ABD'nin Irak'a karşı başlatmaya hazırlandığı saldırganlığı sadece Irak'la sınırlı olmayan kapsamlı hegemonya savaşının bir adımı olarak değerlendirenler ne yazık ki, öngörülerinde yanılmadılar. Irak'ın istilasıyla birlikte tüm dünya ve hassaten de Ortadoğu'ya yönelik olarak emperyalist kuşatma tehdidi ivme kazanmış görünüyor. Gerek Üçüncü dünya ülkeleri, gerekse de Amerikan yayılmacılığını kendileri için bir tehdit olarak algılayan Avrupalı ve Asyalı bazı büyük güçler ABD'nin "Irak şovu"ndan sonra Amerikan tekebbür ve dayatmasından daha fazla endişe ve rahatsızlık duymaktalar. Bu endişe sadece Suriye, İran, Kuzey Kore gibi zaten geleneksel olarak ABD tarafından sorunlu olarak görülen ülkelerle sınırlı kalmıyor. ABD'nin hiçbir uluslararası hukuk, kurum ya da teamül gözetmeksizin dünyayı kendince dizayn etme girişimleri Rusya'dan Çin'e, Fransa'dan Almanya'ya kadar çıkarları, Amerikan çıkarları ile çelişen güçlü ülkelerce de paylaşılan bir endişe kaynağı oluşturmakta.
Ama şüphesiz Irak'ın istilasıyla kendini en fazla tehdit altında hisseden halk Filistin halkı olmalı. Uzun zamandır Ortadoğu'da barışı tesis etmek ve terörü bitirmek adına ABD yönetimi zaten İsrail'e tam destek sunuyordu. Buna karşın Filistinlilere ise ya haksız, adaletsiz, İsrail'e teslimiyeti içeren bir konuma razı olma, ya da her türlü hukuksuzluğa, işkence ve katliama maruz kalma şıklarından biri dayatılıyordu. Irak savaşının bir hedefinin de savaş sonrasında Ortadoğu'yu yeniden şekillendirme olacağını aylar öncesinden ilan eden ABD bugün, açık bir biçimde bölgeye yönelik hesaplarını masaya koymuş halde.
Daha Irak'ın istilasının tamamlanmasından da önce Suriye'ye tehdit yağdırılmaya başlanması, ABD'nin İsrail merkezli bölge düzenleme çabalarına hız vereceğinin bir göstergesidir. Aynı şekilde Filistin'de Arafat yönetiminin zayıflatılması çabalarının bir unsuru olarak Ebu Mazin kabinesinin Amerikan çevrelerince desteklenmesi de dikkat çekicidir.
Suriye niçin tehdit kabul ediliyor? ABD'nin Iraklı yöneticilerin bu ülkeye sığındığı ya da Suriye'nin kitlesel imha silahları geliştirmeye çalıştığına dair iddiaların bahane olmaktan öteye gitmediğini tüm dünya biliyor. Yine herkes biliyor ki, Suriye'nin hedef seçilmesinin biricik gerekçesi bu ülkenin İsrail'i rahatsız eden birtakım faaliyetler içinde bulunmasıdır. Öncelikle İsrail ile anlaşmaya yanaşmaması, Lübnan'da başta Hizbullah olmak üzere İsrail işgaline karşı direnen hareketleri desteklemesi, ilaveten Suriye'nin Filistinli direniş örgütleri için bir üs konumunda bulunması bu ülkeyi İsrail ve onun patronu ABD açısından tehditkar ülke konumuna oturtuyor.
ABD ve İsrail, Irak'ta elde ettikleri sonucun da verdiği güvenle Suriye'yi köşeye sıkıştırmak için en uygun vasatı yakaladıklarını düşünüyor olmalılar. Son günlerde Suriye'ye yönelik artan baskılar bu durumu yansıtıyor. ABD yönetiminden Suriye'ye bir yandan tehditler yağarken, bir yandan da uzlaşalım, anlaşalım mesajları gidiyor. İzlenen havuç ve sopa politikasının en somut ifadesini ABD Dışişleri Bakanı Powell Şam ziyaretinde dile getirdi. Suriye'ye eğer "uslu" durmazsa sıkıntıyla karşılaşacağı resmen bildirildi. "Şimdilik" kaydıyla, askeri operasyon dışındaki seçenekler, yani diplomatik baskılar ve ekonomik yaptırımlar üzerinde durulacağı kaydedilirken, gerektiğinde askeri seçeneğin de devreye girebileceği kibarca hatırlatılmış oldu.
Tüm bu gelişmeler Filistin odaklı emperyalist-Siyonist kuşatmanın önümüzdeki süreçte artarak devam edeceğini göstermekte. Müstekbir güçler dayanışma içine girerek Filistin'in sömürgeleştirilmesi işleminin tamamlanmasını hedefliyorlar. Bu durum karşısında Müslümanların da Filistin direnişini bugün dünden daha fazla sahiplenmeleri ve Filistin direnişiyle dayanışmalarını artırmaları bir gereklilik olarak belirginlik kazanmakta. Şüphesiz Ümmet'in bu kanayan yarasına karşı duyarlı olmak her zaman için bir görevdi ama görünen o ki, bugün bu görev daha fazla kendini hissettiriyor. Bu doğrultuda yapılabilecekler üzerinde çokça kafa yormak gerek. Yapabileceklerimiz elbette bugüne dek yaptıklarımızla sınırlı kalmamalı, daha fazla, daha güçlü ve nitelikli çabalar üzerinde durmalıyız.
İşte tam bu noktada yeni yayın faaliyetine başlayan üç aylık "Kudüs" dergisi, Türkiyeli Müslümanların Filistin mücadelesine ilişkin dayanışma ve sahiplenme sorumluluklarının güzel ve anlamlı bir örneğini teşkil etmektedir. Geniş bir katılım ve destekle şekillenen "Kudüs" dergisinin Türkiye'de duyarlılık sahibi okuyucu kitlesini Filistin'de yaşanan gelişmeler hakkında doğru bilgilendirme yanında, doğru tavır ve eylemlere de sevketme çabasında öncü bir rol oynayacağını umuyorum. Türkiyeli Müslümanların Filistin sorunu ve Kudüs konusunda bir bilinç ve duyarlılık geliştirme çabalarını içinde bulunduğumuz şu günlerde "Kudüs" dergisini sahiplenerek ve katkıda bulunarak göstermeleri yerinde olacaktır.