik durumlarını yansıtması bakımından Ha Aretz Gazetesi'nin verdiği şu haber oldukça dikkat çekmektedir:
"Barak, Arafat'a "eğer biz işi şimdi tamamlayamasak gelecek görüşmede ben başbakan olmayacağım" demiştir. Arafat'da, Barak'a "Kudüs konusunda taviz verirsem ben öldürüleceğim ve sen de gelecek sefer, Hamas lideri Şeyh Ahmed Yasin'le görüşeceksin" demiştir.3 Bu da barış masasına oturan liderlerin kendi topraklarındaki grupların baskısını ne kadar çok hissettiklerini göstermektedir. Özellikle de Hamas ve İslâmî Cihad Hareketi İsrail'i zor durumda bıraktığı gibi, Arafat'a da manevra alanı sağlamaktadır. Çünkü bu iki hareket de İsrail'in varlığını hiçbir şekilde kabul etmemekte ve mücadeleyi Filistin topraklarında ve özellikle de Filistin toprakları üzerindeki İsrail yerleşim alanlarında yoğunlaştırmaktadırlar. Bunun içindir ki, İsrail FKÖ ile masaya oturmuştur;
"Rabin gelişen İslâmî muhalefeti de göz önüne alarak laik bir yapıya sahip FKÖ ile Norveç'in başkenti Oslo'da gizli görüşmelere başlamıştır. Esas itibariyle Hamas hem Arafat hem de Rabin'e karşı bir baskı unsuru olmuştur."4
Arafat'ın da Barak'a gözdağı vermek için "gelecek sefere Hamas lideri Şeyh Ahmet Yasin'le görüşürsün" sözleri İsrail'in bu hareketlerden ne kadar korktuğunun bir göstergesidir.
Hamas hiçbir şekilde barışı kabul etmemekte ve ancak silahlı mücadele ile Filistin'in kurtulacağına inanmaktadır. İsrail'in Güney Lübnan'dan çekilmesi, Hizbullah'ın İsrail'e karşı girişmiş olduğu başarılı operasyonların zaferi olarak nitelendirilmektedir. Bu da Filistin'deki İslâmî hareketlerin Filistin'in ancak silahlı mücadele ile haklarına kavuşacağını ilan etmelerinde etkili olmuştur. Halid Amasrah'ın Şeyh Ahmet Yasin ile yaptığı bir röportajda Şeyh Yasin şunları söylemektedir:
"Biz Hamas içerisinde Filistin'i nehirden denize kadar bir bütün olarak İslâm toprağı olarak düşünmekteyiz... Eğer bu durumdaki Filistin liderleri vatanı kurtarmak için yeterli güce sahip değillerse, onu kurtarma görevi gelecek nesillere bırakılmalıdır. Hiç kimse Filistin'in bir zerresini bile terk etme hakkına sahip değildir. Bunun alternatifi Siyonist işgalcilere karşı cihadı ve direnişi yeniden canlandırmaktır."5
İsrail ile yapılacak barış görüşmelerine ve anlaşmalarına Filistin'deki İslâmî hareketlerin (Hamas ve İslâmî Cihad Hareketi bu konuda daha ön planda durmaktadır) yanında sol hareketler de karşı çıkmaktadır. Özellikle Habbaş'ın FHKC Hawatme'nin FKDC, FHKC-GK liderleri de İsrail ile barışa karşıdır.
28 Eylül el-Aksa İntifadası'yla "Radikal İslamcı örgütler, özellikle Hamas güçlenmeye devam ediyorken; New York Times'in aktardığına göre Eylül 2000'le Ekim 2001 arasında, radikal İslamcı grupların Filistin halkı arasındaki toplumsal desteği yüzde 23'ten yüzde 31'e yükselirken Arafat'ın Fetih örgütünün desteği yüzde 33'ten yüzde 23'e gerilemiştir."6 Demek ki İsrail ile yapılan barış anlaşmalarına Filistin halkının güveni kalmamıştır. Yapılan barış anlaşmalarının gereğini İsrail yerine getirmemiştir. İsrail'in Lübnan'dan çekilmesi, Filistin halkının İsrail'in bu topraklardan ancak silah yoluyla atılabileceği inancını kuvvetlendirmiştir.
İslâmî Cihad Hareketi 2 Mart 1989'da Kudüs'te yayınladığı bir bildiride şunları söylemektedir;
"İslâmî Cihad Hareketi, topraklarımız üzerindeki haklarımız konusunda yapılan bütün pazarlıklardan ya da mukaddes topraklarımızın bir karışından taviz verme konusunda Allah'a sığınır. Adına seçim, uluslararası konferans denilen ya da hak sahiplerinin haklarından lanet bir şekilde taviz vermeye cüret ettiği herhangi bir modeli talep eden her çağrıdan Allah'a sığınır."7
Yine İslâmî Cihad Hareketi'nin liderlerinden Şeyh Seyyid Bereket'le yapılan bir röportajda, toprak karşılığında barış fikri konusundaki düşüncesi sorulduğunda verdiği cevapta şunları söylemiştir:
"Eylemci Müslümanlar olarak, pragmatist değiliz, böyle olmamıza da izin verilmemiştir. Bu itibarla bizi İslâmî kurallar yönlendirir. Bizim Filistin meselesiyle ilgili olarak, FKÖ, Arap devletleri veya İsrail'le olan siyasi konumumuz İsrail Devleti'nin meşruiyetini tanımama ilkesi üzerine kuruludur."8
İsrail'in Filistinli sivillere yönelik giriştiği saldırı ve şiddet, Filistin Özerk Yönetimi yerine, İslâmî hareketlere güç kazandırmıştır. Batı Şeria ve Doğu Kudüs'teki İsrail'li yerleşimcilerin sayısı 1993'ten bu yana 247.000'den 367.000'e yükselmiş durumdadır. Yerleşim yerlerinin çoğu, Filistin şehirlerini içine alıp kuşatarak ve bu şehirleri birbirinden ayırarak gelecekteki muhtemel bir Filistin devletinin birbirine bitişik şehirlerden kurulu olmasını tehlikeye düşürmektedir.9 Bu da Filistinlilerin İsrail'e güvenmemelerini sağlamaktadır. Barış masasında bir şey kazanamayacaklarını anlayan Filistinliler ancak İsrail ile yapılacak silahlı bir savaşla topraklarına kavuşabilecekleri düşüncesindedirler. Bu düşünce de Gazze'de Şeyh Ahmet Yasin'le yapılan röportajda dile getirilmektedir.
