Son günlerin en hararetli manşetlerinden birini yine ve yeniden "Ekonomik Kriz" sözcüğü oluşturuyor. Danıştay 2. Ceza Dairesi'ne yapılan çeteci saldırıdan sonra daha da artan, ancak bu olayın öncesinde palazlandırılan bu "kriz olgusu"; hep aynı belirtilerle tanımlanıyor: Dolar ve dövizin fiyatının yükselmesi, Borsanın düşüşü, Faizlerin yükselmesi ve nihayet kutsal "yabancı yatırımcıların" "ürkmesi" ile tanımlanan bir finansal kriz söylemi var kapımızda yine. Eyvah yine ne oluyor duygusu; ekonomi iyi de gitse kötü de gitse payına hep "acı reçete"ler düşen yoksul kesimlerde yeniden yaygınlaştırılıyor.
Bu kriz söyleminin anlamını sorgulamak ve ekonomiye dair şablonları; İngilizce tabiri ile news clearing'leri biraz deşmek gerek. Acaba bu kriz bizim krizimiz mi? Ne menem bir şey ki şu kriz sistemin sahipleri yoksul kesimlerin ensesinin üstünde bir kılıç gibi sallandırılıyor? Krizi kim tetikliyor, neden bir güvensizlik duygusu tüm dünyayı kuşatıyor? AKP hükümetinin, egemen Kemalist oligarşinin ve küresel kapitalizmin bu kriz olgusunda nerede durduğunu teşhis etmeden, tekrarlanıp duran kavram kargaşasını aşmak da mümkün değil!
Tabii burada öncelikle şunu belirtmek gerek. Mutfaklarda kesintisiz süre giden; asgari ücretlilerin yaşamlarında kesintisiz süren; emeklileri, dul ve yetimlerin aldıkları üç kuruşta hiç bitmeyen krizden bahsetmiyor kimse. Kimsenin umurunda değil halk ekmek kuyruğundakiler, kimsenin umurunda değil varoşların triko işletmelerinde göz nurunu dökenler. Önde gelen Kemalist basının yaygarasını yaptığı şey; "parası olanların", "borsada büyük oynayanların" krizi! Yani bir "finansal kriz"!
Borsa Düşüyor, Dolar Çıkıyor: Olan Biten Ne?
Olan biten şey şu: Ülkeye AKP ve öncesinde tüm Cumhuriyet hükümetlerince; ayaklarının altına kırmızı halı serilerek çağırılan Soros, Ofer benzeri küresel spekülatörler, yani para babaları, yani paradan para kazanan küresel sömürücüler; "borsadan çıkmanın zamanın geldiğine" yani daha çok para kazanılabilecek, daha çok sömürülebilecek yerler olduğuna kanaat getirmiş görünüyorlar. Modern dönemlerde borsa denilen şey basitçe şu: Bir malınız var, bunun değeri 10 Kuruş! Ama siz uyanıklık edip bu malın 100 Kuruş olduğuna herkesi ikna ediyorsunuz. Dahası başkaları sizin malınızı 101 Kuruş veririm diyor, başka biri de 102! Ta ki sizin malın bir süprüntü olduğu ortaya çıkıncaya dek sürüyor bu delilik! İşte Borsalar böyle kırk bin puan sınırını geçiyor; "tarihi rekorlara" koşuyor, endeks tavan yapıyor! Yabancı sermaye denilen kutsal varlık bir süredir Türkiye Borsası İMKB'nin oldukça karlı olduğunu düşünüyordu, giriş yaptı, şimdi de karını aldı çıkıyor; aynen 1997 Uzak Doğu Kaplanları krizi gibi!
İkinci olarak ülkede sekiz yıldır yani 28 Şubat'tan beri Kemalist oligarşinin desteği ile dayatılan IMF programları ülke ekonomisini altüst etti. Tarım, küçük esnaf bitme noktasına getirildi! Memuriyet ve kamu tüm cazibesini yitirdi. Örneğin öğretmen maaşları reel olarak 30 yıl öncesinin onda biri oranında. Sosyal Güvenlik tümüyle altüst edildi! İşsizler ordusu ümidini, yenibiris.com'a bağlar oldu!
