Sorular:
1- Askeri darbelerde egemen güçlerin ortaya çıkan iradeleri, politikaları ve niyetleri ile en genelde halkın sergilediği tutum ve tavırlar açısından bakıldığında 12 Eylül'ü müslümanlar yeterince değerlendirebilmişler midir? Bu konudaki eksik ve zaafların nerelerden (fikri, yapısal, devralınan miras vb.) kaynaklandığını düşünüyorsunuz?
2- 12 Eylül müslümanların hayat tecrübelerine, siyaset birikimlerine neler kazandırmıştır? (Ya da kazandırmış mıdır?) Bugün halkın siyaset hakkında, yani kendi sorunları karşısında aktif bir tavır ve çözüm arayışı yerine; edilgen bir bekleyiş ve seyircilik içine gömülmesi ile, 12 Eylül'ün toplumsal hayatın her alanını kuşatmaya dönük 'depolitizasyon' politikaları arasında doğrudan ya da dolaylı bir irtibattan, ilişkiden söz edilebilir mi?
3- 12 Eylül ile 28 Şubat arasında işleyiş ve hedefler açısından benzerlikler ve farklılıklar hakkında neler söyleyebilirsiniz? Bu iki darbe ve darbe sonrası izlenen politikalar birbirinin devamı mıdır, yoksa temelde farklı yönlere doğru bir yönelim mi söz konusudur? Özellikle İslami kesime yönelik politikaları itibariyle bu iki darbe arasında bir süreklilik mi, yoksa kopma mı söz konusudur?
Türkiye'de, bütün dönemler boyunca devletin gerçek sahipleri, seçkinler/elitler ve oligarşik unsurlar olmuştur. Bu unsurlar, her dönemde toplumun iradesini küçümsemişler; siyasal hayatta bütün toplum kesimlerinin yer alması gerektiği düşüncesine inanmamışlardır. Yine her dönemde siyaset; ideolojik/resmi dünya görüşünün dar sınırları içerisinde yapılmıştır. Türkiye'de İslami kesimler, bir şekilde siyasal eşitlik ilkesinin, tanımının dışında tutulmuştur, tutulmaktadır. İktidar yapıları, Cumhuriyet tarihi boyunca, bütün bir toplumun aynı fikirde olmasını sağlamaya yönelik baskılar uygulayarak, kitleleri sorumsuzca resmi görüşler doğrultusunda manipüle etmiştir. Toplumumuz, kolektif/ortak aklın, bilginin ve eleştirinin dışlandığı; ideolojik klişeler ve mutlaklaştırılmış/dokunulmaz/abartılı ideolojik söylemle yönetilmiştir.
İslami kesimler, her dönemde ürküntü verici bir belirsizlik içerisinde bulunmuşlardır. Toplumun bütünlüklü yapısına hitap eden, genel bir dil gerçekleştirememişlerdir. Düşünsel, kültürel, entelektüel etkinliklere/inşa'lara hiçbir zaman ilgi duymamışlardır. Müslümanların geliştirdikleri söylemler, taşralılıktan kurtarılamamış, bu nedenle de özgün ve özgür tasarımlar gerçekleştirilememiştir. Türkiye'de bütün iktidar yapıları, her zaman, ihtilal ve darbe dönemlerinde de, aynı hassasiyeti koruyarak, egemen ideolojinin resmi dünya görüşüne göre hareket etmiş; bütün süreçler boyunca İslam'a ve müslümanlara karşı, denetleyici, aşağılayıcı, dışlayıcı tavırlar alınmıştır. Müslümanlar her zaman eski bir tarz üzere oldukları için; üretici zihinlere geçit vermeyen bir kültürel muhafazakârlığı bağnazca yaşatmışlar; hizip ve grup çıkarına dayalı; nesnellikten uzak propagandacı dilden vazgeçememişlerdir. Bu nedenle de; tarihi, dünyayı, yirminci ve yirmibirinci yüzyılları tanımlayan, niteleyen, belirleyen dinamiklere, ruha, düşünceye, dile yabancı kalmışlardır. İslami kesimlerin hiçbir dönemde, herhangi bir konuda nihai kararlılıkları olmadı. İslami yönelişler hiçbir dönemde akılcı kılınamadı. Entelektüel seviye ve derinlik açısından yoksul bir dil kullanıldı.