"…48 yılından beri işgal edilmiş toprakların her tarafındaki Filistin halkına, dünyanın her yerindeki sabırlı ve mücahid Filistin halkına selam olsun. Kurban veren ve vermeye devam eden, dünyanın en dehşetli gücüne karşı kahramanca direnen Filistin halkına. Bu halka söz veriyoruz ve herkese ilan ediyoruz ki, direniş ve cihad bizim tercihimizdir. Zafere giden yol, şehadetle, kanla bezenmiştir. Biz Allah'a söz verdik. Şimdi de halklarımıza söz veriyoruz: Asla teslim olmayacağız. Beyaz bayrak çekmeyeceğiz. Savaşacağız. Ya zafer ya şehadet… Biz hak sahibi bir halkız. Bizim bir vatanımız, bir geleneğimiz, kültürel mirasımız var. Teslim olmayız biz. Yol istediği kadar uzun olsun, biz bu yolda yürümeye devam edeceğiz. Sonunda zafer müminlerindir. Çünkü Allah bize, zafer ve yeryüzünde egemenlik vaat etmiştir. Allah istediğini yapmaya kadirdir."10
Arafat ve İsrail yönetimi arasında başlayan barış sürecinin gereklerinin İsrail tarafından yerine getirilmemesi sonucunda daha önce Arafat ve Hamas arasındaki olumsuz hava –ki, Filistin Özerk Yönetimi ile Hamas arasında çatışmalar yaşanmış, bu çatışmalarda bir çok Hamas üyesi öldürülmüş ve tutuklanmıştır- 28 Eylül 2000 yılında başlayan el-Aksa İntifadası'yla iyileşmeye başlamıştır. Arafat, bu yüzden Hamas'ın bazı eylemlerine göz yummuştur. Hatta daha ileri giderek hapishanelerdeki birçoğu askeri kanada mensup militanı serbest bırakmıştır. İsrail'in Hamas'ın özellikle askeri kanadının gerçekleştirdiği eylemlerden çekindiğini bilen Arafat, Hamas militanlarını serbest bırakarak İsrail'i bir anlamda bölgedeki feda eylemcileriyle tehdit etmiştir. Hamas, barış sürecinden sonra Filistin Yönetimi'nin İsrail'e karşı kozlarından birisidir. İsrail'in Filistin yönetiminden taleplerinden birisi Hamas militanlarının hapishanelerde tutulmasıdır.11 Arafat da bunu gerçekleştirmiştir. Fakat 2000 El-Aksa İntifadası ve İsrail'in anlaşmaların gereğini yerine getirmemesi Arafat'ı da zor durumda bırakmıştır.
Mete Çubukçu'nun Hamas'ın lideri Şeyh Ahmet Yasin'le yaptığı röportajda, Şeyh Ahmet Yasin, İntifadadan yana olduklarını, belirten konuşmasında şunları dile getirmiştir:
"Biz Arafat'ın sadece intifada sürecinde değil, her zaman Barak'la ya da İsrail'in başka sorumlusu ile görüşmesine karşı çıktık, çıkıyoruz. Arafat'a Şarm el-Şeyh'e gitmemesini söyledik, orada alınan kararların Filistin halkını bağlamadığını söylüyoruz. Çünkü intifada sırasında yapılan tüm görüşmeler Filistin halkının kanı ve katliamlar üzerine kurulmuştur, dolayısıyla anlamsızdır... Arafat yönetimi, insanlarımızı hapse atıyor, silahlarımızı elimizden alıyor. Arafat bizim üzerimize gelmesin... Ayrıca İsrail'e karşı her şeylerini ortaya koyarak savaşan herkesi durdurmaya çalışmak yerine onları korumalı. Hamas her koşulda intifadanın devamından yana. Birçok şey yapmamız engelleniyor. Ama direnişimiz hem Arafat'a hem de İsrail'e rağmen sürüyor. El-Aksa İntifadası bitse bile biz devam ettireceğiz... Bizim ne tür eylemler yapacağımıza askeri kanat karar verir. Ne zaman, nerede ve hangi yöntemle olacağını onlar bilir. Şunu açıkça söyleyebilirim: Biz bombalı eylemleri durdurduğumuzu hiçbir zaman söylemedik. Hedeflerimiz arasında, 1948'den bu yana işgal altında bulunan Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Kudüs'teki tüm askerler ve yerleşimciler vardır. Bulabildiğimiz tüm araçlarla, molotof kokteylinden, silahlara kadar her şeyle sürpriz saldırılar düzenlemeliyiz."12
Bu konuşma metninin de ortaya koyduğu gibi Hamas, hiçbir şekilde İsrail ile barış masasına oturma taraftarı değildir. Buna karşı olduğunu her platformda açıklamaktadır. Çünkü İsrail, 1993'te başlayan barış sürecinin gereklerini hiçbir şekilde yerine getirmemiştir. Anlaşmaların gereği olarak; İsrail, işgal ettiği Gazze ve Batı Şeria'dan çekilerek Filistin devletine yer açacaktır. Arafat'ta İsrail'in güvenliğini sağlayacak önlemler alacaktır. Arafat İsrail güvenliği için Hamas ve İslâmî Cihad Hareketi üyelerini hapsederken, İsrail çekilmesi gereken toprakların ancak yüzde 2'sinden çekilmiştir. Ve istediğinde çok rahat bir şekilde bu toprakları işgal edebilmektedir.
