Haksöz dergisinin 300. Sayısı çıkarken, hissettiğim mutluluğu ve iftiharı tarif etmekte zorlanıyorum.
Yaşadığımız coğrafyada bir derginin 25 yıl boyunca kesintisiz çıkması bir yana çizgisinden ödün vermeden ilk günkü ideal ve ilkelerini sürdürmesi çok nadir görülen bir olaydır.
Haksöz, kuşkusuz Türkiye’deki ıslah ekolünün en önemli yüzlerinden biridir. Onun için Haksöz, sadece bir dergi değildir. Çünkü o, üstlendiği davayı çıktığı ilk günden beri ilk sayfasında hiç eksik etmediği Fussilet Suresinin 33. ayeti ile ortaya koymuştur: “Allah’a çağıran, salih eylemlerde bulunan ve ‘Ben gerçekten Müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim var?”
Müslüman, hayatın her alanında sözü olan ve bunu hak üzere söyleyen kişidir. Haksöz, bu bilinç ve iradeyle hareket eden kadim bir geleneğin/davanın müntesibi ve devam ettiricisidir.
Yayın hayatı boyunca dünyanın her yerindeki Müslümanların yaşadığı sorunlara sessiz kalmamış, sorunlarını sahiplenmiş, sessiz çığlıklarına ses vererek ümmet bilincini aşılamaya çalışmıştır. Özellikle Müslümanların yaşadığı coğrafyadaki gelişmeleri/sorunları sürekli gündemleştirmiştir. Bununla da kalmayıp sahaya inmiş basın açıklamaları, paneller ve mitinglerle Müslümanların yaşadığı sorunları daha geniş kitlelere ulaştırmayı kendine amaç edinmiştir.
28 Şubat sürecinde ifsada karşı ıslahın sadece dergicilikle değil eylemsellikle de olmasını gösteren ve bunu sonuna kadar da sürdüren bir tutum izlemiştir. Darbe ürünü olan hukuksuzlukları ve hak gasplarını dile getirmiştir. Öyle ki AK Parti iktidarında bile İslami camianın gündemleştirmekten çekindiği başta başörtüsü sorunu olmak üzere 28 Şubat ürünü uygulamaları ve Müslümanların haklı birçok talebini gündemleştirmekten çekinmemiştir. Yine aynı ilkeyle eleştirdiği iktidarı, İslami kimliğinden ötürü saldırıya maruz kalınca ümmet bilinci ile savunmaktan geri durmamıştır.
90’lı yılların en karanlık dönemlerinde üzerinde konuşulması tabu olan Kürt sorunu gibi hususlarda Müslümanların tavrının ne olması gerektiği üzerindeki ısrarlı yayınları unutulmuş değildir. Yine bugün hayli revaçta olan bu konuda aynı Müslümanca tavrını sürdürerek popülizm bataklığına girmemiştir. Dünün mazlumları bugünün zalimlerine dönüşünce, Müslümanların yeni duruma göre konumlarını belirlemeleri zorunlu bir hal almıştır. Çünkü ilkeli olmak her zaman aynı şeyi savunmak değildir. Aksine ilkeli olmak her zaman hak olanın yanında ve hakkın taraftarlığını yapmaktır. Bundan dolayıdır ki Müslümanlar değişimi, terazinin kefesini adalet üzere tutmak için savunurlar.
İslam dünyasının yaşadığı düşünsel çıkmaz ve ahlaki erozyona karşı öze dönüşü simgeleyen ıslah çalışmalarının yüzyıldan fazla bir süredir en önemli enstrümanlarından biri hiç kuşkusuz dergicilik faaliyetidir. Periyodik sürelerle çıkan dergiler işledikleri konularla ıslah çalışmasını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Kuşkusuz söz konusu ıslah ekolü olunca akla ilk gelen el-Menar dergisidir. Bu dergi Cemaleddin Afgani ve Muhammed Abduh’un öncülüğünü yaptığı Urvetu’l Vuska’nın misyon itibari ile devamı niteliğindedir. Bir okul olan bu dergi daha sonra Muhammed Abduh’un öğretmenliği ve M. Reşid Rıza’nın kıymetli gayretleri ile bir tefsirin ismi de olmuştur. Abduh’un ifadesi ile tüm Kur’an’ın tefsir edilmesinden öte kendi döneminde İslam dünyasının yaşadığı kaosa çare olacak surelerin/ayetlerin tefsiri ile işe başlanmıştır. Ne yazık ki ikisinin de ömrü bu tefsirin bitimine yetmedi. Ama ortaya çıkan eserin yeni bir tecdid hareketine kaynaklık edecek niteliğe sahip olduğu inkâr edilemez. Bu tefsir, ıslah amacı güden birçok insan ve hareket için bilgi kaynağı olmuştur. Bu tefsir kısa bir süre önce Haksöz dergisinin yayınevi (Ekin) tarafından çevrilerek Türkiyeli Müslümanlarla buluşturuldu. Görünürde güzel bir tevafuk gibi görünse de aslında Haksöz’ün yaptığı bilinçli bir tercihti. Islah ekolünün devamı niteliğindeki bir derginin bu amaca hizmet edecek bilgi kaynaklarını ortaya koyması zorunluydu. Çünkü Müslümanları peygamber sonrası dinin daha doğru anlaşılması için ortaya konulan doğru eserlerle buluşturmak, ıslah çalışmalarında önemli bir sorumluluktur. Yine Haksöz’ün, okuyucularına, bir önceki sayıda Zemahşeri’nin müthiş eseri olan el-Keşşaf tefsirinin çevirisine başlandığına dair verdiği müjdeyi de aynı bilincin bir ürünü olarak bakmak/okumak gerekir.
