Bir yılı aşkın bir süredir sarsıcı iddialar, sansasyonel ilişkiler ve dokunulmaz olduğu düşünülen isimlere yönelik gözaltılarla gündem oluşturan Ergenekon soruşturması İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 25 Temmuz tarihli kararıyla dava sürecine girmiş bulunuyor.
20 Ekim tarihinde ilk duruşması görülecek dava yaklaşık 2500 sayfalık iddianamesi ve bol miktarda sanığıyla ama asıl önemlisi içerdiği çarpıcı bağlantılar ve eylemlerle gündemde uzun süre tartışılacağa benziyor. Nitekim şimdiden medyanın tamamında Ergenekon dosyasının bir hayli yer tuttuğu görülmekte. Gözaltı süreçlerinde Ergenekon konusunda ayrışmış bir manzara sergileyen medyanın iddianamenin kabulünden itibaren nispeten daha homojen bir görünüme büründüğü dikkatten kaçmıyor.
Fasa Fiso Söyleminden Geriye Utanç Kaldı!
Önceleri konunun tartışılmasını bile abesle iştigal olarak niteleyen ve çarpıcı iddiaları “hükümet yanlısı basın yayın organları üzerinden kapatma davasına karşı kamuoyu oluşturma çabası” şeklinde sunan medya çevreleri de yavaş yavaş konunun vahametine uygun bir dile yönelmiş bulunuyorlar. Cumhuriyet, Ulusal Kanal ve benzeri uzantılarıyla Ergenekon medyası ve ADD, İP, TKP türünden misyonu belli örgütlenmeler bir kenara bırakılacak olursa, soruşturma aşamasında gerçekleşen gözaltılar üzerine Ergenekon olayını hükümetin bir karşı darbe girişimi olarak niteleyen ve boşa çıkacağından emin gözüken çevrelerin hemen tümünün tavrında epeyce bir farklılık göze çarpmakta. İddiaların bütünüyle bir safsata, Atatürkçü güçlere gözdağı operasyonu, AKP’nin rövanş hamlesi olduğuna dair nitelemeler yerini şaşkınlıkla karışık bir mesafeli duruşa terk etmiş bulunuyor.
Bu tutum değişikliği şaşırtıcı değil. Önceleri “saygın isimlerin gece yarısı gözaltına alınması”, “dinci militanlarca gerçekleştirildiği mahkeme kararıyla kesinleşmiş terör eylemlerinin farklı yerlere mal edilme gayreti”, “ordunun ve laik kurumların yıpratılmaya çalışılması” vb. kalıplarla karartılmaya, bulandırılmaya, töhmet altına sokulmaya çalışılan dosyadaki iddiaların hiç de afaki şeyler olmadığının belli olması karşısında geri adım atılmak zorunda kalındığı görülüyor. Gerçekten de Ergenekon iddianamesi ile ortaya konan şeyler, eğer Ergenekon türünden yapılanmaların görevlisi değilse tabi ki, aklı başında hiç kimsenin reddedebileceği, görmezden gelebileceği türden iddialar gibi durmuyor.
Komitacı-Darbeci Geleneğin Bir Halkası Olarak Ergenekon
Ergenekon olayı İttihatçılıktan Cumhuriyet’e miras kalan ve farklı tezahürleriyle günümüze kadar varlığını sürdürmüş, devletin yönetim kademesinde hep etkili, belirleyici olmuş bir zihniyetin yansımasıdır. Bu yönüyle Ergenekon’u, Topal Osman olayından 6-7 Eylül’e, Susurluk’tan Şemdinli’ye kadar sayısız olayda uç veren kirli geleneğin bir halkası olarak değerlendirmek doğru olacaktır. Bu gelenekte devlet yetkilerini kullanan kadroların ve bilhassa da askeri bürokrasinin ön planda olduğu görülüyor. Bu kadrolar sisteme istedikleri biçimi verme yolunda engel teşkil eden unsurları aşma ve iktidarlarını pekiştirme yolunda rahatlıkla çeteleşme faaliyetlerine yönelmekte ve büyük bir pervasızlıkla hukuk dışı örgütlenme ve icraatlara girişebilmektedirler.
