Bir zamanlar evlerin başköşesinde radyo vardı. Küçük gösterişsiz kutudan yayılan sesler, ulaştıkları insanları bulundukları mekandan çıkararak, kimi zaman içli bir oyunun hazin atmosferine kimi zaman ise ajansların merakla takip edilen haberlerinin resmi gerçekliğine sürüklerdi.
Sonra zaman değişti. Modern dünyanın bu sihirli kutusu yerini çok daha gelişmiş bir aygıta bırakmak zorunda kaldı, insanlar artık radyonun gizemli atmosferiyle yetinemeyecek kadar sihre muhtaç hale gelmişlerdi. Evlerin baş köşesine kurulan televizyon, ekranından yansıyan görüntülerle hayali bir dünya oluşturuyor, sıkıcı ve tek düze yaşamlara heyecan, bununda ötesinde anlam(!) katıyordu, insanların hayatının gitgide renksizleştiği suni heyecanların revaçta olduğu bir dönemde TV ekranı, rüyalar alemine açılan sihirli bir kapı oluverdi çoğu insan için.
Giderek yaygınlaşan TV, insanların hayatında işgal ettiği alanı her geçen gün biraz daha artırırken bir yandan da daha önce yeri ve değeri olan birçok şeyi sinsice eritip yok etti. Yerini aldığı şeylerin sayısı çoğaldıkça televizyonun etkinlik alanı da çoğaldı. Bu şeyler arasında radyo da vardı. Radyo bir anlamda halefi olan bu görüntülü kutu karşısında fazla tutunamadı, insanlar görüntünün cazibesine dayanamayarak eski gözdeleri olan radyoyu bir kenara kaldırdılar ve ekranın karşısında demir attılar.
Tabi radyo birden bire tümüyle devre dışı kalmadı. Özellikle kadınlar ve çocuklar gündüz saatlerinde radyo dinlemeye uzunca bir süre devam ettiler. Ancak televizyonun yayın saatini arttırması ve bütün güne yayılması ile birlikle arkası yarınların yerini pembe diziler, çocuk bahçelerinin yerini ise çizgi diziler aldı. Akşam saatlerinde zaten hiç şansı olmadı radyonun. Radyo ve televizyonun devlet tekelinde olduğu yıllarda nitelik ve içerik açısından aralarında fazla fark olmamasına rağmen, radyo ajanslarının yerini televizyonun haber bültenleri aldı. İnsanlar sanki "basit" bir biçimde kandırılmak istemiyorlardı. Devletin köhnemiş zihniyetinin şekillendirdiği haberler görüntülü olarak verildiğinde aynı haberlerin radyoda verilmiş halinden çok daha "inandırıcı" oluyordu.
Haberdar olmanın bir çeşit eğlence haline dönüştüğü bu zamanda televizyon haberleri insanları hem daha iyi ikna ediyor hem de eğlendiriyordu. Görsel efektlere sahip olmaması yüzünden insanlara onlara gevşetecek, eğlendirecek bir atmosfer sunamayan resmi radyo kanalları çoğunluğun tercihi olan müzik türlerini yok sayan dayatmacı müzik politikaları sebebiyle, müzik dinlemek için dahi açılmaz bir konuma sürüklenmekteyken, hem radyoları, hem de televizyonları köklü bir şekilde etkileyen bir gelişme yaşandı ve özel kanallar tabular yıkılarak(!) devreye sokuldu. İlk aşamada özel televizyon kanallarının yan kuruluşu olarak faaliyete geçen özel radyolar, kendilerine çıkış noktası olarak çoğunluğun tercihini yansıtan popüler müzikleri yayınlamayı aldılar. TRT'nin sansür kurulundan geçemeyen ama halk arasında kasetler vasıtasıyla büyük rağbet gören müzik türleri bu radyolarda "bedava" yayınlanmaya başlayınca insanlar radyoyu yeniden keşfetti. Aslında bu yeni kanallara "radyo" demek ne derece uygun tartışılır. Radyodan öte müzik kutusu olarak adlandırılması daha uygun olan bu kanallar büyük rağbet gördü. Bir dönem, biraz sonra değineceğimiz bazı sebeplerden dolayı kapatıldıklarında geniş kitlesel tepkiler ortaya çıktı. "Radyomu geri istiyorum" kampanyaları düzenlendi. Sonunda devlet geri adım attı. Radyolar yeniden açıldı.
