The Contemporary Müslim Movements in the Phillippines (Filipinler'de Çağdaş İslami Hareket), Cesar Adib Majul. Berkeley, Mizan Press, 1985, 162 sahife.
Kitap, çoğunluğu güney adaları Mindanao, Palavan, Basilon ve Sulu Archipelago'da yaşayan 5,5 milyon Filipinli Müslümanın özerklik ve eşitlik hakları için yapmış oldukları mücadeleyi anlayabilme hususunda fikir vermeyi hedefliyor. 55 milyonluk ülkede katolikler çoğunlukta (%85). Ülkenin 7100 adası üzerinde yaklaşık 75 etnik grup yaşamını sürdürürken, Müslümanlar da 12 etnik-dil grubuna mensub bulunuyor. Fakat bütün bu bölünmüşlüğe rağmen, Filipinli Müslümanların İslami dayanışma ve evrensel İslam ümmetine ait olma anlayışları etnik ve ulusal sınırların ötesine geçmiş bulunuyor.
İspanyollar 1565'te bir koloni kurmak ve oranın insanlarını Hıristiyanlaştırmak için Filipinler'e geldiklerinde, İslamiyet Mindanao ve Sulu Archipelago'ya çoktan yerleşmiş bulunuyordu. Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasındaki uzun süreli yıkıcı savaşlar, sonuç olarak arkasında günümüze kadar uzanan bir gerginlik ve çatışmayı miras bırakıyordu. Ondokuzuncu yüzyılın son çeyreğinde, İspanya'nın resmi politikası Morolar'ın din değiştirmeleri üzerine yoğunlaşmaktan ziyade Morolar'ı uysal ve itaatkar teba haline getirmeyi hedefliyordu. Fakat İspanyol misyonerler de Müslümanların daha iyi teba olabilmeleri için ilk önce Hıristiyanlaştırılmaları gerektiği hususunda sömürge hükümetini ikna etmeye çalışıyorlardı.
Filipinler 1889'da Amerika'nın sömürge denetimi altına girdi. Amerikalılar, İspanyollar'ın aksine Müslüman-Hıristiyan düşmanlığını körükleyici politikalar uygulamak yerine, Müslüman topraklarına binlerce Hıristiyanı yerleştirerek klasik Amerikan stratejisi olan bölgesel istila planına işlerlik kazandırdılar. 1935-1942 yılları arasında İngiliz hükümeti ve Filipinler Cumhuriyeti'nin kontrolü altında devam eden bu yerleştirme hareketi Müslümanların Filipinli Hıristiyanlara ve ulusal hükümete olan güvensizliklerini artırdı.
1942'deki Japon işgaline karşı gösterilen direniş Müslüman ve Hıristiyanların birlikte hareket edebileceklerini gösterdi. Temmuz 1946'da Filipinler Cumhuriyeti'nin ilanından sonra Müslümanlar yeni yönetimde bölgesel ve ulusal konumlar almalarına ve iki büyük partiden birinin üyesi olarak seçimlere girip milletvekilleri çıkarmalarına rağmen, bir çok Müslüman çeşitli sebeplerden dolayı Hıristiyanların ulusal kimlik anlayışlarını paylaşmadı.
Birinci sebep olarak, Hıristiyan Filipinliler emperyalist zihniyeti miras aldıklarından dolayı Müslümanlara İspanyollar ve Amerikalılar'dan farklı bir şekilde davranmamışlardı. Filipinli milliyetçi liderler Müslümanlara karşı sömürgeci bir konumu benimsemişlerdi. Zaten Müslümanlar da Manila Hükümetini İspanyol ya da Amerikan sömürge hükümetinden farklı bir şekilde algılamıyorlardı. İkinci sebep, özellikle kişisel ve aile ilişkilerini kapsayan milli yasalar, Müslümanların şeriata olan bağlılıklarını kaale almıyorlar ve böylece onların kimliklerinin en bariz temelini hiçe sayıyorlardı, Üçüncü sebep, Filipinli çocuklar için düzenlenmiş eğitim sistemi ve tekdüze ders müfredatı, Müslüman çocukların eğitimsel ihtiyaçlarım hesaba katmıyordu. Dördüncü sebep, Hıristiyan göçmenlerin Mindanao'ya devam eden akımları, Müslümanların çoğunluk konumundan azınlık konumuna (%30) düşmelerine sebep olmuş bu da Müslümanların kinlerinin artmasına yardımcı olmuştu. Müslümanlara göre; hükümetin politikası, kendilerini dağıtmak ya da bölgesel sınırlar içerisine hapsetmekti. Çünkü, Müslümanlar ayrı bir tarih ve ayrı bir toprağa mahkum edilmek suretiyle benlikleri silinebilir ve ulusal yapıya entegre edilebilirdi. Fakat böyle bir strateji sadece Müslümanların farklı bir benliğe sahip oldukları anlayışını kuvvetlendirmeye yaramıştır. Bütün bunlarla birlikte, Müslümanların geçmişteki sosyal ve ekonomik şartların bilincinde olması, onların ulusal yapıya karşı soğuk durmalarına sebep olmuştur.