İzmir İktisat Kongresi'nde kapitalizme tam entegrasyon iradesini vermiş olan TC; ısrarla halkı aleyhine haksız zenginleşme ve sermaye transferi politikasını sürdürüyor. Her gelen hükümet "kendi prensleri"ni besliyor, kimisi ise Arap sermayesi, İsrail Sermayesine bel bağlıyor! Ne adına: "Ülkeye para gelsin" kutsal sözcüğü adına! "Para gelsin yeter ki" kutsal söz! Para verenin emir de vereceği ise kimin umurunda!
Son sekiz yılda ise bu süreç AB politikalarıyla birlikte oldukça trajik ve keskin bir dönemece girdi. Darbeci düzenin ekonomik açmazı, 28 Şubat ile ekonomiyi tarihinin en trajik noktasına dayandırdı. Hatırlayalım; 28 Şubat ile de TC devletinin "ekonomik olarak çöküşü" olgusunda bahsediliyordu; tabii halkını da batağa çekerek. AKP tam da bu ortamda neo-liberal politikaların "muhafazakârlık" kılıfı ile yeniden gündeme getirilmesine soyundu.
Yani bugün olan şu ki; IMF politikaları başarılı oldu! Bu ülkenin yoksulları 30 yıl öncesinden artık daha yoksul, zenginleri daha istikrarlı bir karın keyfini sürüyor ve ülke sadece borsa yatırımı 20 milyar doları aşan yabancı finansal sermayeye tümü ile teslim edildi. Bugün Türkiye hiç olmadığı kadar faize bağımlı, hiç olmadığı kadar kapitalist baronların ellerinde, büyük şehirlerde hiç olmadığı kadar yoksul kesimler birikmiş durumda, ülke hiç olmadığı kadar krizlere açık!
Üçüncü olan şey ise ABD emperyalizmi; İran saldırganlığı öncesinde uyguladığı politikalar ile bizimki gibi geri kalmış ülkeleri -bu tabir bazılarının sinirlerini bozuyor da "gelişmekte olan" diyorlar bu ülkeye- kendi azgın politikaları adına gözden çıkardı. Petrol fiyatlarının artması ABD'yi zorlayabilecek bir gelişme elbet! Ama Dünya ABD'nin imparatorluğunun ayakta olduğuna inandığı sürece ve ABD Doları tüm dünyada geçtiği sürece bir sorun yok!
Öte yandan İran saldırısı yaklaşırken ABD emperyalizmi; bu ülkenin muhafazakâr hükümetini ufak bir sarsıntı ile terbiye etmenin gerekli olduğunu da düşünüyor. Son bir yılda ABD üst düzey komutanları ile Türk Genelkurmay'ında gerçekleşen görüşmeler ve son ABD-Türkiye ortak tatbikatı daha şimdiden bu ülkenin insanlarına yoksulluk ve yeni servet transferleri olarak dönüyor.
Şu an Türkiye'de yaşadığımız bu gerçekliktir!
IMF'i, Soros'u ve Sami Ofer'i Razı Etmek!
AKP hükümeti iktidara geldiği ilk günden beri, gerek IMF ve Dünya Bankası gibi küresel yoksullaştırma çetelerine, gerekse ABD ve İsrail merkezli küresel Şirketlerin sahibi Karun'lara tam bir teslimiyet gösterdi. Sosyal Güvenlik Sistemi'nden yatırım teşviklerine, özelleştirmelerden Orman Yasası'na, para politikasından vergi düzenine, Merkez Bankası'nın neo-liberal amentüsüne kayıtsız şartsız tesliminden ithalat rejimine dek her konuda IMF merkezli neo-liberal kapitalist politikalara ve yerli-yabancı sermayenin buyruklarına uygun davranıldı. IMF koridorlarından AKP'nin en uyumlu hükümet olarak anılması boşuna değil! AKP hükümetinden en fazla razı olanların başında TÜSİAD gelmiyor muydu? Bakanlarımız Sami Ofer'le nasıl kanki olduklarını anlatıyorlar; Başbakan, her yurtdışı gezisine yanında bir uçak dolusu "işadamı"nı da devlet imkanları ile götürdüğünü övünerek anlatıyordu. Gerçekten de AKP dört yıla yaklaşan performansında bir kez bile evet tek bir konuda bile IMF'nin sözünden çıkmadı!
