14 Kasım 1969'da Amerikan gazetelerine manşet olan "haber" Seymour M. Hersh imzasını taşıyordu. Otuz altı gazetede yayımlanan haber basında ve kamuoyunda büyük bir sansasyona yol açarken aralarında The New York Times'in de bulunduğu büyük gazeteler haberi yayınlamaktan kaçınmıştı. Haberde II. Piyade Tugayı askerlerinin Vietnam'ın My Lai köyünde Vietkong arama paravanası altında ne tür bir katliam yaptığı anlatılmaktaydı. 500'den fazla sivilin öldürüldüğü katliamda kıyım gerçekleştirenlerden biri olan William L. Calley'in ardından Paul Mealdo'yu bulması ve röportajının yayımlanmasıyla Hersh'in haberi mesnet kazanır. Hersh'in haber ve röportajının ardından CBS'nin Mealdo'yu akşam haberlerine almasıyla katliam bütün bir dünya tarafından duyulmuş olur. Ve Hersh ertesi yıl Pulitzer Ödülü'ne layık görülür ki bu herhangi bir yayın organına bağlı olmayan (serbest) gazeteciler için alınması güç bir ödüldür. My Lai'den sonra Hersh dikkatini; muazzam çeşitlilikteki kamu yolsuzluklarına yöneltir. 1973'te ABD destekli Şili darbesi, CIA'nın yasadışı casusluğu ve Henry Kissinger'in politikalarından 1953'te Pakistan'ın nükleer programını nasıl geliştirdiği, 1999'da Ulusal Güvenlik Konseyi'nde istihbarat analizlerinin gerilemesi, Küba, Afganistan ve son olarak Irak'taki Amerikan işgal güçlerinin Ebu Gureyb Cezaevi'ndeki işkence raporlarıyla tüm dünyada kendinden çokça söz ettirdi. Şimdiye kadar sekiz kitabı yayımlanmış olan Hersh'in son çalışması Emir Komuta Zinciri tüm dünyada en azından sorgulama yetisi olanlar için gündem oluşturabilecek nitelikte. Mehmet Harmancı tarafından Türkçe'ye çevrilen kitap Agora Yayınları tarafından basıldı. Emir Komuta Zinciri; 11 Eylül'den Irak'ın işgaline kadar ki süreci ve özellikle Ebu Gureyb Hapishanesi'ndeki zillet tablosunun faillerini ifşa etmek üzere kaleme alınmış, "Terörizme karşı savaş" bahanesiyle dünyanın jandarmalığına soyunan ABD'nin işgal, katliam ve işkence tarihine dair alternatif bir tarih okuması isteğini de sayfaları arasında dillendirmektedir.
Taguba'nın Raporu
2003 Haziran ayında Tuğgeneral Karpinski Irak'taki askeri cezaevi Ebu Gureyb'in başına getirilir. Karpinski St. Petersburg Times'ta yayınlanan röportajında şöyle der: "Hapishanedeki mahkumlar (!) çok iyi hayat koşullarına sahip, korkarım evlerine dahi dönmek istemeyecekler." Gerinerek bu iddiayı savunan Karpinski, Korgeneral Ricardo S. Sancehz'in cezaevi sistemi hakkındaki soruşturma emriyle birlikte görevinden sessizce alınır. Soruşturma emrini alan Antonio M. Taguba kapsamlı bir rapor hazırlar. Eş zamanlı olarak askerler arasında da birtakım korkunç işkence fotoğrafları dolaşır. Ve bir şekilde CBS'nin eline geçen bu fotoğraflar Pentagon'un brifingiyle yayımlanmaktan alıkonur. New York Times'da çalışan Seymour M. Hersh ise bu durumun aksine "yakalarsam yayımlarım" ilkesiyle hareket eder ve Taguba'nın raporunu kamuoyuna duyurur. Bu noktada; soruşturma açılmış olmasına rağmen Rice ve Rumsfeld -emir-komuta zincirinin iki iri halkası- raporlar kamuoyuna izhar edildiğine herhangi bir suçun işlendiğinden haberlerinin bulunmadığını ve yaşananların münferit olaylardan ibaret olduğunu savunurlar. Rumsfeld "Tarihin hemen kaydedilmesinden yana olmadığını" söyler ve akabinde (7 Mayıs 2004) istifasının istenmesiyle senato ve meclis önünde özür diler.
