Filistin'de İsrail işgaline karşı mücadele eden iki farklı sosyalist hareketin temsilcileri ile intifadanın seyri üzerine bir röportaj gerçekleştirdik. Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi temsilcisi Usame et-Temimi ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi temsilcisi Wedi' Ebu Hani ile Türkiye'deki Filistinli mültecilerin sorunlarını incelemek üzere geldikleri İstanbul'da buluştuk. Söyleşiyi yer darlığı dolayısıyla kısaltarak yayınlıyoruz.
- Sayın Usame et-Temimi sizi ve temsil ettiğiniz kuruluşu kısaca tanıyabilir miyiz?
Usame et-Temimi: Filistinli bir gazeteciyim. Aynı zamanda İsrail'in Suriye, Lübnan ve Ürdün'deki kamplara sürdüğü Filistinlilerin geri dönüş hakları alanında mücadele veren Filistinli Mülteciler Kurumu'nun bir aktivistiyim. Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi Merkez Komite üyesiyim. Aslen Filistin'in kuzeyinde yer alan Sakad kentine bağlı Cauni kazasındanım ve şu an Şam'da mülteci olarak yaşamaktayım. Bizler 55 yıldır öz vatanımız olan Filistin'e geri dönüş hakkını elde etmek için çalışıyoruz ve o günün özlemiyle yaşıyoruz.
- Teşekkürler. Sayın Wedi' Ebu Hani siz de kendinizi kısaca tanıtır mısınız?
Wedi' Ebu Hani: Ben de Filistinli bir gazeteciyim ve Usame et-Temimi ile aynı kurumda görev almaktayım. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi Merkez Komite üyesiyim. Aslen Taberiyeliyim. 1948'de yaşanan felakette ailece ülkemizden sürüldük. Oslo'da yapılan görüşmeler sonrasında Filistinli mültecilerin geleceği ile ilgili ortaya çıkan tehlikeler üzerine, çeşitli yerlere sürülmüş bulunan mülteciler, haklarını elde etmek için bir çok sivil müesseseler ve insan hakları kuruluşları oluşturmaya başladırlar. Ben de aktif olarak bu çabaların içindeyim.
- Bildiğimiz kadarıyla Filistinlilerin büyük bir bölümü kendi ülkelerinde mülteci durumundalar.
et-Temimi: Bu konuda benim elimde bir istatistik var, isterseniz bunları size aktarayım. Örneğin bir milyonu biraz aşan nüfusa sahip Gazze'de 800 bin civarında mülteci var. Batı Şeria'da ise yaklaşık 800 bin kişinin 693 bini mülteci durumundadır.
Ebu Hani: Ayrıca Gazze ve Batı Şeria'ya yönelik Siyonist İsrail'in saldırılarına baktığımızda genelde buralardaki mülteci kamplarını hedef aldığını görürüz. İsrail bu kampları tamamen yok etmek istiyor çünkü bu kamplar, beli bir kültür birikimini yansıtmakta, çok sayıda direnişçi çıkarmakta ve 1948 felaketini hatırlatmaktadır.
- Filistinli direniş grupları, Siyonist İsrail'in işlediği bunca cinayete, gerçekleştirdiği yıkıma ve doğurduğu felaketlere rağmen neden tekbir çatı ve liderlik altında birleşmiyorlar? Direniş gruplarının ihtilaf ettikleri hususlar nelerdir? Özellikle de İslami gruplar ile diğerleri arasında ne gibi ayrılıklar var?