AKP'nin şansı, bu ülkenin başına fazlası ile bela olan ve halkına karşı psikolojik savaş taktikleri uygulayarak ekonomik ve sosyal tüm gelişmeleri dinamitleyen oligarşinin güçsüz olmasında yatıyordu. AKP; oligarşinin güçsüzlüğünden kaynaklanan durgunluk halini IMF politikalarının başarısına yordu. AKP'ye göre neo-liberal politikalar doğru olmalıydı, ekonomiye ideolojik bakmamak lazımdı. Hükümet bu sayede düşen faizlerin kendisine yarattığı nefesten fazlası ile istifade etti. Ama rahat nefes almanız iki şeyin göstergesi olabilir: Ya boğazınızdaki ip çıkartılıyordur ya da ilmeği daha da sıkmak için gevşetmişlerdir.
Şimdi hükümet tümü ile şaşırmış görünüyor! Kriz sözlerinin yeniden gazetelerde arzı endam etmesi, hükümeti fazlası ile şok etmiş görünüyor! Oligarşinin halkı birbirine kırdırma politikasını "teessüf ederiz, her yetkili sorumluluğunu bilerek konuşsun" diye geçiştirenler; kendi elleriyle yaptıklarının semeresini ortada gördüklerini kabullenmeliler. IMF politikalarından başka ne bekleniyordu ki? Yoksul kesimlerin yani işçilerin, memurların, işsizlerin imkanlarını zengin elitlere transfer politikaları; yani o çok sevilen cici tabirle "Türkiye'yi küresel sisteme entegre çabaları" ve "Türkiye'yi devler ligine sokacağız" vaatleri; ülkeyi krizlerden en fazla etkilenecek hale getirmiş durumda!
20 milyar doları aşan sıcak paranın İMKB' ye girmesi ile ekonominin uzaya fırladığına, üç-beş yıla kalmaz kalkınmış bir ülke olacağımıza iman edenler; bu paranın sahiplerinin, gerektiği anda kârını alarak ve küresel istikbarın yönlendirmesi ile ülkeden ani çıkışına şaşırmış görünüyorlar. Neo-muhafazakârlar bu kez milliyetçilik silahına sarılıyorlar, yorumlar hemen hazır: Biz iyi gidiyorduk ama onlar bize ekonomik savaş ilan ediyorlar! Dış güçler ülkemizin kalkınmaması için istikrarsızlaştırıyor!
Ne bekliyordunuz peki? Sonuna kadar, halkın geniş kesimlerini korumaz bir şekilde neo-liberalizmin kucağına teslim eden IMF patentli ekonomik politikaların hükümetinize ikbal ve halkınıza zenginlik vaat edeceğini mi düşünüyordunuz? Tarımı küresel pazarla haksız bir rekabete açarken ne bekliyordunuz! Ülkenin en önemli kaynaklarını "iyi fiyatlarla" satarken, kamu kurumlarını Sami Ofer'e pazarlarken, devlet arsalarını ve vergi kaynaklarını "mal yığıp duran" işadamlarına "teşvik olarak" hibe ederken, Maliye Bakanı "Ben iyi tüccarım! Tuttuğumu bağırta çağırta satarım!" derken Cumhuriyet tarihinin en büyük özelleştirmelerini yapmakla övünüyordunuz! Ülkeyi Küresel Şirketlerin at koşturduğu bir "yatırım cennetine" çevirmeyi vaat ediyordunuz! George Soros ekonomi bakanları ile düşüp kalkıyor, Sami Ofer'le Dubai müstekbirleri devletin imkânları ile ağırlanırken, TÜSİAD'ın ağzına bir parmak bal çalınırken herkese vaat edilen şey neydi: İstikrarlı bir gelecek!
Ne yaptınız ki, ne bekliyorsunuz? AKP hükümetinin ekonomi politikalarında Ecevit hükümetinden ne farkı vardı ki? IMF "acı reçeteleri", genişleyen yoksulluk, daraltılan kamu kesimi, küresel Karunların azgın boğazlarının iştahına tümüyle açılan ekonomik kapılar, daraltılan sosyal güvenlik. Dahası özelleştirilmesi yolunda tarihi önemde adımlar (!) atılan eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, toplu konutlar gibi kamu yatırımları. Mortgage ile yatıp kalkanlar, faiz ve kur politikasının istikrarı adına halka acı reçeteleri yazıp duranlar, şimdi tam "emeklerinin hâsılasını toplayacakken" "ülkemize açılan ekonomik savaştan" bahseder oldular. Ülke ekonomisini mahvedeceğini bile bile Irak işgaline lojistik ve stratejik destek verenler, 1 Mart Tezkeresi'ni geçirmek için bin bir takla atanlar; şimdi İran işgaline tavır almazlar ve İran'ı hedef alan ABD-Türkiye ortak tatbikatlarına girişirlerken, ne bekliyorlar ki!
