Fildişi Sahili’nde 5 ay önce yapılan cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrası yönetimi devralmak isteyen Alassane Ouattara yanlıları ile görevi devretmek istemeyen Devlet Başkanı Laurent Gbagbo taraftarları arasında yaşanan çatışmalar sonucu, Abidjan’da 1 milyon, ülke genelinde ise 4 milyon insan evlerinden oldu. 70 binin üzerinde insan, komşu ülke Liberya’ya mülteci olarak sığındı.
Şiddetli çatışmalar sonucu, sadece 28 Mart - 30 Mart 2011 tarihleri arası, ülkede yaşamını yitiren insan sayısının 800’ü bulduğu duyurulmuştu. Gbagbo’nun yakalandığı 11 Nisan 2011 tarihine kadar geçen sürede ölü sayısı 1000’i buldu.
Peki, tüm bu olan bitenin ardında ne vardı?
Fildişi Sahili, dünya üretiminin yaklaşık %40'ını oluşturan ve Fransız şirketlerince işletilen kakao zengini bir ülkedir. Ayrıca bakır, elmas, kobalt, uranyum gibi başka madeni servetlere de sahiptir. Bu madenlerin genelini Fransızlar işletmektedir. Hatta oradaki mali kurumların geneline Fransızlar hâkimdir. Fildişi Sahili'nin yöneticilerinin yanı sıra sistemi de Fransa'ya bağlı olduğu gibi ekonomisi ve güvenliği de böyledir. Zira Fildişi Sahili'nde hâlâ ülkedeki hâkim zümreyi destekleyen ve sayıları 15 ila 20 bin arasında oldukları tahmin edilen sömürgeci Fransızları koruyan 900 unsurdan oluşan Fransız askerî bir kuvvet bulunmaktadır. Fildişi Sahili, Atlas sahilleri üzerindeki Gine Körfezi'ne düşmektedir. Dolayısıyla stratejik bir konuma sahip olup Fransız sömürgesi ve nüfuzu altında olan birçok Afrika ülkesi ile kuşatılmış bir durumdadır. Fildişi Sahili, Fransa'nın dilini ve kültürünü dayattığı Frankofon Örgütü'nün1 kalelerinden biri sayılır. Bu nedenle ekonomik ve stratejik yönünün yanı sıra Fransız sömürgeciliği bakımından kültürel bir öneme de sahiptir.
Tarihsel olarak bilindiği üzere Fransa, 1843 yılında Fildişi Sahili'ne girdi ve oranın bir Fransız vesayeti olduğunu ilan etti. Ancak Müslümanlar, Fransa'ya direndiler, onu hezimete uğrattılar ve orada İslam şeriatını tatbik eden bir İslami Emirlik ilan ettiler. Fakat Fransızlar, mücavir devletlerdeki kabilelerin yardımıyla Fildişi Sahili'ni işgal etmeyi ve oraya hâkimiyet kurmayı başardılar ve 1893 yılında oranın bir Fransız sömürgesi olduğunu ilan ettiler. De Gaulle döneminde -devletlerarası koşulların da tetiklemesiyle- şekli bağımsızlık verdikleri diğer Afrika devletlerinin çoğunda olduğu gibi 1960 yılında Fildişi Sahili'ne de bağımsızlık verdiler. 1960 ila 1993 yılları arasında Fildişi Sahili devlet başkanlığını, 1993 yılında vefat eden Fransa yanlısı Felix Boigny Hovi yürüttü. Felix Boigny, yönetimi boyunca doğrudan Fransa’ya dayandı ve ülkeyi, Fransa'nın talimatı doğrultusunda şekillendirerek Müslüman nüfusu ezdi.2
Öte yandan ABD, Fransız nüfuzunu kırmak ve kendi nüfuzunu yerleştirmek için çok çaba harcamıştır. Fildişi Sahili, bu nüfuz çatışması yüzünden olaylara ve kargaşalara tanıklık etmeye başlamıştır. 1999 yılının sonunda askerî bir darbe yapılmış, darbe lideri Robert Guei’nin vaadi sonrasında 22 Ekim 2000’de seçimler yapılmıştır. Ancak ABD'nin karşıt çabalarına rağmen Fransa, Laurent Gbagbo'yu seçimlerde iktidara taşımak yoluyla yönetimi elinde tutmayı başarmıştır. ABD ise farklı baskı araçlarını ve yöntemlerini kullanmaya devam etmiştir. Öyle ki, Fransa, Gbagbo'nun sonraki seçimlerde iktidardan düşmesi endişesine kapılmıştır. Bu nedenle 2005'te görevi bittiğinde, ABD'nin Gbagbo'ya ve rejimine yönelik artan baskıları ile uluslararası planda tecrit dayatması ve yaptırımlarda bulunması nedeniyle, seçimler altı kez ertelenmiştir. Seçimlerin ilk turu 2010 Ekim ayı sonunda, ikinci turu ise 2010 Kasım ayı sonunda yapılabilmiştir.