İsrail aslında Ortadoğu barış sürecini durdurmak istemektedir. Çünkü süreç devam etse Kudüs'ün statüsü ve mültecilerin durumu konuşulacaktır. Ariel Şaron'un iktidara gelmesiyle İsrail, barış sürecinde kazandıklarının tümünü muhafaza ederek, yeni bir şey vermeden bu süreci durdurmakla yetinmemiş, çekildiği bölgeleri yeniden işgal etmiştir. Daniel Pipes, Şaron'un barışa hizmet edeceğine dair iddiasını, "yüreklerine dehşet saçarak Filistinlileri ve Arapları savaşmaktan caydıracağı" fikrine dayandırmaktadır.13
İsrail'in bu tutumu İslâmî hareketleri haklı çıkarmaktadır. Çünkü İslâmî hareketler, Birleşmiş Milletler'in Filistin'e dair aldığı kararların hiç birini yerine getirmemesini, İsrail'in anlaşmalara sadık kalmayacağının göstergesi olarak görmektedirler.
Kaybedecekleri hiçbir şeyleri olmayan Filistinlilere, direnişten başka seçenek kalmamış görünmektedir. Bir İsrail askerinin intifada da taş atan Filistinlileri değerlendiren bir röportajda söylediği şu cümleler çarpıcıdır:
"Mevcut durum o ki, kaybedecekleri hiçbir şeyleri yok. Bağımsızlıkları, milli kimlikleri ve onurları için kavga veriyorlar. Taş atan bir çocuğu yakaladık, 12 yaşından fazla değildi. Gözlerinde kendisine ne yapılacağının korkusu yanı sıra belirgin bir gurur okudum. Askerler bağırmaya başladılar: Vurun, kafasını ezin, kırın kollarını bir daha taş atmasın, dersini verin..."14
1993'te başlayıp 28 Eylül 2000 el-Aksa İntifadası'na kadar devam eden barış görüşmelerinden alınan sonuçlar şunu göstermiştir ki, BM'nin 242 ve 338 sayılı kararları hiçbir şekilde uygulanamayacaktır. Kudüs'ün statüsü, Filistinli mülteciler, Yahudi yerleşimciler, kendi sınırları içinde yaşayabilir bir Filistin devletinin doğuşu, ekonomik kaynakların kullanımı ve dağıtım esasları gibi sorunlar15 hiç bir şekilde çözülmemiş ve çözülmeyeceği tarafların ortaya koydukları tavırlardan da anlaşılmaktadır. Bütün bunlar Filistin'deki İslâmî hareketleri Filistinlilere yönelik yapmış oldukları İsrail ve Filistin Özerk Yönetimi aleyhindeki propagandalarında haklı çıkarmış ve halktan büyük destek almalarını sağlamıştır.
Hamas'ın yetkililerinden Mahmut Zahar'ın yaptığı en son çağrı; Filistin liderliğini devralma zamanının geldiğini, Filistin halkının başında olmaya hazır olduklarını ve liderlik için politik, finansal ve sosyal bir alt yapıya sahip olduklarını, orduyla ilgili ise, bütün güçleriyle de bir ordu oluşturabilecek durumda olduklarını söylemektedir. Zahar, ayrıca liderliği kuvvetle değil seçim yoluyla ele alabileceklerini eklemektedir.16 Hamas Filistin'de hiçbir şekilde İsrail'in varlığını kabul etmemekte, İsrail ile yapılacak barış anlaşmalarını da reddetmektedir. İsrail ile sorunların silah kullanarak çözüleceğine inanmaktadır. Onun için de askeri konuları önemsemekte ve üyelerine askeri konularda da kendileri eğitim vermektedir. Bu konuda Hamas'ın Ürdün Temsilcisi Muhammed Nezzal; "Hamas kendi askeri ve güvenlik faaliyetlerini dış destek almadan yürütecek güçtedir. Hareket güçlü bir askeri yapıya sahip ve bu da gün geçtikçe güçlenmektedir."17 şeklinde düşüncelerini ifadelendirmiştir.
Hamas bugün Filistin otoritesinden daha etkin bir güce dönüşmüş ve gerçekleştirdikleri eylemlerle Arap dünyasında da İsrail ile "savaşan" örgüt olarak yorumlanmaktadır.18 Bu nedenle Arap ülkelerindeki yöneticiler, halklarının Hamas ve İslâmî Cihad Hareketi'nin eylemlerini olumlu karşılamalarından dolayı endişelenmektedirler. Çünkü Filistin'de barış görüşmelerine baştan beri karşı olan İslâmî hareketlerin (Hamas ve İslâmî Cihad) İsrail ile olan "savaşı" ve eylemleri, İslâm alemi ve Şeyh Yusuf Kardavi gibi İslâm otoriteleri tarafından, İsrail'deki bütün İsrail vatandaşlarının askerlik eğitimi almış olmaları neden gösterilerek onaylamıştır. el-Aksa İntifadası bugüne kadar geçen zamana rağmen İslâmî hareketler zirveden inmemekte ve diğer İslâm ülkelerinde de endişeyle takip edilmektedir.19 İsrail ve ABD isteğiyle Filistin'de hükümetin başına getirilen Ebû Mazen intifada karşıtlığıyla bilinmektedir. FHKC-GK lideri Ahmet Cibril'le 1989'da yapılan bir röportajda FKÖ'yü değerlendiren konuşmasında Ebû Mazen'e de sözü getirmekte ve bu konuda şunları söylemektedir.
"Arafat'ın 'Ebû Mazen adlı bir arkadaşı İspanya'da bir gezide FKÖ'nün artık silaha sarılmayacağını resmen açıkladı. Gazetecilerin, 'varsayalım ki İsrail size bir şey vermese, yine silaha sarılmayacak mısınız?' şeklindeki sorularının cevabı aynen şu oldu: 'Evet, hiçbir şey vermese dahi silaha sarılmayı, İsraillileri öldürmeyi istemiyoruz'. Bunu söyleyen örgütün lider kadrosundan biriydi."20 Bu kişi, Ebû Mazen (Mahmut Abbas), Filistin hükümetinin başında Ariel Şaron ile anlaşma masasına oturmaktadır. 1992'den beri İsrail ile görüşmelerden sorumlu Filistinli Bakan Saib Erakat, Ebû Mazen tarafından görüşmelere çağrılmamıştır. Onun yerine görüşmeleri ABD isteği çerçevesinde yürütecek iç güvenlik bakanı Muhammed Dahlan ve parlamento sözcüsü Ahmet Kurey çağrılmıştır.21
Fehmi Hüveydi, 5 Mayıs 2003'te el-Şarku'l-Evsat dergisinde yayınlanan bir yazısında "Filistin'de iç savaşın çıkmasına mani olmamız için mucizeye ihtiyaç var, çünkü bütün göstergeler Filistin'e bir iç savaşın gelmekte olduğunu işaret etmektedir. Ebû Mazen Hükümeti'yle Filistinli direniş güçleri arasında savaşın çıkması kaçınılmaz görünüyor. Ebû Mazen Hükümeti intifadayı durdurmak maksadıyla iş başına getirildi. Zaten Ebû Mazen, öteden beri intifadaya karşı muhalefetiyle bilinmektedir. Bu hükümetin güvenlik sorumlusu olan Muhammed Dahlan Filistin direnişine şiddetle karşı olduğu için İsrail'in isteği üzerine göreve getirilmiş bulunmaktadır. Dahlan'ın ilk işi Filistin direnişini durdurmak ve Filistinlilerin ellerinde bulunan mevcut silahları toplamaktır."22 diyerek endişesini dile getirmiştir.