"Ekonomide yapısal değişimler gerçekleştirilmesi"nden bahsediyordu bütün siyasiler bir zamanlar. Anladık ki yapısal değişimden kastettikleri bankaların risk değerlendirmelerinin muhkemleştirilmesi ve faizci düzenin olabildiğince yaygınlaştırılması imiş. 'Faiz'in iyi bir şey ama başörtüsünün can sıkıcı bir konu olduğunu keşfeden Abdüllatif Şener'lerin Başbakanı; "Bereket" gibi İslami bir kavramı kullanmaktan da çekinmiyordu. Başbakan IMF planlı ekonomi politikasında "başarılı olmalarını", borsanın tarihi rekorlar yapmasını şöyle izah ediyordu: "Bu işe bereket bulaştı!". Sami Ofer'in veyahut Dubai sermayesinin getirdiği "bereket" olsa gerektir!
Şimdi ise halka karşı psikolojik savaş silahına yeniden sarılan ve güç toparlamaya uğraşan oligarşi karşısında şaşkın bir şekilde gündemlerinde zinhar başörtüsü diye bir şey olmadığını, başörtüsünün bir siyasal furuat olduğunu; tek gündemlerinin "işsizlik" olduğunu söylüyorlar. Sadece "Milli Görüş" değil toptan "İslam" kimliğini de çıkarıp attıklarını ispat etmeye çalışıyorlar "efendiler"e! Daha dün ülkeyi, Sami Ofer'le, George Soros ile bereketlendiriyorlardı, şimdi ise "küresel kriz lordları"ndan ürkmüş görünüyorlar! Hükümet İran saldırısı dönemecinde, günden güne daha çok artan mesajlar ile; Allah'a değil; küresel istikbara teslim olmaya hazır olduğunun emarelerini veriyor.
Krizlerle gelen krizlerle gider! Güç ve iktidar kaygan bir sabun gibidir; elinizde tutamazsanız, ayağınızı kaydıran da o olabilir. Güç ve iktidar; Rabbimizin iyilikle hükmedelim ve ancak O'ndan korkalım diye imtihanıdır!
Mehmet Ali Şahin, "başörtüsü zulmünü ve bu zulme süren direnişi" ademe mahkum ettiği açıklamasında; hükümetinin işsizliği birinci gündem edindiğini söylüyor! Tam bir yalan, AKP hükümetinin birinci önceliği hep IMF ve AB'yi tatmin, içeride ise oligarşiyi teskin olmuştur; hatta tüm icraatları bu iki kelime ile özetlenebilir! Birçok çevre; IMF politikalarının işsizliği arttırdığını yıllardır bas bas bağırırken, hükümet yetkilileri bu sözleri kulak arkası ediyorlardı hep. Hükümet için varsa yoksa borsa- faiz dengesi! Cari açık yani bir ülkenin ürettiğinden çok yiyor oluşu kimsenin umurunda değildi! Ekonomi yetkilileri; aynen kendilerinden öncekiler gibi; "işsizliği azaltacak istihdam politikaları" güdeceklerine hep finansal liberalizasyon ve sıkı maliye politikası güttüler.
IMF politikaları ile iş ve istihdam piyasasını olabildiğine esnekleştiren, kamu kaynakların haraç mezat satan, sermayedarları güldürenler şimdi egemenlere şirin görünmek adına halka "başörtüsü mü ekmek mi" sorusunu dayatıyorlar! Hatırlar mısınız; şu sıralar ölüm döşeğinde öte dünyada zor bir hesap vermeye hazırlanan Ecevit, haklı olarak; "Bu hükümetin uyguladığı politikaların bizim uyguladığımızdan hiçbir farkı yok ki!" diyerek AKP hükümetini alkışlarken aynı politikaları harfiyen yerine getiren kendi hükümetinin taşlanmasının nedenini anlayamadığını söylüyordu.
İran Saldırısı TC Ekonomisini Çökertir!