Dördüncü Cenevre Konvansiyonu'na göre; işgalci bir güç "ciddi" güvenlik tehdidi yaratan sivilleri hapsedebilir; ancak 2004 Şubat ayında Human Rights Watch'ın Rumsfeld'e Irak'taki sivillerin herhangi bir suç isnat edilmeden aylarca göz altında tutulduğundan şikayette bulunması antlaşmanın ihlali anlamına gelir. Böylelikle mezkur uygulama (ayıklama) Ebu Gureyb'i ikinci bir Guantanamo vakıası yapar. Bu bağlamda Taguba da raporunda Afganistan'daki sorgulama süreci ile Ebu Gureyb'teki ihlaller arasında doğrudan bir bağ kurmuştu. Guantanamo'da tutuklu bulunan John Walker Lindh'e yapılan muamele tıpkı Ebu Gureyb'teki infaz görüntülerini çağrıştırmaktaydı (gözleri bağlanır, kafasına çuval geçirilir ve bir grup Amerikan askeriyle fotoğrafları çekilir). Tüm bunlardan anladığımız; suçsuz insanların Afganistan ve Irak'ta bu denli aşağılayıcı fotoğraflarının çekilmesinin gelişigüzel bir uygulama değil, Seymour Hersh'in de deyimiyle insanlıktan uzaklaştırıcı sorgulama sürecinin -rutin- bir parçası olduğudur. Zira; malumumuzdur ki Guantanamo'da da deşifre edilmeyi bekleyen video, fotoğraf ve belgeler mevcuttur. Sonuç itibariyle aynı işgal timleri, aynı vahşet, aynı martaval: "Terörizme karşı savaş…"
Hersh'in Avrupa, Ortadoğu ve ABD'de yaptığı bir dizi görüşmelerde yetkililerin söylediklerine göre; "Ariel Şaron hükümeti, Irak savaşının stratejik konumuna verdiği zararı asgariye indirmek için Irak Kürtleriyle olan ilişkisini geliştirmeye ve yarı-özerk Kürdistan bölgesinde önemli bir dayanak edinmeye karar vermişti."
İsrail istihbarat ve askeri ajanları 2004 yılı ortalarında Kürdistan'da sessiz sedasız çalışmaya başlamışlardı. Orada Kürt komando timlerini eğitiyorlar ve İsrail açısından daha önemlisi, İran ve Suriye'nin Kürt bölgelerinde gizli operasyonlar yapıyorlardı. İsrail ajanları içinde MOSSAD ajanları da bulunmaktaydı. Ve bunlar; kimi zaman İsrail pasaportları taşımadan Kürdistan'da işadamları kılığında faaliyet gösteriyorlardı."
Gizli Keşif Operasyonu
ABD'nin Ortadoğu'nun önemli kartlarından İran'da çok yakında harekete geçeceğini belirten Hersh; yönetimin İran'da gizli keşif operasyonu başlattığını ve bu operasyonun geçen yazdan beri faaliyette olduğunu bir-iki ay öncesinde kamuoyuna duyurmuştu. Hersh'in CNN'in "Late Edition" programında aktardıklarına göre; Pentagon'un "yeni muhafazakar" sivil liderleri İran'da olası bir saldırı için geniş kapsamlı bir plan hazırlığında… Bu iddiaya göre, Pentagon akıllı füzeleri ve kısa dönemli komando saldırılarıyla hedef aldıkları üç düzineden fazla İran tesisini çok yakında yok edecektir. Yönetimin İran'la sınırlı kalmadığını belirten Hersh, Newyorker'daki yazısında; komando gruplarının ve özel birliklerin Ortadoğu ve Güney Asya'daki on ülkede de gizli operasyonlarda bulunduğu ve tüm bunların Başkan Bush tarafından onaylandığını iddia ederken, Beyaz Saray'ın iletişim sorumlusu Don Barkertt makaledeki iddiaların asılsız ve hatalarla dolu olduğunu söylemekle yetinir. Ve son olarak ABD yönetiminin oluşturduğu kaosta mutlaka tıkanacağı minvalindeki şu sözleri de dikkate değer: "Amerika'nın milyarlarca dolarlık ileri teknoloji uyduları ve elektronik gözetleme araçları, muhbirlere ödenen sayısız milyon dolarlar ve en yüksek eğitim görmüş özel güçler birliklerinin kurulması, savaşın ilk günlerinden beri direniş konusunda istihbarat toplanmasını sağlayamamıştı."
Seymour M. Hersh bu ve benzeri iddialarıyla Amerikan yönetimini çoğu zaman köşeye sıkıştırmıştır. Hatta Pervez Müşerref dahi Hersh'in Newyorker'daki bir yazısından yola çıkarak Amerika ve İsrail'in Pakistan'ın elindeki nükleer silahları ele geçirme planını öğrenir ve Bush'la bunu görüştüğünde şu cevabı alır: "Seymour Hersh yalancının biridir…"
Otuz beş yıldır ABD hükümetlerinin korkulu rüyası olarak nam salmış olan Seymour M. Hersh Emir-Komuta Zinciri'yle ABD'de National Magazine Ödülü, 2004 Ulusal Yayıncılar Birliği W. M. Kiplinger Ödülü ve İspanya'da Araştırmacı Gazetecilik Ödülü'ne layık görülmüştür. Ve son olarak kendisini 68 kuşağından tanıdığımız "Beatles" grubunun efsanevi komünist üyesi John Lenon anısına verilen 50 bin dolar değerindeki Lenon-Ono bağışıyla ödüllendirilmiştir.
Zihni sömürü altında olduğumuz şu günlerde tarihin gerçek kayıtlarıyla düşüncemizi yönlendirmek isteyen Seymour M. Hersh ve diğer erdemli insanların -Edward Said, Rachel Corie- gerektiği ilgiye mazhar olması önemli bir sorumluluktur. Yalanı deşifre eden, haklıya destek veren bu onurlu davranışların güçlü sesleri umarız daha da güç kazanır.