İsrail için Ebû Mazen Hükümeti, Filistin direnişini ortadan kaldırarak, İsrail'i rahatlatan bir emniyet biriminden fazla bir şey değildir. Zaten Ebû Mazen hükümeti güvenoyu aldıktan sonra yaptığı ilk açıklamada, hükümetin her türlü terörle mücadele edeceğini, meşru silahlardan başka silahların varlığına izin verilmeyeceği ve intifadaya son vereceğini ifade etmiştir. Bu en fazla İsrail'in işine gelmektedir. Böylece Filistin direniş örgütleri dağıtılacak, intifada ve feda saldırıları son bulacak, İsrail için ise kabus bitecektir. Bu nedenle İsrail, ABD'nin desteğiyle bir an önce Yol Haritası Planı'nın uygulanması için acele etmektedir. Çünkü Şaron ve İsrail silahlı kuvvetleri, intifada ve feda eylemleri nedeniyle zor durumdadırlar. 'Bırak ordu zafere gitsin' sloganıyla yola çıkan Şaron, seçim esnasında seçmenlerine intifadayı yüz gün içinde yok edeceği sözünü vermiştir. İntifada yoluna devam etmekte ve Şaron verdiği sözü yerine getirmemektedir. İsrail sonunda bir çözüm bulmuştur. Filistin'i Filistinlilerle def etmek. Daha önce Arafat'la bu sorunu (birinci intifada da) büyük oranda çözmüştü. Hamas üyeleri tutuklanmış, bir çok üyesi de öldürülmüştür. Zaten Şaron, intifadanın ancak Filistinliler tarafından sona erdirilebileceğini itiraf etmektedir. Amerika'nın Irak'ı işgal ettikten sonra, Suriye'ye verdiği göz dağı ve tehditler sonucu, Suriye, Filistin'in direniş bürolarını kapatmış, verdiği desteği çekmiş görünmektedir. Böylece İsrail, Irak işgalinin ilk meyvelerini almaya başlanmıştır. Diğer meyveler ise, Ebû Mazen hükümetinin, Filistin direniş örgütlerine karşı başlatacağı operasyonlardır. Fakat, Hamas, hükümetin silahların toplanmasıyla ilgili olarak yaptığı açıklamayı, ellerindeki silahları vermeyeceklerini ve silahlara uzanan ellerin kırılacağını söyleyerek cevaplamaktadır.23
Hizbullah'ın manevi lideri M. Hüseyin Fadlullah bu olayları 1991'de görmüş ve bir makalesinde şöyle dile getirmiştir:
"Bütün silahlarından arındırılmış Filistin halkı da, kendi önderlerinin zaafları nedeniyle Siyonistlerin tarihsel düşlerine kurban olarak sunulmak istenmektedir. İsrail'i Filistin halkına ve bütün bölge halklarına karşı himaye edebilecek şartları yaratmak için elinden geleni yapan Amerika'nın planlarını ortaya çıkarmamız bir zorunluluktur. Amerika, Siyonist ırkçılıkla Amerika ırkçılığı arasındaki organik bağ nedeniyle Filistin halkını çeşitli yollarla ezmek istemektedir."24
1998'de Wye River Anlaşması sonrası Hamas sözcülerinden Ebû Muhammed Mustafa'ya göre, "Anlaşma hiç şüphesiz Filistin açısından bir iç savaşın tohumlarını taşımaktadır."25 Yine bu anlaşma, Arafat'ın siyasi inisiyatifi kaybettiğinin ve geleceğinin bir taraftan Hamas ve İslâmî Cihad'la diğer taraftan da İsrail hükümetiyle yerleşimcilerin insafına kalmış olmasının tescilidir. Diğer taraftan el-Fetih ve Filistin Yasama Meclisi Üyesi Hüsam Kader, Wye River Anlaşması'nın, tüm Filistin toplumunu İsrail'in güvenlik taleplerinin ve kaprislerinin hizmetine verdiği inancını dile getirip, "Korkarım tüm güvenlik örgütümüz CIA'nın yedek gücü olacaktır."26 derken, el-Fetih Batı Şeria Başkanı Merwan Barguti de ekliyor: "Arafat çok kötü bir güvenlik anlaşması yaptı. Ama silahlarımızı almalarına izin vermeyeceğiz."27
Filistin Hükümeti'nin genel sekreteri Tayyip Abdürrahim, "Büyük çabaların ardından imzaladığımız anlaşmayı sabote edecek her türlü harekete karşılık vereceğiz" derken, İsrail Savunma Bakanı İzak Mordehay onu destekler nitelikte eklemektedir: "Filistinliler terörist avını gerçekleştirmek zorunda, çünkü bu anlaşmanın bir parçasıdır."28
Filistin hükümeti bu anlaşmanın gereklerini ikinci intifadaya kadar sürdürmüştür. İlk baskılarda hemen sonra Hamas'ın açıklaması olmuştur. Bu açıklamada, "Filistin yönetiminin baskıcı tehditlerinin devam etmesinin, Hamas ile İzzettin el-Kassam militanlarına karşı operasyonlarda ısrar edilmesinin, silahların ve mücadelenin Filistin yönetiminin güvenlik birimlerine karşı yöneltilmesine neden olabileceğini"29 belirtmiştir. Nihayetinde bu gerçekleşmiştir.