Burada şunu da önemle vurgulamak gerek. İran'a saldırıya Türkiye'den destek vermek hem bu ülke halklarına hem de dünyanın ezilenlerine karşı en büyük bir tarihi suçtur. Yaşanılan kriz senaryolarını bu bağlamda da okumak gerekiyor. Irak İşgalinde Türkiye'nin ekonomik anlamda ucuz kurtulduğunu söyleyenler, İran saldırısının etkilerinin ölümcül olacağını anmıyorlar bile! Şunu itiraf etmek gerek: İran saldırısına destek vermek TC devleti açısından ölümcül bir hata olacaktır!
Ama ne yazık ki ülkemizin başta askeri oligarşi olmak üzere derin devletinin Siyonist katillerle bağı tüm bunları kafaya takmamalarını sağlayacak "stratejik derinlik"te! Siyonist aşkı nasıl bir aşksa, insanın kendini bile yok etmesine varabiliyor!
Geçtiğimiz aylarda Haksöz'de önemli bir yazısı yayınlanan ABD'li düşünür Jeffrey Blankfort, ABD İran'a saldırır ise bunun Siyonist lobinin ABD'de ne derecede ölümcül bir etkiye sahip olduğunu ispatlayacağını söylüyordu. Aynı şey Türkiye için de birebir tekrarlanabilir!
Evet, İran saldırısı ABD'yi ekonomik anlamda vurur ama Türkiye'yi ekonomik anlamda çökertir. ABD petrol krizinde de küçük ülkeleri feda etmekten çekinmeyeceğini defalarca gösterdi. Egemenler "burada çok önemli bir stratejik ortak" olmaya güveniyor ve daha büyük kemik kapma peşinde koşuyorlar.
Amaçlanan şey TC'yi İran saldırısında daha etkin bir pozisyona sokmak! Soros benzeri para babalarının; -ki kendisi İMKB'deki önemli "yatırımcılar"dan biridir- ABD hükümetinin dış politikası ile uyumlu olarak çalıştıkları zaten bilinen bir gerçek. Soros daha önce CIA emri ile Rusya ekonomik krizini tetiklemiş ve bugün Moskova sokaklarında yaşayan milyonlarca evsizin bedduasını almıştı.
Kapitalizmde Kriz Yapısaldır!
Hükümetin şaşkınlığının tek bir nedeni var: Bu şaşkınlık, AKP'nin "biz ideolojik bakmıyoruz" iddiasına rağmen ekonomiye sonuna kadar "neo-liberal kapitalist ideoloji" ile bakmasından kaynaklanmaktadır. Hükümet neo-liberal ifsadı tümü ile içselleştirmiş, bunu bir amentü edindiğini defalarca ortaya koymuştur.
Kapitalist sistem; krizlerle büyür ve gelişir. Kapitalizm; küresel şirketlerin güdümünde küreselleştikçe, yoksulluğun ve gelir adaletsizliğinin yayılması, açlığın ve sefaletin kökleşmesini dayatır. Sermayedar temelli ekonomik sistem; ülkeler arasında, bölgeler arasında ve toplumsal kesimler arasında eşitsizlik ve sürekli bir düşmanlık üretir.
Kapitalizmde kriz oluşumunu çokça bilinen bir örnekle anlatmak gerekirse; basitçe fay hattında biriken gerilimin deprem oluşturmasına benzetebiliriz. Yapısı gereği insan ve toplum bünyesine aykırı olan sermaye ideolojisi yarattığı kültürel ve toplumsal gerilimleri dönemsel krizler ile aşar ve yeni bir denge ortamına kavuşur.
Hele sistemin çatallanmaya başladığı ve dönüşüm emareleri gösterdiği günümüzde bu kriz döngüleri oldukça kısa aralıklarla gerçekleşiyor. Doksanların başında krizden söz ediyorduk; tam düzeldi derken doksanların ortasında yeni bir kriz anılmaya başlandı ve bizim ülkemizde de 24 Nisan Kararları. Dünyada ise önce doksanların ortalarındaki finansal kriz ve sonra da 1997'de Asya kaplanlarının çöküşü. Tam her şey düzeldi derken 2001 küresel krizi ve Japon Yeni'ndeki çöküş ile tetiklenen kriz. Şimdi ise İran saldırısı yaklaşırken yeni bir kriz.
