1-Ergenekon yapılanması operasyonlarla ortaya çıktığı şekliyle birtakım isimler, çevreler, örgütler içermekte. Sizce Ergenekon, gerek yapısal-örgütsel, gerekse de zihniyet itibariyle nasıl bir arka plana sahip, nereye oturmakta?
Ergenekon yapılanmasını, diğer ülkelerde daha önce tasfiye edilen benzer örgütlerle birlikte düşünmek gerekir. İtalya’da “Gladio”, İspanya’da “Gal” vs. olarak adlandırılan örgütler, komünizm tehlikesine karşı, merkezi devlet yapısından bağımsız ancak merkezi yapıyla organik bağı olan NATO tarafından kurdurulan örgütlerdir. Devletin denetimine bağlı olmayan bu örgütler, (devlet içinden aldıkları destek sayesinde) komünist hedeflere yönelik (adam kaçırma, öldürme, bombalama vs.) eylemler gerçekleştirirken, (uyuşturucu, fidye, kumar, vs.) yasa dışı ilişkilere de girmişlerdir. Bu örgütlerin kuruluş amaçlarına aykırı eylemleri her ülkede büyük rahatsızlık yaratmış ise de komünizm tehlikesi nedeniyle tasfiyesi düşünülmemiştir. 1990’lı yılların başında komünizmin çöküşü ve Rusya’nın dağılmasıyla birlikte düğmeye basılmış, bu örgütler tasfiye edilmeye başlanmıştır. Türkiye’deki yapının tasfiyesi, PKK ile mücadele için gerekli olduğu gerekçesiyle ertelenmiştir.
Bu örgütlerin kuruluş amacı, komünizm işgaline karşı “silahlı mücadeleyi” öngördüğünden, ordu merkezli bir yapılanmaya gidilmiştir. Türkiye’de, “özel harp dairesi”nin adı, bu sebeple sıkça gündeme gelmiştir. Devlet teşkilatı içindeki bütün kurumlar yasayla kurulduğu halde, bu örgüt, illegal (gizli) bir organizasyon olduğu için bu kuruluşta görev yapanlar, görevleri, bütçesi, faaliyetleri gizli tutulmaktadır. Oldukça esnek bir yapıya sahip olduğu için, ülkenin her yanında -gerek gördüğü kadar- büro ve konut edinmekte, her ülkede farklı isimler kullanmaktadırlar. Türkiye’de de “kontr-gerilla”, “JİTEM”, “ETÖ” gibi farklı isimlerin kullanılması, deşifre olan isimlerin yenileriyle değiştirilmesinden ibarettir.
Bu örgüt, “komünizmle mücadele” amacıyla kurulduğu için bu amaca uygun olarak yapılandırılmıştır. 1980 öncesinde, komünizmle mücadeleye en ciddi katkı sağlayacak grup milliyetçi kesim olduğundan, bu yapıdan en geniş şekilde yararlanılmıştır. 1979’da İran’da meydana gelen devrimin -çevre ülkelere, özellikle- Türkiye’ye sıçramasından endişe eden ABD, askeri kışkırtmış, açıkçası darbe yaptırmıştır. Darbeden sonra, sol örgütlerle birlikte ülkücülerin de yargılanması hatta işkencelere maruz kalması, mahkûm olması, devlet içindeki yapının, beraber yürüdüğü kişilere karşı bir vefa duygusu taşımadığını göstermektedir. Tıpkı, (sözde) PKK tehlikesine karşı destek verdikleri Hizbullah’ı, işledikleri cinayetlerle birlikte, medyanın ve yargının önüne atmaları gibi.
12 Eylül öncesi yapılanma ile bugünkü yapılanmayı karşılaştırdığımızda, bu örgütün, esaslı bir değişim geçirdiğini söyleyebiliriz. Ancak bu değişim, örgütün kontrolden çıkmasından değil, ABD politikalarındaki değişiklikten kaynaklanmaktadır. ABD politikaları, 11 Eylül’le birlikte ciddi bir kırılma yaşamıştır. İkiz kulelere saldırı eyleminin ABD’nin bilgisi dahilinde gerçekleştiği kabul edilecek olursa, bu değişikliği, komünizmin çöküşünden itibaren başlatabiliriz. Bilindiği gibi, ABD, 11 Eylül olayından sonra tehdit skalasında komünizmin yerine İslam’ı yerleştirmiştir. Tehdit konseptindeki bu değişikliğin, ABD yanlısı ülkelerin politikalarına ve yapılara yansımaması düşünülemez. Bu değişiklikten sonra, ETÖ’nün, eski komünistlere yer vermesinde şaşılacak bir durum yoktur.