et-Temimi: Hiç kuşkusuz kahraman Filistin halkının başlattığı Aksa İntifadası, öylesine kök saldı ve öylesine benimsendi ki Filistin halkının doğal yaşamı haline geldi. Çünkü işgal ve zulüm var olduğu sürece Filistin halkının önünde direnişten ve intifadadan başka bir seçenek bulunmuyor. İşgal güçleriyle olan bu zorlu çatışma, aslında tümümüzün birleşmesini gerektiriyor. Herkesin yer aldığı ve eldeki tüm imkanların birleştirildiği geniş yelpazeli milli birlik oluşturulması zorunludur. Bundan dolayı direniş grupları, milli birliğin sağlanması amacıyla çeşitli girişimler başlattı. Şu an Kahire'de el-Fetih, Demokratik Cephe, Halk Cephesi, Hamas ve İslami Cihad arasında İsrail'e karşı ortak siyasi tavır, direniş ve mücadele usul ve yöntemleri konusunda hazırlık görüşmeleri yapılmaktadır. Aynı çerçevede Kahire Görüşmeleri'nden önce Ramallah'ta da çeşitli görüşmeler yapıldı ve Hamas ve İslami Cihad da dahil istisnasız tüm direniş gruplarını kuşatan ortak çalışma programı diyebileceğimiz bir belge hazırlandı. Ancak bu belgenin imzalanması aşamasına gelindiğinde, bir yandan bazı bölgesel hesaplar ve Arap güç odaklarıyla uyum gibi nedenlerle Filistin Özerk Yönetimi, bir yandan da Hamas hareketindeki kardeşlerimiz Ramallah Vesikası'na imza atmaktan imtina ettiler. Yine geçen yıl Ağustos ayında Gazze'de İntifada'yı İzleme Yüksek Konseyi oluşturuldu. Bu konsey en uç noktalardaki gruplar dahil tüm direniş gruplarını kuşatmaktadır. Çok ciddi ve derin konular tartışıldı. İsrail'in çekilmesinin söz konusu olduğu Gazze'de milli ve İslami tüm güçlerin dahil olacağı bir yönetim kurulması tartışıldı. Eğer ortak bir karara varılmayacak olursa işgal güçlerinin çekilmesinin ardından Gazze'de kaos ortaya çıkar ve felaket yaşanır endişesi vardı. Demokratik, ulusalcı ve İslami tüm grupların katılımıyla hazırlanan ve Ağustos Vesikası diye bilinen Gazze ile ilgili bu ortak kararların törenle imzalanması düşünülmüştü. Belgenin imzalanacağı aşamada Hamaslı kardeşlerimiz imza atmaktan vazgeçtiler.
- Hamas'ın bu anlaşmaları imzalamaktan imtina etmesinin gerekçeleri nelerdi?
et-Temimi: Hamas'taki kardeşlerimize özel bölgesel hesaplardan dolayı. Filistin Kurtuluş Örgütü çatısına dahil olmaları yönünde teklifler mevzu bahis olduğunda Hamaslı kardeşlerimiz, "Bu öneriyi ciddi bir şekilde ele alabiliriz ancak bundan önce bize örgüte bağlı Filistin Ulusal Meclisi'nde, Filistin Merkez Meclisi'nde ve İcra Konseyi'nde yüzde 40 oranında bir kontenjan ayırın." diyorlar. Tabii bunun olması mümkün değil. Hamas'ın temsil edilip edilmemesini tartışacak değiliz ancak hiç kimse ne kadar ağırlığının olacağını önceden dayatamaz. Biz onlara dedik ki; "Gelin İsrail işgaline karşı duruşumuzu ve direniş şekillerini belirleyen ortak siyasi program ve mücadele programı etrafında uzlaşalım. Örgüt organlarının belirlenmesini ise seçimlerle yapalım. Her grup yapılacak seçimlerde alacağı oy oranında söz konusu organlarda temsil edilsin. Seçimlerden önce bu oranların belirlenmesi doğru olmaz." dedik. Geçen yıl Ağustos ayı çalışmaları işte bu noktada tıkandı.
Şu an dönüp dolaşıp aynı konuları yeniden tartışmaya başladık. Ancak ortada İsrail'in büyük baskısı söz konusu. Günlük cinayetler ve yıkımlar gerçekleştirmektedir. Refah ve Han Yunus'ta büyük ölçekli yıkımlar gerçekleştiriyor. Bu yıkımlarla Gazze'de sosyal ve ekonomik hayatı felce uğratıyor. Gazze bir çok yönden kuşatılmış durumda. Öte yandan Şaron, 2005 yılında Gazze'den çekilmeyi planlamakta ve her fırsatta bunu dile getirmektedir. Birkaç gün önce İsrail hükümeti Gazze'deki Siyonist yerleşim bölgelerine alternatif mekanlar oluşturulması yönünde karar aldı. Yani İsrail tarafında Gazze ile ilgili ciddi pratikler söz konusu. Bu olgu Filistinlilerin hep birlikte oturup İsrail'in çekilmesinden sonra olacaklar ve yapılacaklar konusunda tartışmaları için ciddi baskı unsuru olmaktadır. Biz Filistinliler olarak, uluslararası topluma işgalciler çekildikten sonra Gazze'nin sorumluluğunu alabilecek yeterlilikte ve ehliyette olduğumuzu, hiçbir dış müdahale ve Arap vesayeti olmaksızın kendi kendimizi idare edebilecek iradeye haiz olduğumuzu göstermek zorundayız. Böylece Gazze'de gerçekleştireceğimiz başarı, ilerde kurulacak olan bağımsız Filistin devletine örnek teşkil edecektir.