Amaçlarına ulaşmak için en temel araç olarak askeri müdahalelerden medet uman bu çeteler eylemleriyle ülkeyi bir kaos ortamına sürüklemeye ve bu yolla darbeye zemin hazırlamaya çalışmaktalar. Elbette bu faaliyetler yürütücülerine sadece siyasi bir konum sunmakla kalmamakta, çete yapılanmasının doğası gereği ekonomik bir gelir kalemine de dönüşmekte, bol miktarda “avanta” kapma fırsatı ortaya çıkarmaktadır. Siyaset ile ticaretin yüksek oranda kesişmesinin bu tarz faaliyetlerde yer alan unsurları zamanla tipik birer mafya örgütüne dönüştürmesi ise hemen her seferinde kaçınılmaz sonuç olmaktadır.
Darbeci Odakların Tasfiyesi Halkın Hayrınadır!
Gelinen yer itibariyle Ergenekon örgütünün büyük ölçüde tasfiye edildiği söylenebilir. Türkiye gibi militarizmin adeta temel siyaset tarzını teşkil ettiği ve askeri darbelerin gelenekselleştiği bir ülkede devlet gücü ve imkanlarıyla örgütlenmiş, askeri darbe amaçlayan bir yapılanmanın dağıtılmış olması basit, sıradan bir olay değildir. Bilakis halk iradesi ve hukuk devleti ilkelerinden yana büyük bir adım, sivilleşme yönünde önemli bir kazanımdır.
Düne kadar davetli oldukları Meclis Komisyonu’na bilgi vermek için bile tenezzül buyurup gitmeyen, Başbakan’a sövdüğü halde hakkında soruşturma dahi açılamayan, bilakis terfi eden paşa örnekleri hafızalarda tazeliğini korurken şimdi emekli de olsalar kuvvet komutanlığı yapmış isimlerin de içinde bulunduğu üst düzey askerlerin işledikleri iddia edilen suçlardan dolayı mahkemeye çıkartılmaları sıradan bir gelişme olarak görülemez.
Darbeci çete elemanı generallerin ve işbirlikçilerinin tutuklanmalarını “ordunun gözden çıkardığı isimlerin harcanması”, “ABD’nin izniyle ve desteğiyle ulusalcı kanadın tasfiyesi” gibi söylemlerle basitleştirmeye, önemsizleştirmeye kalkmak adil bir tutum değildir. Elbette Veli Küçük’ün JİTEM’in faaliyetlerinden hesaba çekilememesi ya da Şener Eruygur’un muvazzaf konumunda iken sürdürdüğü darbe faaliyetlerinin muhtemelen gündeme gelmeyecek olması ciddi bir eksiklik, hukuk devleti olma iddiasındaki bir devlet açısından bir acziyettir, ayıptır. Mamafih yaşanan şeyin bir devrim olmayıp, nihayette sistem içinde bir restorasyon olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu kadarının dahi çok önemli adımlar olduğu görülmelidir.
Ordu bünyesinde darbeci faaliyetler yürüten bir cuntanın -her ne kadar ordu içindeki eylemlerinden ötürü değil de, harici eylemleri gerekçe gösterilmek suretiyle de olsa- yargılanmasının önemi darbe geleneğini içselleştirmiş bir ülke gerçeği açısından değerlendirilmelidir. Özellikle de darbe tehdidinin canlı tutulduğu, ordu kaynaklı sopa göstermelerin kesintisizce sergilendiği bir vasatta darbeci faaliyetlerinden ötürü bir çete yapılanmasının dağıtılması daha da önem arzeder. Bu itibarla AK Parti hükümetine karşıtlık, hatta nefret duygusunun da eşlik ettiği abartılı bir muhalif yaklaşımla ve bilhassa sol çevrelerin tavırlarına yoğun biçimde yansıdığı şekliyle Ergenekon operasyonunu küçümsemek, mevhum bir birtakım uluslararası güçler oyununa indirgemek yaşanan siyasi süreci doğru biçimde tahlil etmeye katkı sağlamamakta; daha kötüsü de devrimcilik adına slogancılığı ve nihai tahlilde iradesizliği beslemektedir.
