"Bir sabah bir güvercin
Boynu bükük ve yaslı
Giden savaşçıların ardından
Ağladılar, ağladı...
Çelik yürekleriyle
Eğilmeden yıkılmadan
Gidenlerin ardından
Ağladılar, ağladı..."
Her gidiş yeni, yepyeni hüzünler bırakıyor ardında. Deprem gürültüsü gibi sarsılıyor yüreğim. Biliyorum, artık sen de yoksun. Ve şimdi gözlerim tüm yitirdiklerimin karşısında dururken, sığınağı bombalanmış bir savaşçı gibiyim.
Hiç görmediğim, tanımadığım ve hiç bilmediğim birileri umudumu bohçalayıp gitmiş sanki.
Her kelimeye bir anlam yüklerken, kifayetsiz kalıyor bugün bütün kelimeler. Ve ben hangi harfi hangi harfin yanına getirip nasıl düzgün bir cümle oluşturacağımı beceremeyecek kadar acizken 'Her zaman, zamanın en koyu anında, zamanın en kötüsü içinde dahi bir yerlerde berkittiğimiz umuda dair türkülerimiz olmalıdır.' sözlerini düşünerek toparlıyorum kendimi.
Ve ölümün de
Ve yaşamın da, O'ndan geldiğinin bir kez daha bilincine varıyorum.
Ki,
"Her nefis ölümü tadacaktır. Biz sizi sınamak için şerre de, hayra da müptela kılıyoruz. Ve sonunda bize döndürüleceksiniz." (21/35)
"Kara gözlerinde mahmurca gülüş
Gayrı uyarılmaz uykunda mısın
Kanın cemre gibi toprağa düşmüş
Şehadet yolunun ufkunda mısın
Dudakların sanki bir şey söylüyor
Yine aynı sevda şarkında mısın
Melekler bile sana özeniyor
Cennette döşenmiş tahtında mısın "
Yürekli iki ana, iki eş, iki arkadaş, iki abla...
Çok şey öğrettiniz hayatlarınızla ve çok şeyi dirilttiniz ak gelinliklerinizle uğurlanırken son yolculuğunuza.
Koca bir savaş meydanı olan bu dünyada, kirlenmiş zamana, yeryüzüne, kirletilmiş bulutlara, yüreklere, kirlenen her şeye inat esrik bir çağda elif gibiydiniz, dimdik. Ölümün bile sıradanlaştığı bir zamanda ölüm bile imrenerek, gıpta ile baktı ardınızdan.
Ve biz,
ve onlar,
ve İnananlar!
Yeniden bilendi, yeniden Kitab'a döndü, kararmaya yüz tutmuş yüzlerimiz. Ve Rabbe karşı sorumluluk bilincimizi daha bir kuşanıp, evimizi, kendimizi, kimliğimizi ve benliğimizi yeniden onarıp, heybemize doldurduğumuz azığımızı yeniden ayıkladık kutlu ölümünüzle. Şimdi kimliğinizle, kişiliğinizle, bize ışık tutan ve hayatımıza anlam katan mücadelenizi bizden sonraki nesillere taşımanın sorumluluğu bindi omuzlarımıza...
"Anne bak üşüyorum,
ısınmak istiyorum. Kucağın nerde anne
nerde şefkatin.
Hayır, şeker, karamela istemiyorum
Çizgi film, oyuncak istemiyorum.
Anne, seni istiyorum..."
Vakit gece yarısı.
Balkondan seyre daldığımız gökyüzü olabildiğince engin.
Şimdi ak sütlerini öksüz çocuklar için saklayan ak yürekli analar kat be kat daha şefkatli.
Ve şu anda kucağımda "Zehya Abla, annem artık neden eve gelmiyooo!?" diyen dünyanın meleği küçük Melike uyumakta. Ve annesinin Allah yolunda koşuştururken ölmesiyle gurur duyup sadece özlemin, hasretin gözyaşlarını içine akıtan ve kendisini Rasul'ün öksüzlüğüyle özdeşleştirmeye çalışan ağabeyi...
Kış geceleri soğuktan üşüyüp sobanın dibine kıvrılan kediler gibi sol yanıma sokulup usul usul ağlayan evimizin ablası...
Keşke annenizin nasıl bir insan olduğunu anlayabilecek yaşta olsaydınız. Biliyorum şu an kaygıyı ve umudu bir arada yaşamanın garipliği içerisindesiniz. Ama büyüdüğünüzde, büyüyüp serpildiğinizde çocukların söylediği masum ezgiler kadar anlamlı ve değerli bir hayat sürdüğünü anlayacak ve gurur duyacaksınız annenizle...
Şimdi emanet ettiğin cennet kokulu çocuklarınla yüreklerimizi birbirine daha sıkı sarıyor, gökyüzündeki yıldızları birer birer teşbih yapıyoruz. Şimdiden yaksa da özlemin yüreğimizi, solgun hüzünler dokunsa da gözlerimize, sana söz veriyoruz, daha çok çalışacağız. Ve bundan sonra sabahlan, güneşten sonra kalkmayacağız.
Son söz,
Allah için yola koyulan dört güzel insana, dört adanmış yüreğe...
Hayatımın dörtte ikisini kuşatan Rabbe uğurladığımız Macide Ablama,
Ve aynı Kitab'ın ışığı altında yol aldığımız Özlem'e...
Ve dünyanın tüm direngen, onurlu, cesur ve erdemli annelerine...
Ölüm en kutlu hicretiniz olsun!