Ebu Hani: Bildiğiniz gibi Filistin halkı, son dört yıl içinde intifadanın sürmesi ve başarıya ulaşması için sahip olduğu her şeyi ortaya koydu. Bu süre zarfında 3 bin beş yüzden fazla şehid verdi. 41 bin kişi yaralındı ve 7 bin dört yüz kişi de esir düştü. Binlerce dönüm tarım alanı tahrip edildi. Kısacası Siyonist yıkım insanı, doğayı ve toprağı hedef aldı.
Bu olup bitenlerin ardından dostlarımız: "İntifadadan ne bekliyorsunuz, intifada nereye varacak?" diye soruyorlar. Filistin atının birden çok süvari tarafından sürülmesine onay vermemiz mümkün değildir. Bunun için yoldaş Usame'nin de dediği gibi, el-Fetih'le temsil edilen Filistin yönetimi, Filistin solu ve İslami direniş hareketleri gibi etkin direniş grupları ortak stratejiler geliştirmek üzere bir araya geldiler. Bu tartışmalarda intifadanın siyasi hedefi, mücadelenin sevk ve idare yöntemleri ile iç savaş ihtimali bulunan Filistin'de iç düzenlemelerin nasıl yapılacağı şeklinde üç başlık öne çıktı. Hiç kuşkusuz çözüme yönelik önemli adımlar atıldı ancak hala çözmemiz gereken ciddi sorunlarla karşı karşıyayız. Bu konuları tartışırken de açık olmalıyız, ayrılıklarımız ve tartışmalarımız davamıza olan aşkımızı etkilemez.
Bu noktada ben, görüşmeleri sekteye uğratan taraf olarak işgal güçlerini görüyorum. Çünkü Siyonist İsrail, sürekli ittifaka varma ve sükunete kavuşma imkanlarımızı hedef almaktadır. Hiç kuşkusuz Hamas ve İslami Cihad ile yapılan görüşmelerde önemli mesafeler kat edildi. Ama şunu unutmayalım ki, Filistin Özerk Yönetimi hala Oslo'ya bağlılığını sürdürmekte ve intifada seçeneğine sıcak bakmamaktadır. İslami direniş hareketleriyle aramızdaki en bariz ayrılık noktası şudur: Onlar intifadanın 1967'de işgal edilen topraklarla sınırlı kalmasını kabul etmiyorlar. Biz Filistin'in Akdeniz ile Ürdün nehri arasında kalan tüm topraklar olduğunu söylüyoruz ancak uluslararası konjonktür, BM kararlarından dolayı, bunu anlayışla karşılayacak bir durumda değildir. Uluslararası hukuka göre Filistin devleti ancak 1967 sınırları dahilinde kurulabilir. Sorunumuz dünya kamuoyuna nasıl hitap edeceğimizdir. Mesele bizim haklarımızın ne olduğu değildir. Uluslararası hukuka gelince, İslamcı mücahit güçler, BM ve uluslararası güçlerin Filistin dramından sorumlu olduğunu ve BM'nin ABD vesayetinde bulunduğunu söylüyorlar. Biz de diyoruz ki uluslararası hukuk, dünya kamuoyuna hitap etmemiz için kullanmamız gereken bir araçtır.
Direnişin, eylemin nerede, ne zaman ve nasıl gerçekleştirileceği gibi teknik boyutlarına gelince; her şeyden önce direniş grupları arasında organizeyi sağlayacak ortak eylem bürosuna sahip değiliz. Mevcut durumda gerçekleştirilen tüm istişhad eylemlerine rağmen sonuçta herkes kendi Leyla'sı için ağıt yakıyor.
