El-Kaide İçinde Yaşanan Ayrışmaların Açığa Çıkardığı Sırlar

Aron Lund

Temmuz ayında, El-Kaide’nin Suriye kolu Nusra Cephesi, örgütün kurucuları arasında olan Salih el-Hamavi’yi, örgütten uzaklaştırdı. Friday’s Post, diğer bir kurucu kişi Ebu Maria el-Kahtani’nin ise gözden düştüğü ve iktidardan uzaklaştırıldığı yönünde haber yaptı. Suriyeli cihadilerin iç çekişmeleri sosyal mecrada daha fazla yer almaya başladı. Son olarak sosyal medyada Nusra Cephesinin gizemli lideri Ebu Muhammed el-Culani ve kendisini İslam Devletinin halifesi ilan eden Ebu Bekir el-Bağdadi hakkında yeni detaylar ortaya çıktı.

Huzeyfe Azzam Twitter Hesabı Açtı

Huzeyfe Azzam, Filistinli efsanevi İslamcı ideolog Abdullah Azzam’ın oğludur. Baba Azzam, çağdaş cihadi hareketin kurucusu olarak kabul edilmekle birlikte, daha sonraki süreçte bu hareketin gidişatını benimsediği söylenemez. Azzam ve yardımcısı Usame Bin Ladin arasındaki farklılıklar Azzam’ın 1989’daki gizemli ölümünden hemen önce belirginleşmişti.

Azzam’ın oğlu Huzeyfe genç bir adam olarak Sovyetler Birliği’ne karşı Afgan direnişine destek olmak için babasıyla birlikte çalışmıştı. Ve o, cihad meydanında aktif olarak kalmaya devam etti. O, son olarak Ürdün’den ayrıldı ve Suriye’nin kuzeyine yerleşti. Burada kendini bağımsız bir âlim olarak tanıttı. Azzam’ın Ahraruş Şam gibi radikal İslami gruplarla birlikte çalıştığı anlaşılıyor. Ancak onun, IŞİD’in sıkı bir muhalifi olduğu ve Nusra Cephesi ile El-Kaide’ye de eleştiriler getirdiği bilinmekte.

Suriye’deki diğer birçok bağımsız İslamcı şahsiyet gibi Huzeyfe Azzam da kendi görüşlerini ifade etmek için Twitter hesabı açtı. 21 Temmuz tarihinde IŞİD lideri Ebu Bekir el-Bağdadi’yi hedef alan twitler attı. Bu twitlerdeki bilgiler Nusra Cephesinden dışlanmış olan Ebu Maria el-Kahtani ve Salih el-Hamavi tarafından da teyit edildi. Her ikisi de Azzam’ın bahsettiği olaylara vakıf kişilerdi.

Sözün özü, Azzam’ın hikâyesi aydınlanması gereken bir içeriğe sahip. Onun verdiği bilgilere inanıp inanmamak elbette size kalmış bir şey.

Culani, Bağdadi ve Muhammed Hardan

Nusra Cephesi lideri Ebu Muhammed el-Culani daha önce Irak’ta Amerika’ya karşı savaşmıştı. Daha sonra IŞİD’e dönüştüğü bilinen ve el-Kaide’nin bir kolu olan yapının bir üyesiydi. Bu dönemde Culani yakalandı ve Amerikan askerî hapishanesine gönderildi. Büyük bir ihtimalle Irak’ın güneyindeki Bucca Kampına gönderildi. Azzam’ın aktarımına göre Culani, Suriye geçmişini gizlemek için kendisini Evs el-Musuli olarak tanıttı. Amerikan hapishane yönetimi onun gerçek kimliğini asla öğrenemedi. Azzam’ın yazdığına göre hapishaneye Evs el-Musuli olarak girdi ve öyle çıktı.

Culani, bir tesadüf eseri olarak cezaevinde Iraklı âlim ve savaşçı lider Muhammed Hardan ile aynı hücrede kaldı. O da birçok takma isim kullanıyordu. Ebu Abdullah el-Mansur, Ebu Said el-Essavi, Ebu Said el-Iraki kullandığı takma isimlerden bazılarıydı. Hardan, başlangıçta Irak İhvanının bir üyesiydi. Çok uzun süre önce teşkilatı terk edip savaşmak için Afganistan’a gitti. Orada el-Kaide liderleriyle omuz omuza mücadele etti ve sonuç olarak selefi-cihadi bir anlayışı benimsedi. ABD’nin 2003 yılında Irak’ı işgalinden sonra Mücahidler Ordusu isimli Sünni İslamcı bir direniş örgütü kurdu ve onun lideri oldu. Bu örgütün Suriye’de aynı ismi taşıyan örgütle bir bağlantısı yoktur.