İki ayrı iddianamedeki delil ve belgeler dikkatle incelendiğinde, Türkiye’deki ETÖ’nün diğer ülkelerdeki -tasfiye edilen- örgütlerle olağanüstü benzerlikler taşıdığı görülmektedir. Bu soruşturma kapsamında tutuklananların iddialarının aksine, bu örgüt, NATO’ya (dolayısıyla ABD’ye) göbeğinden bağlıdır. Kuruluşu, araç-gereçleri, parasal kaynakları, eğitimi, NATO tarafından gerçekleştirilen bir örgütün, “ABD karşıtı” olduğunu iddia etmek gülünçtür. Örgüt içinde, ABD’den hoşlanmayan kişilerin de görev yapması elbette mümkündür. Ancak, örgütün NATO’nun ve ABD’nin tamamen kontrolü dışına çıktığını söyleyebilmek için çok esaslı ve ciddi kanıtlar gerekmektedir. Bu görüşü destekleyecek bir iddia bulunmadığı gibi, böyle bir kanıt da sunulamamıştır.
2-Ergenekon olayı/operasyonu nasıl tanımlanmalıdır? Konu yerel dinamiklerin ön planda olduğu bir dava mı, yoksa uluslararası güç merkezleriyle irtibatlı bir süreç olarak mı değerlendirilmelidir? Ortada ciddi, köklü bir tasfiye çabası görüyor musunuz? Böyleyse kim kimi ya da hangi güçler hangi güçleri tasfiye etmektedir?
Toplum mühendisliği ve komplolar (sosyal, siyasal, ekonomik) yaşamımızın bir parçası haline geldiğinden, hemen her olayın ardında mutlaka bir “parmak” arar hale geldik. Şüpheci ve uyanık olmak elbette önemlidir, ama bunu olağan sınırların ötesine taşımak paranoya halidir. Bir olayı “X” gücünün organize etmesiyle, “X” gücünün çıkarlarıyla örtüşmesi tamamen farklı şeylerdir. Bu operasyon, birçok ülkenin çıkarlarıyla örtüşürken, birçoğunun çıkarlarıyla ters düşebilir.
Diğer ülkelerdeki benzer örgütler tasfiye edilirken, ABD, Türkiye’deki örgütün de tasfiyesini isteseydi, tasfiye edilir, hiçbir güç de bunu engelleyemezdi. Bu örgütün bizde niçin tasfiye edilmediği üzerinde düşünmek gerekir. Bu örgütün niçin tasfiye edilmediği konusunda, örgütün amaçları ve faaliyetleri yeterli ipuçlarını vermektedir. Örgütün amacı, toplumdaki kutuplaşmayı artırmak, çatışmayı körüklemektir. Bunu sağlamak için de taşeron örgütler kurmaktan, bu örgütlere, cinayet işletmekten çekinmemektedir. Terörle mücadele için, her yıl milyarlarca dolar harcayan bir ülkedeki terör eylemleri, -ve bu ülke, bütün silahlarını sadece ABD’den alıyor ise- ABD’yi niçin rahatsız etsin?! Bu terörün yapay olarak oluşturulması ayrı bir bahistir.
ABD politikalarının, -hiçbir zaman değişmeyen- statik bir yapı olarak değerlendirilmesi yanlıştır. ABD’de yapılan son seçimlerin, dünyayı savaş alanına çevirmeye çalışan “şahin” kanadının politikalarının reddi ve yenilgisiyle sonuçlandığını hepimiz gördük. ETÖ, Bush’un (Türkiye’ye) isteklerini kabul ettirilebilmek için ne kadar yaşamsal bir öneme sahip ise Obama için aynı oranda faydasız ve gereksiz olabilir. ABD, (yeni) çıkarlarına uygun olduğu için, bu örgütün tasfiyesini (bizzat) istemiş olabileceği gibi, operasyona göz yumması karşılığında, Hükümet’ten bazı tavizler de koparmış olabilir. Akıllı ülkeler yel değirmenleriyle savaşmaz. ABD, küresel politikaları için İran’ı en büyük tehdit gördüğü halde, bu ülkeyle direkt olarak savaşmamış, Irak’ı kullanmıştır. Eğer bir ülkede istikrar yok ise ABD o ülkedeki güç odaklarıyla ortak hareket edebilir. ABD politikalarının tek seçenekli olmadığını, denklemin her iki tarafıyla da ilişkilerin bulunduğunu unutmamak gerekir. Sebebi ne olursa olsun, asıl üzerinde durmamız gereken husus, bu örgütün tasfiyesinin kimlerin işine yarayıp-yaramayacağı değil, bizim için tasfiyesinin gerekip-gerekmediğidir. Konuya, bu açıdan yaklaşacak olursak, ETÖ’nün derhal ve acilen tasfiye edilmesi gerektiğini söyleyebiliriz.