Laurent Gbagbo'yu destekleyen Anayasa Konseyi, %51,45 oy oranıyla seçimleri mevcut devlet başkanının kazandığını duyururken, Seçim Kurulu ise %54,1 oy oranıyla rakibi Alassane Ouattara'nın kazandığını duyurdu. ABD, Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyi, Seçim Kurulu'nun açıkladığı sonuçları kabul etti. Devlet Başkanı Gbagbo, Anayasa Konseyi'nin açıkladığı sonuçlara yaslanarak otoritede kalmakta ısrar etti ve ordu da onu destekledi.
ABD, BM ve GK'nın, Seçim Kurulu'nun ilanını, yani Gbagbo'nun düşmesini kabul etmeleri ve ABD’nin devam eden tehditleri karşısında Gbagbo, Amerikan politikası karşıtı bir çizgide Fransa'ya olan dostluğunu korumuştur. Ouattara3 ise IMF’deki konumundan bu yana, ABD’ye olan bağlılığını korumuştur. ABD, seçimlerin galibi ve ülkenin meşru devlet başkanı saydığı Ouattara'yı desteklemiş ve bu konu üzerinde devletlerarası bir kamuoyu oluşturmuş, onu BM’de desteklemiştir. Ouattara'yı Fildişi Sahili devlet başkanı olarak tanıyan ABD, bu hususta Güvenlik Konseyi'nde de bir karar çıkarttırmıştır.4 Bununla yetinmeyen ABD, Afrika Birliği'nin de Ouattara'nın seçimleri kazandığını destekleyen bir karar çıkarmasını sağlamıştır. Dünya kamuoyunu, devletlerarası ve bölgesel örgütlerin tamamını Gbagbo'ya karşı harekete geçirmiştir. ABD, Gbagbo'yu otoriteden indirmek ve otoriteyi Ouattara'ya teslim etmek için ayartma çabalarının yanı sıra yaptırım, baskı ve tehdit politikalarını da devreye sokmuştur.5 Böylelikle 9 Aralık 2010'da “Gbagbo otoriteyi Ouattara'ya teslim edinceye kadar Fildişi Sahili'nin birlikteki üyeliğini askıya aldığını” ilan eden Afrika Birliği'ni bu yönde harekete geçirmiştir. Aynı şekilde Batı Afrika Ekonomik Topluluğu da Gbagbo'dan yönetimi Ouattara'ya teslim etmesini talep etmiştir.