Bu örgüt gelişti ve Irak’ın en güçlü Sünni milis gruplarından biri oldu. Örgütün üyeleri ezici çoğunlukla Iraklı olmalarına rağmen örgüt, Hardan’ın doğduğu yer olan Felluce’de yabancı mücahitlerle yan yana çalıştı. Irak el-Kaidesi 2006 yılında Irak İslam Devletine dönüşüp, diğer gruplardan biat etmelerini isteyince ilişkiler limonileşti. Birbirlerini hainlikle suçlayan iki grup savaşmaya başladılar. Bu savaş durumu ABD’nin 2007 yılında Irak’a asker yığdığı zamana denk geldi ve her iki grup da ağır darbe aldı.

Irak İslam Devleti 2010 yılından sonra tekrar yükselişe geçecek ve 2014 yılında Sünni Irak’ın önemli bir bölümünü kontrolü altına alacaktı. Mücahidler Ordusu ise fiilî olarak şu anda bitmiş durumda. Bütün bu gelişmeler olurken Hardan, İbrahim el-Avvad isimli bir kişiyle de ilişki kurmuştu. Samarralı ve alt seviyede bir âlim olan bu kişi daha sonraları Ebu Bekir el-Bağdadi ismiyle dünya çapında üne kavuşacaktı. Anlaşılıyor ki, Hardan, ona dinî konularda hocalık yapmıştı.

Hardan ve Bağdadi arasındaki bağlantı sadece Bahreynli ilahiyatçı Turki el-Binali’nin, Bağdadi hakkındaki yarı resmi biyografisinde dile getirilen iddialarla da sınırlı değil. Bu biyografi, IŞİD taraftarları tarafından dağıtılmakta ve Batı’daki terörizm araştırmacıları da doğruluğu hususunda tereddüt etmeden bu biyografiden faydalanmaktalar. Hardan ve Bağdadi arasındaki bağlantı değişik kaynaklardan gelen bilgilerde ve cihadi çevrelerin aktarımlarında da kendine yer bulmakta. Örnek vermek gerekirse, Filistinli gazeteci Vail Essam, Londra merkezli Quds el-Arabi isimli gazetede yaptığı bir haberde bu bağlantıyı gündeme getirmişti.

Hapishaneden Sonra

Onlar hapishaneden birer birer salıverildikten sonra bu üç adamın yolları ayrıldı. Hardan, Mücahidler Ordusuna liderlik yapmaya devam etti ancak bir noktada Suriye’ye iltica etme mecburiyetinde kaldı. Diğer yandan hapishanede yaşadığı deneyim Bağdadi’yi bariz bir şekilde radikalleştirmişti. 2004 yılının Aralık ayında Bucca Kampından salıverildikten sonra bir yıl kadar Hardan’ın takipçilerinin bulunduğu Mücahidler Ordusunda kalmıştı. Bu bilgi, Hardan’ın kendi şahitliğine dayanıyor. Bağdadi’nin, 2005 yılının sonlarında Mücahidler Ordusundan ayrıldıktan sonra ABD ve Şii güçlere karşı savaşan Ehli Sünnet vel Cemaat Ordusu isimli bir örgüte katıldığı ya da onun kurulmasına yardımcılık ettiği anlaşılmakta. Sonrasında bu grup, el-Kaide’nin Irak’taki bir kanadı olan Mücahidler Şura Konseyinin öncülük ettiği mücahidleri birleştirme projesine katıldı. Bu konsey 2006 yılının Ekim ayında kendisini Irak İslam Devleti’ne dönüştürdü. Bu yapı bugünkü IŞİD’in selefidir. Öyle anlaşılmakta ki Bağdadi, Mücahidler Şura Konseyinin ve sonrasında IŞİD’in bir üyesi olarak Musul bölgesinde bir süre faaliyette bulunmuş. Fakat daha önemlisi o, grubun önde gelen âlimlerinden biri olmuş. Grubun lider kadrosu 2007-2010 yılları arasında ABD güçleri, Irak Ordusu ve rakip Sünni grupların saldırılarıyla tasfiye edildikçe, Bağdadi’nin nüfuzu arttı. 2010 yılına gelindiğinde ise grubun üst düzey lider kadrosunun tamamına yakını öldürülmüştü. Gelişen olaylar sonucunda Bağdadi, emir olarak seçildi.