Özel televizyon kanallarının yan kuruluşu olarak faaliyete geçen bu kanallar, anılardaki radyo geleneğini sürdürmek yerine "bir nevi görüntüsüz televizyon" olma yolunu seçtiler. Müzik ağırlıklı yayın yapan radyolar halen bu noktadan hareketle faaliyetlerini sürdürmekteler. TV'yi gitgide cazip yapan, insanları kendisine çeken büyüsünün gerisinde büyük ölçüde şiddet ve cinsellik bulunmaktadır. TV'lerde rağbet gören filmler, reality showlar ve eğlence programlan incelendiğinde şiddet ve cinselliğin nasıl kullanıldığı rahatça görülebilir. Yeni radyolar, bu unsurlardan imkanları elverdiğince faydalanmaya çalışarak TV'nin cazibesine ortak olmayı amaçladılar. Bu iki unsurdan radyoda kullanılması daha mümkün olanı cinsellikti. Açık cinsel mesajlar içeren şarkılar hem televizyonlara hem de radyolara malzeme oldu. Gerçi radyo yine bir kaç adım gerideydi. Çünkü bahsi geçen mesajlara uygun klipler yayınlama şansları yoktu. Ancak bu açıklarını şarkı aralarına sıkıştırdıkları DJ'lerle (bir tür program sunucusu) gidermeye çalıştılar. Ağırlıklı olarak cinselliğin ön planda olduğu muhabbetlerle(!) dinleyici toplayan bu radyolar için, radyo yayıncılığının kendine has özellikleri, ilgi alanı haricindeydi.
Radyoyu televizyondan ayıran daha doğrusu kendine özgü bir iletişim aracı haline getiren vasıflar, öyle yada böyle insanlara ciddi bir mesaj iletme kaygısı taşıyan radyoların ortaya çıkmasıyla hayatiyet kazanmaya başladı. Söyleyeceği sözü olanlar, bunu en iyi şekilde söylemenin yollarını ararken, bu işin yani radyoculuğun, kendine has bazı özellikleri olduğunu hasbelkader keşfettiler. Radyoculuğu ciddi bir iş olarak gören ve böyle algılanmasını isteyenlerin önünde yer alan en büyük engellerden biri özelleşmeyle birlikte ortaya çıkan radyoların oluşturduğu imaj oldu. Radyo bu kanallarla birlikte gündeme tekrar girmişti ama artık çoğu insan için bir müzik kutusuydu.
Sağlıklı bir geleneğinin olmaması daha doğrusu devlet radyosu dışında geçmişinin olmaması sebebiyle ciddi radyo yayıncılığı, her şeye en baştan başlamayı gerektiriyordu. Bu durumdan kaynaklanan bütün aksaklıklara rağmen "söz ağırlıklı" diyebileceğimiz radyolar gerek büyük şehirlerde gerekse diğer yerleşim birimlerinde resmi görüşe muhalif bir etkinlik alanı oluşturmayı başardılar. Radyoların geçici bir süre kapatılmasının ardındaki en büyük sebep ortaya çıkan işte bu özel etkinlik alanıydı.
