Sakarya'da başörtüsü eylemleri Nisan ayı sonu itibariyle 85. haftasına girdi. Sakarya Başörtüsü Platformu'nun organize ettiği eylemler Türkiye'de süreklilik içeren eylemler zinciri içinde çok önemli bir halka oluşturuyor. Eylemlerin önemi sadece iki yıla yakın bir süredir istikrarlı bir biçimde sürdürülüyor olmasından kaynaklanmıyor. Daha belirleyici olan şey Sakarya AKM Önü'nde tam 85 haftadır Türkiye'de ve dünyada yaşanan sosyal-siyasal olaylara ilişkin ortaya konulan net, açık perspektiften kaynaklanıyor. İslami kimliğin sahih bir tarzda şahitliğinin gerçekleştirildiği bu eylemleri organize eden Platform adına Sayın Asiye Arıcıoğlu sorularımızı cevaplandırdı.
- Sakarya Başörtüsü Platformu'nun kuruluş sürecini kısaca anlatabilir misiniz? Platform nasıl bir niyet ve çabanın sonucunda kuruldu?
- Biz, Sakarya Dayanışma Platformu, Sapanca Bilgi Eğitim ve Dayanışma Derneği (SABED) ve Geyve Dayanışma İnisiyatifi'ne mensup arkadaşlarla birlikte Türkiye'de yasaklayanlar ve yasaklananlar açısından kangren haline gelmiş ve belli bir noktadan sonra artık herkesin gündeminden düşmüş olan başörtüsü yasağını, muayyen zamanlarda bir araya geldiğimizde değerlendiriyor ve bununla ilgili nelerin yapılıp yapılamayacağını görüşüyorduk. 2005 yılının Mart ayında, ne tür bir eylemliliğin nasıl yapılabileceği konusunda düşünsel bir altyapımız oluşmuştu. Bununla ilgili olarak, Sakarya'daki diğer dernek ve vakıflarla da görüşmeye karar verdik. Görüşmeler birkaç ay sürdü ve bu süreçte Kocaeli'deki eylemler başlamıştı ve devam ediyordu. Sakarya'da irtibat halinde olduğumuz diğer yapılar farklı endişe ve kaygılarla bu tür bir eylemliliğin içerisinde olmayacaklarını dile getirdiler. Biz de, yola niyetli arkadaşlarla birlikte, Eylül 2005'te haftalık eylemliliğimize başladık. Tabii bu arada, daha etkili olacağı ve dayanışma mesajı vereceği düşüncesiyle Kocaeli'deki eylem ile aynı saatte olmasını gözettik.
Eylemlerimiz devam ederken, diğer dernek ve vakıflarla istişarelerimizi de sürdürdük. Kurumsal anlamda olmasa da, bireysel olarak eylemlerimize desteklerini gördük. Sonraki süreçte, Sakarya Başörtüsü Platformu'nu oluşturan arkadaşlardan bir kısmının girişimleri sonucu, Özgür-Der Sakarya Şubesi kuruldu ve Platform bununla birlikte güç kazandı. Zira Özgür-Der Türkiye'de başörtüsü yasağına karşı göstermiş olduğu örnek mücadele ile biliniyordu. Bugün geldiğimiz noktada, eylemliliğimize başlamakta ve bunu istikrarlı bir şekilde sürdürmekte ne kadar doğru bir karar aldığımızı gözlemliyoruz.
- Kararınıza yönelik "Başka sorun mu yok?" şeklinde tepkiler alıyor musunuz? Bu tavır doğru mu? Platform olarak başörtüsünü ve yasağı hangi çerçevede değerlendiriyorsunuz?