ABD’nin sopa ve havuç politikası olarak bilinen siyaseti, Fransa ve Afrika Birliği'ni bir anlaşma karşılığında seçim sonuçlarını Ouattara'nın galibi olarak teyit etmek zorunda bırakan devletlerarası bir kamuoyu oluşturma bakımından gayet etkin olmuştur. Şu anda Fransa'nın öncülük ettiği ve Avrupa Birliği'nin özellikle de İngiltere'nin desteklediği bu anlaşma, otoritenin paylaşımını öngörmektedir. Bu anlaşmaya göre Gbagbo cumhurbaşkanı ve Ouattara da başbakan olarak kalacaktır. Bu noktada Fransa, hem Fildişi Sahili'ndeki kendi ordusunu hem de güçlü bir nüfuza sahip olduğu ülkenin ordusunu anlaşmanın kabulü için bir koz olarak kullanmaya çalışmıştır. İngiltere, Fransa'nın lehine, Güney Afrika'yı harekete geçirmiştir.6 İngiltere, uzlaşının sağlanması amacıyla güdümündeki eski Güney Afrika Devlet Başkanı Thabo Mepki'yi devreye sokmuş ve o da şeklen Afrika Birliği adına harekete geçmiştir. Mepki, Ouattara ile yaptığı görüşmede Gbagbo'nun otoritede kalması gerektiği yönünde görüş bildirmiştir.7 Mepki'ye göre önemli olan ABD’nin istediği ve ısrar ettiği gibi Gbagbo'nun otoriteden inmesi ve Ouattara'nın gelmesi değil, şiddetin önlenmesi, Fransız nüfuzunu zayıflatacak bir savaşın çıkmaması ve barışçıl bir çözümün oluşturulmasıdır. Bu da Gbagbo ile Ouattara arasında bir uzlaşı formülünün oluşturulmasıyla gerçekleşecekti.
Görüldüğü üzere İngilizlerin Amerikan nüfuzuna karşı çalışması, Fransa'nın kara gözü karakaşı için değil, bilakis Fransa'nın Fildişi Sahili'ndeki nüfuzunun yok olmasının Afrika kapsamında kendi nüfuzlarına etki edecek olmasından dolayıdır. İngilizler, eski sömürgecilik döneminden beri çoğu zaman, kendi nüfuzlarını korumak ve bu uğurda aralarında işbirliği yapmak için Fransızlarla anlaşmaktadır. Ayrıca Kuzey Afrika ülkeleri de dâhil birçok ülkede olduğu gibi Fransızların hâkim olduğu ülkelere nüfuzlarını kolayca yaymalarına rağmen, İngilizlerin, kendilerine göre büyük kapasiteye sahip olan ABD ile rekabet etmeleri kolay değildir. Hele ki ABD’nin, İngilizleri kendi sömürgelerinden ve nüfuz bölgelerinden nihai olarak tasfiye etmeye çalıştığını düşünüyorken.
Dolayısıyla Fildişi Sahili'ndeki çekişmelerle ilgili sorun, bariz tarafları Fransa ile ABD’nin olduğu devletlerarası çatışma ile ilgili bir sorundur. ABD, Fildişi’ndeki seçimler yoluyla bir Afrika devletini elde etmek için altın bir fırsat yakalamıştır. Bu fırsat, ABD’nin güdümündeki yöneticilere açıktan sahip çıkabileceği, daha inandırıcı gerekçeler icat etmesini sağlamıştır. ABD, Ouattara’nın seçimler yoluyla gelmiş meşru bir yönetici olduğu yolunda bir kamuoyu oluşturmuştur. Böylelikle Ouattara sonuçta askerî gücünü kullanıp Gbagbo’yu indirmiş olsa bile, ABD’nin diktatör rejimleri desteklediği yönünde bir zeminin oluşması engellenmiştir.8 Öyle ki, ABD’yi eleştirmek şöyle dursun, Fransa dahi, “Diktatör rejime destek veriyor!” denmemesi adına, BM’nin 1975 sayılı kararına dayanarak 4 Nisan 2011’de Gbagbo güçlerine karşı hava saldırısı gerçekleştirdi.
Gbagbo rejimi, kendi halkına zulmetmede nam yapmıştır. Bu da ABD’ye nüfuzunu Fildişi Sahili'ne yaymada ve Fransız nüfuzunu bölgenin tamamından yok etmeyi hedefleyen hamlesinde sağlam bir gerekçe oluşturmuştur. Hakeza halkının çoğu Müslüman olan bu ülkenin akıbeti, devletlerarası çatışmanın ve servetlerini yağmalayan sömürgecilerin çatışmasının mahalli olmaya devam edecek gibi görünmektedir. Zira Fransa, Fildişi Sahili'nde etkin rolünün devamı için hırs gösterirken, ABD de Fildişi Sahili'nin sadece kendisine kalması için hırs gösterecektir. Oysa Fildişi Sahili, geçmişte İslam ile yönetilen, halkının genelinin Müslüman olduğu İslami bir beldedir. Dolayısıyla Ortadoğu’da yaşanan son gelişmeler ışığında Fildişi Sahili halkı da sömürgeci güçlerin nüfuzunun müdahalesinden uzak bir şekilde ülkelerinin akıbetini ellerine geçirmeli ve sömürgeci güçlerin nüfuzunu topraklarından söküp atmalıdır.
