Tartışmaya ve ayrışmaya meyilli bir topluluğuz. Bu sadece yaşadığımız coğrafya ve bugün için geçerli bir durum değil. İslam ümmetinin neredeyse tamamını kapsayan ve geçmişten bu yana devam eden bir hâl, hâlimiz.
İslam coğrafyasının içinde bulunduğu vaziyetin kesif bir münakaşa, kavga ve çekişme görüntüsüne sahip olduğu inkâr edilemez bir gerçek. Maruz kalınan zulümlerin, baskıların ve artan gerilimlerin bu duruma etkisi, katkısı elbette görmezden gelinemez. Mamafih pek çok sorunda olduğu üzere bu zaaflı, hastalıklı hâlin asıl olarak ölçüsüzlük ve kuralsızlıktan kaynaklandığı da aynı şekilde görülmek zorunda.
Burada konunun tüm insanlar için ortak sayılabilecek genel boyutlarını bir kenara bırakarak, hassaten sorunun Müslümanlara bakan yüzü üzerinde duracak, İslami camia dâhilinde yaşanan sıkıntılara ve bunlar karşısında hassas olunması gereken bazı hususlara dikkat çekmeye çalışacağız.
Topluma İslami bir hassasiyet ve bilinç taşıma iddiasındaki yapıların, oluşumların, toplulukların iç ilişkilerinde ve işleyişlerinde olumlu ve olgun bir tartışma ahlakının geliştirilememesi çoğu zaman basit sıkıntıların büyüyüp derinleşmesini beraberinde getirmektedir. Bu durum çift yönlü bir zaafa sebep olmakta; içeride yıpranmaya yol açarken, dışarıya yönelik olarak da kötü temsil sonucunu doğurmaktadır.
Sorunu doğru tanımlamak ve çözüm hususunda nitelikli bir arayış geliştirebilmek için bazı sorular sormak ve daha da önemlisi bu soruların cevapları hususunda mutabık kalmaya çalışmak durumundayız.
Öncelikle neden ihtilaf ederiz? Tartışmalarımıza konu olan meseleler akidevi, fikrî, ideolojik farklılaşmalara mı işaret etmekte yoksa amelî, pratik tarz ve tercihlerden mi kaynaklanmaktadır? Tartışma neticesinde varmak istediğimiz nokta, hedeflediğimiz zemin tartışma sürecimizle uyumlu mudur? Ve son olarak tartışma üslubumuz mümin ahlakının sınırlarını, vasıflarını yansıtmakta mıdır?
Neden Tartışıyoruz?
Tartışma süreçleri kimi zaman nefsani arzulardan, mümin şahsiyetinin içermesi gereken kimi hususiyetlerden uzak olmaktan; kardeşlik hukukunun gerektiği şekilde gözetilmemesi, sevgisizlik, saygısızlık, tembellik, mazeretçilik gibi hastalıklı hallerden ötürü ifsat olmakta ve sonrasında samimi niyet ve gayretlerle sürdürülen çabaları, çalışmaları da hasara uğratabilmektedir. Bununla birlikte bazen çok daha basit zaaflar nedeniyle de yaralayıcı durumlar ortaya çıkabilmekte, örneğin üslup bozukluğu ya da dikkatsizlik gibi nispeten çok daha tali hatalar diyalog zemininin aşınmasına ve ilerleyen süreçlerde irtibatsızlıklara, kızgınlık ve öfke birikimine zemin hazırlayabilmektedir.
Şüphesiz kimliğini, duruşunu ciddiye alan her oluşum için akidevi-ideolojik homojenlik ve tutarlılık hayati öneme sahiptir. Bu yüzden bu zeminde ortaya çıkan ya da çıkabilecek farklılaşmalara, aykırılıklara müsamaha göstermek kabul edilemez. Zaten ciddi, ilkeli bir oluşumun kendisini tanımlama düzeyinde belirginleşen ayrılıkları, aykırılıkları görmezden gelmesi, geçiştirmesi de mümkün değildir. Bu çerçevede gelişen farklılaşmalar net anlamda ayrışma sebebidir. Zaten perspektif ve hedef hususunda ortaklaşamayanların aynı güzergâhta yürüyüşlerini devam ettirmeleri ilkesel açıdan doğru olmadığı gibi pratikte de mümkün değildir. Kimlik düzeyinde farklılaşanların ayrışmaları kaçınılmazdır!