4 Haziran 2003'te ABD Başkanı George W. Bush, İsrail Başbakanı Ariel Şaron ve Filistin Başbakanı Mahmut Abbas Ürdün'ün Akabe kentinde "Yol Haritası'nı" görüşmek için bir araya gelmiştir. Bush yönetiminin ağırlık koyarak ortaya attığı "yol haritası"nın taraflar açısından ne anlama geldiğini kestirebilmek için bu girişimin hangi şartlar altında yapıldığı ve zamanlamasına dikkat etmek (Irak'ın işgali ve Amerika'nın Ortadoğu üzerindeki hegemonya hesapları) gerekir. Yaser Arafat'ın lider olarak barış masasına oturduğunda tıkandığı noktalar yok sayılarak ilerleme sağlanamayacağı açık olmasına rağmen Bush'un bunları görmezlikten gelmesi düşündürücüdür.30
"Yol Haritası'nın neye varacağını kestirebilmek için; barış sürecini işlemez kılan intifada ateşini kıvılcımlandıran nedenleri hatırlamakta yarar var.
Filistin sorununu nihai olarak çözecek en önemli temel konulardan birisi Kudüs sorunudur. Kudüs'ün statüsü konusunda tarihi ve dini haklar, demografik ve siyasi gerçekler gözetilmeden ortaya konacak barış girişiminin İsrail'e zaman kazandırmaktan başka bir sonucu olmayacaktır... İkinci temel sorun Filistinli mülteciler sorunundan doğmaktadır. Filistinlileri 1947'den beri sürüldükleri topraklarına dönmeleri konusunu İsrail, güvenlik gerekçesiyle tartışmak bile istememektedir.
Bu iki temel konunun çözümüne ilişkin hiçbir önerisi olmayan, daha doğrusu İsrail işgalini tartışmaya bile açmayı düşünmeyen bir yol haritası, Ortadoğu'da barışa giden yolu göstermemektedir."31
Yukarıda değinildiği gibi, sorunların çözümünü burada değil direniş hareketlerinin eylemlerini durdurma noktasında arayan üçlüden, Filistin Başbakanı Abbas'ın intifadaya son verilmesi çağrısını, Filistin direniş hareketlerinden Hamas, İslâmi Cihad ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, silahlı mücadelelerinden vazgeçmeyeceklerini açıklayarak cevaplamıştır. Hamas liderlerinden Abdülaziz el-Rantisi, "Son Filistin toprağı işgalden kurtuluncaya kadar silahlarımızı bırakmaya hazır değiliz" şeklinde "Yol Haritası"na tepkisini ortaya koyarken, İslâmî Cihad yetkilisi Muhammed el-Hindi ise "İsrail işgali sürdükçe, direnişte sürecektir."32 ifadeleriyle tepkilerini göstermişlerdir.
Toplantıdan sonra Abbas'ın Filistin halkından intifadaya son vermelerini istemesi ve İsrail'e karşı bütün şiddeti kınadığını belirtmesi, Hamas'ın Abbas'la olan diyaloglarını kesmesine neden olmuştur.
Direnişi bırakmayı Şeyh Yasin; "Bütün Filistinli gruplar, intifadanın ve direnişin sürdürülmesi hususunda görüş birliği içindedir. Kaldı ki, intifadanın durdurulmasını, direnişin sona erdirilmesini ve silah bırakılmasını öngören projeler Amerikan projeleridir. Amerika bu projesini bazen yeni bir bakan veya yeni bir başbakan aracılığıyla ya da başka bir yöntemle dayatmaktadır… Bir toprak, bir vatan ve kendi toprağı üzerinde özgür bir halk istiyoruz. Topraklarından sürülen 5 milyon Filistinli mültecinin evlerine geri dönmelerini istiyoruz. Bu gerçekleşirse, ancak o zaman direnişi durdurmaktan söz edilebilir. Bir devletimiz olduğu zaman, direnişin olması da mümkün olmaz. Ama işgal olan yerde direniş vardır. Her Filistinli silah taşıma ve kendini savunma hakkına sahiptir."33 diyerek reddetmiştir.
Abdülaziz el-Rantisi'nin bu diyalogun kesilme nedeniyle ilgili açıklaması "Ebû Mazen, Hamas'ın ve Filistin halkının asla kabul etmeyeceği taahhütlerde bulunarak diyalogu kesti."34 şeklinde olmuştur.
Mahmut Abbas'tan Hükümeti'nden sonra Ahmet Kurey Hükümeti de direniş hareketlerinden ateşkes ilan etmelerini istemektedir. Ahmed Kurey Filistin Parlemento Başkanı iken 8 Ocak 2002 tarihinde Libération muhabirinin kendisiyle yapmış olduğu bir röportajda "Uluslararası toplum Hamas'ın ve İslami Cihad'ın altyapısını tamamen yıkmanızı istiyor." Sorusuna, "Bütün gün neyle uğraştığımızı sanıyorsunuz? Günümüzü futbol ve tenis oynayarak mı geçiriyoruz! Elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Evimizden bile çıkamayacak durumda olduktan sonra bütün bunları gerçekleştirmek kolay mı? Tamamen İsraillilerin denetimindeyiz. Bu altyapının nerede olduğunu bana söyleyebilir misiniz? Siz kendiniz gördünüz mü? Sloganlardan kaçının. İsraillilerin güvenlik kaygısını anlayabiliyoruz. Ama İsrail'in bugünkü davranışları, güvenliklerini güvenceye almaz."35 diyerek cevap vermiştir.