Faize dayalı sistemin temelidir krizler. Faiz de borsa da aslında olmayan, hak edilmeyen, meşru olmayan kazançlardır. Kriz arası dönemler ise sistemin yeniden restorasyonu dönemleridir. Bir önceki krizden bugünküne geçen zaman "dini-bütün" AKP'lilerin ülkeye kattığı "bereket"ten değil; kapitalizmin durağanlık ve gelişme döneminde olmasından kaynaklanmaktadır. Gerek küresel anlamda, gerekse Türkiye ekonomisi anlamında 28 Şubat sürecinin tetiklediği ekonomik çöküşten sonra yeni bir kriz döneminin arefesindeyiz. Felaket tellallığı değil aksine sistemin yapısını tanımakla alakalı bir şey. Petrol fiyatlarının yükselişi ve altının değer kazanması; geniş yoksul kesimler aleyhine servet transferi yapılacak yeni bir belirsizlik döneminin ilk işaret fişeği olmuştur. Bu AKP iktidarda olduğu için değil, Kemalist oligarşi kapitalizme biatli ve göbekten bağlı olduğu için böyledir.
Krizin nedeni sermayedar ideoloji iken, krizin sonucunda "acı reçeteler" dayatılan, "ülkenin geleceği için elini taşın altına sokması istenen", "kesintilere katlanacak olan" hep geniş yoksul kesimlerdir. Aslında açık bir servet transferidir yaşanan.
Kriz Söylemleri Soygun Karşısında Halkı Uyutmanın Aracı
Bu bedeli biz ödemek zorunda değiliz! Bu açık bir soygun ve servet transferidir. "Finansal Kriz" dönemlerinde de "görece istikrar" dönemlerinde de hep bir şeyler ödetilen geniş yoksul kesimler oluyor. Kriz döneminde servet transferi hızlandırılırken, krizler arası dönemde ise yapısal uyum tedbirleri", "anti-enflasyonist politikalar" adı altında yoksulluk yine geniş kesimlere ihale ediliyor.
"Kriz", sermaye birikimini öngören küresel ekonomik sistemimizin bize dayattığı bir olgudur. Faizde parası olmayan geniş kesimlere, "borsada oynamayı" bilmeyen yoksul kesimlerin payına bankaların için doldurmak, finansal krizlerle boşaltılan Merkez Bankalarının kasalarını doldurmak kalıyor. Bu Firavun'un ve Karun'un sistemidir: Halkının bir kesimini diğer kesimi aleyhine ezmek ve haksız olarak zenginleştirmek!
Erdoğan Suharto'nun Akıbetini mi Paylaşacak!
Şimdi Tayyip Erdoğan, tüm bu sözleri duysa "bunlar ideolojik angajman" diye kestirip atacak! Küresel kapitalizmin yoksullaştıran boyutundan bahsettikçe AKP hükümeti hep "bunlar ideolojik görüşler" diye eleştirileri savsakladı, "Biz bu işe bereket bulaştırdık" lafı ile kapitalist politikaların açmazlarını sürdürdükleri gerçeğini eğip büktü. IMF politikalarını "bereketlendirerek" uygulayanlar; geniş kesimler için güvensiz bir geleceği; tarım başta olmak üzere ekonomik faaliyetlerde tekelleşmeyi; sosyal devletin kırpıldığını ifade etmediler hiç. Erdoğan'ın tabiri ile "fakir fukara, garip gureba" ise; aldığı üç-beş torba kömür yardımı ve üç kuruş işsizlik bağışı ile susmalı ve "Müslüman demokrat" bir yönetime sahip olduğu için haline şükretmeliydi!
Erdoğan kapitalizmin doğasını izah eden tüm bu açıklama ve eleştirilere ne kadar "ideolojik jargon" derse desin! Hayat tekzip edilemeyen en büyük sözü söylüyor! Bu zalim ekonomik düzenin dümeninde; kapitalist krizi derinleştiren 28 Şubat darbecilerinden daha mahir olduklarını sananlar, şimdi kriz tehditleri karşısında oligarşiye sığınma ataklarına girişiyor; başörtüsünün halkın hiç de gündeminde olmadığını ispata kalkışıyorlar. Geriye bize de, Fehmi Koru'nun "ABD'den basılan düğmeler" ile ilgili analizlerini okumak kalıyor.
Asya Kaplanları'ndan ibret almamış görünüyorlar. IMF'nin kaleme aldığı politikalar halkları ve geniş kesimleri yoksullaştırmayı; yoksullar aleyhine adaletsiz bir milli gelir artışını, sosyal çalkantılara kapı aralayan ekonomik uçurumları kaçınılmaz olarak getirdiğini güney doğu Asya ülkeleri göstermedi mi? Bir zamanlar Asya Mucizesi" diyordu IMF ve dünya ekonomi çevreleri Asya'ya; aynen daha dün Türkiye'nin AKP'li ekonomi politikalarına "Türkiye Başarısı" dedikleri gibi.