Temsil konusuna gelince: Solcuların, mevcut yönetimin ve İslamcıların gücünün ne kadar olduğunu bizim takdir etmemiz doğru değildir. Bunu belirleyecek Filistin halkıdır. Bunun için gelin aramızdaki ortak paydada buluşalım ki o da bir an önce seçimlere girmektir. Filistin toplumu, çeşitli siyasi, fikri ve dini eğilimleri olan çok kültürlü laik bir halktır. Bizimle birlikte Yahudiler ve Hıristiyanlar var, Siyonizm'e karşı mücadele veriyorlar. Bunun için ortak paydada buluşup ortak bir dil geliştirmeliyiz. Hiç kimse ortak paydalar olmadan milli cephede faaliyet göstermek istemez. Bundan dolayı ötekini yok sayma ve boykot etme mantığı olamaz. El-Fetih'in bulunduğu yerde Hamas olmaz denmesi doğru değildir. Filistin solu 40 yıl boyunca çağdaş Filistin devrimi için gençlerini feda etti. Bu şehid ve yaralıların sayısı, şu an arenada olan tüm grupların verdiği kayıplardan kat kat daha fazladır. 40 yıldır sürdürülen bu direniş tarihini yok saymamız ve rolünün bittiğini iddia etmemiz doğru olur mu? Bu noktada bizler sorunlarımızın çözümünde ve aldığımız kararlarda bölgesel müdahalelerin etkisinde kalmamalıyız, bağımsız hareket edebilmeliyiz. Ortak paydalar etrafında birleşmeliyiz; çünkü halkın karşısına bölük pörçük çıkarsak, bu halk bize güvenmeyecek ve o zaman hepimiz kaybetmiş olacağız.
- Son dönemde İslamcılar ile solcular arasında geçmiş yıllara kıyasla ciddi bir işbirliği gözlemliyoruz. İngiltere'de, Türkiye'de ve son olarak geçtiğimiz günlerde Lübnan'da bunun örneklerini gözlemledik. İslamcılar ile çoğunluğunu solcuların oluşturduğu küreselleşme karşıtlarını aynı platformlarda görüyoruz.
Bu gelişmelere paralel olarak son yıllarda Filistin'deki İslamcı ve sol güçler ortak eylemler yapıyorlar, Hamas'ın cenaze merasimlerinde Halk Cephesi'nin veya Demokratik Cephe'nin temsilcilerini, bayraklarını görebiliyoruz. Aynı şekilde sol grupların düzenlediği merasimlere de İslamcılar iştirak ediyorlar. Hatta ortak askeri operasyonlar düzenliyorlar. Daha önceleri bu oranda bir yakınlık ve işbirliği yoktu. Tarafları bu gibi ortak zeminlere iten nedenler sizce nelerdir?
Ebu Hani: Bildiğiniz gibi biz ülkemizin özgürlüğü için mücadele vermekteyiz. Özgürlük hareketleri de sürekli düşmanla bir zıtlık ve çatışma içinde bulunurlar. Teknik ve stratejik olarak, ana çekişmeyi ve çatışmayı bırakıp ikincil zıtlıklarla meşgul olmak doğru değildir. Filistin bizimdir ve herkes bu toprakların özgürlüğü için mücadele veriyor. Bu salt bir tarafa özgü bir şey değildir. Bundan dolayı da bizler İslami direniş gruplarının bu amaca yönelik mücadelelerini takdir ediyoruz ve onlarla bilgi alış verişi, siyasi tutum ve direnişle ilgili diğer bir çok alanda işbirliğine gidiyoruz.
Aynı şekilde sizin de ifade ettiğiniz gibi küreselleşmeye ve ırkçılığa karşı dünyada işbirliği imkanları geliştiriliyor. Bilgi Devrimi, vahşi kapitalizme ve ırkçılığa karşı herkesin birleşmesine olanak sağladı. Bundan dolayı zulüm ve haksızlığa karşı olan dünyadaki herhangi bir muhalif gücün zaferi diğerlerinin de zaferidir. ABD sadece kendi çıkarlarını gözetmektedir. Yıllarca komünizm tehlikesini dillendirdi, şimdi de İslami tehlikeyi diline doluyor. ABD'de malum çevreler, medeniyetler çatışmasından söz ediyorlar ancak biz çatışmanın siyasi olduğu kanaatindeyiz. ABD'deki Hıristiyan sağcılar ile İsrail'deki Siyonist sağcılar, Ortadoğu'da gerginlik yaratmak ve sonuçlarını tahmin dahi edemeyeceğimiz patlamalar gerçekleştirmek amacıyla işbirliği yapıyorlar. Biz, her alanda direniş imkanlarının birleştirilmesini, Filistin'de Arap aleminde ve tüm dünyada devrimci güçlerin, direnişçilerin ve İslamcıların direnişin küreselleştirilmesi için işbirliği yapmaları gereğine inanıyoruz. Çünkü Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra bozulan uluslararası güç dengelerinin, caddelere dökülen dünya halklarınca değiştirilmesi ve yeniden dengede tutulması gerekir.