Islah ekolünün amacı Müslümanları öze döndürmektir. Bunun için yapılması gereken en önemli husus önce İslam bilgi kaynaklarında ıslaha gitmek ve özü itibari ile ortaya koymaktır. Sonra da asıl kaynaktan elde edilen bilgi ile toplumu ıslah etmektir.
İslam bilgi kaynakları deyince elbette Müslümanların üzerinde ittifak ettiği iki kaynak akla gelir. Bunlar Kur’an ve Sünnettir. Kur’an’ın Allah tarafından korunmuş olmasına rağmen ıslahından kasıt elbette anlam-yorum ekseninde Allah adına Kur’an’a söyletilenlerin tashih edilmesidir. Yani korunmuş bir Kur’an’ın varlığı her zaman doğru anlaşılması için yeterli gelmemektedir. Çünkü Kur’an okumaları sadece literal bir okuma değildir. Vahyî bildirimler, metinsel bağlamı yanında tarihsel ve toplumsal bağlamı ile de ele alınması gereken bir öğretidir. Ortaya konulan yardımcı disiplinler ve ekoller sonucu yapılan Kur’an tefsirleri, yeni bir yaşam kültürü oluşturmuştur. Bunun doğal sonucu olarak 1500 yıllık İslam geleneğinde muazzam bir bilgi birikimi/kültürü hâlihazırda ortada durmaktadır. Fakat bu kültürün kendi asıl kaynağı olan Kur’an’la ilgisinin oldukça zayıf olması bizleri yine yüzümüzü asli kaynak olan Kur’an’a çevirmeye zorunlu kılmaktadır. Ana kaynağın doğru anlaşılması ve yorumlaması zorunlu bir hal almıştır. Bu tespitle yola çıkan ıslah ekolü, öncelikli olarak Kur’an’ın doğru anlam-yorumu için ortaya yine Kur’an bağlamında ilkeler/yöntemler belirlemiştir. İşte el-Menar tefsiri bu perspektifle yazılan önemli bir eserdir.
Yine İslam bilgi kaynakları içinde önemli yer tutan Sünnet konusu ıslah ekolünce ele alınmış ve Sünnetin yazılı metni olan hadisler üzerine yeni bir bakış açısı kazandırılmaya çalışılmıştır. Gelenek, hadisin iki önemli unsuru olan “sened” ve “metin” ikilisinden sened üzerinde önemle durmuş, metni ihmal etmiştir. Ravi zincirine o kadar önem verilmiş ki oluşan ravi zinciri hakkında kütüphaneleri dolduracak eserlere sahibiz. Oysa aynı şekilde metni peygamber, tarih, toplum ve Kur’an bağlamında tenkide tutan eserlerin yok denecek kadar az olması düşündürücüdür. Ya da bize ulaşan hadisin haber-i vahid olmasına yani tek kanalla gelmesine rağmen dinde hüccet kabul edildiğine şahit olmaktayız. Öyle ki hadisin çoğu zaman Kur’an’la eşdeğer kılınması zaman içinde hadisin bariz şekilde Kur’an’a galip gelmesine sebebiyet vermiştir. Özellikle Ehli Hadis ekolünün hadis ve Kur’an arasındaki ilişkiye yönelik teorik ve pratik yaklaşımları bir dinin kendi asli kaynağından nasıl koptuğunun serencamını ortaya koyar niteliktedir. Islah ekolü işte tam da bu noktada Sünnetin vazgeçilmez olduğu tezini savunmakla beraber geleneğin aksine ağırlığı metne vererek metindeki haberlerin dinin asli kaynağı olan Kur’an ile uyumunu gözetmeyi elzem saymıştır. Yaşayan Sünneti esas alan bir yaklaşımla metin tenkidine ağırlık vermiştir. Nihayetinde hadislerin kahir ekseriyeti Peygamber (s)’in dilinden dökülen sözler değildir. Peygamber’in söylediklerinden akılda kalanlar mana düzeyinde aktarılmıştır. Böyle olunca bu sözlerin Kur’an’la eşdeğer kılınması, Kur’an’ı tashih etmesi, kayıtlaması, nesh ettiği düşüncesi veya Kur’an için tatbik edilen usullerin bu haberlere de tatbik edilmesi Müslümanların asli kaynaktan uzaklaşmalarındaki önemli etkenlerden olmuştur. Bu amaçla Haksöz, yeri geldikçe bir yandan Peygamber’in dindeki yeri ve önemini işlemiş diğer yandan “olması gereken” Sünnet bilincini aşılamaya çalışmıştır.