Ergenekon Neden Bir Milat Olamaz!
Ergenekon operasyonunu sistemin kendisini hukuk normlarına uydurması doğrultusunda atılmış bir adım, köklü darbeci zihniyetin ve pratiğin geriletilmesi açısından da bir gelişme olarak görmek gerekir. Peki, Ergenekon çetesinin tasfiyesi TC tarihinin bir dönüm noktası mıdır? Artık darbeler döneminin kapandığı söylenebilir mi? Hayır! O kadar uzun boylu değil!
Öncelikle darbeciliğin sadece belli cuntaların, çetelerin tasfiyesi ile mümkün olabilecek bir hastalık olmayıp, sistemin derinliklerine işlemiş bir anlayış, bir tür resmi ideoloji olduğu gerçeği ortadayken “milat”, “yepyeni bir dönem” türünden coşkulu değerlendirmelerin fazla iyimserlik, hatta düpedüz hayalcilik içerdiği görülmelidir. Darbeciliğin TC’nin resmi ideolojisi olduğu sözünü aşırı bir iddia olarak görecek olanlara sadece Mustafa Kemal’in Gençliğe Hitabesi’ni bir kere daha gözden geçirmelerini tavsiye ediyoruz. (Ergenekoncular -ve her türden darbeciler- Gençliğe Hitabe’de yer alan şu vurguyu faaliyetlerinin meşruiyet zemini olarak ileri sürseler acaba çok temelsiz bir gerekçeye dayandıkları söylenebilir mi: “…Bütün bu şeraitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasî emelleriyle tevhit edebilirler…”)
Öte yandan Ergenekon olayının bütününe baktığımızda tasfiye edilen çetecilerin ordu ile bağlantılı olmakla birlikte mevcut pozisyonlarıyla orduyu temsil etmekten uzak olduklarını görüyoruz. Darbeci paşalara ancak emekli olduktan sonra dokunulabilmiştir. Hatta dosyada sanık konumundaki daha düşük rütbeli zevatın da tümü hep emekli asker konumundadırlar. Oysa hepimiz biliyoruz ki, darbeleri orduyla ilişiği kesilmiş emekliler değil, muvazzaflar yapar. Emeklilerin konumu ise ancak darbeye zemin hazırlamak şeklinde, yani ikincil darbecilik olabilir.
Bu yüzden Ergenekon çetesinin çökertilmesini darbe tehlikesinin sona erdirilmesi şeklinde yorumlayanlar eğer darbeci güçlere karşı propaganda yapmayı ve toplumda iyimserlik havasını yaygınlaştırmayı amaçlamıyorlarsa, orduyu şirin göstermek gibi temelsiz bir uğraşa yönelmişler demektir. Oysa gerçek anlamda darbe karşıtlığı açık, net ve tutarlı olmayı gerektirir. Ordu içinde bir hayli güçlü darbeci zeminin tümüyle açığa çıkartılması ve tasfiyesi için çaba sarfetmeyi zorunlu kılar.
Bilhassa hükümete yakın basın yayın organlarında estirilen havaya bakıldığında konunun bu boyutu hiç görülmemekte ya da bilinçli bir biçimde gözlerden saklanmaktadır. Bu noktada kendisine çok şey yüklenmiş Ergenekon iddianamesinin ciddi boşluklar, çelişkiler içerdiğinin görülmemesi vahim bir hatadır.
Savcı Sormuş: TSK İlgimiz Yok Demiş!
Demek ki, Çetenin TSK İle İlgisi Yokmuş!