Şimdiye kadar genel olan yaklaşımımızı daraltarak, oluşan bu özel etkinlik alam içinde önemli bir yer teşkil eden, İslami duyarlılığa sahip ya da böyle bir iddia güden, söz ağırlıklı kanallara değinmek istiyoruz. Radyo ve televizyonun devlet tekelinde olduğu dönemde bu araçlarda hakim olan resmi görüş, müslüman halkın değerlerini yok sayan bir niteliğe sahipti. Özel kanalların devreye girmesiyle birlikte radyolardan yükselen ve müslüman halkın bastırılmış ve küçümsenmiş değerlerini yüksek sesle telaffuz eden sesler, toplumun bu kesiminde büyük bir alaka gördü. Bu bir anlamda yıllar süren bastırılmışlığın sonunda ortaya çıkan otomatik bir tepkiydi. İslami kesim, o güne kadar kendine uzak ve yabancı gördüğü bu aygıttan, tanıdık seslerin çıktığını duyduğunda bu sesi yayan kanallara hemencecik sahip çıkmakta hiç tereddüt etmedi. Genel olarak "İslami radyolar" başlığı altında toplayabileceğimiz bu kanallar, getirdikleri yeni açılımla birlikte kendilerine has bir dinleyici topluluğu oluşturmaya başladılar. Oluşan yeni topluluğun mensupları başlangıçta o güne kadar kitle iletişim araçlarına mesafeli durmuş takip etmekle birlikte bunları bir türlü benimseyememiş insanlardan oluşmaktaydı. Sahip olduğu form itibariyle geçmişte bu insanlar açısından televizyona göre daha sıcak bir çehre taşıma avantajını da barındıran radyo, böylesi bir içerikle gündeme geldiğinde kısa sürede İslami kesim içinde çok hızlı bir biçimde yaygınlık kazandı
"İslami radyo"ların gördüğü bu teveccüh, çok kaliteli ve doyurucu yayın yapmalarından ziyade bu alanda ilk örnek olmalarından kaynaklanıyordu. Başlangıçta yoğun bir şekilde varolan heyecanın bir süre sonra etkisini kaybetmesiyle birlikte bu kanallara duyulan ilgi de azalma eğilimine girdi. Ancak ilginin azalması radyolara yaptıkları işi sorgulama fırsatını do vermiş oldu. İslami radyo yayıncılığının vaaz aktarmaktan, marş çalmaktan, ezan yayınlamaktan ve yayına girerken selam vermekten öte bir şey olması gerektiğinin farkına varan az sayıda radyo, öncelikli olarak kurumsallaşmaları ardından da hayatı her yönüyle kuşatan bir yayın zenginliğine ulaşmaları gerektiğini zaman içinde idrak etti.
Mali finans, teknik alt yapı ve donanım, nitelikli eleman istihdamı gibi sorunlar, kurumsallaşma sürecinin önündeki en büyük engellen oluşturuyordu. Bütün bu sorunları kısmen de olsa aşabilen radyoların vermesi gereken bir sonraki sınav ise, tutarlı, ilkeli ve bağımsız bir yayın politikasının oluşturulmasıydı. Hali hazırdaki genel tablo, "ciddi anlamda radyo yayını yapmaya çalışıyor" diyebileceğimiz kurumların henüz bu sınavı tam olarak geçemediğini göstermekte.
Finans sorununu bir cemaatın yan kuruluşu olarak yayın yapıyor olmakla çözümlemiş olan radyolar bu cemaatlerin taassuba dönüşmüş genel anlayışından bağımsız bir yayın politikası oluşturma şansına sahip olamamaktalar. Bu da bu radyoları sadece kendi cemaatlerine yayın yapan kapalı devre bir radyo haline sokarak etkinlik alanlarını daraltmaktadır. Arkalarını bir cemaate veya bir başka üst yapıya dayamayan radyolar için tek gelir kaynağı olan reklam sektörü ise hayli sorunlu bir sektör olması sebebiyle, ciddi ve kaliteli yayın yapma amacında olan radyoları, zaman zaman mali açıdan çok zor durumlara sokabilmekte. Bu durumda ise kendisinden reklam alınan dinleyici kitlesine karşı organik olmasa da psikolojik bir bağımlılık oluşmakta ve oto sansür mekanizması devreye girmekte,
Mali sorununu bir şekilde hallederek mali açıdan bağımsız hale gelmiş radyoların önündeki en büyük engel olan, hem İslamî bilinç sahibi hem de alanında uzman nitelikli kadro sorunu da aşılması oldukça güç bir sorun olarak ortaya çıkmakta. Henüz dört senelik bir geçmişe sahip olan İslami radyoların bir kısmı bu süre içinde en azından belli bir düzeyde radyo formasyonuna uygun, İslam ve sosyal vakıa arasında irtibat kurmayı başarabilen nitelikli elemanlar yetiştirip kısmen de olsa böyle bir istihdamı gerçekleştirebildiler. Başlangıçtaki pozisyona göre bir mesafe katedilmiş olsa da "yeterli sayıda ve nitelikte eleman" konusunda yaşanan sıkıntı halen ciddi bir sorun olmayı sürdürmekte ve tutarlı ve ilkeli bir yayın politikası tespit edilse dahi bunun pratiğe aktarılışını zorlaştırmaktadır.