Toplumsal ve kültürel temellerden, toplumu oluşturan bireylerin inançlarından, beklentilerinden bağımsız iktidar yapıları; zaman zaman, kimi özel koşullar gereği; iktidar yapılarının bir konsensus'a acilen ihtiyaç duyduğu dönemlerde; İslami kesimlere çok küçük, nisbi, yüzeysel, mevsimlik özgürlükler tanıma yoluna gitmişlerdir. Ancak, iktidar yapılarının müslümanlara karşı olan zorlayıcı tavrı hiçbir zaman bir değişikliğe uğramamıştır. İslami kesimler, özgürce seçim yapabilecek düşünsel yeterlilik ve kültürel yeterlilik sorununu çözmekten çok, duygusal tezahürlerden ibaret bir söylemin tutsağı oldular. Bu yüzden de, kendi kaderlerini belirleyebilecek bir konuma yükselemediler. Duygusal tezahürlerden ibaret olduğunu belirttiğim söylemde bile; bir ölçü, bir denge, bir seviye ve içerik sağlanamadı. Bütünlüğünü kaybetmiş, bir bilinç kazanamamış, çok küçük nedenlerle küçük parçalara bölünmüş bir bünyeden; maalesef, hiçbir kesimde yankılanamayan küçük, küçücük söylemler ve etkinlikler çıkıyor. Trajik kararsızlıklar ve yüzeyselliklerden oluşan propagandacı dilin, özgün çerçeveler üretememek gibi bir sorunu var. Eleştirel bir bilinç ve yaklaşım olmadığı için, hamasi coşkunlukları temel alan, bayağılaşmış, içeriksiz dille, hiçbir şekilde tutarlı bir tasarım gerçekleştirilemiyor. Kendisini yeniden üretme ihtiyacı duymayan bir düşünce ve kültür, sahip olduğu insan malzemesiyle bir inşa'ya yönelemediği için, bu malzemeyi israf ediyor; zamanın, tarihin, dünyanın akışını, mahiyetini, gerçekliğini kavrayamıyor. Kendilerini katı sınırlamalarla kısıtlayan İslami kesimler, bilinçli ve kararlı tercihler yapamadılar, akıldışı, hissi koşullanmalarla oyalandılar; özgürce düşünülüp tartışılması gereken seçeneklere itibar etmediler. Sağlıklı bir değişimin, bilinçli ve sürekli etkinliklerle sağlanabileceği gerçeği ilgi görmedi. Sağlıklı ve inandırıcı bir değişim gerçekleştirilemeyince de, tarih aleyhimize işlemeye başladı, içerisinden geçtiğimiz tarihsel dönem, bizleri bütün ilgilerimizle dünyaya açılma zorunda bırakan bir dönemdi. Yerel ufukları ve yerel sınırları aşmak zorunda olduğumuz bir dönemde, temelleri sarsılan yerel hassasiyetlerle direnmeyi ve ayakta kalmayı başaramadık.
Türkiye'de her dönemde olduğu gibi, darbeler döneminde de, İktidar yapılarının tam egemenliği yoluyla, kitleler resmi açılara koşullandırılmak suretiyle güdülendiler; resmi/ideolojik toplumsallaşma yönünde baskılara maruz kaldılar. İktidar yapıları her dönemde, darbe dönemlerinde daha fazla hassasiyet göstererek toplumsal anlamda bir örnekliği sağlamak; toplumun bütünüyle resmi kalıplara intibakını temin etmek; bütün alanların ideolojik aygıtlar tarafından denetim altına alınmasını sağlamak; özel bir özgür alan bırakmamak; tarih boyunca en tabii ve en güzel yollarla işleyen insani, ahlaki, sosyal, toplumsal ilişkiler ve dayanışmaları, hayatın bütün alanlarını kontrol altında tutarak kısıtlamak yolunu ve yöntemini seçmiştir. Darbeler, sistemin kendisini kendi mukaddesleri doğrultusunda "tahkim" etmesini sağlamaya yönelik girişimlerdir. İzlenen politikalar bütün dönemler boyunca birbirinin tamamlayıcısı olan politikalardır. Bu politikalar bütün insanlığın paylaştığı genel öz'e, ruh'a, vicdana tamamen aykırı politikalardır. Topluma zorla kabul ettirilmeye çalışılan resmi değerler yapay ve içeriği bulunmayan değerlerdir. Bu değerler muhalif unsurları terörize etmek amacıyla icat edilmişlerdir. İnsanların kendi adlarına düşünmelerine, inanmalarına imkân vermeyen bir politik sistem, ahlaki temellerden yoksundur. Ahlaki düşüncelerin, davranışların ve politikaların evrensel bir niteliği vardır. İnsanların hayatta kalabilmek adına, statükonun bütün mukaddeslerini kabule zorlanmaları, insanlık dışı bir uygulamadır. İnsanlar, bir inanca, bir düşünceye aşkla hizmet imkânı bulduğunda, bu inanç ve düşünceleri aşkla ve onurla temsil imkânı bulduğunda özgür olurlar. Bir inanca, bir düşünceye koşullar gereği, biçimsel olarak hizmet etmek durumunda kalmak, insanları kişiliksizleştirir. Bütün insanlığın ilgi duyduğu, bütün insanlık tarafından kabul edilebilir, bütün insanlığı temsil liyakatine sahip, evrensel düzlemde yankısı ve etkisi olabilecek inanç ve değerlere sahip olanların siyasal tercihleri, tarzları, bakışları yerel ideolojik saplantılarla sınırlandırılamaz.