3-Davanın gelişim seyrinde gördüğünüz çelişkiler ya da zaaflar nelerdir? Ergenekon olayının bundan sonra nasıl şekilleneceğini tahmin ediyorsunuz; daha önemlisi de nasıl gelişmesi gerektiğini düşünüyorsunuz?
Ben, davanın gelişim seyrinde herhangi bir çelişki veya zaaf görmüyorum. Perinçek taifesi ile milliyetçi kesimin aynı çatı altında buluşması, bazılarına çelişki gibi gelebilir. Ancak bu birlikteliğin Türkiye’nin tamamını kapsamadığını göz ardı etmemek gerekir. Renk kartelasında, iki zıt rengin kavuşma noktasında buluşabildiği gibi, milliyetçi kesimin ulusalcı kanadı ile sol kesimin ulusalcı kanadı bu idealde ortak paydada buluşabilir. Bugün, CHP’nin solculuğuyla MHP’nin milliyetçiği büyük benzerlikler arz etmektedir. Son yerel seçimlerde, MHP ve CHP’nin, il genel meclisi ve belediye başkanlığı oylarındaki geçişlilik, zıt görünen bu partilerin (bazı konularda) ortak hareket edebileceğini göstermektedir. ETÖ’nün, “postalı AKP’ye tercih eden” anti-AKP damarını etkili bir şekilde kullandığı kanısındayım. Soruşturma kapsamında ele geçen belgelerin önemli bir kısmı, (anayasal düzeni değil) “AKP Hükümeti”ni yıkmaya yönelik olması, AKP karşıtlığından önemli ölçüde yararlanıldığını kanıtlamaktadır.
Soruşturmayla ilgili bir zaaftan söz edilecekse, en büyük zaafın, soruşturmanın uzun bir zamana yayılması olduğunu söylerim. Zira, ceza soruşturmasında en önemli husus, kanıttır. Kanıtınız yoksa, iddianızın hiçbir önemi yoktur. Operasyona, örgütün yapısı (tam anlamıyla) çözüldükten sonra başlanmalıydı. Birinci dalgadan sonra, delillerin %95’i (cinayet işlenen silahlar, örgütsel dokümanlar vs.) yok edilmiştir. Sonraki operasyonlarda ele geçen silah ve örgütsel doküman, %5’lik kısımdan ibarettir. Birinci operasyondan sonra, evinde, işyerinde, silah, mühimmat, örgütsel doküman bulunanlara çok şaşırdığımı belirtmem gerekir. Operasyonun aynı anda başlatılması operasyonun başarısı için çok önemli ise de ordunun en üst makamlarında görev yapan kişilerin bu örgütün “üst düzey yöneticileri” olduğu dikkate alındığında, bunun sanıldığı kadar kolay olmadığını kabul etmek gerekir. Dolayısıyla bir zaaftan değil, “zorluktan” söz edilebilir. Soruşturma bir defada ve -bütün örgüt mensuplarına karşı- aynı anda yapılsa idi, belki kamuoyunu ikna etmek bu kadar kolay olmayacak, ikinci bir Susurluk faciası daha yaşayacaktık. Soruşturmanın, iki yıla yayılması ve 12 operasyon, zaaf değil, başarı olarak nitelenebilir. Soruşturma uzun bir sürece yayıldığı halde, her operasyonda çok sayıda kanıt ele geçirilmesi, operasyonun -yukarıda değindiğimiz- zaafını azaltmaktadır.