Dipnotlar:
1-Fransızca konuşan ülkeler topluluğu
2-Batılı kaynaklar, malum politika gereği sayılarını düşürüp yaklaşık %40 veya daha az gösterseler de Müslümanların sayıları ülke nüfusunun %65'ini buluyor. Buna rağmen kuzeyde zulme ve baskıya maruz kaldıkları yoksunluk, yoksulluk ve dışlanma hali içinde kakao çiftliklerinde çalıştırılmaktalar. Putperestler ise varlıklı bir ortamda yaşamaktalar. İslam'ın putperestler arasında yayılmasını engellemek ve onları Nasranî yapmaya çalışmak maksadıyla aralarında ülke başkanları ve ordu komutanlarının da olduğu güneydeki putperestlerden bazıları Nasranî olmuştur.
3-IMF başkan yardımcılığı görevindeyken Boigny, ABD baskısını hafifletmek ve ABD’yi hoşnut etmek için Alassane Ouattara'yı başbakanlığa getirdi. Fransa, IMF'de görevli iken Ouattara'nın eğiliminin farkında olmasına rağmen Boigny gibi deneyimli güçlü bir yandaşının varlığından dolayı ciddi endişe duymadı. Ancak Fransa, 1993'te Boigny’in ölmesiyle nüfuzundan ve orada IMF'nin politikalarını uygulamaya başlayan Ouattara'nın yıldızının parlamasından endişelenmeye başladı. Bu nedenle Ouattara'nın devlet başkanlığı seçimlerine girmesini engelleyecek bir kanun çıkardı ve ardından 1995 yılında Henry Konan'ı fiilen ülkeye devlet başkanı olarak atadı.
4-Gbagbo hakkında ise uyarı kararı çıkartılmıştır: “Güvenlik Konseyi üyeleri, halkın iradesini yok sayacak veya seçim sürecinin şeffaflığını ya da seçimlerin dürüstlüğünü zayıflatacak her türlü girişimi en ağır ifadelerle kınar.”
5-Reuters Haber Ajansı, 10 Aralık 2010'da bir ABD’li yetkiliden şunları aktarmıştır: “Obama, Gbagbo'ya otoriteyi bırakması durumunda bölgede demokrasinin güçlendirilmesini görüşmek, kendisine oynayabileceği bir rol vermek için onu Beyaz Saray'a davet edecek dünyadaki ilk lider olacağı teklifinde bulundu. Aksi halde ise Amerika, Gbagbo'ya yönelik tecrit dayatma çabalarını destekleyecek ve otoriteyi bırakmaması durumunda sorumluluğu kendisine yükleyecektir.”
6-Güney Afrika Dışişleri Bakanlığı şöyle bir çağrıda bulunmuştur: “Pretoria, birbiriyle rekabet eden liderleri sağduyulu olmaya ve ulusal uzlaşı için çalışmaya çağırır ve bu dönemde mutlak öncelik birlik olmalıdır.” (BBC, 09.12.2010) Dolayısıyla Güney Afrika, Ouattara'yı desteklediğini ifade etmemiş bilakis ülkenin birliğine ve Gbagbo'nun yönetimdeki bekasını koruma anlamına gelen bir uzlaşının sağlanmasına önem verdiğini duyurmuştur.
7-AFP, 06.12.2010
8-Nitekim ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, şöyle demiştir: “Ouattara'nın Fildişi Sahili'nin meşru seçilmiş devlet başkanı olduğu ve seçim sonuçlarına saygı duyulması gerektiği hususunda tamamen müttefikiz.” (BBC, 03.12.2010)