Culani, aynı grubun içerisinde aktif olan bir kişiydi. Ve aktarımlara bakılırsa Irak İslam Devleti’nin üst düzey bir komutanı olarak Kuzey Irak ve Musul’da faaliyette bulundu. 2011 yılında Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’e karşı Suriye ayaklanması başladığında yeni lideri Bağdadi ona bir görev verdi. Onun görevi kendi vatanında, yani Suriye’de yapının gizli bir kolunu oluşturmaktı. Bu projedeki arkadaşları arasında Salih el-Hamavi ve Ebu Maria el-Kahtani de vardı. 2011 yazında Culani ekibi harekete geçti. Suriye’ye geçen Culani, Irak İslam Devletinin ve el-Kaide’nin uyuyan hücrelerini, hapishanede yatmış çıkmış siyasi İslamcıları, Irak’ta savaşmış Suriyeli, Lübnanlı ve mülteci kamplarındaki Filistinli eski askerleri araştırmaya ve listelemeye başladı. Onlar, bu adamları adım adım ulusal çapta bir cihadi yapı içerisinde bir araya getirdiler. Bu yeni grup, ilk resmi saldırısını 2011 yılının Aralık ayında Şam’daki bir bombalamayla gerçekleştirdi. 2012 yılının Ocak ayında ise Nusra Cephesi olarak varlığını ilan etti.

Hardan’ın Ölüm Emrinin Verilmesi

Huzeyfe Azzam, Bağdadi’nin Culani ve adamlarını ne zaman Suriye’ye gönderdiğini bilmediğini ancak onlara iki gizli görev verdiğini söylüyor. İlk görev, Türkiye’de saldırılar düzenlenmesi, ikinci ve daha öncelikli görev ise Muhammed Hardan’ın Şam’da izlenmesi ve öldürülmesi. Hardan’ı hapishanede tanıdığı için Culani ona yaklaşabilecek ve bu görevi yerine getirebilecek en ideal kişiydi.

Ancak Culani bu görevi reddetti. Azzam’ın dediğine göre belki hapishanede onunla geçirdiği süre ve orada Ebu Said’i tanımış olması bu suikastı işlemesi için bir engeldi. Şam bölgesine geçtikten sonra Şeyh Culani, Ebu Said’i öldürmek istemedi. Azzam, Culani’nin böyle yaparak ‘emir’ine itaat etmediğini belirtiyor.

Azzam, Bağdadi’nin Hardan’ın ölüm emrini vererek kendisinin Mücahidler Ordusundaki izlerini silmek istediğini ya da Hardan’ın onun hakkında bildiklerinden dolayı onun ölüm emrini verdiğini iddia ederek konuya dair tartışmaya açık görüşler ileri sürüyor. Oysa daha basit bir gerekçe ise Irak İslam Devletinin ve Mücahidler Ordusunun Irak’ta birbirleriyle savaşmış olmaları dikkate alınmalıdır. Bağdadi, Hardan’ı bir tehdit olarak görüyor. Ve Bağdadi, Culani’ye Suriye’de cihadi bir yapı kurması hususunda yardım ederken niçin bu fırsatı bir rakibini ortadan kaldırmak için kullanmasın?

Salih El-Hamavi’nin Hikâyesi

Azzam, 21 Temmuz’da kendini Twitter’a kaptırmışken Culani’nin eski silah arkadaşı Salih el-Hamavi attığı bir dizi twitle konuya dâhil oldu. Ebu Maria el-Kahtani de “Allah şahit olsun ki, kardeşim Salih el-Hamavi’nin Şeyh Huzeyfe Azzam’ın twitlerine yaptığı yorumlar tamamıyla doğrudur.” diyerek Hamavi’ye adeta kefil oldu.

Hamavi’nin iddiasına göre Bağdadi’nin ölüm listesinde olan yalnızca Muhammed Hardan değildi. Asıl adı Abdullah Yusuf olan Musullu Ebu Bekir Hatuni de bu listede bir zamanlar yer alan bir kişiydi. Ancak bu durum daha sonra değişecek ve Hatuni, IŞİD’e katılacak ve doğduğu yer olan Musul’da oranın ele geçirilmesinden sonra vali olacaktı. Hamavi, Bağdadi’nin bu suikastları önceden gerçekleştirmeye çalıştığını eklemeyi de ihmal etmedi. Bir başka Musullu Ebu Maria el-Kahtani, 2010 yılında Irak İslam Devleti saflarında savaşırken yaralanmıştı. Ameliyat olmak için Irak’tan ayrıldı ve Suriye’ye giriş yaptı. Sonrasında Bağdadi, Hardan’ın, Hatuni’nin ve Suriye’de yaşayan diğer iki Iraklı mücahid Muhammed Hüseyin el-Cuburi ve Sadun el-Kadı’nın öldürülmelerini organize etmesi için Kahtani’ye talimat gönderdi. Onlar, şu an mevcudiyeti ortadan kalkmış olan Ceyşul Ensar es-Sunne’nin liderleriydiler. Bu grup Ensarul İslam’dan ayrılma bir gruptu. Irak İslam Devletinin kurucu babası Ebu Musa ez-Zerkavi’nin Irak savaşından önce Ensarul İslam grubuyla kısa süreli bir ilişkisi olmuştu.

