Eşber Yağmurdereli Meselesi ve Nureddin Şirin Olayı

Haksöz

Çoğu şeyin birbirine karıştığı, gündemin sık sık değişmesi nedeniyle olayları takip etmenin oldukça zorlaştığı bir dönemi yaşamaktayız. O kadar çok önemli olay peşpeşe yaşanıyor ki birini gündeme getirmeye kalkıştığınızda öteki unutulabiliyor. Unutulan her olay ise yapanın (Türkiye toplumunda en önemli toplumsal aktör olarak özellikle de devletin) yanına kar kalıyor.

Toplumsal ve siyasal olaylara karşı duyarlı insanların sayısının az olması ve niteliğin yetersizliği, bu tür olayları halka taşımayı görev edinmiş kurumlaşmaların da yetersiz kalmasına neden olmaktadır. Zaten, toplumsal örgütlenmeleri kendisine karşı bir tehdit olarak değerlendiren devletin, her türlü kurumsal girişime karşı takındığı tavrı da düşününce, bu durumun doğal bir sonuç olduğu daha iyi anlaşılır. Bu serancamın bizi yüzleştirdiği bu noktada, özellikle mü'minlerin daha bir duyarlı olmaları gerekmektedir.

Genelde müslümanların, özelde de Türkiye toplumunun içinde bulunduğu bu vakıaya ilişkin geniş değerlendirmeler yapmak gerekiyor. Biz, ayrı bir gündem maddesi olan bu konuyu örneklendiren iki önemli olaya değinmek istiyoruz: Eşber YAĞMURDERELİ'nin tahliyesi ile Nureddin ŞİRİN'in olayları.

Bu iki olay, Türkiye'de cari olan devlet anlayışı ile, müslümanlar başta olmak üzere, Türkiye toplumunun halini göz önüne seren iki örnek olaydır ve özellikle Nureddin ŞİRİN'in mahkumiyeti tarihi bir niteliğe sahiptir.

EŞBER YAĞMURDERELİ'NİN TAHLİYESİ

Bilindiği gibi, Eşber YAĞMURDERELİ yaptığı bir konuşmadan dolayı mahkum edilmiş ve bu mahkumiyet kamuoyunda geniş bir yankı uyandırmıştı. Devletin öncelikli tehdit olarak müslümanları algılamaya başlamasından dolayı diğer çevrelere nisbi olarak toleranslı davranması ve devletin bu kararında ona destek olan 'kemalist sol' çevrelerin medyatik gücü, mahkumiyet kararının geniş yankı bulmasında etkili oldu. Özellikle 28 Şubat 1997 tarihinden itibaren başlayan süreçte, devlet ve devletin beslemesi olan pozitivist -laik çevrelerin müslümanlara yönelik saldırgan tavrı o reddeye vardı ki; artık, müslümanların dışında hemen her çevrenin yaptığı her şey mazur görülüyor. İşte bu sürecin de katkısıyla, önce mahkum edilen YAĞMURDERELİ daha sonra sağlık sorunları olduğu bahanesiyle tahliye edildi. Gerekçe, sağlık nedenleri olarak sunuldu ama bu gerekçeyi kimse yutmadı. Elbette biz, sistemle sorunu olan birisinin tahliye kararına karşı olmak durumunda değiliz. Bizim üzerinde durduğumuz şey, sistemin yüzsüzlüğü; bırak hukuku, kendi kanunlarını bile hiçe sayan tavrıdır. Eğer YAĞMUR-DERELİ suçlu ise, sudan bahanelerle niçin tahliye ediliyor, yok eğer adam suçlu değil de yanlış karar verildi ise niye beraat kararı verilmedi? Yoksa, devletin işbirliği yaptığı çevrelerle olan nazik dengeler böyle bir kararın alınmasına mı neden oldu? Eğer böyleyse, bağımsız yargı teraneleri nasıl açıklanacak?

Soruları uzatmak mümkün. Mesele oldukça açıktır. Doğrudan MGK'dan emir alan yargı, müslümanlara karşı kılıcını kuşanmış akla, vicdana sığmaz kararlar alırken, devletin müslümanlara karşı işlettiği süreçte üstüne düşen rolü bihakkın yerine getirmektedir. Aynı yargı, devletin uzlaşma içerisinde olduğu çevreleri memnun edebilecek kararları almakta da üstüne düşeni yapmakta gafil davranmamıştır. Eşber YAĞMURDERELİ'nin mahkumiyet kararının verildiği günlerdeki tepkilerle tahliye kararının verildiği günlerdeki tepkileri karşılaştıranlar bunu açıkça göreceklerdir.