Ne kadar kaliteli yayın yaparsanız yapın eğer bunu insanlara net bir şekilde ulaştıramıyorsanız, beklediğiniz hedeflere varmanız çok zor olacaktır. İslami radyoların karşısındaki bir büyük engelde, sonuçta yine mali finans sorunundan kaynaklanan teknik ve elektronik teçhizat yetersizliği olarak varlığını sürdürmekte.
Mali finans, kadro ve teknik donanım sorunu sınırlı bir düzeyde de olsa halledilerek radyonun cesedi oluşturulduktan sonra iş bu cesede ruh kazandırma noktasında düğümlenmekte. Bir radyonun ruhu, sahip olduğu yayın politikasıdır diyebiliriz. Cesedi olmakla birlikte net bir yayın politikasına sahip olmayan bir radyo, ceset ne kadar sağlam olursa olsun hastalıklı bir yapı arz etmeye mahkumdur. Tabi cesedin sağlıklılığınında ruhun sıhhatini etkileyen önemli bir etken olduğunu unutmamak gerekir.
Sağlıklı bir yayın politikasının sahip olması gereken temel özellikleri bağımsızlık, tutarlılık, ve ilkelilik olarak zikretmiştik. Bu üç özellik birbiriyle çok sıkı bir şekilde ilişkilidir. Herhangi bir güç odağıyla göbek bağı olan radyo, ilkelerini tesbit ederken bu bağı göz önünde bulundurmak zorundadır. Pragmatistliği ya da popülistliği kendine ilke edinmiş bir radyonun tutarlı olması beklenemez... vs.
"İslami radyoları" genel olarak, sahip oldukları yayın politikaları açısından değerlendirdiğimizde çok iç açıcı bir tabloyla karşılaşamıyoruz. Çoğu radyo işi akışına bırakmış, belirli bir kurulu düzeni devam ettirmeye çalışmakta. Bir kaç radyonun dışında yayın politikasının konuşulacağı en uygun platform olan yayın kurulu, ciddi anlamda mevcut değil. Yayın kuruluna sahip olan radyolar ise çeşitli sebeplerden dolayı yayın üzerinde kesin bir hakimiyet ve inisiyatif oluşturmada bazı sorunlar yaşamaktalar.
Örneğin belirli bir politika oluşturmada mesafe katetmiş bir radyo, haber kaynaklarının yetersizliği sebebiyle haberlerini bu politikaya uydurmakta büyük zorluklar çekebilmekte. Aynı şekilde maddi sebeplerden dolayı, yayınlanan reklamlar seçilirken çok fazla ince elenip sık dokunamamakta, yayın politikasına uygun bir reklam politikasının pratize edilebilmesi zorlaşmaktadır. Keza yayınlanan müziklerde de repertuarın kısıtlı olması sebebiyle benzer sorunlar yaşanmakta. Geniş ve farklı kesimlerden oluşan bir kitleye seslenmek isteyen radyolar belirli bir yayın politikası oluştursalar da çeşitli kesimlerin takdirini almaya veya tepkilerini çekmemeye gösterdikleri özen sebebiyle iç tutarlılığı sağlamada zaafa düşebilmekteler. Bağımlılıkları sebebiyle dar bir topluluğa hitap edenler ise belki tutarlı olabilirler ama sağlıklı bir yayın politikasının oluşmasını sağlayabilecek olan serbest düşünce ortamından yoksun bulunmaktalar. Yayın kurulunda oluşturulan yayın politikasının pratiğe aksetmemesinin sebeplerinden önemli bir tanesinin de yayını icra edecek elemanların sahip oldukları İslami, sosyal ve siyasi kültürün yetersizliği olduğunu söyleyebiliriz.