Hamas lideri ise ateşkes isteklerinin İsrail'in tutumu nedeniyle boş olduğuna inanmaktadır:
"Ateşkes isteği, mağlup edilmiş, yurdundan kovulmuş, soykırımdan geçirilmiş ve her gün evlatları öldürülen bir halk tarafından gelmez. Ateşkes önerisi güce sahip olan taraftan gelir. Siyonist düşman, geçmişte kendisinin önerdiği ateşkes süreci boyunca, saldırılarına devam etti, yıkım faaliyetlerine ara vermedi, katliamları birbiri ardınca gerçekleştirdi. Bir an dahi durmadı. Bu yüzden bugün elimizde ateşkesten söz etme imkanı yoktur. Çünkü düşman saldırılarına devam ediyor. Ateşkes isteyen, önce düşmanın saldırılarını, katliamlarını, barbarlığını, sabah akşam halkımızı evinden yurdundan kovmalarını, evleri yıkmalarını, tutuklama kampanyalarını, yeni yerleşim birimlerini kurmalarını, ırkçı duvarlar örmesini durdursun. Bu saydıklarımın tümü her gün Filistin topraklarında gerçekleşiyor. Bunları durdurun; o zaman gelin saldırıları durdurmaktan, ateşkes ilan etmekten söz edelim. İşgal devam ediyor, Siyonist saldırılar dur durak bilmiyor. Önce halkımıza yönelik saldırıları, yeni yerleşim birimlerinin kurulmasını, katliamları, evlerin yıkılmasını, arazilerin gasp edilmesini durdurun. Durdurun halkımıza yöneltilmiş saldırıları, topraklarına hükmetmesini sağlayın, sonra ateşkesten söz edin."36
Şeyh Ahmet Yasin Filistin halkına olan güvenini de dile getirmekte ve bugünü yorumlamaktadır.
"Ben diyorum ki, bizim halkımız Siyonist düşmandan daha güçlüdür. Öyle güçlere ve imkanlara sahiptir ki, güçler dengesinde bunların dengini bulmak mümkün değildir. Muzaffer olan bizim halkımızdır. Düşmanın payına ise hezimet düşmektedir. Düşman, güç kullanarak hedeflerini halkımıza kabul ettiremeyecektir. İnşallah intifada, halkımız zafere ulaşıncaya, düşman teslim oluncaya, halkımızın haklarını, topraklarını, vatanını ve kutsallarını geri alıncaya kadar sürecektir.
Birbirine sabrı tavsiye eden ve cihadı bir şiar olarak benimseyen, teslim olmayı reddeden Filistin halkını selamlıyorum."37
Şaron "Yol Haritası" görüşmelerinden birkaç gün sonra, lideri olduğu Likud Partisi'nin toplantısında yaptığı konuşmada Filistinli mültecilerden bir kişinin dahi İsrail'e girişine asla izin verilmeyeceğini Akabe'de ifade ettiğini belirtmiştir. Ayrıca Filistin Başbakanı'nı öven Şaron'un, Filistin'deki terör rejiminin yeni bir yönetimle yer değiştirdiğini, bunun da zaferin ilk meyvesi olduğunu belirtmesi, Filistin lideri Yaser Arafat'ın tepkisini çekmiştir.38
Yol Haritası Planı'nın metnine bakıldığında şimdiye kadar İsrail'in yerine getirmesi gerekip de uygulamadığı konularla dolu olduğu görülür:
"İsrail hükümetinin, 'Britney Raporu'nun tavsiyeleri doğrultusunda Filistin bölgeleri arasında hareketi engelleyen kısıtlamaları da içerecek şekilde insani durumu iyileştirmesi;
İsrail hükümetinin, sivil bölgelere saldırı, evlerin yıkımı, varlıkların müsadere edilmesi, cezalandırma şekillerinden bir çeşit olarak sürgün ve İsraillilerin (yerleşim) inşaatlarına kolaylık tanıması gibi güven yıkıcı eylemlere son vermesi;
Şeffaf denetim mekanizması aracılığıyla aylık kesintileri geri ödeme programına hemen başlanması. Aralık 2002 sonuna kadar belli bir zaman cetveli içinde bloke ettiği paraların Filistin maliyesine aktarılması;
Mevcut İsrail hükümeti döneminde tesis edilen ve mevcut İsrail hükümetinin ilkeleri doğrultusunda hareket eden Yerleşimci Hükümeti'nin dağıtılması"39 bunlardan bazılarıdır.
Bütün bunlara rağmen Ariel Şaron kendinden emin bir şekilde zaferle çıkılacak bir anlaşma olarak nitelendirmekte ve hiçbir Filistin mültecinin bu topraklara dönemeyeceğine söylemektedir.
Buna karşılık Hamas Lideri Ahmet Yasin uzun bir savaşa hazırlandıklarını ve sonucunun da zafer olacağını dile getirmektedir:
"Hedefler uzun ve uzaktırlar. Topraklarımızın kurtuluşu, düşmanın kovulması ve saldırganlığın durdurulması olarak somutlaştırılabilir amaçlarımız. Bu da bir iki gün ya da bir iki yıl içinde varılacak bir amaç değildir. Bu uzun ve bitirici bir savaştır. Düşman diz üstü çökünceye, halkımızın haklarını teslim edinceye, halkımız topraklarına ve kutsal değerlerine yeniden kavuşuncaya kadar devam edecektir… Halkımıza güç kullanarak boyun eğdirmek için Şaron'un başlattığı tüm girişimler sonuçsuz kaldı. İşte bu en büyük başarı nedeniyledir ki, cihad ve direniş eylemleri devam ediyor. Teslim olmak yok. Çünkü panik içinde vaveylayı koparan Siyonist düşmandır. Sonunda teslim olacak odur."40
"Yol Haritası" görüşmelerini ve Ebû Mazen hükümetinin İsrail'e yakınlaşmasını sık sık eleştiren Hamas liderlerinden Abdulaziz el-Rantisi'ye, "İsrail devlet terörü" diye nitelendirilen bir suikastten yaralı olarak kurtulmuştur. 10 Haziran 2003'te arabasına yedi füze fırlatılan el-Rantisi yaralı kurtulurken biri 5 yaşında çocuk olmak üzere bir çok kişi ölmüştür. Hamas bunun üzerine intikam yemini etmiştir. Mısır'ın, Hamas ve diğer Filistinli grupları İsrail'e yönelik saldırıları askıya almaları için ikna etmeye çalıştığı bir dönemde İsrail bu olayı gerçekleştirmiştir.41 Hamas hemen bir gün sonra Kudüs merkezinde bir otobüse feda eylemi gerçekleştirerek cevap vermiştir. İzzettin el-Kassam tugayları yaptıkları bir açıklamada "Şu andan itibaren bütün seçenekler açıktır. Siyonist düşmanın kalbine saldıracağız. Cevabımız şiddetli bir deprem gibi sert ve ağır olacaktır." Artık bütün İsrailliler'in hedef olduğunu, feda saldırıları yapacaklarını belirtmişlerdir. Bu, İsrail için ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. Hamas'ın önceleri daha çok askerler ve yerleşimcilere karşı gerçekleştirdikleri eylemleri İsrail'deki sivil halka yönlendirmesi, zaten tedirgin olan İsraillilerin evlerinden çıkmaktan korkacakları anlamına gelmektedir. Feda saldırılarıyla ciddi bir sosyal ve ekonomik sorun yaşayan İsrail bu eylemlerin gerçekleşmeye başlamasıyla daha zor durumda olacaktır.