İddianamede Savcılığın TSK ve MİT’e resmi yazıyla başvurarak Ergenekon yapılanması ile ilişkilerinin bulunup bulunmadığının sorulduğu ve bu iki kurumdan da “ilişkimiz yoktur” cevabının alındığı belirtilmekte. Ve bu beyana dayanılarak söz konusu çetenin TSK ve MİT’e sızmayı başaramadığı vurgulanmakta.
Gerek yasal mevzuat, gerekse de siyasi kültür açısından herhangi bir savcının TSK içinde soruşturma yürütebilmesinin imkansız olduğunu biliyoruz elbette. Hele Şemdinli Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın başına gelenler tazeliğini korurken herhangi bir devlet görevlisinden kahramanlığa soyunmasını istemek zaten mantıklı bir beklenti olmaz. Bu yüzden de operasyonun kışla duvarına kadar getirilip, uygun bir mesafede manevra yaptırılmasının hikmetini anlamak zor değil.
Evet, savcı Zekeriya Öz’den iddianamesiyle düzenin tüm çarpık işleyişini, hukuksuz yapılanmasını ortaya dökmesini beklemiyoruz zaten ama bir yandan iddianame içinde silahların, bombaların asker kişilerden temin edildiğini kayda geçirip öte yandan da “çetenin TSK’ya sızamadığını” ileri sürme tutarsızlığının da bir açıklaması olması gerektiği açıktır.
Aynı şekilde bir yandan darbenin yakın bir tehlike olduğunu söyleyip, diğer yandan da çetenin TSK’dan destek alamadığını ihsas ettirmek neyin nesi oluyor? TSK’ya sızmayı başaramadığı söylenen bir çetenin darbeyi kimlerle ve nasıl yapacağı varsayılıyor acaba?
İddianamenin en zayıf yönü burası. Darbe kışkırtıcılarını ve kirli eylemlerini açığa çıkartıyor ama darbeci zemine uzanamıyor. Aslında bu çok da garip sayılmaz. Darbecilerin kendisini hatta darbeye güç yetirenleri yargılamak hiçbir yerde kolay değildir. Bu yüzden darbeciler yeni anayasa yapar, hükümetler kurarken, sanık sandalyesine oturtulabilenler ancak darbeye teşebbüs edenler, yani başarısız darbeciler olur. Bu iddianame ile de olan budur. Azgınlaşmış ve açığa çıkmış çete tasfiye edilmiş ama çetenin asıl güç kaynağına dokunulamamıştır. Yani tehlike şimdilik kaydıyla bertaraf edilmiştir!
Ergenekon davasının bundan sonra nasıl bir seyir izleyeceği önemli. Şener Eruygur ve Hurşit Tolon’un da dahil edileceği ek iddianamenin Özden Örnek’in darbe günlüklerini içerip içermeyeceği davanın gelişiminde belirleyici rol oynayacak. Kamuoyuna mal olmuş bu ifşaatın es geçilmesi sınırlı bir hesaplaşma ile yetinildiği izlenimini besleyecektir. Oysa gerçek bir hukuk devletine erişmenin sınırlı hesaplaşmalar ve güç dengeleri üzerinde uzlaşma çabalarıyla mümkün olamayacağı ise çok açıktır.
Danıştay saldırısı ya da Cumhuriyet’in bombalanması ve benzeri eylemler hem kriminal açıdan hem de siyasi mahiyetleri nedeniyle çok önemli ve mutlaka açıklığa kavuşturulması gereken eylemler. Ergenekon iddianamesinde bu yönde ortaya konulmuş çabalar çok önemli ama tüm bu eylemlerle harekete geçirilmesi hedeflenen mekanizmanın, yani ordunun kendi yapılanmasının darbeciliğe elverişliliği daha çok üzerinde durulmayı hak eden bir konu değil mi? Bu yapılmadığında binlerce eylemi açığa çıkarsanız ne olacak? Darbeciler yine farklı gerekçeler üretip hukuk dışı, ahlak dışı müdahalelerini meşru göstermeye devam etmeyecekler mi?