İslami Hareket davasından sanık olan ve aylarca neredeyse tamamen felçli bir halde yargılanan Cengiz SARIKAYA, hapishane koşullarının kötü olması nedeniyle tüberküloz (verem)den ölen Aczmendi mahkumlar ya da İ. GÜMRÜKÇÜOĞLU'nun hayati tehlike içerisinde olmasına rağmen mahkumiyetinin devam etmesi karşısında aynı çevrelerin gösterdikleri tepkilerine bakıldığında sistem ile uyumları onların yerlerini açıkça göstermektedir. Anlaşılan o ki; gerek sistem gerekse de işbirlikçi çevreler inandıklarını ifade ettikleri ilkelerini bile ihtiyaç duyduklarında çiğnemekte tereddüt etmemektedirler. Biz biliyoruz ki, bunların ataları da böyleydi. Elleriyle yaptıkları putları yiyenlerin geleneği bugün yeni biçimlerle devam ediyor. Onlar yerlerini almış ve görevlerinin başındalar.

NUREDDİN ŞİRİN'İN MAHKUMİYETİ

İddia sahibi insanların kimlikleri olaylar ve durumlar karşısında aldıkları duruşlara göre somutlaşır. Öyle olaylar vardır ki, bu olaylar karşısında alınan tavır, tam bir renk ayırımıdır. İnsanların rengi bu tür olaylarla açık bir şekilde ortaya çıkar

Esas olarak, sistem karşısında nasıl bir duruş almaları gerektiği konusunda tam bir netliğe ulaşamamış olan kimi müslümanların yaşadığı bu belirsiz ve kimliksiz tutum hakkında bir değerlendirme imkanı vermesi açısından Nureddin ŞİRİN olayı ibretli bir örnektir. Evet, Nureddin ŞİRİN hakkında verilen mahkumiyet kararına ilişkin bazı müslüman kişi ve çevrelerin takındıkları tavır, bu kişi ve çevrelerin sistem bilincini ve sistem karşısında nasıl bir tutum içerisinde olduklarını gösteren ibretli bir olaydır.

Yıllarca her tür sultaya karşı olduğunu söyleyeduranların, N. ŞİRİN 'e ve onun şahsında tüm müslümanlara verilen bu haksız ve saldırgan karar karşısında gösterdikleri duyarsızlık geçiştirilmemelidir. Bu insanlar bilmelidir ki saltanat geçmişte kalmış bir uygulamanın adı değildir. Saltanata karşı olmak her tür keyfiliğe, hukuksuzluğa karşı olmaktır. Dayatmanın her türüne karşı sesini daha bir güreştirmektir. Tuğyana ve hasseten tuğyanın merkezi olan egemen sisteme karşı tavrını netleştiremeyenler bilmelidir ki, ya şahitliği üstlenerek topluma örnek ve öncü bir hattın oluşmasına katkıda bulunacaklar ya da bu ifsat onları da yakacaktır.

Biz inanıyoruz ki, Nureddin ŞİRİN'in mahkumiyeti müslümanların sistemle ilişkileri açısından tarihi bir öneme sahiptir. Devlet, Nureddin'in şahsında esas olarak müslümanların değerlerini ve şiarlarını mahkum etmiştir. Müslümanlar olarak ortak değerlerimizin sonucu olan İslami direniş kadrolarını, Filistin'i ve hasseten de mukaddes Kudüs'ü savunan Nureddin tüm müslümanların yapmaları gereken bir şeyi yaptığı için sistemin gazabına uğramıştır. Bu yüzden de Nureddin'e sahip çıkmak İslami dirilişin onurlu savaşçılarına, şiarlara ve nihayet İslami değerlere sahip çıkmaktır. Bu sahip çıkış bir lüks olmadığı gibi, mevsimlik bir hamaset de olmamalıdır.

Egemenler, müslümanları 'öncelikli iç tehdit' olarak tanımlayalı beri, daha bir kuşatıcı olarak sistem gerçeği ile yüzleşmekteyiz. Onlar eğitimde, ekonomik hayatta, kültürel yayılmacılıkta, yargıda, velhasıl-ı kelam hayatın bütün alanlarında üstümüze üstümüze geliyorken bizlerin takınacağı tavır daha bir önemlidir. Bilmeliyiz ki hepimiz Nureddin'iz. Bunu anlamakta geç kalınırsa kuşatmanın çemberi daha bir daralacaktır.