Burada bahsi geçen Sadun el-Kadı, Ebu Vail adı altında operasyonlar yapan bir kişi. Sadun el-Kadı, şu an Batı’da tanınmayan bir şahsiyet ancak o bir zamanlar dünyanın manşetlerinde yer alıyordu. ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell, 2003 yılının Şubat ayında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde yaptığı konuşmada onu Ensarul İslam örgütünün üst düzey seviyelerinde Saddam Hüseyin adına casusluk yapmakla suçlamıştı. Powell, Irak hükümetinin Ensarul İslam örgütüne sızdığı suçlamasını, Saddam Hüseyin ile Zerkavi arasındaki bağlantı iddiasını temellendirmek için yapıyordu. Zerkavi üzerinden de Usame bin Ladin bağlantısını kanıtlamak istiyordu. Okuyucuların hatırlayacağı üzere George W. Bush yönetimi, Saddam Hüseyin’i 11 Eylül saldırganlarıyla irtibatlandırma çabası içindeydi. Ve Irak’ı işgal etmek için 11 Eylül saldırılarını bahane olarak kullanmışlardı. Hamavi, Ebu Maria el-Kahtani’nin de cinayetleri işlemeyi reddettiğini iddia ediyor. Bir yıl sonra İslam Devleti lideri aynı direktifleri Culani’ye verecek ancak o da bu görevi reddedecekti. İslam Devletinin bu suikastları başarması kolay olmayacaktı.

Hamavi, Bağdadi’nin 2012 yılının sonlarında Ebu Muhammed el-Adnani’yi Suriye’ye nasıl gönderdiğini anlatmaya devam ediyor. Adnani, Suriye’nin Binniş kentinden olan Taha Subhi Fellaha’nın kod ismiydi. Fellaha, İslam Devletinin üst düzey liderlerindendi ve aynı zamanda örgütün resmi sözcüsüydü. Suriye’ye yerleşen Adnani, İstanbul merkezli Suriyeli muhaliflere saldırılar gerçekleştirmek için planlar yapmaktaydı. Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Konseyi hedefteydi. Ulusal Konseyin liderlerinin toplantı yaptığı İstanbul’daki otelin bombalanması da planlanan eylemler arasındaydı. Bu bombalamayla ABD’nin kendileri aracılığıyla Suriye’deki isyana vaziyet edeceğini umduğu Batıya yakın muhalif Suriyeliler öldürülecekti.

Ebu Maria, bu girişimi fark ettiğinde tepki gösterdi. Böylesi bir saldırı düşüncesini gayri meşru ve siyasi akılsızlık olarak tanımladı. Hamavi’ye göre Nusra Cephesi, El-Kaide’nin uluslararası lideri Eymen ez-Zevahiri’den Türkiye içinde saldırılar yapmamaları hususunda kesin talimat almıştı. Bu saldırmazlığın nedeni de Türkiye hükümetinin Suriyeli mültecileri destekleyen tutumu ve Esed karşıtı duruşuydu. Culani de bu tartışmaya katılmış ve Ebu Maria’nın yanında yer almıştı. Bu mesele İslam Devleti/Nusra Cephesi liderliğinde sert tartışmalara neden olmuştu.

Oluşan bu durum Irak’taki Bağdadi’nin dikkatini çekti. Ve artık Nusra Cephesini kontrolü altında tutamayacağını anladı ve hemen Suriye koluna karşı düşmanca bir tavır aldı ve tek taraflı olarak 2013 yılının 9 Nisan’ında Irak Şam İslam Devletinin yani IŞİD’in kuruluşunu ilan etti. Daha sonra ise bu yapı kısaca İslam Devleti olarak isimlendirildi. Bağdadi, bu yapıyı Irak’taki İslam Devletinin ve Nusra Cephesinin yerine oluşturdu. Bağdadi böylelikle yeni gruba sadece kendisi komuta edebilecekti ve Culani’yi askerlerinden biri olarak tanımladı. Bağdadi’nin açıklaması, Culani’nin Nusra Cephesindeki müttefikleri içinde ve uluslararası El-Kaide liderliğinde şaşkınlığa ve öfkeye yol açtı. Onlar bu gruba karşı direnmeye karar verdiler ve 2014 yılının Ocak ayında Nusra Cephesi ve İslam Devleti birbirleriyle savaşmaya başladı.

Cihadi örgütler arasında başlayan bu iç savaş hali Suriye, Irak ve dünyanın diğer taraflarında şiddetli bir şekilde devam ediyor. Bu iç savaşın sonuçlarından birisi de bütün aşırı grupların karanlık faaliyetlerinin ortaya saçılmasıdır. Aşırı grupların muhalifleri ve karşı tarafa geçenler gördükleri muameleyi Facebook ve Twitter sayfalarında dile getiriyorlar. Ve bu bilgiler meraklı gözlerin önüne seriliyor.

 

Carnegieendowment.org / 10.08.2015 / Çeviri: Murat Yürükoğulları