Şeyh Yasin İsrail'i tehdit etmekte ve onların feda eylemleriyle ne kadar zor durumda olduklarını anlatmaktadır;
"F16'larımız, apaçi helikopterlerimiz yok. Uzun menzilli füzelerimiz de yok. Ama savaşmaya ve şehit olmaya hazır insanlarımız var. İşte düşmanı sarsan ve onu can evinden vuran budur. Düşman, sivil halkımıza ve kutsal değerlerimize saldırmayı, yasa dışı etnik sürgünleri ve suikast girişimlerini durdurmayı kabul ederse, biz de onların sivillerine yönelik saldırılarımızı durdurabiliriz."42
Özellikle Hamas ve İslâmî Cihad'ın yerleşimcilere, askeri mevzilere ve askerlerin yoğun olarak gittikleri eğlence, lokanta ve kafelere karşı başlattığı bombalı saldırılar, İsraillilere psikolojik açıdan büyük darbe vurmaktadır. Özellikle Tel Aviv ve Kudüs sokaklarında günün her hangi bir saatinde patlayan bombalar sivillerin hayatını alt üst etmektedir. Hamas ve İslâmî Cihad ve diğerleri İsraillilerin en küçük saldırı karşısında içlerine kapanıp moralmen çöküntüye girdiğini bildikleri için saldırıları kampanya haline çevirebilmektedirler.43 Bu tedirginliği bütün İsraillilerde çok rahat bir şekilde görülebilmektedir. İsrail Filistin kentlerine füze saldırılarını yapmakta, bu da Filistinlilerin silahlı direniş yanlısı gruplara kaymalarına neden olmaktadır. Şaron şunu anlamak istememektedir:
"…Filistinlilerin artık kaybedecek fazla bir şeylerinin olmamasıdır. Yüzde 38'i işsiz olan Filistinliler, bir devlet kimliğine sahip değiller ve İsrail'de kişi başına düşen milli gelirin 10'da birini bile almıyorlar. Kaldı ki, ellerindeki tek sermayeleri hayatlarını, İsrail'i çekilmeye zorlamak için gönüllü olarak harcayabileceklerini intihar saldırılarıyla gösteriyorlar. Dolayısıyla teröre terörle cevap vermek, şiddeti daha da artıyor ve bundan fazlasıyla İsrail zarar görmektedir.44
Hamas lideri Yasin, direniş hareketlerin silah bırakmaları için şu şartların gerçekleşmesi gerektiğine inanmaktadır;
"Biz çok açık bir şey söyledik. Halkımız, canını, ümmetini, vatanını savunmak için silah taşıyor. Topraklarımız özgürleşmeden, kutsal değerlerimiz kurtarılmadan hiç kimse bu silahı alamaz bizden. Topraklarımız ve kutsal değerlerimiz kurtarılırsa, o zaman silah bırakmak mümkün olabilir. O zaman bizim bir devletimiz, bağımsız bir yönetimimiz ve tek bir otoritemiz olur. Ancak işgalin gölgesinde bir özgürlükten söz edilemez. Halkımızın bir otoritesinin bulunduğu da söylenemez. Bu koşullarda halkın özgür iradesinden söz etmek abestir. Bu koşullarda silah bırakmanın anlamı, İsrailli düşmana teslim olmaktır. Anlamı, intifadayı öldürmektir, direnişi öldürmektir. Şaron'un kazanması demektir. Silah bırakmak, Filistin halkının gücünü elinden almaktır. Diğer bir ifadeyle Filistin halkını antlaşma maddelerine; Siyonist devleti, Filistin sorununu bitirmeye, Filistin halkını tasfiye etmeye yönelik şartlarına teslim etmektir. Bu yol tehlikeli bir yoldur. Bize dayatılan bu yol bizim sonumuz demektir. Halkımız buna teslim olmayacaktır."45
Bütün bunların aşılabilmesi için bu topraklar üzerinde doğmuş, bu topraklara dair anıları olan insanların onurlu bir yaşam sürdürmelerine olanak tanıyan anlaşmaların yapılması gerekmektedir. Aksi takdirde meselenin bir başka yüzü olan onurlu bir yaşam sürdüremeyeceği topraklarda başkalarına yaşama hakkı tanımama, kimliğini yok sayma manasını yükleyerek mücadele devam edecektir. Bu durumun İsrail halkı için bir kabusa dönmemesi için hiçbir neden görülmemektedir.
"Bir Filistinlinin yaşama, güvenlik, özgürlük, çalışma ve insanlık onuru gibi haklarını bir İsrailliden daha az gören bir yaklaşım ve buna göre oluşturulan bir hukuki statü bölgede barışı sağlayamayacağı gibi uluslararası hukuk normlarının evrensel niteliğini de tartışmaya açacaktır. Filistinlilerin bu haklardan mahrum edildikleri toprakların asli sahibi, bu hakları ayrıcalıklı bir şekilde kullanma imkanına kavuşan İsraillilerin ise daha yakın zamanda bölgeye gelmiş olan göçmenler oldukları düşünülürse, Filistinlileri güvensizliğe sevk eden etkenler daha kolay anlaşılabilir. Mesela son olarak geçtiğimiz yıllarda Rusya'dan getirilen Yahudiler kendileri için bölgede güvenlikli bir alana kavuşurken ve bu güvenlik temel insan hakları olarak görülürken, bilinen bütün tarihte bu bölgede yaşamış olan Ceninli bir Filistinlinin en tabii yaşama hakkı hiçe sayılmaktadır. Bu dengesizliği ortadan kaldırmayan bir çözümün kalıcı bir nitelik taşıyacağını düşünmek çok güçtür. Filistinlilerin kendilerini güvenlikte hissetmedikleri bir konjonktürün İsrailliler için güvenli olabilmesi de mümkün değildir"46
Dipnotlar:
1- Hasan Turabi, "İslâmî Uyanış ve Arap Dünyasında Ulusçu/Bölgeci Devlet", Dünya ve İslâm, Kış 1990, S. 1, s. 9.