- Tam da bu noktada; Filistinli direniş gruplarının küreselleşme karşıtlarıyla irtibat kurma, ilişki geliştirme ve yardımlaşma konularında yetersiz kaldıklarını gözlemliyoruz. Seattle, Durban, Porto Alegre ve Cakarta'daki uluslararası toplantılarda Arapların ve Filistinlilerin hissedilir bir ağırlıkları yok, sadece birkaç kişi temsilen katılıyor; oysaki bu toplantıların ana gündem maddelerini Filistin ve Irak oluşturuyor.
Ebu Hani: Filistin halkı tüm eğilimleriyle, küresel emperyalizmin yeni oyunlarına karşı her gün mücadeleyi sürdürüyor. ABD ve Siyonizm'in planlarının bölgede kökleşmemesi için kanını akıtıyor. Birkaç yıl önce Şimon Peres'in önerdiği Ortadoğu projesi ile şimdiki Büyük Ortadoğu Projesi, İsrail'in bölgede normal ve meşru bir devlet olarak dayatılmasını, siyasi, ekonomik ve askeri tahakkümünün sağlanmasını amaçlamaktadır. Filistin halkı, direniş meydanlarında gerçekleştirdiği günlük mücadeleyle, Irak ve Filistin'de ABD-İsrail ikilisinin planlarını boşa çıkarmaktadır. Bu da fiili olarak küreselleşmeye karşı koyuştur. Bununla birlikte bizler, vahşi küreselleşmeye karşı her türlü işbirliği için elimizi uzatıyoruz. Çünkü mücadele ulusal sınırları aşmıştır. Fiziki olarak bir araya gelmezsek bile bilgi devriminin sağladığı imkanlarla ilişkiler geliştirebiliriz. Durban'da, Seattle'de hatta bir kaç gün önce Beyrut'ta düzenlenen toplantılarda dayanışma şekli, talepler, sosyal sorunlar ve demokrasi istekleri olarak ortaya çıktı. Bununla birlikte bizler tanklarla, uçaklarla ithal edilen ABD demokrasisini reddediyoruz. Filistin'de Amerikan demokrasisini istemiyoruz. Biz iki olguya karşı mücadele ediyoruz; birincisi küreselleşmenin Filistin'deki fiziki varlığıdır, ikincisi de ABD'nin dünyaya pazarladığı sahte demokrasidir. Bizim dışımızdakiler ise, bu çabalarımızı tamamlayarak bizimle kesişmiş oluyorlar. Bir zamanlar ABD ve İsrail, sadece Filistinlilerin ve Arapların düşmanıdır deniyordu. Oysaki sömürü ve zulüm, Malezya'daki Müslüman ile Kosova'daki Hıristiyan'ı birlikte hedef almaktadır. Çünkü sömürü ve zulüm, kişiler arasında, dinler arasında bir ayrım yapmaz. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir; Filistin direniş güçleri tam bir kuşatma altındadırlar, ABD direniş gruplarını terörist ilan etmiştir.
et-Temimi: Arkadaşım Ebu Hani'nin dediklerine ek olarak; ABD yönetimini, 11 Eylül'den sonra yaralı vahşi hayvan gibi davranıyor. BOP, İsrail'in yabancı unsur olarak bulunduğu bölgede normalleştirilmesini amaçlamaktadır. İsrail uluslararası emperyalizmin dolayısıyla Amerika'nın bölgedeki ileri karakoludur ve bu plan tüm bölge ülkelerinin ABD-İsrail ikilisine boyun eğdirmeyi amaçlamaktadır. BOP'un bir diğer amacı ise, İsrail'i bölge ekonomisinin belkemiği yapmak, ekonomik bir merkez/üs haline getirmektir.