Bu operasyonla ilgili “en ciddi endişem”, eski alışkanlıkların nüksetmesi, ağacın köklerini bırakıp yapraklarıyla uğraşılmasıdır. Bizde bürokrasi, bukalemun gibi, her hükümete ve her görüşe uyum sağlayabilme yeteneğine sahiptir. Operasyonun, AKP karşıtı kişilere yönelmesi/savrulması en ciddi tehlikedir. Soruşturma, özel yetkili savcılar tarafından yürütülse bile, operasyon, (hükümetin memurları) emniyet görevlileri tarafından yapılmakta, deliller bu ekip tarafından toplanmakta ve tasnif edilmektedir. Savcılar, genellikle, emniyet görevlilerine güvenmekte, kendisine getirilen belgelerin belirtilen yerlerde ele geçirildiğine inanmaktadır. Davayla ilgili “ikinci endişem”, bu örgütün, yargı içindeki uzantılarıdır. Yargı içindeki uzantıları ortaya çıkarılmadığı takdirde, yargılama süreci ve sonucu, hiç de sürpriz olmayan bir şekilde sonuçlanacaktır. Temyiz süreci yıllarca uzatılacak, uygun bir konjonktür oluşuncaya kadar dosya, usuli eksiklikler nedeniyle esas mahkemeye gidip-gelecek, kamuoyunun davaya ilgisi azaldığı ve konjonktür değiştiğinde, kalan ömrünün tamamını hapiste geçirmesi gereken kişiler, aramızda dolaşmaya başlayacaktır. Davayla ilgili “üçüncü endişem” ise, kamuoyunun bölünmesi ve ilgisinin azalmasıdır. Şu an itibariyle, kamuoyu yoklamaları, soruşturmaya %70 civarında bir destek verildiğini göstermektedir. Toplumun tamamının destek vermesi mümkün olmamakla birlikte, bu destek, zaman içinde %80’leri aşabilir. Çok sayıda medya grubu, işadamı, öğretim görevlisi, bu desteğin artmaması için olağanüstü bir çaba sarf ettiğine göre, bu gri propagandan etkilerini kırmak için, aynı heyecan ve ısrarla mücadele etmek gerekir. Bunun için medyaya ve STK’lara büyük görevler düşmektedir. Kamuoyunun ilgisi diri tutulabildiği takdirde, müdahaleler etkili olamayacaktır. ETÖ’nün, birkaç kez darbeye teşebbüs ettiği dikkate alındığında, “darbeleri” sürekli gündemde tutmak, darbelerin yarattığı tahribatı ve travmayı kitlelere anlatmak gerekir. Sağduyu sahibi çok sayıda kişi, bu örgüte verdiği desteğini geri çekecektir.
4-Ergenekon olayına yaklaşımda İslami camianın bakış açısını ve tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
İslami camianın, Ergenekon operasyonunun, evvelini ahirini, sebebini sonucunu, köklerini dallarını, yeterince kavrayamadığı kanısındayım. Bu örgüt, yıllarca bu camianın haklarını gasp etmiş, başörtülü çocuklarını üniversiteye sokturmamış, imam-hatip lisesi mezunlarının puanlarını -üniversiteye giremeyecek şekilde- kırpmış, şirketlerini damgalamış, büyümesine izin vermemiş, seçtiklerini meclisten dışarı atmış, hükümetteki partilerini kapatmış, hulasa akla hayale gelebilecek ne zulüm varsa her şeyi yapmış, yaptırmış. Şimdi, herkesin kanını emen bu zulüm makinası yakalanmış, “vatandaş” dönüp bakmıyor bile… Bir Uğur Mumcu’nun öldürülmesine gösterilen tepkiye, bir de maruz kaldığı zulümlerden dolayı gözyaşları sel olan topluluğun tepkisine (tepkisizliğine) bakın… Sanki bu operasyon, Türkiye’de değil de Fransa’da ya da Amerika’da yapılıyor, film gibi izliyoruz. Bugün, 8 yıllık kesintisiz eğitime gösterilen tepkinin onda biri bile gösterilmiyor. Oysa bu kesimin kendisini özgürce ifade edebilmesi, bu örgütün her bakımdan çökertilmesine bağlıdır. İnsanları öldürüp, cesetlerini kuyuya atanlar, sırf gece yarısı gözaltına alındığı için, barolar, üniversiteler, gözaltıyla ilgili, sempozyumlar düzenliyor. Bizim STK’ların, bu operasyonla ilgili maalesef, hiçbir projesi yok. Başka ülkelerdeki benzer örgütler hakkında çekilmiş onlarca film var, onları izletip, ne kadar tehlikeli bir örgüt olduğu anlatılabilir. Konferanslar, seminerler düzenleyip, toplum bu tür yapılara karşı bilinçlendirilebilir. Bu örgüt, açık paylaşım sitelerindeki verilerin kamuoyuna ulaşmaması için, elinden geleni yapıyor, bazı sitelere erişimi engelliyor. Şimdi de dünyanın en büyük arama motoru google’a, Türkiye’den erişimi engellemek istiyorlar. Bizim, bu verileri daha etkili bir şekilde kamuoyuna nasıl ulaştırabileceğimiz konusunda hiçbir planımız, düşüncemiz, çalışmamız yok. Umarım, bu camia, en kısa zamanda işin ciddiyetini kavrar, umutlarını çalan, Türkiye’yi 2 sente muhtaç hale getiren bu örgütü, bir daha ayağa kalkamayacak ve toplumun içine çıkamayacak hale getirme başarısını gösterir.