Mart 1968'deki Filipinler Ordusunun karıştığı Jabidah Katliamı gerginliği yükseltirken; pek çok silahlı örgütün çoğalmasına da sebep oluyordu. Bunlardan bir kısmı Hıristiyan belediye başkanlarına ve politikacılarına bağlanırken, diğerleri de Müslüman liderlere bağlanıyorlardı. Müslümanların peşpeşe katledilmelerini, Kuzey Kotabato'daki Upi kasabası örneğinde olduğu gibi, Müslümanların Mindanao kasabalarından iyi eğitilmiş, askeri üniformalı ve son derece gelişmiş silahlarla donatılmış Hıristiyan gerillalarca dışarı atılmaları izliyordu. Hıristiyan politikacılar açıkça Mindanao'da Hıristiyan sömürgeler kurulmasını ihtiva eden planın ikinci yarısını tatbik ediyorlardı. Silahlı Hıristiyan eşkıyaları tedhiş eylemleri ve katliamlar düzenlemek suretiyle Müslümanları kasabalardan ve barriolardan kaçmaya zorluyor ve böylece Müslümanların ağırlıklı olduğu gelenekselleşmiş güney bölgelerini Hıristiyan politikacıların büyüyen gücüne açmayı hedefliyordu. Hıristiyan silahlı birlikleri Müslüman bir barrioya saldırdıklarında, polis teşkilatı hem Müslümanları korumakta başarısızlığa uğramakta, hem de bütün zamanını adalet ve nizamı sağlamak için olay mahalline ulaşmakta harcıyorlardı. Diğer taraftan Müslümanlar bir saldırı düzenlediklerinde karşılarında daima Cumhuriyetin silahlı askerlerini buluyorlardı.
Bütün bu katliamlar boyunca (19 Haziran 1971'de Hıristiyan birlikler tarafından gerçekleştirilen Manili köyü katliamı ve 22 Kasım 1971'de hükümet ordusu tarafından gerçekleştirilen Tacup katliamı), hükümet katillere karşı tavır alma konusunda kesin bir gönülsüzlük gösterdi. Anlaşmazlığın ağır bir soykırım kampanyasına dönüşmesi, Müslüman savunma güçlerinde geniş bir organizasyon kurma anlayışını geliştirdi ve sonuçta da Moro Ulusal Kurtuluş Cephesi [MNLF] ve onun askeri kanadı olan Bangsa Moro Ordusu LBMAJ kuruldu.
Marcos'un 21 Eylül 1972'de sıkıyönetim ilan etmesiyle önem kazanan MNLF özerklik mücadelesini (zaman zaman da tam bağımsızlık istekleri) ve Filipinler hükümetiyle günümüze kadar devam eden görüşmeleri başlattı. Başlayan bu görüşmeler Libya'nın da aktif katılımıyla İslam ülkeleri Dışişleri Bakanları Konferansı tarafından devam ettirildi.
Yazar, kitabın beşinci, altıncı ve yedinci bölümlerinde; 1978'e kadar olan görüşmeler ve bu görüşmelerde Müslüman hükümetlerle birlikte ICFM'nin rolü, Müslüman liderler arasındaki çekişmeler, muhafazakar liderlerin MLNF'nin liderliğini zorla ele geçirme çabaları, Bangsa Moro Kurtuluş Örgütü [BMLO]'nün ve Filipinler Müslüman Birliği [MUSHAPHIL]'nin kurulması ve bunların MLNF'nin Müslümanların tek temsilcisi olduğu iddiasını tehdit etme çabaları, MLNF'nin kendi içindeki hizipleşmeleri ve MLNF'den ve BMA'dan hükümete olan kopmalar ve son olarak da hükümetin Güney Filipinler için kendi terimleri ile tanımladığı bir özerkliğe işlerlik kazandırma ısrarı üzerine yoğunlaşıyor.