Buna karşın ilkesel düzeyde bir ihtilaf içinde olmamakla birlikte, iş ve ilişki biçiminin ortaya çıkardığı birtakım hususlarda farklı tarz ve yaklaşımlara sahip olunduğu için yaşanan tartışmaların ayrışmaya dönüşmesi ise açık bir zaaftır. Biraz çaba ve dikkatle üstesinden gelinebilecek, uygun bir üslup ve yaklaşım geliştirilerek aşılabilecek ihtilaf konularının basiretsiz bir tutumla derinleştirilmesi durumuyla sıkça karşılaşılmaktadır. Oysa çeşitli vesilelerle gelişen tartışmaların sağlıklı bir zeminde yürütülememesi neticesinde ilişkilerde ortaya çıkan mesafe ve devamında gündeme gelen ayrışma, ihtilafın tüm tarafları için bir nakısa, yapının bütünü açısından ise ciddi bir olumsuzluktur.
Farklı Görüş ve Yaklaşımlar Karşısında Dışlayıcı Değil, Kuşatıcı Olabilmek!
Hayat dinamiktir. Buna bağlı olarak gelişmelere, değişen gündemlere ilişkin yaklaşımlarımız, değerlendirmelerimiz de değişebilmektedir. Sonradan ortaya çıkan hadiselere dair yeni ve farklı kanaatler serdetmek de eskiden beri devam edegelen gelişmelere ilişkin öncekilerden farklılaşan tespitler veya önerilerde bulunmak da tabiidir. Kuşkusuz hayat dondurulamayacağı gibi düşünceler de sabitleştirilemez. İslami ölçüler çerçevesinde geliştirilmek kaydıyla ve kişisel menfaatleri, özlemleri değil, Müslümanların maslahatını gözetme kaygısıyla ortaya konmuş her fikir, yaklaşım, eleştiri ve öneri meşru görülmeli, ciddiye alınmalı ve uygun zeminlerde tartışılmalıdır.
Aslında çoğu durumda sorun farklı yaklaşımların, farklılaşan fikir ve önerilerin konuşulabileceği, tartışılabileceği bir zemin, ortam ve işleyişin tesis edilmemesinden ötürü büyümekte ve krize dönüşmektedir. Oysa İslami bir yapı, bünyesi dâhilinde yer alan kişilere yanlışa karşı çıkma ve daha güzele, daha doğruya yönelme imkânı tanımak zorundadır. Bu ise bazen bir şeyleri daha ileriye taşımak için, bazen de yanlış gittiği düşünülen bir şeyleri düzeltme saikiyle itiraz etme, eleştirme, farklı bir öneride bulunabilme hakkını ve cesaretini içermelidir.
Samimiyet ve ciddiyet korunuyorsa aykırı addedilen yaklaşımlara karşı baştan reddedici, sahibini suçlayıcı tutumlardan kaçınılmalıdır. Çünkü İslami bir yapı kışla disiplini içinde mekanikleşmiş faaliyetler yürütmekle görevli robotlaşmış unsurların bir toplamı değildir. Ancak özgür iradeleriyle bir araya gelmiş sorumlu şahsiyetlerin hem kendilerini hem de parçası oldukları kolektif işleyişi geliştirmek, güzelleştirmek için sürekli çaba sarf ettikleri, arayış içinde oldukları canlı, dinamik bir organizmadır. Bu çaba dâhilinde ortaya konan yaklaşımların hangilerinin kabul edilebilir ve isabetli, hangilerinin ise kabul edilemez ve isabetsiz olduğuna ilişkin baştan bir liste yapılamayacağına göre mutlaka tartışma, eleştiri zemini açık tutulmak zorundadır. İstişarenin esas alındığı bir işleyiş tesis edilebilirse, farklılıkların ayrışmalara dönüşmesini engellemek zor olmaz.
Ve her durumda kişiler, görüşleri üzerinde mutabık kalınmasa, ortaya koydukları yaklaşımlar, değerlendirmeler benimsenmese dahi söz konusu yapı içinde kişilikleriyle, düşünceleriyle saygı gördüklerini hissedebilmelidirler, daha doğrusu bu kendilerine hissettirilmelidir. Allah’ın sözünü yaymak, yeryüzünde hâkim kılmak için tesis edilmiş her oluşum, bu doğrultuda ortaya konan her çaba aziz olduğu gibi, bu oluşum içinde görev yüklenmiş, sorumluluk almış her insan da muhteremdir.
Değişim Talebi Bir Haktır Ama Mutlaka Meşruiyet Zemini Gözetilmelidir!