Bütün bunları aşarak iyi kötü bir cesede ve ruha yani kurumsal bir yapı ve net sayılabilecek bir yayın politikasına sahip olan bir radyoyu "anlamlı" kılacak olan şey ise sahip olunan hedeftir. Hedefsiz bir radyo anlamsız olmaya da mecburdur. Hedef, şimdiye kadar radyo yayınına ilişkin bahsettiğimiz bütün hususları kapsayan bir üst şemsiye konumundadır. Bir anlamda hedefin mahiyeti, diğer bütün unsurları şekillendirmede anahtar konumdadır. Hedefin ne şekilde ve hangi kriterlere göre belirlenmiş olduğu "İslami radyo" olma iddiası taşıyan kurumlar için hayati önem arz etmekte. Bireysel ya da kurumsal baz da, müslümanların ortaya koyduğu işlerin tümü, dinlerinin temel referansı olan Kur'an-ı Kerimle uyumlu olmak zorundadır. Bu noktadan hareketle, hem hedefin hem de buna ulaşmada kullanılacak olan stratejilerin sağlıklı bir şekilde tesbit edilebilmesi için öncelikle bunları tespit edenlerin sağlıklı bir Kur'ani bilince sahip olmaları gerekmektedir. Bu bilincin var olmadığı durumlarda ortaya, İslami görünümlü ama çarpık bazı hedef ve stratejiler çıkabilmektedir.
Örneğin içinde bulunulan toplumda yaklaşımda, toplumu tümüyle kuşatmaya çalışan ve birçok temel farklılığı meşru gören ya da toplumun büyük bir kesimini dışlayan ve tekfir eden bir tavır, Kur'anî bir toplum değerlendirmesinden uzak olmasından dolayı radyonun yayınına ilişkin çarpık stratejiler doğurabilmektedir. Saldırgan ya da uzlaşmacı tutumların, popülist ya da seçkinci yaklaşımların modern ya da geleneksel hurafelere tanınan primlerin altında böylesi bir bilinç sapması yatmaktadır.
Hedefini ve stratejilerini Kur'ani bir bilinçle, net olarak tespit etmiş olan İslami bir radyo, gördüğü işlevin ne olduğunun da farkındadır. Şu an "İslami radyoculuk" alanında yaşanılan sorunların en önemlilerinden bir tanesi de "İşlev belirsizliği" olarak göze çarpmakta. Bu belirsizlik içinde, net bir hedefe sahip olmayan İslami radyolar kendi insiyatifleri dışında çok farklı işlevler görebilmektedir. Bunlara bir kaç örnek verirsek: Radyoların, dini otorite kabul edilişlerini, birikmiş tepkilerin boşalımını sağlamalarını, bir fakım bastırılmış dürtülere meşru(!) yoldan tatmin imkanı sağlamalarını zikredebiliriz. Bu saydığımız işlevler radyoların kendi işlevlerini net bir şekilde belirleyememesi sonucu (tabi bunları kendileri için bilinçli bir strateji olarak seçenler hariç) kontrolsüz bir şekilde ortaya çıkmakta ve belki de asıl varmak istedikleri noktanın çok uzağına savrulmalarına sebep olabilmektedir.