Son bölüm ise, çoğulcu bir toplumda barış ve özerklik ihtimalleri üzerine yoğunlaşıyor. Yazar, hükümetin Müslümanlar için anlamlı ve kabul edilebilir bir özerkliği onaylanması için zorlanması gerektiğini ve Müslümanların daha iyi bir geleceğe sahip olmalarının şimdiye kadar olan kazanımlarını, ellerinde tutup tutamayacakları ve kullanıp kullanamayacaklarına bağlı olduğunu söylüyor. Yazar, Müslümanların İslam'ın bütünlüğünü korumalarının önemini ve İslam'ın ahlaki, sosyal ve kültürel ideallerini günlük pratiğe dökerek yerine getirmeye gayret ettiklerini belirtiyor. Yazar, İslam'ın politik ideallerinden bahsetmiyor ve bu idealleri ayrıntılı bir şekilde incelemekten kaçmıyor. Toplumunun ateşli bir sempatizanı olarak, Manili ve diğer yerlerdeki katliamlardan sonra 21 Temmuz 1971'de Müslüman liderler tarafından yayınlanan bildiriyi İmzalayanlardan birisidir yazar. Aynı zamanda onu Ocak 1975'te MLNF liderleriyle görüşmek için oluşturulan ilk hükümet panelinin bir üyesi olarak görüyoruz. Görüşmelerde ılımlı eğilimler gösteriyordu. Onun bu ılımlığı kendisini Filipinli Müslümanların problemlerinin genişliği ve derinliği hususunda anlayışsız kılmamasına rağmen, bu ılımlılık Müslümanların mücadelesini ideolojik bir açıdan değil de, sadece politik, yasal, idari açıdan görmesi yanılgısına düşmesine sebep oluyordu. Aynı zamanda iyi bir devlet memuru olarak, MLNF'nin programlarının ideolojik kapsamına ve hedeflerine çok az bir duyarlılık gösteriyor. Yazar; Filipinli Müslümanların Üçüncü Dünya ülkelerinin mücadelesinde ideolojik bir topluluk olarak oynayacakları role hemen hemen hiç ilgi göstermiyor.
Belki de politik özerklik için mücadele etmekten daha önemlisi ahlaki, manevi ve akli özerklik için mücadele etmektir. Müslümanlar böyle bir özerkliği -değerli bir hedef ve onların problemlerine temel bir çözüm olarak- elde etmeye çalışmalı ve bu özerkliğe sadece kendilerinin değil, bütün Filipinlilerin -ülkelerini mevcut durumdan kurtarmak için- ihtiyacı olduğunu bilmeliler. Tarih, Müslümanları ve Filipinlileri ekonomisi 60 Mestizo ailesi tarafından yönetilen ve nüfusunun dörtte üçünden fazlasının fakirlik sınırı altında yaşadığı bir ülkenin kötü kaderine ortak yapıyor. Ülke şu anda uzun vadeli 27 milyon dolarlık bir dış borç yükünün altında. Ayrıca 333 yıllık İspanyol sömürge yönetimi, 90 yıllık Marcos diktatörlüğü tarihsel bir engel olarak çıkıyor karşılarına. Onlar ekonomik geleceği açıkça yabancı alacaklılara satılmış, kültürel kaderi geniş bir şekilde Batı'nın kültür emperyalizmi tarafından belirlenmiş, toprağı -Amerikan askeri üsleri yüzünden- muhtemel bir gerginlik halinde birbirine düşman iki emperyalist gücün çarpışacağı bir yer olma tehdidiyle karşı karşıya olan ve geleceği uluslararası kapitalizmle ittifak halinde olan Batı yanlısı rejimle doğu emperyalizmi tarafından desteklenen ve silahlandırılan komünistler arasında çıkacak feci ve kesinlikle anlamsız bir çatışmanın tehditi altında olan bir ülkenin kaderini paylaşıyorlar.
Bu kitap temel olarak Filipin Müslümanlarının nelerle karşılaşabileceği ve neleri hak ettiği konusuna dikkatleri çekiyor, fakat bu Üçüncü Dünya ülkesinin içinde bulunduğu çıkmaza ilişkin ne yapabilecekleri ve nasıl bir katkıda bulunabilecekleri hususuna pek bir ışık tutamıyor. Halbuki bu cemaatin -ki sıradan bir etnik veya 'dini' değil, ideolojik bir cemaat olması söz konusudur- sahip olduğu potansiyelin bütünü bu noktada düğümlenmektedir.
Çev.; Murat Yörükoğulları