- SBP olarak eylemlere başlarken zaten ortaya sorunu bu şekilde koymamıştık. Türkiye'deki tek sorunun başörtüsü yasağı olmadığının elbette ki farkındaydık. Fakat şunu da tespit etmiştik: Türkiye'de, sistem başörtüsü konusunda her ne kadar mutlak bir galibiyet hissinin verdiği suni bir keyfi yaşasa da, durumun halkın vicdanında böyle olmadığını gayet iyi biliyorduk. Aslında sistem, bu anlamda bir çıkmazın içerisine girdiğinin de farkındaydı. İpin ucu gün geçtikçe kaçıyordu ve akıl almaz olaylar yaşanıyordu. Kraldan çok kralcıların ne yapacaklarını kestirememek, sisteme hükmedenleri de zora sokabilirdi. Yine de Müslümanlar, ortaya ciddi, ilkeli ve onurlu bir direniş örnekliği koyamadıklarından, bu konuda kimsenin sesi soluğu çıkmıyordu.
Biz, Türkiye'nin sisteminden kaynaklanan çok ciddi sorunların hemen hemen hepsinin, başörtüsü yasağından ayrı düşünülemeyeceğini düşünüyoruz. Eylemlere başlarken de bunu, kabul edilmesi gereken bir gerçek olarak ileri sürdük. Dolayısıyla SBP olarak başörtüsü yasağını hem sistemin ve hem de Müslümanların tıkandığı bir noktada gördük ve öyle algıladık. Bu tıkanıklığı aşmadan, adalet ve özgürlüğün olması gerektiği gibi sağlanabileceğine inanmıyorduk. Basın açıklamalarımızda da, başörtüsü yasağı dahil tüm sorunların kaynağını açıkça dile getirdik ve eleştirdik. Sorunun sistem ve ideolojisinden kaynaklandığını; bu gerçekle yüzleşip onu değiştirmeden Türkiye'de hiçbir şeyin sahiden değişmiş olamayacağını belirttik. Halen de bu kanaatimizde ısrarcıyız.
- Siz eylemlerinizde ısrarcısınız ama sorunun çözülemeyeceği gibi bir kanaat de var. Yasağın çözümü ve oluşturduğunuz mücadele zemini hakkında neler söylemek istersiniz?
- Biz hiçbir zaman her hafta eylem yaparak bu yasağı çözeceğiz mantığı ile hareket etmedik. Fakat ortada hepimizi yakan ve gün geçtikçe büyüyen bir yangın da vardı. Bunun karşısında sessiz kalabilir miydik? Böyle bir suskunluk, sabır mı olurdu zulme rıza mı? Biz, sabrı direniş kabul ettik. Yasağa karşı direnebilmenin başlı başına bir çözüm projesi olabileceğine de inanıyorduk. Zaten yaşanan gelişmelerden sonra hiç kimsenin çıkıp da, siyasi ya da hukuki bir çözüm sunması da beklenmiyordu. Geldiğimiz noktada, direnişten başka herhangi bir çözümün olmayacağı ortadaydı.
Bugüne kadar eylemlerimizde kararımızdaki ciddiyetimizi korumaya çalıştık. İlkeli bir söylem ve hareket bütünlüğü sağlamayı önemseyen, haklı iddialarından kesinlikle taviz vermeyen bir tutumu öncelemeye çalıştık. Hazırlamış olduğumuz basın açıklamalarından eylemde attığımız sloganlara, eyleme destek amacıyla katılmak isteyen her türlü politik yaklaşımdan bu tür eylemleri gerçekleştiren diğer il ve ilçelerdeki arkadaşlarla olan ilişkilerimize kadar, her durumda, tevhid ve adalet ilkesinden bir nebze olsun sapmamaya özen gösterdik.
Ne olursa olsun ortaya mücadele zemini olarak, yasağın çözüleceği beklentisini koymadık. Tam tersine çoğu zaman sadece bu eylemlerle yasağın kolayca çözülemeyeceğini de hatırlattık. Daha geniş ve sistemli bir mücadele, dayanışma ve toplumsal sorunlarda birlikte hareket etme çağrısı yaptık. Halka, gücümüz nispetince, İslami bir muhalefetin ve onurlu, ilkeli bir direnişin nasıl yapılabileceğinin örnekliğini göstermeye çalıştık. Eksiklerimiz olmuştur belki ama bu noktada da samimi eleştirilere açık olduğumuzu her zaman belirttik. Nihayetinde, eylemlerimiz de hayatımızın, duamızın, ibadetimizin bir parçasıdır. Müslümanlar da birbirini kollamakla yükümlüdür. Yasak karşıtı İslami mücadele zeminini güçlendirmeye yönelik her türlü sese kulak veririz.