Şüphesiz farklı fikir ve yaklaşım geliştirenler açısından da sürecin salim bir şekilde yürütülebilmesi ve verimli bir şekilde sonuçlandırılabilmesi için gözetilmesi gereken bazı ölçüler mevcuttur. Öncelikle bu pozisyondaki kişiler yaklaşımlarını serdederken devam edegelen ilişkinin hukukunu korumaya özen göstermek ve konuyu kişiselleştirmekten kaçınmakla yükümlüdürler. Eğer amaç eksiklerin giderilmesi, yanlışlardan arınılması ve sonuçta hep birlikte daha hayırlı bir tutuma yönelmekse; değişen, farklılaşan kanaatler, mevcut hale dair gündeme taşınan eleştiriler, tespit ve öneriler mutlaka usulünce dile getirilmeli ve sorumluluk bilinciyle gündemleştirilmelidir.
Usulünce dile getirmek demek yanlış olduğu düşünülen ve değiştirilmesi istenen tarzın, önerilen fikrin ya da yaklaşımın ikna edici bir biçimde ortaya konulması, bu doğrultuda izahının muhataplar nezdinde net bir şekilde yapılması demektir. Bu durum aynı zamanda ortaya konulan yeni fikirlerin, kanaatlerin delillendirilmesi çabasını da zorunlu kılar. Değişikliğe gidilmesi talebinin keyfi, konjonktürel, nefsani bir tutumdan kaynaklanmayıp, sahih bir zemine oturduğu ancak bu şekilde izhar edilebilir.
Aynı şekilde değişen, farklılaşan yaklaşımın sorumluluk bilinciyle gündemleştirilmesi ise ikna edici olunamadığı durumlarda dayatmacı bir tutuma yönelmek, yapı bünyesinden ayrılmaya, kopmaya meyletmek ve bir anlamda “Dediğim kabul edilmezse, artık yokum!” anlamına gelecek ham tutumlardan kesinlikle kaçınmayı gerektirir. Herkes düşüncelerini gündemleştirme; önceki süreçlerde benimsenmiş fikir ve tespitlerden farklılaştığı durumlarda kanaatlerini paylaşma, yaygınlaştırma, İslami bir oluşumun işleyişinde ortaya çıkan zaaflara, eksik ve yanlışlara dair önerilerini, eleştirilerini beyan hakkına sahip olmalıdır. Ama bunu yaparken de Müslümanların istişari birlikteliklerinin, salih niyetler ve kolektif çabalarının neticesi olarak cisimleşmiş yapının bütünlüğünü koruma hususunda da gayet titiz ve ısrarlı davranmalıdır.
Rabbimizin hidayet nimetinden sonra bizlere en büyük ikramının Müslümanlarla beraberliğimiz, birlikteliğimiz olduğu unutulmamalıdır. Basiretsiz ve öfkesine yenik düşmüş insanların yaptığı gibi bugünü değerlendirirken, bugüne dair birtakım tavırlar, yaklaşımlar belirlerken, geçmişi unutan, yok sayan, nereden nereye gelindiğini dikkate almayan kişiler birtakım eleştirilerinde haklı dahi olsalar geliştiren değil tıkayan pozisyona düşmekten kurtulamazlar. Sonuçta Müslümanların cemaatine, birlikte inşa ettikleri yapıya yeterince sahip çıkmayan, gösterilmesi gereken değeri göstermeyen tutum sahipleri ister istemez düzelteyim derken, bozan, yıpratan konumuna otururlar.
Oysa müminlere dağılmak, dağıtmak değil, yakınlaştırmak, birleştirmek yakışır. Rabbimiz, Âl-i İmran Suresinin 103. ayetinde bize bu durumumuzu hatırlatır: “Hep birlikte Allah'ın ipine sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar.”
Dayatmacı tutum yanlıştır, hiçbir soruna çözüm getirmediği gibi, sonuçta herkese kaybettirmektedir. Bu tutum iki taraflı olarak da terk edilmelidir. İster bir yapının, topluluğun mevcut haline, gidişatına, işleyişine ilişkin itirazı olan, kanaatlerinde farklılaşma meydana gelmiş olan yapı mensubu kişilerin tavrı açısından, isterse de süregelen işleyişi koruma, sürdürme kaygısı taşıyan yapı, topluluk tüzel kişiliği açısından dayatmacı tutumda ısrar edilmemelidir. Farklı fikir ve yaklaşımlar baştan tasfiyeci bir tutumla hor görülüp mahkûm edilmemeli, mutlaka dikkate alınıp tartışılmalıdır. Aynı şekilde söz konusu farklı fikir ve yaklaşımların sahipleri de kendi kanaatlerini mutlaklaştırmaktan kaçınarak ancak muhataplarını ikna edebilme şartına bağlı olarak görüş ve önerilerinin benimsenip tatbik edilebileceğini kabullenmelidirler. Aksi tutum dayatmacılıktır ve bununsa hayra yol açmayacağı açıktır.