Kanaatimizce içinde yaşadığımız coğrafya ve şartlar dahlinde "İslami" bir radyonun nihai hedefi, İslam'ın değerlerinin hakim kılınması yönünde gerçekleştirilecek toplumsal bir dönüşüm sürecinin içinde yer almak olmalıdır. Buna bağlı olarak, İslami bir radyonun temel işlevinin de, bu dönüşüm süreci içinde kendi yaptığı işi en iyi şekilde yaparak, toplumun her kesimine "sözü" en güzel bir biçimde ulaştırmak olduğu düşüncesindeyiz.
Radyoculuk şüphesiz çok ciddi ve ciddi olduğu kadar da önemli bir iş. Hemen hemen her evde bulunan radyo kendine has özellikleri sebebiyle insanlarla "iletişim" kurmada TV'ye göre çok daha avantajlı bir aygıt. TV'nin tek taraflı "iletisi" insanları malumatlandırma noktasında radyoya göre çok daha gelişkin olsa da kolay ulaşılabilir, tepki belirtilebilir ve etki edilebilir bir "iletişim" aracı olarak radyo, daha sıcak bir çehreye sahip. Bu sıcak çehre sayesinde bazı İslami radyolar, taşıdıkları zaaflarla birlikte, dinleyicileriyle gerçekten sıkı bağlar kurmasını başarabilmişlerdir. Radyonun insanların zihinleri üzerinde tahakküm kurup onları sınırlamayan, kendine bağımlı kılıp, gevşetip uyuşturmayan ve iletişime açık olan yapısının, sağlıklı bir biçimde kullanıldığı taktirde nicelik ve nitelik açısından ciddi kazanımlar edinmeyi sağlayacak bir işleve sahip olduğunu düşünüyoruz.
"İslami radyolar"ın mevcut durumlarının genel bir değerlendirmesini yapmaya çalıştığımız satırlarda belirttiğimiz olumsuzluklarının yanında pratikte sağladıkları bazı faydaların da var olduğunu söylemeliyiz. Örneğin farklı kesimler arasında iletişim sağlamak, TV'nin etki alanını daraltmak, birçok insanın gündemine ilk defa İslam'ı sokmak gibi. Bütün bunların ötesinde ilkesizliğin ve çözülmenin had safhada olduğu bir dönemde, kendine bazı olumlu ilkeler edinmiş ve geçerli olana değil değerli olana iltifat etmede sebat gösteren bir kaç istisna radyonun, dinleyici nezdinde yüksek düzeyde itibar görmesi, hem dinleyiciler hem de bu radyolar açısından olumlu ve umut verici bir tablo ortaya koymakta.
Taşıdıkları bütün zaaflarla ve İslami niteliklerinin tartışılır olmasıyla birlikte önemli sayılabilecek bir etkinlik alanı oluşturmuş olan "İslami radyolar", toplumsal bir İslami dönüşüm isteği ve gayreti taşıyanların ilgisiz kalamayacakları sosyal bir olgu olarak kendini ortaya koymaktadır.
Aralarındaki nisbi farklarla birlikte, net bir İslami kimlik oluşturma ve İslam ile yaşadığımız sosyal vakıa arasında sağlıklı irtibatlar kurarak, hayatın her alanını kapsayan ilkeli ve tutarlı bir yayın politikası tespit etme noktasında, önlerinde katetmeleri gereken oldukça büyük bir mesafe bulunan bu radyoları önemsemek, onların ıslahına katkıda bulunmak açısından atılabilecek ilk adımdır kanaatindeyiz. Radyoların dinleyiciyi etkileme gücü olduğu kadar dinleyicinin de radyoyu etkileme gücünün bulunduğu unutulmamalıdır. Zaten radyonun televizyondan ciddi bir biçimde ayrışmasını sağlayan ve "büyülü bir kutu"ya dönüşümünü engelleyen en önemli vasıflarından birisi bu karşılıklı etkileşim imkanıdır.
İslami radyoların birer "büyülü kutu" haline dönüşmesini önlemeye çalışmak "söz"ün değerli olduğuna inanan her müslümanın hissetmesi gereken bir sorumluluk olmalıdır.