- Açıklamalarınıza baktığımızda, resmi ideolojiyi ve militarizmi eleştiriyor, ciddi bir hesaplaşma çağrısı yapıyorsunuz. Platformun başörtüsü yasağı ve sistem arasındaki ilişkiye yaklaşımı nedir?
- Türkiye'de sistem, kendisini Batı ile özdeşleştirmiş ve bizzat Nutuk'taki ifadesiyle "Koskoca bir ümmetten bir ulus yarattık!" diyerek, ulusal kimliğini, sahte kutsallarını ve resmi ideoloji olarak tarif edebileceğimiz beşeri bir dini bu topraklardaki herkese dayatmıştır. Ve bilindiği üzere Türkiye'de aslında sistemin kendisi bizzat silahlı güçtür, üniformadır, askerdir. Kopkoyu bir militarizm vardır bu topraklarda. Bütün iç ve dış siyasetler, ana hatlarıyla Genelkurmay'da belirlenir. Asker hükümeti, medyayı ya da bazı sivil toplum kuruluşlarını bizatihi yönetmez belki ama onlara hükmeder. Askeri vesayet ağırlığını ortaya koydu mu, artık seçimle işbaşına gelen hükümetler bile, askerin sözü üzerine söz söylemeye cesaret edemez. Kim sistemi ve ideolojisini eleştirmeye cüret ettiyse şiddetle cezalandırılmak istenir. Bu bazen muhtırayla, darbeyle ve peşinden gelen idamlarla yapılır. Bazen de fişlemeyle, korkutmayla, yıldırmayla. Tüm bunlar kılıfına uydurularak yapılır. Darbe yapılacaksa tüzüğüne uydurulur. Muhtıra verilecekse adı basın açıklaması olur. Beyanatlarda her şeyin "sözde değil özde" olması istenir; ama bu özle kast edilen bizatihi kendi iktidarlarıdır.
Peki bu iktidarın başörtüsüyle ilişkisi nedir? Bir kere şu görülsün ki, bu yapı kurulduğu günden beri tesettüre ve onun temsil ettiği İslami değerlere hiçbir zaman olumlu yaklaşmamıştır. Onu ortadan kaldırabilmek için de her türlü yolu denemiştir. Çünkü resmi ideolojisi çağdaşlığın ve ilerlemenin ölçüsünü şekilde bulmuştur. Dolayısıyla başörtülü bir öğretmen ya da doktor; sistemin en temel iddialarını yalancı çıkarır. Buna tahammül edemezler. Yoksa yenildiklerini kabul etmiş olacaklar. Bu yüzden de, kendi söyledikleri yalanlara inanabilmek için rızayla başaramadıkları tesettürsüzleştirme operasyonlarına yasaklarla devam ediyorlar. Artık anlaşılsın istiyoruz ki, başörtüsünü yasaklayan bizzat iktidar sahibi militer yapıdır. YÖK'e ya da Danıştay kararlarına bakıp, tüm sorumluluğu onlara atmak gerçeklerden kaçmaktır. Onlar sadece görevlerini yerine getirir. Onları görevlendiren ise tabii ki silahlı bürokrasidir. Amaçları da; İslami kimlik taleplerinin en bariz ve görünür göstergelerinden olan başörtüsünü yasaklayarak, yok edemediği İslam'ı en azından sosyal hayattan uzaklaştırmak, İslam'ı kamusal alanda vicdanlara, evlere, camilere, Diyanet'e, özel gün ve gecelere hapsetmektir. İslam'ın, toplumu sistemin küfründen aydınlığa kavuşturmasını engelleyebilmektir. Bunun namazı engelleyen Ebu Cehil'in zihniyetinden hiçbir farkı yoktur. Peygamberimiz (s) Ebu Cehil karşısında susmuş mudur? Hayır! O halde, kimse bizden bu zihniyete teslim bayrağını çekmemizi beklemesin.