İnsanların kendilerine karşı objektif olabilmeleri zordur. Uzun süreçlerde edinilmiş tecrübelerine ve düşünüp taşınıp ulaştıkları kanaatlerin doğruluğuna güvenirler. Bunların sorgulanmasına, yanlışlanmasına açık olmadıkları gibi, itirazlardan da hoşnut kalmazlar. Bununla birlikte hakkında açık nas bulunmayan konularda herkes yanlış düşünmüş, yanılmış olabileceğini kabul etmeli, ikna çabasında istekli, gayretli olunsa da iş inatçılığa vardırılmamalıdır.
İhtilaf ettiğimiz hususta “Ben haklıyım ama yanılmış da olabilirim; kardeşlerim yanılıyorlar ama haklı da olabilirler!” diye düşünmek gerekir. Aksi tutum kaçınılmaz olarak dayatmacılığa ve çatışmaya yol açar. Aynı şekilde haklı olunduğuna inanıldığı durumlarda dahi eğer ikna edici olunamamışsa ısrar edilmemeli, “illa da dediğim olsun” tavrı sergilenmemelidir.
Kuşkusuz bu tür ısrarlı yaklaşımlar muhatapların iradesini hiçe saymak anlamına gelir. İlaveten kimin haklı olduğunun, kimin ise yanıldığının kesin bir şekilde söylenebilmesi, tartışmaya hiç mahal vermeksizin olanca açıklıkla ortaya konulabilmesi çoğu durumda pek de mümkün değildir. Dolayısıyla ısrarcı olmak, hatta daha ileriye gidip inatçı tavırlar sergilemek ister istemez nefsani eğilimleri öne çıkartır, kırıcı, uzaklaştırıcı tutumlara yol açar.
Kardeşlik Duygularını Zayıflatan, Enerjimizi Tüketen İhtilaf ve Çekişmelerden Uzak Durmalıyız!
Sonuç olarak, İslami bir yapı, bir faaliyet dâhilinde ortaya çıkan ihtilaflar ve gelişen tartışma süreçleri mutlaka belli ilkeler, kurallar çerçevesinde yürütülmelidir. Bu yapılmadığında, yapılamadığında sürekli gündemimizi dolduran, zihnimizi meşgul eden, devamında motivasyonumuzu eritip zayıflatan, enerjimizi neredeyse tümüyle heba eden yıpratıcı, kemirici süreçlere mahkûm olmak kaçınılmaz hale gelmektedir.
Bazen koruma duygusuyla yapının içe kapandığı, kendisine zarar vereceğinden endişe duyduğu her türlü sese kulaklarını kapattığı görülür. Bazen de had bilmeyen bir tartışma sürecinin beraberinde sınır tanımaz bir yıpratmaya, yıpranmaya dönüşmesi hali yaşanır. Oysa her türlü eleştiriye, tartışmaya tahammülsüzlüğü besleyen statükoculuk da yılların birikimine ve emeğine dayanan bir oluşumu hırpalamaya, değersizleştirmeye dönüşen kural tanımazlık yaklaşımı da yanlıştır.
Yorum farklılıklarının bir çekişme ve kavga konusuna dönüşmemesi, ancak İslami bir faaliyeti daha ileriye taşıma potansiyeli içeren bir zenginlik olarak görülmesi ve bu çerçevede sorumlulukla ortaya konulması, dillendirilmesi sağlanabilirse sorunlar büyümez. Bunun yolu ise sevgi ve saygı ortamının tesis edilip korunabilmesinden; kardeşlik bilincinin geliştirilmesi ve kardeşlik hukukunun güzel bir şekilde işletilmesinden geçer.
Sözümüzü Rabbimizin çekişmeyi, ayrılığa düşmeyi yasaklayan, bunun neticesi hakkında bizi açık bir şekilde uyaran buyruğuyla tamamlayalım: “Allah’a ve Resulüne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfal, 46)