İşte bu sebeple ıslah çalışmalarında hedeflenen öze dönüş, öncelikli olarak hep İslam bilgi kaynakları olmuştur. Kaynağın/bilginin doğruluğu eylemin de doğru olmasına aracılık edecektir. Nihayetinde Müslümanlar olarak yeryüzündeki asli görevimiz, doğru bilgi ve doğru eylem arasında mekik dokumaktan ibarettir.
Elbette İslam ümmetinin yaşadığı ahlaki yozlaşmayı sadece fikirsel nedenlere bağlı kılmak mümkün değildir. Siyaset kurumundan aşağıya doğru yaşanan sorunlar toplumsal çöküşü hızlandırmıştır. Bu durumdan rahatsız olan İmam İbn Teymiye, selefe dönüp onları örnek almanın bu ahlaki yozlaşma ve çöküntüyü gidereceğini savunmuştur. Bu açıdan aslında ıslah çalışmaları selefimiz olan Peygamber (s) ve ilk neslin bilinç ve ahlaki yaşayışını örnek alma üzerine kuruludur. Kur’an ve Peygamber’in rehberliğinde kazanılan bu bilinç Seyyid Kutub’un ifadesiyle eşsiz bir Kur’an neslini meydana getirmiştir. Bu bilincin Müslümanlara tekrar kazandırılması/inşa edilmesi ıslah ekolünün öncelikli vazifesi olmuştur. İşte Haksöz bu bilincin inşası için 300. Sayısını çıkarırken aynı zamanda bu geleneğin devamı olduğunu söz ve eylemleri ile de ortaya koymuştur.
Haksöz’ün elbette uzun soluklu dergiciliğin yaşadığı bazı sıkıntı ve rutinlerle karşılaştığı inkâr edilemez. Bu durumu bir düşünceyi/ilkeyi/inancı ısrarla savunmanın doğal sonucu olarak görmek gerekir. Aslında çoğu zaman ortada iki seçenek vardır; ya farklılık olsun diye sonu savrulmayla biten yönelişler ya da ısrarla hak bildiğin sözün savunuculuğunu yapmak… Bu nedenle Haksöz’ü ilk günden beri takip edenler bu rutinlerin olduğu sayılarda bile satır aralarında daima bir inancın savunulmasına yönelik duyulan endişe, azim ve kararlılığa şahit olmuşlardır. 300. Sayısını bir derginin bu bilinçle çıkarıyor olması bizler için bir iftihar vesilesidir. Elbette son yüzyıldır İslam davasının yüceltilmesi için çıkmış ve bu misyon üzerinde ısrar etmiş tüm dergilere minnettarız. Ama çok az dergi bugün Haksöz’ün sahip olduğu başarıyı yakalamıştır. Müslümanlar olarak bize düşen bu dergimizi bizden sonraki kuşaklarla da buluşturmak olmalıdır.
Islah çalışmalarının Türkiye’de 80 sonrası kazandığı ivmede birçok insan ve cemaatin katkısı vardır. Fakat 90’lı yıllardan sonra modernizm bağlamında toplumsal hayatta yaşanan dönüşümler ve 28 Şubat süreci, bu ıslah çalışmalarını sekteye uğratmıştır. Çok hızlı değişen dünyaya adapte olma endişesi veya dünyevileşme gibi faktörler düşünsel ve eylemsel savrulmalara neden olmuştur. Niteliksel olarak yaşanan problemler İslami camiada ciddi bir ahlaki erozyona sebebiyet vermiştir. Bu durum bugün için ıslah çalışmalarının önemini daha bir artırmaktadır. Bu nedenle bugün Haksöz gibi dergilere daha çok görev düşmektedir.
Son olarak 22 yıllık cezaevi hayatımızda, sevkimizin çıktığı veya sürgüne gönderildiğimiz her yere -bir bilgilendirmede bulunmadığımız halde- ilk önce gelen dergi hep Haksöz oldu. Cezaevindeki Müslümanların derdiyle ilgilenip bunun üzerinde ısrarla durdu. Gösterdiği bu kadirşinaslığa biz şahit olduğumuz gibi Allah da şahittir. Bundan ötürü kalbî şükranlarımızı sunuyoruz.
Batman M Tipi Cezaevi