Yoksul Kesimler Aleyhine Ekonomik Politikalara Hayır Demeli!
Lami cimi yok! IMF merkezli üretilen krizlerle gelenler yine ayni efendilerin emri ile verilen krizlerle giderler! AKP kendisini iktidara oyları ile getiren yoksul geniş kesimlerin durumunu düzeltmek, sosyal güvenliği kolaylaştırmak, IMF politikalarına direnmek dışında bir alternatife sahip değildir. Kriz kırbacı, yoksul halkın sırtında olduğu sürece; oligarşinin iç düşman tehditleri Müslüman ve muhalif kesimlerin sırtında olduğu sürece ne Türkiye'yi istikrar bekliyor ne de adil bir gelecek.
Kur'an yoksulların ve ezilenlerin sorunları ile ilgilenmemizi ve zenginlerin mallarındaki yoksulların olan hakkı vermemizi ister. Tayyip Erdoğan'ın "Müslüman demokrat" çizgisinin ekonomi politikalarında ise yoksulların sorunları yok! Tüm büyü; yoksullara kömür dağıtmak gibi hayırhah politikalara kıstırılmış! Oysa bu işi Deniz Feneri Derneği sizden iyi yapıyor! Eğer yoksullar lehine politikalar uygulamayacak iseniz ve salt hayırhah faaliyetlerle, üç-beş torba kömür yardımı ile, üç kuruş fazla taban fiyat ile, on milyon az maaş kesintisi ile yoksulluğu azaltacağınızı düşünüyor iseniz ne diye hükümet oldunuz, yardım derneği kursaydınız!
Herkes tüm gücü ile IMF politikalarına, gelir adaletsizliği üreten dengesiz büyümeye hayır demelidir. Hükümet; küresel kapitalizmin şirketlerinin yönetim kurulu başkanlarıyla, Sami Ofer'le değil geniş yoksul kesimlerle empati kurmalıdır. Para babaları gelsin burada yatırım yapsın, bizim halkımız da üç beş kuruş maaş alsın" mantığı sakat bir mantıktır; üçüncü dünya kalkınmacılığı çoktan iflas etmiştir. Küresel faizci sisteme entegrasyona dayanan ölçüsüz para tapıcılığı yeryüzünün en büyük savaş bütçelerinin, tarihin en geniş işgallerinin, koskoca bir kara kıtanın açlıktan ölmesinin nedenidir. Tüm dünya halklarının rızkını, Amerikan Merkez Bankası FED'in Yönetim Kurulu'na bağımlı kılan küresel sömürge sistemine hayır denilmelidir.
Yoksa Tayyip Erdoğan ve hükümetinin de sonu Suharto'dan farklı olmayacaktır. Krizlerle gelen krizlerle gider! Küresel kapitalizme teslimiyetle halklarına gelecek vaat edenler çok beklerler ve ancak kendileri kaybederler. Yazık ki yoksul kesimlere de çok şey kaybettirirler.
Dünya'yı saran küresel krizlere karşı ekonomik kurtuluşumuzu savunmanın ise tek bir yolu vardır: Karun'lara değil Allah'a sığınan; "yoksulu ve yetimi doyurmaya teşvik eden"; "halkının bir kısmını diğerine karşı üstün tutup, geniş kesimlerini ezmeyen"; "her hakkı hak sahibine teslim eden"; bir ekonomik sisteme geçmek. Bizi Filistin halkı gibi, açlıkla terbiye etmek isteyen sömürücülere karşı onlardan değil, ancak nimet veren ve Rezzak olan Allah'tan korktuğumuzu haykırmak gerek.
Birilerinin AKP'ye ve onun uyuttuğu geniş kesimlere haykırması gerek: Boşuna beklemeyin! Beklediğiniz tüm istikrar, huzur ve refah ortamı gelmeyecek! Ne beklediğiniz "kurumsal mutabakat" ve "huzur ve istikrar ortamı" gelecek, ne de halklar için "müreffeh bir gelecek" var bu düsturlarla giderseniz! Kapitalist faiz düzeninden vazgeçmediğiniz ve paraya tapan küresel sistemi değiştirme gayreti serdetmediğimiz sürece bize kader olarak dayatılan daha çok kriz göreceğiz!