Netice itibariyle Ergenekon davasını darbeci geleneğin bağrında üreyen kapsamlı ve tehlikeli bir çeteye atılmış ciddi ve sarsıcı bir tokat olmakla birlikte, zannedildiği gibi düzenin köklü hastalığını tasfiye etmeye yetecek bir operasyon olarak görmenin yanıltıcı olacağının altını çiziyoruz. İleri yönde atılmış bir adımdır ama geri dönülemez bir kazanım değildir.
Kemalist İdeoloji Yeni Çeteler Üretmesi Kaçınılmaz Bir Bataklıktır!
Darbeye zemin hazırlayan asıl odağın bir kısım asker-sivil bürokratın ya da sermayedarın çıkar arayışlarından ziyade Kemalist resmi ideolojide aranması gerektiği görmezden gelinemez. Bu yüzden resmi ideoloji putunu değil sorgulama; tartışmaya açmaya bile razı olmayan bir mantıkla darbecilik olgusunu geriletmek mümkün olamaz.
Aynı şekilde çeteci unsurların güç devşirdiği militarist zihniyet ve alışkanlıkların korunduğu, sürdürüldüğü bir vasatta darbeciliği tarihe gömmek söz konusu olamaz. Militarizm o kadar farklı biçimlerde ve yoğun biçimde varlığını hissettirmektedir ki! Harp Akademileri töreninde okul komutanının Cumhurbaşkanı’nın ve Başbakan’ın gözlerinin içine bakarak “ordunun laiklik ilkesinin koruyucusu misyonunu taviz vermeden sürdüreceği”ne dair nutuk atmaktan çekinmemesi militarist zihniyetin cüretkarlığının tipik bir örneğidir.
Bunca darbe tartışmaları, dedikodu ve iddiaları havalarda uçuşurken, ordunun hangi şartlarda darbe yapabileceğine dair senaryolar yazılıp çizilirken Genelkurmay Başkanı’nın çıkıp “Tüm bu sözler, söylentiler aşağılık birer yalandır, bize yöneltilmiş iftiralardır!” deme gereği duymaması doğal bir durum mudur? Her zaman ketum davransa, açıklama yapmayı siyasi otoriteye bırakmış olsa neyse diyeceğiz! İlgili, ilgisiz her konuda bildiriler yayınlamayı alışkanlık hakline getiren, en son Ergenekon tartışmalarında ordunun rolüne yönelik iddiaları “TSK’nın yıpratılması” diye niteleyip toplumu tepkiye davet etmekten çekinmeyen bir ordunun darbe söylentilerini yalanlama ve bu sözlerin sahiplerine tavır alma gereği duymamasını darbecilik olgusuna açık bir mesafe konulmadığının bir göstergesi saymak abartı sayılmasa gerek!
Mesafe koymak, reddetmek bir yana bu tür gündemler adeta askeri vesayetin devamı yönünde fonksiyon görmekte; askerler adına dolaylı kaynaklardan siyasilere yöneltilen bir tür tehdit ve şantaj aracına dönüşmektedir. Zaten asker korkusunu içselleştirmiş siyasilerin pasiflikleri, pısırıklıkları da bu sürecin daha da tahkim edilmesi sonucunu doğurmaktadır.
Tüm bu fasit daire zincirin en merkezi noktasından başlanarak kırılmaya çalışılmalıdır. Aksi tutum kazanım sayılabilecek birkaç adımdan sonra ağır bir geri çekilmeyle karşılaşmayı beraberinde getirebilir. Ergenekon militarist zihniyetin tüm unsurları ve çirkinliğiyle açığa çıktığı, çıkarıldığı çarpıcı bir vakıadır. Yeni Ergenekonlarla karşılaşmak istemeyen, bu kirli odakların tümüyle sahne dışı edilmesini arzulayanlar bu kirli, karanlık çeteleri üreten zihniyetle ve onun yansımalarıyla her düzeyde hesaplaşmayı göze alabilmelidirler.