- Başörtüsü platformları eylemlerine başladıkları günden bugüne başörtüsü yasağıyla ilgili yaşananlar menfi yönde olmasına rağmen, kitlede genel bir sessizlik havası hakim. Sanki teslim bayrağını çekenler çoğunlukta. Bunu neye bağlıyorsunuz?
- 28 Şubat gibi etkileri sonradan görülen bir darbeden çıkmış bir ülkede yaşıyoruz. Dolayısıyla bu tepkisizliğin birçok nedeni olabilir. Mesela, halkın zihninde yaşayan bir direniş geleneği yoktur. Dolayısıyla, başörtüsü platformlarınınki gibi, halkın içerisinden gelen bir dalga, Türkiye'deki Müslüman halk için yeni sayılmalıdır. Bir de halk, bunca yıldır her şeyi hükümetlerden ve hükümetler çaresizliğe düştüğünde ise askerden beklemiştir. Yani resmin tamamını net görememektedir. Bu hal, çözümü sorunun kaynağında aramak gibidir. Kitlelerin bilinçli bir sistem algısı da yok. Ve en önemlisi, dini ve siyasal algısı yenilenmeye muhtaç. Tüm bunlara, son seçimlerle hükümete gelen AKP'nin oluşturduğu beklentiyi de, eklerseniz, ortaya son derece karışık bir durumun çıktığını görürsünüz. Ama bu durumu çözümsüz de görmemek lazım.
- Toplumun baskı ve yasaklar karşısındaki suskunluğu sizce nasıl bozulabilir? Başörtüsü platformlarına bu bağlamda ne tür sorumluluklar düşüyor?
- Kitlesel suskunluk, ancak Türkiye'deki direniş örnekliklerinin kendilerini ispatlaması ile son bulacaktır. Başörtüsü platformları bu anlamda görevlerini yerine getiriyorlar bizce. Fakat daha fazla ne yapılabilir sorusunun çokça tartışılması ve karşılıklı görüşülmesi gerekir. Başörtüsü platformları da yeni, farklı ve güçlü açılımlar içerisine girebilirler. Bu noktada gerçeği görmek ama umudu kaybetmemek gerekiyor. Şu anki önceliğimiz, yasağın sürdüğünü duyurmak ve kaynağını ısrarla ve ısrarla halka anlatmaktır. Kendi sorunlarına sahip çıkmalarını sağlayabilmektir. Onlara, zulüm karşısında suskunluğa değil direnişe götüren vahyin ve Rasül'ün örnekliğini, şahitliğini gösterebilmektir. Bu arada da yasağa karşı mücadeleye devam etmektir.
- AK Parti Hükümeti'nin ve mevcut siyasal partilerin başörtüsü yasağı karşısında nasıl bir imtihan verdiklerini düşünüyorsunuz? Partilerin yasak karşıtı bir mücadeleleri var mı?
- Biz, tüm siyasi partilerin toplumsal sorunlarda pek de samimi davrandıklarını düşünmüyoruz. Çünkü Türkiye'de siyasetin oturmuş olduğu zemin kaygan ve aynı zamanda kaypak. Siyasetlerini öncelikle çok ciddi bir asker korkusu tayin ediyor. Bu yüzden, toplumsal sorunlara birinci dereceden çözüm üreten siyasetin yerine, etliye sütlüye dokunmayan edilgen bir siyaset tarzı hakim Türkiye'de. Bu anlamda gerek AKP Hükümeti ve gerekse diğer siyasi partiler, başörtüsü yasağını ve başörtülüleri asker korkusunda ayrı düşünemezler ama söz konusu seçim olunca oy kaygısı da her zaman vardır. Şimdi, bu yıl genel seçimler yapılacak ve göreceksiniz, tüm siyasi partiler başörtülülere yine gülücük dağıtacaklar, belki eylemlere destek görüntüsü vermek isteyecekler ve sorunu oya dönüştürmek için yapmadıkları hokkabazlık kalmayacak. Nasıl bir sonuç alırlar, bunu hep birlikte göreceğiz.