2- Mustafa Coşkun, "Camp David Görüşmeleri ve Sonuçları" Stratejik Analiz, Eylül 2000, cilt 1 S. 5, s. 38.
3- Coşkun, a.g.m, s. 38.
4- Serkan Taflıoğlu, "İran, Silahlı İslami Hareketler ve Barış Süreci" Avrasya Dosyası, İlkbahar 1999, s. 43.
5- Halid Amayrek, "Şeyh Ahmet Yasin İle Röportaj" Palestine Times, Ağustos 2000, s. 10-13.
6- 464. Yücel Demirer, Sibel Özbudun (Der.), İsyanın Adı: Filistin İntifada Kazanacak, İstanbul: Ütopya Yayınları, 2002, s. 464
7- Ebû Amr, Zeyyad. Batı Şeria ve Gazze'de İslâmî Direniş Hamas ve İslâmî Cihadı, çev. İslâm Özkan, İstanbul: Ekin yayınları, 1998, s.174
8- Bereket, Seyyid. "İntifada'nın Fecri", Dünya ve İslâm, Bahar 1990, S. 2 s. 152.
9- Andrew Cockburn, "Dosya Batı Şeria", Natıonal Georaphic, Ekim 2002, s. 110.
10- Kudüs Dergisi, Güz 2003 s. 145 ,Şeyh Ahmet Yasin'le yapılan röportaj (çev. Vahdettin İnce).
11- Mete Çubukçu, "Hamas: İşgal Altındaki Toprakların Gerçeği", Birikim, Aralık 2000 S. 140, s. 76.
12- Mete Çubukçu, "Şeyh Ahmet Yasin ile Röportaj", Birikim, Aralık 2000, S. 140, s. 75.
13- Demirer, a.g.e, s. 437.
14- Ahmet Deedat, Araplar ve İsrail, çev. Süleyman Gündüz, İstanbul: İnkilap yayınevi, 1991, s. 86.
15- Ahmet Davutoğlu, "Filistin meselesi ve Yeni Müzakere Döneminin Ön Şartları", Türkiye Günlüğü, Kış 2002, s. 68, s. 24.
16- http://www.freep.com/news/nw/mid8_20030208.htm.
17- gopner://ısrael.info.gov.II//00/terror/950500.ter.s.5
18- Alper Şen "11 Eylül Sonrasında Mısır ve Ortadoğu Radikal İslamî Hareketi", Stratejik Analiz, Ocak 2002, S. 21, s. 66.
19- Şen, a.g.m, s. 70.
20- Dünya ve İslam, Kış 1993, s. 145, Ahmet Cibril, "İntifada Gerici Arap Rejimleri ve FKÖ" (çev. Ziya Gökalp)
21- Cumhuriyet, 17 Mayıs 2003.
22- Zaman, 13 Mayıs 2003, Fehmi Hüveydi, "İç Savaş ve Filistin Ufku",
23- Hüveydi, a.g.m.,Zaman, 13 Mayıs 2003
24- M. Hüseyin Fadlullah, "Madrid Konferansı'na karşı İslâmî Strateji" Dünya ve İslam, Kış, 1992 S. 9, s. 36.
25- Demirer, a.g.e, s. 55.
26- Cumhuriyet, 28 Ekim 1998.
27- Demirer, a.g.e, s. 55.
28- Radikal, 2 Kasım 1998.
29- Cumhuriyet, 2 Kasım 1998.
30- Akif Emre, "Busharonizm Yol Haritası", Yeni Şafak 5 Haziran 2003.
31- Akif Emre, a.g.m.
32- Yeni Şafak, 5 Haziran 2003.
33- Kudüs Dergisi, Güz 2003 s. 145, Şeyh Ahmet Yasin'le yapılan röportaj (çev. Vahdettin İnce)
34- Yeni Şafak, 7 Haziran 2003.
35- Ahmed Kurey, "İsrail'in Politikası Kafeste Tutmak", Der. Demirer,Özbudun , a.g.e, s.398
36- Kudüs Dergisi, Güz 2003 s. 145, Şeyh Ahmet Yasin'le yapılan ropörtaj (çev. Vahdettin İnce)
37- Kudüs Dergisi, Güz 2003 s. 145,.Şeyh Ahmet Yasin'le yapılan röportaj (çev. Vahdettin İnce)
38- Yeni Şafak, 10 Haziran 2003.
39- Kudüs Dergisi, Yaz 2003, s.177 "Yol Haritası Planı'nın Tam Metni" (çev. Mustafa Eğilli)
40- Kudüs Dergisi, Güz 2003 s. 145, .Şeyh Ahmet Yasin'le yapılan röportaj (çev. Vahdettin İnce)
41- Yeni Şafak, 11 Haziran 2003.
42- Kudüs Dergisi, Güz 2003 s. 145, Şeyh Ahmet Yasin'le yapılan röportaj (çev. Vahdettin İnce)
43- Çubukçu, Bizim Filistin, s. 158.
44- Erhan Başyurt "Şaron 'Terör Dengesi' Aramakla Hata Ediyor" Zaman, 3 Nisan 2002.
45- Kudüs Dergisi, Güz 2003 s. 145, Şeyh Ahmet Yasin'le yapılan röportaj (çev. Vahdettin İnce)
46- Filistin –Çıkmazdan Çözüme–, İstanbul: Küre Yayınları, 2003, s. 47.