Bir yandan ABD, BM'nin himayesinde Şaron'un cinayetlerine ve yıkımlarına açıkça destek vermektedir. Öte yandan biz ciddi bir olguyla karşı karşıyayız. Afganistan ve Irak her gün bombalanıyor. Demokrasi vaatleri, azınlık ve insan hakları iddialarının tümünün yalan olduğu ortaya çıktı. Çünkü onlar, Halepçe katliamını işlerken Saddam'ı desteklediler, kimyasal silahları İngilizler Saddam'a verdiler. Halepçe katliamı işlenirken ABD yönetimi neredeydi? Halepçeliler boğazlanırken İngilizlerin vicdanı neredeydi? Onlar yalancıdırlar, iki yüzlüdürler ve halkların iyiliğini kesinlikle istemiyorlar. Yüzyıllar boyu sürecek fitne tohumlarını bölge halklarının arasına ekiyorlar. Bu noktada ininden çıkan ve küreselleşen vahşi emperyalizme karşı direnişin küreselleşmesi gerekiyor.
- Çok doğru. Gerçekten de küresel emperyalizme karşı direnişin de küreselleşmesi gerekiyor. Bu bilinçle bizler de burada intifadanın küreselleşmesi sloganını eylem ve söylemlerimizde dillendiriyoruz.
Bir diğer konuya geçecek olursak; bilindiği üzere, "Taş İntifadası" olarak da bilinen birinci intifada taş atan çocukların ön plana çıktığı sivil bir direnişi temsil ediyordu. Aksa İntifadası ise daha ziyade silahlı bir direnişe evrildi ve Birinci İntifada'ya göre uluslararası destekten de yoksun. Buradan hareketle bazıları Filistin'de silahlı direnişin başlatılmasını hata olarak görmeye ve eleştirmeye başladı. Hatta Güney Afrika'da Mandela ve Hindistan'da Gandi'nin başarılı mücadeleleri bu yöntemin Filistin'de de uygulanması gerektiği konusunda örnek olarak gösteriliyor.
Biz şunu merak ediyoruz: Filistinli direniş grupları arasında bu konu gündem oluyor mu? Yani tüm gruplar silahlı direniş konusunda bir konsensüs oluşturmuş durumdalar mı yoksa farklı görüşler de var mı?
et-Temimi: Filistin'deki demokratik, milli ve İslami tüm direniş grupları, Siyonist işgale karşı sürdürülen direnişin mümkün olan her araçla yapılması konusunda müttefiktirler. Bununla birlikte maalesef Filistin'de barışçıl intifadaya çağıran Amerikancı bazı cılız sesler duyabiliyoruz. Biz onlara diyoruz ki, Şaron'un kıyım politikalarına karşı sivil direniş veya barışçıl intifada ile karşı koyamayız. Şaron, Amerikan uyruklu ve Yahudi asıllı olan Rachel Corrie gibi Filistin halkıyla dayanışan yabancıları dahi ezerek öldürdü. Yine birçok gazeteci ve muhabir de İsrail askerlerince öldürüldü. Bundan dolayı biz Siyonist işgali defetmek için her aracı kullanmalıyız. Kitlesel eylemlerle, gösterilerle, taş intifadasıyla ve silahlı direnişle bu mücadeleyi sürdürmeliyiz. Çünkü tüm bunlar birbirini tamamlayan şeylerdir. Biri diğerinin alternatifi değildir. Aksa İntifadası silahlı direniş midir? Evet silahlı bir direniştir, çünkü İsrail'in yıkımlarının dozu, intifadayı silahlı olmak durumunda bırakmıştır. Tabii tüm dünyada olduğu gibi Filistin'de de işgalciler ile toprakları işgal edilmiş olanlar arasında bir güç dengesi yoktur. Bundan dolayı elimizdeki tüm imkanları kullanarak direnmek zorundayız. Açıkçası Filistin'de Yeşiller gibi grupların olması mümkün değildir. Devasa tanklara ve katil savaş uçaklarına karşı, barışçıl eylemlerden ve doğanın korunmasında falan bahsedemeyiz. Filistin'de Amerikancı bu tür sesler var, ancak gerçekten çok az ve cılızlar. Filistin toplumunda etkin değiller.