Yalnız şunu da belirtmekte fayda var. Cumhurbaşkanlığı makamı, bugüne kadar yasak konusunda hiçbir şey yapmayan AKP'nin elini seçim zamanı bir kez daha güçlendirebilir, insanlara yeniden suni bir hava teneffüs ettirilebilir. Böyle bir beklenti, çözümü siyasette görenlerin umutlarının bir başka bahara ertelenmesidir. Çünkü halkın gözüyle değerlendirecek olursak, artık en tepe de ele geçirilmiştir ve yasak devam etmektedir. Bunun ağırlığını AKP kaldırabilir mi? Bugüne kadarki yaptıklarına bakarsak hayır. Ama böyle bir tablo, iyi değerlendirilirse insanlara sistemi öğretmek için bir imkan sunabilir. Ne olursa olsun, biz iddialarımızla ve taleplerimizle mücadeleye devam edeceğiz.
- AKP döneminde Kemalizm'in rengini verdiği milliyetçi/ulusalcı bir söylem de kuvvetlendi. Üstelik bu durumu Müslümanların da sahiplenebildiğini gördük. Her provokasyondan sonra "Ülkedeki huzurun, barışın, birlik ve beraberliğin hedef alındığı" ifade ediliyor. Sizce bu söylem ne kadar sahici?
- Barış ve huzurdan bahsedenler acaba bunu nereye bakarak söylemektedir? Resmi ideolojiyi eleştirdikleri için insanlar öldürülüyor, vahşice katlediliyor. İnsanlar kavmi kimliklerinden ötürü ayrımcılığa tabi tutuluyor. Başörtüsü eylemcilerine coplar iniyor, biber gazı sıkılıyor. Muhalif medyaya baskınlar yapılıyor. Açlık, sefalet, işsizlik kol geziyor caddelerde. Ahlaki değerler çöküyor. O halde hangi huzur, hangi barış? Tüm bunlara rağmen, Türkiye'de, muhalif görünenler bile Kemalizm'den şefaat bekleme niyet ve gayretinden vazgeçmiyorlarsa, durumun kısa vadede kolayca düzelmeyeceğini söyleyebiliriz.
Ulusalcılık konusuna gelince... Ulusalcılığın ivme kazanıyor gibi görünmesi bize pek sahici gelmiyor, çünkü ulusalcılığın dayandığı ideoloji; Batıcıdır, bağımsız ve özgün değildir. Ama bu resmi söylemi, millilik, milliyetçilik, yerlilik ya da muhafazakarlık gibi adlarla sahiplenen Müslüman kesimler açısından son derece arızi bir durumdur. Bu söylemi sahiplenenler, genelde daha önce girmiş oldukları ilişkilerin bedelini ödüyor. Ne yazık ki bazıları da hâlâ, kendisini dışlayan "devlet baba"ya hizmet etme gibi kara bir sevdasının peşinde ömür tüketebiliyor. Bu çok ciddi bir yanlış ve sapmadır. Değişim ve dönüşüm, bu şekilde gerçekleşmez. Başı ve sonu belli olmayan rüzgarlar, arkasında sağlıklı bir şey bırakamazlar. Geleceği kuracak olanlar, ilkelerinden taviz vermeden, mücadele zeminlerini kaybetmeden yeni mevziler kazanabilmek için çaba gösterenlerdir.