Ebu Hani: Bizim acı çektiğimiz gibi onlar da acı çekmeliler. Filistinlilerin kanı ucuz değildir. Anglo-Sakson emperyalizmin Kızılderililere yaptıklarını bir kez de biz yaşamak istemiyoruz. Halkımızın önünde silahlı direnişten başka bir alternatif kalmamıştır. Biz uluslararası kararların uygulanmasını istiyoruz. Biz, topluca ölmemek ve davamızı yaşatmak için gençlerimizi ölüme gönderiyoruz. Hiç kimse çocuklarının ölmesini istemez. Irkçı Siyonist toplum ancak şiddetten anlıyor. Tevrat'tan kaynaklanan inançlarından dolayı can kayıpları onları çok sarsıyor. Tabii ki kitlesel halk hareketleri çok önemli ve bizim bu aracı kullanmamız gerekiyor ancak Siyonist güçler, Birinci İntifada'da olduğu gibi, bu aracın kullanılmasına imkan tanımıyorlar.
- Şaron'un Gazze'den tek yanlı çekilme planı, intifadanın kazanımı olarak görülebilir mi? Ayrıca Şaron'un bu planı İsrail'de ciddi tepkilere neden oldu, yüz binlerin katıldığı eylemler gerçekleştirildi. Bazı hahamlar Şaron'un öldürülmesine yönelik fetvalar yayınladılar. Şaron da tüm bu gelişmelerden sonra İsrail'de iç savaş çıkması tehlikesinden bahsetti. İsrail'de iç savaş çıkması zayıf bir ihtimal olsa dahi, bunun Şaron tarafından telaffuz edilmesi yine intifadanın bir kazanımı değil midir?
Ebu Hani: İsrail toplumu radikalizme meyillidir. Sosyalist ve işçi partiler de buna dahildir ki biz bunları sol olarak tanımlamıyoruz. İsrail'deki demokratik güçler de böyledir. İşçi Partisi, Ben Gurion'dan bu yana Filistinlilere karşı yıllarca savaşmıştır. Şaron iktidara "Bırakın Ordu Kazansın!" sloganıyla geldi ve intifadayı yüz günde bitireceğini vaat etti. Şu anda bin dört yüzüncü güne ulaşmak üzereyiz. Şaron'un ölümle tehdit edilmesi çok normal. Daha birkaç yıl önce Rabin, Golan Tepeleri'nden çekilme ihtimalinden söz etti ve bu konuda görüşmeler yapılabileceğini söyledi, onu hemen öldürdüler. İsrail'deki Siyonist ırkçı güçler, sabitelerine yönelik en ufak tehlike söz konusu olduğunda kimseyi affetmezler. Bundan dolayı bizler Siyonist toplum içindeki çelişkileri kullanmalıyız. Dünya kamuoyuna uluslararası haklarımız çerçevesinde barış istediğimizi ilan etmeliyiz. Siyonistler böyle bir barışa yanaşmazlar ve onları zor durumda bırakmış oluruz.
Filistinlilerin ortak tutum belirlemesi, uygun siyasi manevralar geliştirmesi, başarılı medya propagandası yapması, Araplar ve dünya ülkeleriyle dayanışması gerekir. Daha sonra İsrail toplumundaki demokratik ve barış yanlısı gruplar ile insan hakları kuruluşlarını harekete geçirerek, yerel ve uluslararası uygun kamuoyu oluşturup şiddete ve ırkçılığa karşı çıkılabilir.
Onlar, Gazze'den bir anlaşma çerçevesinde çıkmak istiyorlar. Bizler ise, hiçbir anlaşma olmadan intifadanın etkisiyle çıkmak zorunda kalmalarını istiyoruz. Biz Lübnan'daki Hizbullah'ın başarısını örnek alıyoruz. İsrail Güney Lübnan'dan çekilirken hiçbir anlaşma yapmadan kaçmak zorunda kaldı. Biz de böyle zafer istiyoruz.
- Röportaj için teşekkür ediyoruz. Türkiye coğrafyasında yaşayan Filistin ve İntifada dostları olarak sizleri: "Bi'r-ruh bi'd-dem nefdîke ya Aksa!" mesajıyla selamlıyoruz. İstanbul, Ankara, Diyarbakır, Bursa, Tatvan ve birçok şehirden Kudüs'e, Ramallah'a, Gazze'ye, Batı Yaka'ya, Cenin'e, Han Yunus'a: "Küresel Barbarlığa Karşı Küresel İntifada" sevdamızı iletmenizi rica ediyoruz.
Röp. Mustafa Eğilli