- Başka bir arızî durum da başörtüsüne yaklaşımda çıkabiliyor. Örneğin İslamcı olarak nitelendirilebilecek bazı basın-yayın organlarında dahi başörtüsünün İslami kimlikle irtibatı koparılarak, moda ve şov dünyasına yönelik magazin haberleriyle gündeme geldiğini görüyoruz. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
İslami kimliğin önündeki en büyük ve belki de en önemli engellerden birisi olan sağcılık ve muhafazakarlık hastalığının toplumu nereye götürdüğü gayet açıktır. İnsanları zulüm karşısında duyarsızlaştırmak, dini sadece vicdanlara ve bireysel hayata sıkıştırmak, ABD'deki çiftliklerde yapılan plan ve projelerin Türkiye'de servise sokulmasından bağımsız ele alınmazsa, çok da büyük bir haksızlık yapılmamış olur diye düşünüyoruz. İnsanların Kur'an'la irtibat kurmasının önüne kendi külliyatlarını şart koşanlar, İslami kimliğin ve mücadelenin inşasına balta vurup, zalimleri hoş görebilmekten dem vuranlar ve İslam'ı temel kaynaklarından değil de gördükleri rüyalardan anlatarak insanların zihinlerini bulandıranlar, nasıl bir vebalin altına girdiklerini iyi düşünsünler...
- Başörtüsü eylemleri kamuoyunda nasıl yankı buluyor? Müslüman okur kitlesine hitap eden basın-yayın kuruluşları başörtüsü eylemlerine sizce gereken ilgiyi gösteriyorlar mı?
- Biz sesimizi daha fazla duyurabilmek için yapabileceğimiz her şeyi yapmaya çalışıyoruz. Her hafta haber ve fotoğrafları konuya duyarlı gördüğümüz ve böyle bilinen basın-yayın kuruluşlarına yolluyoruz. Sakarya'daki yerel gazeteler ve televizyon kanalları eylemlerimizi takip ediyor ve haberleştiriyorlar. Yerelin dışında ise Vakit, Yeni Asya ve Milli Gazete haberlerimize ilgi gösteriyor. Ama Yeni Şafak ve Zaman, her hafta 5 noktada düzenli yapılan eylemlerden bugüne kadar sadece birkaç kez, o da küçük sütunlarla bahsettiler. Yasağı gündemlerine aldıklarında bile direnişi öne çıkarmıyorlar. Bundan neyi murat ettiklerini sorusunu kendilerine bırakıyoruz. Umarız bir özeleştiri yaparlar ve salt haberci gözüyle bakıldığında bile Türkiye açısından önemli olan bu eylemliliği artık görmeye başlarlar.
Televizyon ekranlarında ise sadece yerel anlamda bir izlenirlik görüyoruz. İslami camiaya hitap eden televizyonlar her hafta bir il üzerinden başörtüsü direnişini gündemlerine alabilirlerdi. Bazen alt yapı eksikliğinden bazen de olayın ciddiyetini sağlıklı düşünemediklerinden kaynaklanan zaafları olabiliyor. Bu noktada aslında hassasiyet göstermesi gereken ajansların, tarafgir tutumları da dikkat çekici. Şayet didik didik arı peteğinde "Allah" lafzı aramak yerine, Allah'ın ayetlerini yasaklara karşı verilen mücadeleye bakarak anlamaya çalışırlarsa daha iyi olur. Çünkü onların görevi, kamuoyunu bilgilendirmek. Destek mesajları beklemiyoruz, işlerini yapsınlar yeter. Burada internet sitelerini de anmak gerek. Onlar daha iyi ve olumlu bir çizgideler. Haksöz-Haber, Kudüs Yolu, Velfecr, Haber Vakti gibi haber siteleri düzenli olarak eylem haberlerini yayınlıyorlar. İnternetin kamuoyu oluşturmasındaki etkisi göz ardı edilmemeli.
- Akyazı, Kocaeli, Ankara, Van, İzmir ve Kayseri'de eylemlerine devam eden başörtüsü platformları var. Diğer platformlarla ilişkilerinizi nasıl yürütüyorsunuz? Sizce, yasağa karşı ortak bir söylem birlikteliği sağlanabilir mi? Buna yönelik ne tür çabalarınız var?
- Kocaeli'ne, kendi eylemlerimize başlamadan desteğe gitmiştik. Aynı şekilde İzmir Başörtüsüne Özgürlük Platformu'na da destek amaçlı bir ziyaretimiz oldu. Ziyaretlerde genel durumu değerlendirdik ve diğer platformlarla olan ilişkileri sıklaştırmak ve pekiştirmek için neler yapılabileceğini konuştuk. Daha sonra eylemlere başlayan Ankara, Van ve Kayseri ile de internet veya telefon üzerinden haberleşmeye çalışıyoruz. Eylemliliğimiz konusunda görüş alışverişi yapıyoruz. Tabii coğrafi açıdan bize yakın olan Kocaeli ve Akyazı ile görüşmelerimiz daha sık oluyor. En son Akyazı'da platformun 11. eylemine katıldık. Hatta açıklamayı da bizim hazırlamamız istendi ve oradaki açıklamayı Sakarya Başörtüsü Platformu'ndan bir arkadaşımız okudu. Türkiye'de halen faaliyette bulunan platformlarla irtibatımızı güçlendirmek ve genel bir istişare yapabilmek için yapılan girişimler son aşamasına gelmiş durumda. Ortak bir akıl, ortak bir dil ve daha güçlü bir duruş ve söylem nasıl sağlanabilir, bunların üzerinde durmayı planlıyoruz. Ayrıca yapılabilecek diğer faaliyetlerle yakınımızda harekete geçebilecek olan diğer il ve ilçeleri de tespit edip; yeni girişimler başlatmak için de çabalarımız sürüyor.
- Son olarak sizinle aynı hassasiyetleri taşıyanlara, başörtüsü yasağı ve yasak karşıtı mücadeleniz açısından neler söylemek istersiniz?
- Son olarak söylemek istediğimiz şey; Türkiye'de baskı, yasak ve zulüm altında yaşamanın bir kader olarak algılanmamasıdır. Müslümanların yapması gereken şey, tevhid ve adalet ilkesinden sapmadan ortaya koyabilecekleri örneklikleri sergilemeleridir. Sorunlarını paylaşmaları, birbirleriyle istişare etmeleri çok daha iyi olacaktır. "Yapılamaz, edilemez" denen tüm şeyler bize şeytanın birer vesvesesi olabilir. Bizler de buna kanıyor olabiliriz. İşte bu yüzden namazı ve orucu nasıl görüyor ve Allah'ın emri kabul ediyorsak, aynı şekilde bu zulme boyun eğmemeyi de Allah'ın bir emri görmeliyiz. Zalime ve zulmüne karşı direnmek, ertelenemez bir sorumluluktur. Müslümanların bu platform deneyimlerinden ders çıkartarak, bu eylemliliği nasıl geliştirebiliriz, güçlendirebiliriz sorusu üzerinde yoğunlaşmaları gerekiyor. Çok büyük kalabalıkları beklemek yerine, ufak ama samimi niyetle yola çıkmalarını öneriyoruz. Eksiklerimizi ve hatalarımızı süreç içinde düzeltebiliriz ama akıp giden zamanı nasıl telafi edeceksiniz? Müslümanların boşa geçirecek kadar çok zamanı yok. O halde, herkes bulunduğu yerde neler yapabilirim diye düşünsün, etrafına bakınsın. Üstelik zannettiğimiz kadar da yalnız olmayabiliriz. Allah'a güvenen bir Müslümanın, dünyalık korkular nehrinde boğulmak yerine akıntıya karşı kulaç atması gerekir. Sonuca varabilir miyiz? Orasını Allah takdir eder, bize düşen çabalamaktır.
- Teşekkür ediyoruz. Allah eylemlerinizin niteliğini pekiştirsin, niceliğini artırsın ve her daim yardımcınız olsun.
- Biz de ilginize teşekkür ediyoruz. Son olarak, unutulmasın ki Rabbimiz, aramızda günleri döndürüp durmaktadır ve hepimiz bir gün mutlaka O'na döndürüleceğiz.
Röp: Beytullah E. Önce